21. ASIRDA TAPINAKÇILIK

21. ASIRDA TAPINAKÇILIK

 “Herkes, milletin kendisine maaş ödediği alanda milleti bilgilendirmelidir.”

 

Bir ülkede yaşayan herkes şunun bilincinde olmalıdır: Herkes sahip olduğu bilgi ve becerilerini, milletinin onun için ödediği bütçelere ve maaşlara borçludur. O nedenle herkes, alanını iyi öğrenecek ve borcunu ödeme vebali karşılığı milletini bilgilendirmek görevini yapacaktır.

 

Felsefenin bir görevi; var olan olgu, obje ve olayı tanımak ve tanımlamak, anlamak ve anlam yüklemektir. Bir diğer görevi, var olmayan olgu, obje ve olay yaratmaktır. Biir sonuç olan her görünen olgu, obje ve olay mutlaka görünmeyen özü ile oluşur. Amacımız, görünen sonuçların özlerini bilim ve felsefe ile bulmaya çalışmaktır. Kendi çıkarımlarımızı okuyucuya empoze etmeyiz. Çıkarımları okuyucuya bırakırız.

 

Konumuz

  1. asra girildiği dönemde, “Türkiye’de teolojik ve sosyolojik nedeni olmadığı halde, çok sayıda devasa ve Çamlıca Camii özelinde görüldüğü üzere, her yerden görülebilecek yüksek tepelerde ve uzunlukta cami ve minare inşaatı ve aşırı mabet savunması yapılmasının” kökenlerini ve nedenlerini irdeleyeceğiz.

 

Çamlıca Camii

Çamlıca Camii, 2019 yılında açılmıştır. İstanbul’un “Çamlıca Tepesi”nde yer alır. Cumhuriyet tarihinin “en büyük” camisidir. 63 bin kişi kapasitelidir. 57 bin 500 metrekarelik alana sahiptir. Yüksekliği, toplam 1071 metredir. 72 milletin sembolü olarak ise kubbe yüksekliği 72 metredir. 6 minaresi vardır. Görüldüğü üzere, tepede ve büyük olma özelliklerine vurgu yapılmıştır.

 

Tapınak

Tapınak, ibadethane, mabet (temple); yüce bir varlığa tapmanın yapıldığı yapının adıdır. Tapmak; kulluk, kölelik yapmaktır. Tapınak Türkçe, ibadethane Farsça, mabet, Arapçadır.

 

Tapınak Şövalyeliği

Tapınakçılıktan kasıt, sistemik bir şekilde aşırı miktarda tapınak inşaatçılığı ve her bahaneyle savunuculuğu yapmaktır. Bu durum, Hristiyan şövalyelerinin 12. asırda yaptıkları “tapınak şövalyeliği”ni, bin yıl sonra, 10.000 yıl önceki tapınak konsepti ile günümüzde yapmaktır.

 

TAPMANIN KÖKENİ

“İnsanlık, tapmayı, çocukluk evresinde icat etmiştir.”

 

İnsanlık, aklı kesmesinden ve bir çeşit düşünme yapmaya başlamasından itibaren, kendisini aşan bir aşkın gücün varlığını düşünme aşamasına geçer. Bu aşama, büyük ihtimalle, insanlığın, 100.000 yıl önce başlayan 7-11 yaş aralığına tekabül eden son çocukluk evresine rastlar.

 

Bu aşkın güç; çıplak gözle görebildiği; ağaç, hayvan, yıldız ve Güneş gibi somut-maddi doğal varlıklar idi. İnsanlık, bunlara daha sonra “tapma” adı verilen davranışlar sergilemiştir. Bu davranışlarına, binlerce yıl sonra çağımızda, totem ve fetiş adı verilmiştir.

 

Totem, Fetiş

 “Totem tapınılan şeydir. Fetiş tapma eylemidir.”

 

Totem; insanüstü güçlere sahip olduğu düşünülen nesnedir. Fetiş, böyle nesneyi güçlü sevmektir.  Tapmak, totem, fetiş, büyücülük, cincilik ve muska gibi şeyler birlikte bulunurlar.

 

İlk insanlar, var olmalarını ve korunmalarını aşkın bir güce dayandırmışlardır. Bu gücü, totem ve fetiş yapmışlar ve bugünkü anlamıyla kutsal saymışlardır. Kutsallık; aşırı saygı demektir.

 

Tapmanın kökeni, kazanca ve korkuya dayalı kutsallık nedenine dayanır. Bu, “sebep-sonuç” ilişkili bir düşünmedir. Demek ki, o devir insanı, 7-11 yaş evresindeki çocukta bulunan sebep-sonuç ilişkisini kurabiliyordu. Totem ve fetiş ile doğan tapma eylemi, zamanla tapınak kavramını ve inşasını doğurmuştur.

 

TAPINAK İNŞASININ KÖKENİ

Neandertal, Homo Sapiens İnsanı

Arkeolojik kazılar ve Antropoloji filozofları sayesinde bugün, insanlığın inanç tarihi hakkında geçmişte olmadığı kadar bilimsel bilgiye ve felsefi çıkarımlara sahibiz. Günümüzde “tapınak” terimiyle adlandırılan tapma mekanının ilk inşa kökleri, somut akıllı insan demek olan “homo sapiens neandertal” insanına dayandırılır. Bu insanlar, yaklaşık 50.000 yıl önce, yaşamışlardır. Yaptıkları işlere bakınca, onların, bir insanın son çocukluk evresi olan 7-11 yaş evresinde yapabildiği somut, sihirli, sembolik, sezgisel, aktif hayali gibi düşünme biçimlerine sahip oldukları görülür. Bütün icatları, bu çocukluk evresi düşünme biçimleri ürünüdürler.

 

MAĞARA DÖNEMİ

MÖ 50.000

Mağara Ritüelhaneleri

Yüksek Tepeler

İnsanlık, aşkın güç olarak uydurduğu totem ve fetişe adadığı tapınak kavramının temellerini, mağaralarda yaşadığı dönemlerde icat etmeye başlamıştır. Aslında hakkında hiçbir teknik bilgi bilmediği aşkın güç için tapınak icat etmiştir. Bu tapınağın vasfı, gerçek aşkın gücün karakterine ne kadar uygun idi? Hayali düşünme ile uydurduğu aşkın güç için icat ettiği tapınak da hayali olmuştur.

