AYASOFYA MESELESİ

AYASOFYA MESELESİ

“Ayasofya; devletlerin, milletlerin ve dinlerin değil, insanlığın meselesidir.”

 

İlk inşasından (MS. 360) 17 asır sonra, 2020 yılında Türkiye’nin Ayasofya Sendromunu, insanlığın kafa katmanı açısından ele alacağız. Amacımız, insanlığın pratisyenlerinin değil kafa katmanını oluşturan teorisyenlerinin algısını tespit etmektir. Devletlerin yöneticileri, pratisyen katmanıdır. Pratisyenler, teorisyenlerin teorilerinin uygulayıcılarıdırlar. Bu amaçla, bu konunun arkaplanını ve geleceğini, E. Renan adlı bir filozofla özetleyeceğiz.

 

“İnsanlığın manifestosunu, kafa katmanı filozoflar belirler.”

 

“Her konuda en derinlemesine düşünmeyi sadece filozoflar yaparlar. O nedenle avam kafa onları anlamıyor ve sevmiyor.”

 

Ernest Renan (1823-1892)

Ernest Renan; Fransız tarihçi, teolog, filolog ve filozoftur. Doğduğu kasabadaki papaz ilahiyat okulunu okudu. Ardından Paris’te dinî tahsil yaptı. Felsefe, ilâhiyat, tarih ve Doğu dilleri (İbrânîce, Keldânîce, Arapça) okudu. Bu yoğun dinî ve “din dışı” tahsili, onun ileride dinlere karşı şüpheciliğini hazırladı. Özellikle İncil’in çelişkiler ve hatalarla dolu olduğunu tespit etti. Din adamı olmaktan vazgeçti.

 

İlk Hristiyanlık tarihi ve siyasi teoriler üzerine etkili tarihi araştırmaları ile tanınır. İbn Rüşd ve felsefesi hakkında tez yapmıştır. Arkeolojik kazı yapmak üzere, 1850’lerde, kız kardeşiyle birlikte Lübnan’a gitti. Orada tanıdığı ve kendisine kazılarda yardım etmek istemeyen Müslümanlardan nefret etti. Onları; “Kötü ırk, hissiyatsız, gülmesini bilmeyen insanlar,” olarak nitelendirdi.

 

Yalnız bilime ve akla inandığını ortaya koydu: Bilim bir dindir, bundan sonra simgeleri yalnız bilim yapacak, insanlığın sorunlarını sadece bilim çözebilir. Güzelin ve doğrunun karşısında, gençliğinde tattığı dinî zevkin hiçbir şey ifade etmediğini, söyler.

 

Onun bu değişiminde kız kardeşi Henriette Renan (1811-1861) ve Fransız Kimya bilim adamı Marcelin Berthelot (1827-1907)’nun önemli etkileri olmuştur.

 

İsa’nın tanrı olmasını ve İncil’in ise vahiy mahsulü olduğunu reddeder. Hıristiyan olmak için mutlaka vahye ihtiyaç bulunmadığını savunur. İncil’in olağanüstülüğü kabul edildiği takdirde, bilimden sapılmış olur.

 

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm aynı kökten süren üç filizdir. Hristiyanlık, Yahudiliğin bir devamı; İslâm ise, Sâmî ırkının en son ve basit bir ürünüdür.

 

Şu tespiti hala yürürlüktedir: “Yarışta, Avrupalılar, XVI. yüzyıldan itibaren galibiyeti elde ettiler. Artık galibiyet, devamlı onlarda olacaktır. Parçalanmış İslâm yıkılmaktadır. İnsanlık medeniyetinin yayılabilmesi için İslâm devletlerinin siyasî idarelerinin yıkılması gerekir.”

 

Fikir, bilim ve kültür yönünden Müslümanların geri kalışını dine bağlar. Ona göre; gerçek inanç sahibinin kafası âdeta demir bir çember içine alınmıştır; her türlü bilime kapalı ve yeni olabilecek her şeyi öğrenmekten âcizdir.

 

Renan: “Abbâsîler devrindeki yükselme, Müslümanların değil İranlılar’ın eseridir.”