 

Neandertaller, mağara döneminde yaşadılar. Totemlerine tapınağın kökleri olarak kabul edilen mağaralarda tapınak olarak “ritüelhaneler” yaptılar. Bunların birinci özelliği, yaşam alanlarından çok uzakta  “yüksek tepeler”de olmalarıydı. En kuytu ve ücra köşelerinde ritüel icra ediyor, doğaüstü totem güçlerle iletişime geçiyor ve törenler yapıyorlardı. Bu mağaralar, daha sonra gelen farklı Sapiens kabileler tarafından da aynı amaçla kullanıldılar.

 

Bu geleneğin binlerce yıl sürdürüldüğü mağaralardan birkaç tanesi şunlardır: 37.000 yıl önce Fransa’nın Chauvet, Fransa’nın güneyinde, 17.000 yıl önce Niaux ve yine Fransa’nın Lascaux, Lübnan’da “Nahr İbrahim”.

 

“Çamlıca camiinin yüksek tepede inşa edilmesi, ilkel tapınak geleneğini sürdürmektir.”

 

Mağara Ritüelhane Süslemesi

“Cami süslemesi, 50.000 yıl önceki dönemde olmak demektir.”

 

Mağara ritüelhanelerinin bir diğer özelliği, süslenmeleridir. 50.000 yıl önceki Homo sapiens insanları, duvarlarını kendi yaptıkları sanat eseri resimlerle süslemişlerdir. Duvarlar, insan elinin uzanamayacağı kısımları, o dönemin; yabani ren geyiği, bizon, yaban sığırı, yaban atları, keçileri ve mamut, gergedan ve yaban domuzu gibi av hayvanı ve başka irili ufaklı hayvanların kabartma resimleriyle doludur. Genellikle kırmızı ve siyah boya kullandılar.

 

Bu hayvanlar, Sapiensin totemleri olan hayvanlar oldukları düşünülür. Bu hayvanlar ile Sapiens arasında sihirli ve mistik bağ var olmalıdır. Besin olmaları dolayısıyla, biyolojik varlıklarını sürdürdüklerinden olacak, o dönemin hayvanlarını, doğal boyutları ile çizdikleri resimlerle ölümsüz yapmak istemiş olabilirler.

 

Ritüelhane resimlerinde özgün perspektif resim sanatının en güzel örnekleri görülür. Ritüel tarzda mistik imgeler, işaretler ve müzik enstrümanları gibi, insan eliyle yapılmış figüratif sanat eserleri, neredeyse homo sapiensin tamamında vardır. Figüratif sanat; doğada mevcut nesneleri betimleyen özellikle resim ve heykel sanat eserleridir.

 

Bu resimlerin, mutlaka bir ritüel ve büyüsel anlamı olmalıydı. Mağaraları, inandıkları doğaüstü güçlerinin yardımını dilemek amacıyla, bir av öncesi ya da sonrasında birtakım ritüeller icra ettikleri bir “tapınak” olarak kullanmış olmaları ihtimal dahilindedir.

 

Resim süslemelerini, sanat eseri olarak gelecek insanlığa basamak oluşturacak bilgi bırakmak ve kendi özgün beceri eserlerini göstermek için yapmış olmalıdırlar. Bu süslemeler, bu özelliklerinden dolayı insanlık nazarında çok değerli görülmektedirler.

 

Tapınağı sanatla süsleme geleneğini, Hristiyanlar, icat ettikleri yeni özgün sanat tarzları ile kilise ve katedrallerin içinde ve dışında uyguladılar.

“Özgün özellikler taşımayan cami süslemeleri, insanlık nazarında hiçbir değer görmüyor.”

 

GÖBEKLİTEPE DÖNEMİ

Göbeklitepe Tapınağı

MÖ 10.000

Homo sapiens Neandertalden sonra, “çift akıllı anlamındaki” “homo sapiens sapiens” insanı gelmiştir. Bu insanlar, MÖ 10.000’lerde Türkiye Şanlıurfa’da bir yüksek tepe olan Göbeklitepe denilen mevkide görülürler. Burası, yerleşim yeri değildi. Orada inşa edilen yapılar, 50.000 yıl önceki neandertal insanının mağara ritüelhaneleriyle benzerliklerinden dolayı, “kült merkezi” tapınak olarak tanımlanırlar. Kült; “tapınma, ibadet eylemi ve tören” demektir. Mağara ritüelhane geleneği sürdürülerek bu tepede, çok sayıda tapınak inşa edilmiştir. 20 tapınak tespit edilmiş, şimdiye kadar 6 tanesi açığa çıkarılmıştır. Bunlar, insanlığın yeryüzünde inşa ettiği en eski tapınaklar olarak kabul ediliyorlar.

 

Yüksek Tepelerde Tapınak

“Yüksek tepelere tapınak inşa etmek, 50.000 yıl öncesinde kalınmış demektir.”

 

Homo sapiens sapiens, MÖ 10.000’lerde Göbeklitepede, ritüelhaneyi, daha önce bulunduğu kapalı mağaradan çıkarıp açık alanlara taşıyarak mabede veya tapınağa dönüştürmeye başlamıştır. Ama onu yine ilkel gelenek olan yüksek tepede inşa etmiştir. Tepedeki tapınak, çok geniş bir bölgeyi görebildiği gibi, kendisi de çok yerden görülebilmektedir. Kült yapı inşa etmek için buranın seçilmesi, yüksek tepe olma özelliğinin etkisidir. Türkiye’de şimdi, camiler, 50.000 ve 10.000 yıl öncesi geleneği taklitle, her yerden, özellikle otoyollarda bütün sürücüler tarafından görülebilecek tepe yerlere inşa edilmektedirler.

 

Tapınak, Ticaret

“Tapınak, siyaset, market, eğitim bir arada ise, 10.000 yıl öncesinde kalınmış demektir.”

 

Camilerin devasa, din, siyaset ve ekonomi kaynağı olmasını irdeleyelim. Camilerin alt katlarının market yapılması meselesini ele alalım. Satılmak istenilen boş araziye, önce bir cami inşa etmeyi irdeleyelim.

 

MÖ 10.000’lerde, insanlığın ilk yerleşim yeri, bomboş arazi olan Göbeklitepe, önce “tapınak” inşaatı yapılarak kurulmuştur. Ardından, onarım ve temizlik işlerini yürütmek için insanlar kalabalık gruplar halinde tapınak çevresinde uzun süre harcamak zorunda kalınca konutlar yaparak yerleşik hayat düzenine geçmiştir. Sonra “ekonomi (pazar)” eklenmiştir.

 

Satılmak istenilen boş araziye, önce bir cami inşa etme taktiği, işte bu MÖ 10.000’lerde kalmış olmaktır. Bu taktiğin, toplumda satın alınıyor olması, kolektif sorundur. Bir geleneği, 12 bin yıl sürdürebilmek, büyük bir muhafazakarlık becerisidir.

 

Göbeklitepe Tapınak Süslemesi

50.000 yıl önce temelleri atılan tapınağı sanat eserleriyle süsleme geleneğinin, Göbeklitepe tapınaklarında daha da geliştirilerek kullanıldığı görülür. Bu yapılarda, mağara geçmişinin uyguladığı görülür. Özellikle hayvan kabartmalarında sanat üslubunun uzun bir geçmişinin olması gerekiyor. Ayrıca, totemik inanç tarzının geçmişinin varlığı da görülüyor.

 

Bu tapınakların süslemesi şöyledir:

Göbeklitepe tapınaklarında, “T” biçiminde, insan heykelleri olarak yorumlanan 10-12 “dikilitaş heykel” yapılmıştır. Dikilitaşların üzerinde insan, eller ve kollar, çeşitli yaban hayvan sembolleri, kabartılmış veya oyulmuştur. Bu “dikilitaşlar”, ritüelde kullanılan insan vücudunu betimleyen canlandırma yontulardır.

 

Yaban hayvanı olarak; boğa, domuz, tilki, yılan, ördek ve akbaba en sık görülen motiflerdir. Bu motifler, süsleme ile birlikte, gelecek insanlığa bir öykü, anlatım ve mesaj bırakmak isteği taşıdıkları düşünülmektedir. Bu hayvanlar, büyük ihtimalle, insanı aşan bir güç olarak metafizik soyut tanrıya götüren semboller olarak görülmüş olabilir. Yaban hayvanlarının 18 adet olması, belki de bu sayıda tanrı düşlediklerindendir. Çok tanrıcılığın temellerinin bu zamanda atıldığı görülür. Bu tapınaklar; tanrıların, insanın ve yaban hayvanlarının iç içe olduğu bir mekândır.

 

Çanak çömlek yapmanın icat edilmediği bu dönemde yapılan bu yapılarda pişirilmemiş, ama biçim verilmiş ham taşlar kullanılmıştır. Böylece, insanlık, doğaya, kendi ürünü biçim girdileri yapmıştır. Burası bir kült merkezi olarak MÖ 8.000 tarihine kadar kullanılmış, bu tarihten sonra terk edilmiş ve başka veya benzer amaçlarla kullanılmamıştır.

 

Cami Süslemesi ve Namaz

“Mabet süsleniyorsa, 10.000 yıl öncesinde kalınmış demektir.”

 

Camiler Arapça; Allah, Muhammed ve sahabe isimleri ile süslenir. Bu isimler, onların sahip oldukları aşkın güçleri nedeniyle seçilmişlerdir. Böylece cami; namaz kılan insanların, aşkın güç sahibi Tanrı, peygamber ve sahabe ile iç içe oldukları bir mekan olmaktadır. Camilerin içinin süslenmesi boşunadır. Çünkü namaz ibadetinin icrası, o süslemeleri görmeye engeldir. Namazda gözler sadece secde yapılan yere bakabilir, duvarlara ve yukarıda kubbeye bakmak, namazı bozan amellerdir. Mesela; Çamlıca Cami içerisinde süsleme ve Arapça hat sanatı kullanılmıştır. Kubbenin iç yüzeyine Allah’ın Arapça isimlerinden 16’sı yazılmıştır. Camilerin içinin ve dışının özgün sanatla işlenememesi, bu tür hazır isimlerle telafiye neden olmuştur.

 

Kurban Ritüeli

Göbeklitepe tapınağında çok miktarda hayvan kemikleri bulunmuştur. Bu durum, orada çok fazla et tüketildiğini göstermektedir. Bu et tüketimi, çalışanların ihtiyacını karşılamak için olmuştur. Bunun yanı sıra, burada düzenlenen ritüellerde yapılan şölen ve törenlerde, çevreden gelen insanların ihtiyacını karşılamış da olabilir. Ama kurban ritüelinin varlığını da gösteriyor. Kurban ritüelinin MÖ 10.000’lerdeki insanlarda varlığı bilinmektedir. Büyük ihtimalle, 50.000 yıl önceki insanların geleneği sürdürülmüştür.

 

Dindarlığın Prim Yapması

Göbeklitepe döneminde “ruhban sınıfının” varlığı görülüyor. Oradaki ritüellere ritüel kondaktörü olan rahiplerin önderlik ettiği düşünülüyor. Bu durumda, dine dayalı “seçkin” sınıflaşması, o zaman ortaya çıkmaya başlamış olmalıdır. Ayrıca o devirde, dindarlık da, toplumda “seçkin sosyal sınıf” mensubu olmak idi.

 

Bugün bir toplumda; kişi dindar olduğundan dolayı toplumsal prim bekliyorsa, o kişide psikolojik problem vardır. Dindarlık, kişiyi toplumda seçkin yapıyorsa, o toplumda 10.000 yıl önceki durum var demektir. Kişinin dindar olması, kendisini, tanrısı katında kurtarmasına yarar, başkasıyla ilgisi yoktur. Başkasıyla ilgisi olmayan şey, başkası nazarında neden prim yapar?