 

İslâm tarihini üç bölüme ayırır: Peygamber, dört halife ve Emevîler dönemleri; her türlü akılcılık ve bilimden uzaktır, çünkü olayların açıklanması sadece Allah’ın doğrudan iradesine bağlanmıştır. Abbâsîler’in idareyi ele geçirmesiyle başlayan ikinci devirde, İslâm devletinin nirengi noktası değişmiştir. Sâsânî medeniyetinin mevcut olduğu Dicle ve Fırat yöresi merkez haline gelmiştir. Bizans’tan sürülen felsefe, İran’da yerleşmiştir. Yunan bilim ve felsefesiyle meşgul olan Nestûrî Hıristiyanların, Abbâsî halifeleriyle iş birliği yapmaları serbest düşünmeyi doğurmuştur. Bu ikinci devir, 1275’te her türlü bilim ve felsefeye karşı olan Türkler’in yönetimi ele geçirmesiyle son bulmuştur. Bundan sonra İslâm ülkeleri, hazin bir zihinsel çöküş dönemine girmiştir.

 

“Filozoflar, teknik bilimsel bilgi olmaksızın çıkarsamalar yapmazlar. Bu nedenle çıkarsamaları geçerli görülür.”

 

“Arap felsefesi denilen felsefe, ne Araplar’ın ne de Müslümanlarındır. Esasen Kindî dışındaki filozoflar Arap değildir. Her ne kadar Arapça yazmışlarsa da, yazılarının içeriği tamamen Yunan felsefesidir. İslâm, mâneviyatla maddiyatın ayrılmaz birliğidir, dogmanın sultasıdır, insanlığın hiçbir zaman taşıyamayacağı en ağır yüktür.”

 

“İnsanlık; insan ürünü sanat, felsefe ve bilim demektir.”

İnsanlık; sanat, felsefe ve bilime düşman olanları kendisinin düşmanı olarak görür ve onların ayıklanmasına çalışır. Çünkü bu düşmanlar, tarih boyunca, bunları yok etmeye çalışmışlardır.

Renan; Müslümanları ve Türkleri, felsefe ve bilimin düşmanı gösterir. Bu bakış açısı, insanlık dünyasında devam etmektedir. Zaten bir filozof, bir şeyi ileri sürdüyse, o mutlaka sürer. Nitekim bugün de insanlık, Müslümanları ve Türkleri ayıklamak istiyor.

 

Atatürk ve Laiklik

İşte Atatürk’ün önemi burada ortaya çıkıyor. O, insanlığın bu bakışını biliyordu, çünkü başta Renan olmak üzere filozofları okumuştu. Türkleri, bu ayıklanma hedefinden çıkarmak için “laiklik” vasıtasıyla İslamcılıktan sıyrılmayı amaçlamıştı. İnsanlık akımına bir tırnakla da olsa, dahil olma ihtimali yaratma teşebbüsü yapmıştı. “Bilim” diyerek de, Türklerin artık felsefe ve bilim düşmanı olmaktan çıktıklarını insanlığa söylemek istemişti.

 

Atatürk, bu millete çok büyük bir kıyak yaptı. Ama yanlış yaptığı bir asır sonra ortaya çıktı. O, zor ama gerekli bir işi seçmişti. Ürünlerinden kendisinin yararlanmayacağı bir işi, milletinin yaşaması için yapmaya kalkıştı. Hiç öyle meyve vermemiş kart ağaca ıslah edilmiş modern bahçe meyvesi aşısı yapmaya kalkıştı. Tarih boyunca, sistematik düşünme tarağında bezi olmayan topluma çağdaş düşünme aşısı yapmaya teşebbüs etti. Kart ağaç baskın çıktı, aşıyı öldürdü. Küçük bir kısmı tuttu ise de, o da meyve vermedi. Atatürk, popülist ve kişisel çıkarcı olsaydı, kolay iş olan din satardı. Yapmadı.