 

İLKÇAĞ DÖNEMİ

(MÖ 3.200-MS. 375)

Sümer, Bâbil ve Asurluların inancına göre; insanlar, tanrılara kurban takdim etmek ve mabet yapmak için yaratılmışlardır. Tapınak, tanrıların ikamet yeridir. Bütün mabetlerde tanrının heykelini korumak için bir iç oda ve kurban takdim etmek için de bir mezbaha bulunurdu. Tapınakta ritüeller rahipler tarafından yönetilirlerdi. Sümerler, Bâbil ve Asurlularda tapınakların yanına bitişik yapılmış kuleler olurdu. Taraçalar şeklinde kat kat yükselen kulelerin tepesinde tanrıya ayrılmış, içinde tanrının suretinin yer aldığı bir oda bulunurdu.

 

Her Kente Bir Tanrı ve Tanrıevi

MÖ 5.000

“Diğer dinlerde mabetlere “tanrıevi” denilmesinin kaynağı Sümerlerin icadıdır.”

 

50.000 yıl önceki mağara döneminde temelleri atılan, 10.000 yıl önce Göbeklitepe’de alt yapısı yapılan tapınak unsurunun, üst yapısını 5.000 yıl önce Sümerler yapmaya başladılar.

 

Sümerler (MÖ 4.000-2.000)’de her kentin bir tanrı ve tanrıçası vardı. Her kent devleti, bu tanrı ve tanrıçaların isimleriyle anılmışlardır. Kendilerinde var olan çocukluk evresinin “somut sembolik düşünme” biçimi nedeniyle antropomorfik düşünerek Tanrıyı somutlaştırıp, ona insan gibi yaşadığı ev tahsis edip tapınak yapılan “Tanrıevi (ekallu)” icat etmişlerdir.

 

Her şehre tapınak olarak sadece bir tane “tanrıevi” inşa etmişlerdir. Mesela; Nippur kentinde tapınak olarak sadece Tanrı Enlil’in, “Ekur” adında bir evi vardır. Bu nedenle, Nippur, Sümerlerin “dini başkenti”dir. Burada “tapınak yaptırmak”, inşaatlarda çalışmak, hizmetli olmak önemli sayılırdı. Görkemli devasa tapınaklar, kent ve kasabaların merkezleri hâline geldiler. Bu durum, ruhban sınıfının, insanları sömürmesi için bir başka olanak idi.

 

“Tapınak inşa etmenin sevap olması, 5.000 yıl önceki Sümerlerin icadıdır.”

“Camilere “Allah’ın evi” demek, antik somut tanrı düşüncesidir.”

 

Ziggurat

Tepelerde Tapınak

Sümerler, mağara ve Göbeklitepe teolojik geleneği taklit ederek, tanrıevi tapınaklarını yüksek tepelere kurmuşlardır. Nitekim tapınaklarına “yükselmiş yere kurmak” anlamındaki “ziggurat” adını vermişlerdir. MÖ 5.000’li yıllardan kalma en eski olduğu tahmin edilen, ziggurat, İran İsfahan’daki iki tepeden oluşan Sialk adlı tepede yapılmıştır.

 

Zigguratların tepelerde ve yüksek inşa edilmelerini dinadamları planladılar. Böyle inşa etmelerini kendi çıkarlarına uygun yaptılar, ama gerekçe olarak, dinsel söylemleri kullandılar. Mesela, topluma; tapınağın yüksek olmasına gerekçe olarak, “gökyüzüne ne kadar yakın olursa, tanrılara ulaşmanın o kadar kolay olduğunu,” söylerlerdi. Fakat yüksek yerde olmaları, rahiplerin sulardan ve insanlardan güvenlikleri için idi. Yükselen sulardan ve sellerden kurtulabilmeleri idi. İnsanların, rahiplerin yaşadıkları üst katlara geçmelerini engellemek idi. Pişirilen kurban etlerinden çıkan dumanın rahipleri rahatsız etmemesi idi.

 

Tepelerde tapınak inşa etme geleneği, Yahudiler tarafından taklit edilmiştir. İlk tapınağı, “Süleyman tapınağı”, Kral Davut’un oğlu Süleyman’ın hükümdarlığı sırasında MÖ 957’de Kudüs’teki “Tapınaklar tepesi (Morya)” olarak bilinen alanda inşa edilmiştir. Kabe ve Mescidi Nebevi, tepelere değil, düzlüklere inşa edilmiştir.

 

Kendisi zenginleşmesi için halka fakir olmanın Allah’ın çizdiği kader olduğunu söyleyen din başkanı, aslında 10.000 yıl önceki rahiplerin akıl çapında ve zihniyetinde olduğunu gösterir.

 

Tapınak ve İnsanları Sömürmek

“Tapınaklar, insanları sömürmek için icat edildiler.”

 

Mağara ve Göbeklitepe tapınakları, meskun yerlerden uzakta ve dağların tepelerinde idiler. Fakat Sümer rahipleri, tapınağı, kendi rahatlıklarını düşünerek kent merkezlerine taşıdılar, ama yine en yüksek yerine inşa ettiler. Burasını; siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamın merkezi yaptılar. Bütün bu tanrısal düzenlemeyi, rahip sınıfı, insanları sömürmelerine uygun şekilde yapmışlardır. Rahipler, bu düzenlemenin aslı ve astarının olmadığını ve işin gerçeğini biliyorlardı. Ama insanlara tam tersini kabul ettirmişler ve onları inandırmışlardı. Böylece, onları sömürebiliyorlardı. Tapınak inşa etmek ve ona hizmetin önemli olması, Sümerlerden geliyor. Türkiye, bu açıdan da, MÖ 4.000lerin Sümerlerinde kalmış demektir.

 

Sümer rahipleri, insanlara, Tanrıevinde, kentin tanrısının yaşadığını ve onunla yüz yüze görüştüklerini söylerlerdi. Ama sadece rahiplerin, tapınaktaki odalara girebileceklerini, Tanrıların yemek gibi gereksinimlerini karşılayabileceklerini söylerlerdi. Böylece, insanlardan tanrı adına aldıkları adaklarını kendileri kullanabilirlerdi.

 

İnsanlar, tanrı ile görüşmek isterlerdi. Bunu önlemek için Tanrıların, evlerinde her zaman durmadıklarını, bazen de şehirlere yolculuk yaptıklarını söylerlermiş. Bu kez, insanlar, seyahatleri esnasında tanrıyı görmek isterlerdi. Bu kez rahipler, tanrının, yolculuğunda görünmesini imkansızlaştıran tekne, savaş arabası kullandığı gerekçesini uydurdular.

 

Tarih boyunca, hükümdarların, tapınak inşa etmeleri, tanrıyı siyasal amaçla istismar edip halkı sömürmek için olmuştur. Bu sömürme, antik Mısır’da daha bariz görülür.  Mesela; MÖ 1.280 civarında tahta çıkan ve Büyük Ramses olarak bilinen II. Ramses (MÖ 1303-1213), Mısır tarihindeki diğer firavunlardan daha çok tapınak, tanrısal yontu ve dikilitaş inşa ederek kendisini tanrı olarak kabul ettirmiştir. Bu sayede, Dünya’nın en uzun süre boyunca saltanat süren hükümdarlarından birisi olmuştur.

 

Eski Mısır’da Tapınak

“Kabe de, geleneksel dikdörtgen yapılmıştır.”

 

Eski Mısır’da tapınak konseptinde geçmiş tapınak geleneğinin etkisi görülür. Tapınak, “dikdörtgen” şeklindedir. En iç odada, “tanrının orada varlığının sembolü olan” heykeli bulunurdu. Buraya sadece rahipler girebilirdi. Baştanrı “Amon-Ra” için “devasa büyüklükte” tapınaklar inşa edilmişti. Bunlar, hükümdar Firavun’un özel bakım ve denetimi altındaydı. İbadet ve ayinleri, Firavun adına onun temsilcileri olarak rahipler yönetirlerdi. Müslümanların “Hadimul Haremeyn” kavramı buradan gelir.

 

Eski Yunan’da Tapınak

Eski Yunan’da da Sümer tapınak icadının etkisi görülür. İlk tapınaklar, “temenos” adlı açık alanlarda idi. Zamanla, Sümer etkisi sonucu, her bölge için tanrılar ve özel tapınaklar icat edildi ve sayıları MÖ VII. yüzyıldan itibaren çoğalmaya başladı. Tapınaklarda; giriş odası, “mezbah (kurban sunağı)” ve en içte tanrının tasvirinin yer aldığı “dikdörtgen” şeklinde bir oda (naos) vardı. Tanrının ikamet yeri olan Tapınağa ibadet için girilmezdi. İbadet, dışarıda icra edilirdi. Tapınakların korunmasından ve kurbanların takdiminden rahipler sorumluydu.

 

Roma’da Tapınak

Roma tapınağı, Yunanlılarınki ile benzer idi. Tanrıya adakların sunulduğu bir “ev” vazifesi görüyordu. Tanrının heykelinin konulduğu, “cella” adı verilen iç oda vardı. Tapınaklar, politik amaçla da kullanılırdı ve hizmetini kral adına görevli rahipler yapardı.

 

Yahudilik

“Müesses dinde, günde üç kez ibadet vardır.”

 

Kudüs’ü İsrâiloğulları’nın ortak ibadet merkezi yapmak isteyen Hz. Davud, “ahid sandığı”nı Kudüs’e getirmiş, tanrı “Yahve”ye mabet olarak, kurban sunmak için bir “mezbaha” yapmıştır. Mabede, İbrânîce “Beth ha-Mikdaş (kutsal ev)” denildi. Arapça “Beytülmakdis”tir.

 

Mabet, zamanla anlam ve amaç değiştirerek, Yahudi cemaatinin “toplandığı yer” yapılmış ve İbrânîce “beit hakeneset (toplanma evi)”, Grekçe “sinagog” adı verilmiştir. Sinagog, halkın kimliğini koruma eğitimi verilen vaaz etme yeri oldu. Günlük; sabah, öğle ve akşam; haftalık şabat (cumartesi) günleri toplu ibadet yapılırdı. İbadetler, sadece erkek cemaatle yapılır. Sinagoglarda resim ve suret bulunmaz. Camilerdeki “vaaz” eğitimi, bu sinagogtan alınmıştır.

 

Hristiyanlık

Hz. İsa’nın tapınağı yoktu, ibadetini evinde yapardı. MS 313’te, Bizans İmparatoru Konstantin, Hıristiyanlığı resmi din yapmakla, kiliseler inşa edilir olmuştur. Günlük sabah, öğlen ve akşamları dua ibadeti vardır. Pazar günleri de toplu ayin, vaftiz, evlilik, günah çıkarma gibi sakrament işlemler papaz liderliğinde yapılırdı.

 

Anlam Kayması ve Amaç Sapması

Tapınak, ibadethane, mabet (temple); yüce bir varlığa tapmanın yapıldığı yapıdır.

 

Tapınak için kullanılan “temple” kelimesi, Latince “templum” kelimesinden türetilmiş, “Tanrı’nın evi” anlamında kullanılmıştır. Eski Yunanda tapınak, “temenos” kelimesidir ve “Tanrı’ya ayrılan kutsal yer” demektir. Tapınak için kullanılan Sümerce ve Akadça “ekallu”; “tanrının evi” demektir. Yahudilik, ilk başlarda tapınağa, İbrânîce “beth (ev)”, “heikhal (saray)” demiştir. Arapça “heykel”, “tapınak” demektir. Tapınak, ilk icat edildiğinde tanrı ile ilintili idi.

 

Fakat dinler, zamanla, tapınaklarına, tanrıya tapma şeklindeki teolojik amacından ve anlamından kaydırarak ve saptırarak “insanları bir araya toplayan” şeklinde sosyolojik amaçlar yüklemişler ve öyle anlamda isimler vermişlerdir. Böylece, “Tanrıevi” olmaktan çıkarılarak kutsallığına son verilmiştir. Mesela;

 

Yahudilik, “toplantı, eğitim yeri” anlamındaki Eski Yunanca “synagōgós” sözcüğünü kullanır.

Hristiyanlık, “çağrılıp toplanmış” anlamındaki Yunanca “ekklesia” kelimesinden gelen “kilise” sözcüğünü kullanır.