 

Yüz yıldır, Atatürk’ün yaptığı aşıyı koparıp atmakla uğraştık. Aşıyı koparma propagandaları İslamizm, iktidara gelme nimeti oldu. Yok ezan Türkçe okundu, yok Arapça okunmaya döndü. Aman ne büyük işler! Hepsi ağızla yapılabilen, milletini kandıran kolay işlerdi. Zor iş olan kafa boyutunu hiç gündeme getirmedik. Atatürk, insanlığa egemen olmaya başlayan kafa ile iş yapmayı getirmek istedi. “Ağızdan kafaya, kıldan akla” geçirmeye çalıştı. Aralarındaki beş santim ve bir harf farkı asırlardır gideremedik. Avama, kafayı egemen kılmak istedi. Ama Anti-Atatürkçülük, avam düzeyini, kafaya egemen kılmak amacındaydı. Başarılı da oldu, çünkü demokrasi sayesinde avamın oy çokluğu gücü vardı. Türkiye, ya Atatürk devrimini yapmayacaktı ya da demokrasiye geçmeyecekti.

 

Anti-aşı zihniyeti başarılı oldu ve sürekli iktidara geldi, peki ne oldu? Ülkenin başı göğe mi erdi? İşte yapılmak iştenen bu aşının sonuçları, şimdi dünyaya egemen oldu. Ama biz karaya oturduk. Deniz bitti. İşte bu aşıyı koparıp atmanın faturasını şimdi hep birlikte ödeyeceğiz.

 

Hz. Muhammed ve Atatürk

“Atatürk ile Peygamber’in İslam algıları benzerdir.”

 

Allah’ın; Müslümanlara iki lutfu olmuştur. Biri Hz. Muhammed’dir. O, tarih sahnesine geç çıkmış ve dışarıda kalmış insanları, o devirdeki insanlığın ana akımına dahil etmişti. Diğeri; Atatürk, bu insanları, 1500 yıl sonra insanlığın çağdaş çizgisine monte etmeye çalıştı. İkisiyle de zihinsel doku uyumu sağlanamadı. Sonuçta Müslümanlar, sürekli insanlıkla “mekansal yönelim bozukluğu” yaşamaktadırlar.

 

“Türkiye şu zihinsel çağda bile hala, toplumsal “bileşik kütle merkezi” olarak, ağızla yapılan ezanı, Peygamberin kullanmadığı amaçla kullanıyor. Hala akıllanmayacak mıyız?”

 

Ayasofya ve İslamizm

Son günlerde Türkiye’de Ayasofya’nın cami olması meselesi tartışılıyor. Bunun, insanlığın kafa katmanı açısından anlamına değinelim kısaca. İnsanlığın kafa katmanı; kutsal metinleri, geleneksel din ve tanrı anlayışını aşmıştır. Artık felsefe ve bilime bakıyor. İnsanlığın aştığı bu aşamalarda kalmış insanları istemiyor. Hangi dinden olursa olsun, dincilik yapanları kendisine tehdit olarak görüyor. Çünkü dincilik; sanat, felsefe ve bilim düşmanlığı demektir. Dinciliğin tek düşmanı, Tanrının insanına alternatif, insanlığın insanını üreten bilim ve felsefedir.

 

“İslamizmin en yoğun yapıldığı günümüzde İsrail, Filistin’i ilhak ediyor. Neden acaba?”

 

1453’te Ayasofya kilisesi, camiye dönüştürüldükten sonra, mozaiklerinden insan figürleri içerenlerinin bir sıvayla kaplanmış olması durumu, İslam’ın, cami adı altında, egemen yapıldığı yerde, sanata yer vermeyeceğine delil olarak görülüyor.

 

İslamizm ve Türkiye

Türkiye, insanlığın 18. asırda aştığı dinciliği, bu çağda hala İslamizm olarak yapması, insanlığı ilgilendiriyor. İnsanlık, dinlerin her türlüsünü, insanlığın düşmanı olarak görüyor. Bugün dünyada İslam adı altında İslamizm yapan, devlet bazında, Türkiye’den başka devlet kalmamıştır. Günümüzde sosyolojik ve siyasal manifestosunu, dine dayandıran Türkiye’den başka ülke kalmamıştır. Araplar dahi yapmıyor. Hristiyanlardan yapan zaten yoktur.

 

“Ayasofya ile meşgul olmak, İnsanlık tarafından, 6. asır öncesinde kalınmış görülüyor.”