Müslümanlar, mevcut teolojik sistemi taklit ederek, “toplayan, bir araya getiren” anlamındaki “cami” kavramını aldılar.

 

Teolojik amaçtan çıkarılıp sosyolojik amaca dönüştürülen tapınakların kutsallığı kalmamıştır. Gerçi şimdi sosyolojik amaç da gerçekleşmiyor. Sadece özellikle kendisi dini metin okuyamayan kişilere, dinadamı yönetiminde kolay ve bilgisizce ibadet yapma imkanı sağlıyor.

 

“Tapınakçılık; insanüstü güçlere tapmak bahanesiyle tanrı esnaflığı yapmaktır.”

 

Görkemli Tapınaklar

“Devasa tapınaklar inşa etmek, 10.000 yıl öncesinde kalınmış demektir.”

 

Görkemli tapınak inşası, antik ortadoğunun icadıdır. Sümerlerin Eridu, Uruk, Tepe Gavra (Malatya, Arslantepe) şehirlerinde vardır. Tepe Gavra’da, yan yana üç tapınak bulunmuştur. Birden çok tapınağın varlığı, inanç sisteminin tanrı ailesine dayandığı şeklinde yorumlanır. Sümerler’de küçük mabet köyü, büyük mabet ise şehri temsil ediyordu. Türkiye de, şehirlere büyük, köylere küçük cami inşa etmeyi, Sümer geleneğinden almıştır. Elamlılar (MÖ 3000-MÖ 646), ahret inancına sahipti. Ahrette insanları yargılayacak olan baştanrının adı, “İnşuşinak” idi. Onun adına, kral “Untaş-Gul” en büyük tapınak olan “Çoğa Zenbil Zigguratı” inşa ettirmiştir. Babil’de baştanrı “Marduk zigguratı” en büyük olandır.

 

Tapınakların görkemli olması, halkı kandırmak ve sömürmek için çok etkili bir metot idi. Nitekim tanrıya adak adı altında oluşan artı ürüne el koyan “ruhban yönetici sınıf”, halk üzerindeki tinsel gücünü desteklemek amacıyla, “büyük tapınak” inşasına yönelmiştir.

 

Sümerlerde Tapınak, Ticaret, Siyaset

“Tapınağın siyaset ve ticarette istismarı, 10.000 yıl önce icat edilmiştir.”

 

MÖ 10.000’de Göbeklitepede uygulanan tapınak ve ticaret birlikteliği icadına, MÖ 3.000’lerde, Sümer şehir merkezlerinde siyaset de eklenmiştir. Sümer Zigguratları, sadece halkın ibadet ettiği ve tören yaptığı tapınaklar değildi. Aynı zamanda market ve siyaset merkezi idiler. 7 katın ilk katları erzak deposu, orta katlar okul, siyasal yönetim merkezi ve tapınak, son katlar ise rahip türbesi ve rasathane gibi bilim yapma yeri idi. Yazının bu tapınaklarda icat edildi.

 

Türkiye, her şehirde devasa cami binaları inşa ediyor. Onlarda marketler var, eğitim işleri yapılıyor, hatta siyaset için kullanılıyor. Yani 12.000 yıl önceki antik siyasal ve ekonomik mabet aşamasını şimdi yaşıyor. Halbuki günümüzde siyaset, market ve eğitim gibi işlevler başka alanlara devredilmiştir.

 

“Din, siyaset, ekonomi birlikte olmaz. Bunlar, dini bozar. Bugün bu bozukluk yaşanıyor.”

 

Tanrı ve Siyaset

“Tanrıyı siyasette kullanmak, MÖ 5.000’lerde kalmaktır.”

“Tanrıyı, başkası için isteyen kişi mutlaka tanrı işportacısıdır.”

 

Antik Ortadoğu’da daha sonra, kentler, siyasal olarak “rahip-krallar” tarafından yönetilir olmuştur. Önemli tanrısal tören ve ritüelleri, bizzat yönetmişlerdir. Böylece, siyasi otorite, tanrısal güç kazanmıştır. Siyasi otorite ile tanrısal otoritenin görev ve sorumlulukları iç içe geçmiştir. Ruhban sınıfı kurumsallaşması başlamış oldu. Sivil krallar, tanrıların atama ve desteklerini, “rahiplerin” onayıyla almak zorunda kalmışlardır. Rahiplerin, onaylarını idarecilerden çekmeleri, idareciler için otorite sorunu yaratmıştır. Vergiler, görevli rahipler tarafından toplanmıştır. Bu vergiler, mabetlerde bulunan özel odalarda muhafaza edilmiştir. Rahip-kral, zamanla, tanrı-kral olmuştur. Bunun belirgin örneği olan, firavunlar, hem dini hem de siyasi otoriteye sahiptiler.

 

ÇAĞIMIZDA TAPINAKÇILIĞIN NEDENLERİ

“Çağımızda tapınakçı olmak, anakronidir.”

 

Binlerce yıl önceki icat olan tapınakçılığın, çağımızda uygulanmasının nedenlerine bakalım.

 

Tarih Sahnesine Geç Çıkmak

Tarih sahnesine zamanında çıkanların gerisinde kalmaya neden olan bir durum, tarih sahnesine geç çıkmaktır. Çünkü öncekilerin geçtiği aşamalardan daha sonra geçiliyor. Aşamaları önce yaşayanlar, her alandaki sistemleri ve paradigmaları belirliyorlar. Daha sonra gelenler, bunları öğrenip uyguluyor. Bu işlem de zaman kaybına ve geride kalmaya neden oluyor. Bir şeyi icat edildiği zaman kullanamamak, onu daha sonra kullanmayı doğuruyor. Mabedi icat edildiği dönemde yaşamayan, onu daha sonra yaşıyor.

 

Gecikmiş Eylem

“Her şey zamanında yaşanmalıdır.”

 

Tarih sahnesine geç çıkmak, gecikmiş eylemi doğuruyor. Gecikmiş eylem, zamanında yapılmayıp daha sonra yapılan taklit eylemdir. Tapınak icat edildiği zamanda tarih sahnesinde bulunmadığından tapınağı yaşamayan kişi ve toplumlar, bunu daha sonraları gecikmiş eylem olarak yaşarlar. Çağımızda aşırı tapınak inşa etmek, zamanında yaşanmadığının göstergesidir.

 

Her şey zamanında yaşanmalıdır. Gençlikte yapılamayan gençlik eylemlerini yaşlılıkta yapmak da böyledir. Bütün gecikmiş eylemler, yanlış yapmaya neden olurlar. Kişi, çocukluğunda oynayamadığı oyuncakla yaşlandığında yanlış oynar. Aynı gecikmiş eylem durumu, demokrasi için de geçerlidir. Demokrasiyi, ilk çıktığı milattan önceki son bin yılda hiç deneyimleyen kişinin, şimdi uygulamaya kalkması, yanlış uygulamasına neden oluyor.

 

Bugün çok sayıda tapınak inşa etmek, din akımına en son girildiğinin ve bu girişin üzerinden iki asırdan fazla zaman geçmediğinin göstergesidir. Ayrıca, insanlığın 10.000 yıl önce yaşadığı ve aştığı çocukluk evresi düşünme biçimlerine şimdi sahip olunduğunun da göstergesidir.

 

Taklit

 “Bütün canlılar, taklit ederek öğrenirler.”

 

Tarih sahnesine geç çıkmak, öncekilerin icatlarını taklit etmeye neden oluyor. Taklit; bir şeyi tekrar yapmaktır. Taklit, yeni şey öğrenme yollarından biridir. Bütün canlılar, birbirlerini taklit ederek öğrenirler. Ama gecikmiş taklit kötüdür. Çocukluk evresi düşünme biçimi olan sembolik düşünmenin ürünüdür. Çocuk geçmişte gözlemlediği ama yapamadığı davranışları, daha sonra hayal ederek, oluşmaya başlayan ince motor becerileri sayesinde taklit olarak yapar. Taklit, bir şeyden etkilenme sonucunda yapılır. Daha sonra yapılan taklit, “ertelenmiş taklit”tir.

 

Abartı

“Dinler, sonradan dönmelere bel bağlarlar.”

 

Gecikmiş eylem ve ertelenmiş taklit, abartılı yapmayı doğuruyor. Abartı; bir olgu, obje ve olayı olduğundan daha büyük, daha çok göstermek ve yapmaktır. En son Müslüman olan kesim, en çok sayıda cami inşa eder. Daha önce Müslüman olanların köylerinde bir tane cami varken, bunlarda onlarca cami olur. Sonra Müslüman olan kişiler, siyasal iktidarı ele geçirince, bu eksikliklerini, ülkenin her yerine çok sayıda ve devasa cami inşa ederek ödünleme uygularlar. Mabet icadı yapıldığı dönemde bu aşamayı yaşamamış olmak, daha sonraki devirlerde yaşanması abartıyı doğuruyor. Çocukluğunda oynamadığı oyuncağı, ileri evrelerde oynamak abartıyı doğuruyor. Zamanında oynamak ise, ileriki yaşlarda tekrar oynamayı önlüyor.

 

İcat Yapamamak

Taklit yapmanın nedeni, icat yapamamaktır. İcat yapmak, düşünme işlemi yapmakla olur. Düşünmeyen, icat yapamaz. İcat yapamayan, kendi dinini üretemez. Bu durumda, başkasını ürettiği en son dine girmeye çalışır. Böylece kendisini teselli eder. Teselli, avunmaktır. Problemin çözülmemesini ve büyümesini sağlar.

 

En son gelen dine girmek hem avantaj hem de dezavantajdır.

Avantaj olması; son din, insanlığın dini güzergahta en son düzeyini getirir. O dine girmekle, dinin son aşamasına sahip olunur. Bu durum, anakroni yaşanmasını önler.

 

Dezavantaj olması; o dine girenlerin daha önce dini tecrübesi yoksa son dini, dinin en son aşaması olmasını anlayamayacak, kendi algı kalıplarına dökerek ilk düzeyiyle algılayacaktır. Böylece, son dini ilkelleştirecektir. Bu durum, anakroni yaşanmasına neden olacaktır.

 

Anakroni

Gecikmiş eylemin doğurduğu çok sayıda ve devasa cami inşa etmek, anakroni nedenidir. Anakroni; kişinin kendi zamanında olmayıp, önceki zamanlarda kalmasıdır. İnsanlığın 10 bin yıl önce icat edip yaşadığı mabet unsurunu, bugün yaşamaya çalışmak anakronik durumdur. İnsanlık, felsefi düşünmeye geçmekle birlikte, özellikle tanrı konusunda fizik düşünmeden metafizik düşünmeye geçmiştir. Bu metafizik dönemde, tanrıyı fizik düşünmek anakronidir. Soyut tanrıyı somut mabet sembolü ile algılamaktır.

 

Ödünleme

Gecikmiş taklitsel eylem, ödünlemeyi doğuruyor. Ödünleme; bir alandaki başarısızlığı başka bir alanla telafi etmektir. Ödünlemeye neden olan temel etken, bireydeki eksiklik ve yetersizliktir. Çok miktarda cami inşa etmek, asıl görevini yapmadaki eksikliğin sonucudur.

 

Savunma Mekanizması

Ödünleme, bir savunma mekanizmasıdır. Her türlü savunma mekanizması, bireyin gerçekleri çarpıtmasıdır. Böylece sosyal olarak kabul edilebilir bir öz-imajı korumak ve sürdürmek için bilinçsizce geliştirdiği psikolojik stratejidir. Savunma mekanizmaları, sorunla bilinçsiz başa çıkma mekanizmalarıdır.

 

Savunmacı kişi, başkalarını suçlama ve suçunu başkalarına atmayı çokça yapar. Kandırıldım savunmasına sığınır. Asıl problemi ve gerçeği yok sayar. Problemi başka şeylerde arar. Bunu sorumluluktan “kaçma savunması” için kullanır. Bahaneleri nedenselleştirmedir. Bireyin karşılaştığı olaylarda gerçeklerden kaçarak, olayın aslından uzaklaşarak mantıklı nedenler uydurmasıdır. Örnek; “kedinin uzanamadığı ciğere pis demesi” atasözüdür.