 

Türkiye, hala İslam’ın bayraktarlığına soyunduğu iddiasını sürdürdüğü sürece bu ayıklanma yörüngesindedir. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’ye, İslam dünyasının liderliği misyonu verilmiştir. Bu misyonun verilmesi, işte bu ayıklama politikası nedeniyledir. Müslümanlar ve Türkiye, insanlığa hala, “din” adı altında, arkaik mitolojik düşünme ile bakıyor. Hala insanlığı oluşturan sanata, felsefeye ve bilime yani insanlığa tehdit olarak duruyor. Eline güç geçirirse, aslına döneceği, sanat, felsefe ve bilimi tekrar akamete uğratacağı imajını veriyor.

 

“İnsanlığın pratisyenleri, kullandıkları pratisyen devlet başkanlarını yok ederler.”

 

Ayasofya’nın Anlamı

Ayasofya (Kutsal Bilgelik)’nın felsefi anlamı şudur: Her şeyden önce, Ayasofya’nın inşaatını, 6. yüzyılın ünlü bilim adamları yönetmiştir. Mesela; teorik fizikçi ve matematikçi Milet (şimdiki Aydın ilimiz)li İsidoros ve Trallesli Anthemius, bunlardan bazılarıdır.

 

İnsanlığın kafa katmanının, o zamana kadar icat ettiği estetik, resim ve mozaik gibi sanatları, bazilika ve kubbe gibi antik Yunan ve Roma mimarisi gibi önceki mimarileri içinde barındırması ve Rönesans mimarisini üretmesidir. İlk katedraldir. Mimari bakımdan, Yahudilikle Hristiyanlığın mabedinin bileşimidir. Kilise olan bazilika ile Yahudi ürünü kubbeyi birleştiren ilk mabettir. Ayrıca kubbenin büyüklük ölçüsü olarak, daha geniş bir mekanı örtebilme mimarisi olarak da ilk binadır. Bu özellikleriyle, insanlık tarafından, insanlığın önemli bir dönüm noktası olarak görülür. Yani insanlığı oluşturan; sanat, felsefe ve bilimin geçmiş teorilerinin pratiğe döküldüğü bir aşamasıdır.

 

İnsanlık, Göbeklitepe’deki ilk mabedi gibi, insanlığın tarihini oluşturan ilk icatlarının orijinal hallerini korur, Ayasofyayı da orijinal haliyle korumak istiyor. İnsanlık Ayasofyayı, Hristiyanların değil, insanlığın sanat ve mimari tarihi olarak görüyor. Hiçbir icadı olmayan avcı-toplayıcı insanlar, başkalarının icatlarını yine başkalarının icatlarıyla kendilerine mal etmeye çalışırlar. “Derenin taşıyla derenin kuşunu vurmak.” Türk Deyimi

 

“Ayasofya’nın orijinal haline sahiplik, insanlık tarihine mensubiyeti ölçüyor.”

“Göbeklitepe’deki ilk mabede de; Yahudi kubbesi ve Zerdüşt minaresi dikerek camiye dönüştürüp kendi eserimiz yaparız.”

“Ayasofya konusunda devletlerin değil, insanlığın yaptırımını düşünmek gerekir.”

 

“İnsanlık hiçbir konuya dini açıdan bakmıyor. Her konuya insanlık açısından bakıyor.”

 

“Bu çağdan sonra, konulara insanlık değil de dini açıdan bakanlar, yok olurlar.”

 

Minare, Zerdüştlük

Türkiye, hiçbir paradigması ve unsuru kendisinin ürünü olmayan İslam’la, İslamcılık yapıyor. Ülkenin her tarafını doldurduğu minareyi Zerdüştlük/Mecusilik yani Ateşetapıcılıktan almıştır. Zerdüşt de minareyi, Sümer Zigguratlarından almıştı. Yani 5 bin yıl öncesilik.

 

“Minarecilik, 5 bin yıl öncesinde kalmış olmanın göstergesi görülüyor.”

 

Minare, ateş anlamındaki “nar” kelimesinden gelir ve “ateş yakılan yer” demektir. Minareyi Zerdüştler icat etmiştir. Minarede ateş yakarlar, karşısına geçip secdeye kapanırlardı. Minare kavramını, Zerdüştlerden, önce Yahudiler, “menore” kelimesiyle aldılar. Sonra da Müslümanlar Yahudilerden aldılar. Bugün minareleri ışıklandırmak, Zerdüştlüğün ateşlerini yaşatmaya hizmet ediyor. Kuran’daki “salat” kelimesi yerine Farsça “namaz” kelimesi de Zerdüştlük’ten alınmıştır ve ateşin karşısında secdeye kapanmak demektir. “Zerdüşt bunlar, deyip de, Zerdüştlüğe hizmet etmek!”

 

Çamlıca Camii

“Mabed dönemi, insanlığın 10 bin yıl önceki çocukluk dönemidir.”

 

İslamizmin güncel örneği olarak, Dünyanın en büyük camii “Çamlıca Camii Külliyesi” inşa edildi. Alemi, kapısı gibi her şeyi en büyük olmasıyla övünülüyor. Çağımız elle yapılan büyüklük değil, kafa ile yapılan küçük teorik icatçılık çağıdır. Mesela mikroçip çağıdır. Bu camide, insanlığın herhangi bir alanında veya disiplininde değeri olan kendi kafa ürünü bir tane icadın var mıdır? Parası bile dışarıdan alınan borçtur.

 

“Mikroçip üretemeyen, makrocübbe ile var olur.”

 

“Külliyat üretemeyen, külliye üretir.”

 

Bugün mabet inşa eden ve onunla övünen başka ülke var mıdır? Yoktur! Bu çağda mabed inşa edilerek övünülmüyor. Zamanında yapamamışların gecikmiş eylemi olarak görülüyor. Çocukluğunda oyuncakla oynayamayanın, yaşlılığında oynaması gibidir. İnsanlık, bu camiyi kendi eseri olarak görmeyecektir. Kullanılan her bilgi yabancının, inşaat araçları ve aletleri de başkasının, taklit ve hibrid bir bina olarak görülecektir. Satışa çıkarılsa, Ayasofya, daha çok değer yapar. Mabed dönemi, insanlığın 10 yaşındaki çocukluk çağıdır. İnsanlık şimdi 50 yaş üzerindeki yetkinlik çağındadır.

 

“Çağımıza kadarki devirlerde mabet inşa etmek güç gösterisi idi. Ama şimdi öyle değildir.”

 

“Şimdi mabet inşasıyla güç göstermek, geçmiş çağlarda kalındığının göstergesi görülüyor.”

“Şimdi, çocukluk işleri değil, büyük adam işleri yapmak zamanıdır.”

 

Miras Kavgası

Aynı aile içerisindeki her saldırının altında mutlaka miras kavgası vardır. Tevrat’ta Musa’nın, Firavun’a saldırmasının temelinde de miras kavgası vardır. Firavun’un icat ettiği “tek tanrı” kavramını Musa, kendisine mal etmek için, Tanrı düşmanı gerekçesiyle, Firavun’a saldırır. Müslümanlar’ın Yahudilerle ve Hristiyanlarla kavgası da aynı miras kavgasıdır.

 

Kuran ve Diyalektik

Arapça bilenler, anlamını anladıklarından dolayı Kuran’ı dinlediklerinde beyinleri zorunlu olarak diyalektik düşünme yapıyor. Kuran baştan sona kadar, Kafirlerle Allah arasında geçen diyalektik içerir. O nedenle ayetlerin çoğunluğu kafirlerin sözleridir. Ama Türkiye, anlamını anlamayarak, bağırarak ve müzikli okumayla, Kuran’ı, düşünme işlemi yapmayı önlemek için kullanıyor. Türkler, düşünme istemeyen, ama duyguları tatmin ederek eğlendiren her şeyi sever, biliniyor. “Neden avam, Kuran’ın değil de, dinin söylemlerini anlıyor ve seviyor?”

 

“Östrojen, beğenilme hormonudur.”

“östrojen, sömürme hormonudur.”

 

  “İnsanlık; bir vücudun başka bir vücuda bağlı olmasına son veriyor.”

“İnsanlık; bir vücudun bir başka vücut tarafından paylaşılmasına son veriyor.”

“İnsan türünün güzelleştiği aşamada, artık doğal insan üretilmeyecektir.”

 

“İnsan; kendisinden büyük yaşı yaşlılık, içinde bulunduğu yaşı gençlik olarak görür. Yaşlılık olarak gördüğü yaşa gelince de yine kendisini yaşlı değil, genç görür.”

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.