 

Megalomani

Küçüklükbüyüklük Kompleksi

Megalomani, büyüklük hezeyanı kuruntusudur. Kişinin, kendisine gerçekle olmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Hastalık değildir, ama bir psikolojik sorundur. Derin bir ruhsal problemdir. Küçüklük ve büyüklük kompleksinin birlikteliği (inferiosuperiorioritism)dir.

 

Küçüklük kompleksi; kişinin, kendisini diğerlerinden aşağı görmesidir ya da başkaları tarafından görülmesidir. Bu komplekse sahip kişide kendisini ispat etme çabası olur. Başka kültürler karşısında kendisini küçük görmek de buna neden olur. Bunu telafi etme düşüncesi, aşırı antisosyal davranışları doğurur. “Büyük ve çok mabet inşa etmek”, kendisini küçük bildiği halde büyüklük taslamaktır. Büyük gördüğü halde de icatlar yapamayıp yapanlara kendisini ispat etmeye çalışmaktır. Kendi küçüklüğünü, bir piyasada büyük görülen tanrının ürünü ile örtbas etme arzusu gibi yanlış bağdaştırmadır.

 

Yanlış Bağdaştırma

Küçük olduğu halde kendisini büyük göstermek için piyasada değer yapmış ve büyük görülen başkasının icadını kullanmak, yanlış bağdaştırma işlemidir. Bağdaştırma; iki veya daha fazla şeyin birbirine bağlanmasıdır. Yanlış bağdaştırma; ilişkisiz olayları birbirine bağlamaktır. Bir çocukluk hatasıdır. Yetişkinin bu hatayı yapması patolojidir. Yanlış bağdaştırma, küçüklük ve büyüklük kompleksine birlikte sahip olan kişilerde görülür.

 

Kimliksizlik

Dini Kimlik Olarak Kullanmak

“Dinden kimlik olmaz.”

“Dini, kimlik olarak kullananın kimliği yoktur. Başkasının kimliğini kullanıyordur.”

“Başkasının kimliğini kullanmak suçtur.”

 

Kimlik; kişi ve toplumun bir varlık olarak kendisine özgü özelliklerinin toplamıdır. Kim olduğudur. Kişinin, kendisinin ve başkalarının nazarında ne olarak bilindiğidir. Kişisel kimlik, kişinin kendisi tarafından düşünerek üretilir. Milli kimlikler de, toplumların düşünürleri tarafından üretilirler. Düşünürleri olmayan toplumlar, özgün kimlik üretemediklerinden, dini, kimlik olarak kullanırlar. Fakat dinden kimlik olmaz. Çünkü din, tanrının da olsa, başkasının ürünüdür. Tanrı, dini kimlik olması için değil, kendisi ile bağ kurulması için göndermiştir.

 

Dini kimlik olarak kullananlar, düşünsel işlem yapmaktan aciz kimlik üretemeyen kişilerdir. İşte bir dinin mabedini ulusal çapta çokça inşa etmek, dini, kimlik olarak kullanmaktandır. Bu, kendisini, dine inanıyor diye, yanlış bağdaştırma uygulayarak, o dinin mabediyle özdeşleştirme hezeyanıdır. Mabedi hor kullanma yetkisini, sahibinden aldın mı? Sahibinin patent ya da telif hakkı yok mudur? Felsefenin tespitine göre; dini hor kullanan kişi, aslında ona inanmıyordur. Bütün bu hezeyanlar, milleti din ile sömürmenin kamufle edilmiş semptomlarıdır.

 

Kamuflaj Malzemesi

“Minarelerin uzun yapılması, cambaza bak yerine, minareye bak uygulanmasıdır.”

 

Tapınakçılıkta kamuflaj fonksiyonu geleneği vardır. Kamuflaj; örtme, gizlenme, saklanma yöntemidir. Normalde kolaylıkla görünen bir objenin çevreyle kendisini bir ederek fark edilmemesini sağlamaktır. Dinsel toplumlarda, tapınak inşa etmek, dinin yasakladığı fiilleri işlemeyi örtbas etmek için kullanılır. Dolayısıyla, ülkede abartılı tapınak inşa eden yöneticiler ve kişiler, mutlaka örtecekleri uygunsuz fiiller işliyorlardır.

 

Yöneticilerin yönettikleri kurumsal dinde tapınak inşa etmek, başından beri kendi yanlışlarına kamuflaj yapılmıştır. Sümer dinadamlarından başlayarak, antik Mısır Firavunları ve onlardan sonraki tarih boyunca hep böyle kullanılmıştır. Çağımızda da dinsel toplumlarda, yanlışlık yapan yöneticiler tarafından aynı amaçla kullanılmaktadır.

 

Yanlışlık yapan bireyler de tapınağı kamuflaj olarak kullanır. Yanlışlıklarını örtmek için cami ve minare inşa eder. Camiye namaza gider. Kendisi için “dindar biridir, dolayısıyla yanlış yapmaz” imajı oluşturmaya çalışır.

 

Eskiden camileri sultanlar ve diğer kişiler, kendi kazandıkları, genellikle savaş yaparak, alınteri ile kazandıkları paralarla inşa ederlerdi. Şimdi milletten haksız yollarla elde edilen haram paralarla yapılmaktadırlar. Haram para ile hayır hasenat yapmak da, cami inşa etmek de haramdır. Kişilerin, kendileri hakkındaki yolsuzluk şayialarının büyüklüğünde cami ve uzunluğunda minare inşa ettikleri görülmektedir.

 

Muhafakarlık

“Değişmeme muhafazakarlığı çok tehlikelidir.”

 

İcat yapamayan ve taklitçi kişi, muhafazakar olur. Muhafazakar olmak için yeni şey yapmamak, ama olmamak için yeni şeyler yapmak gerekir. Muhafazakar kişi, insanlığın hangi döneminin muhafazakarı olduğuna bakmalıdır. 50.000 yıl öncesinin muhafazakarı olmak ve bunca yıl değişmemekle övünmek? Muhafazakarlık, düşünme tembelliğinden olur. Kendi zihnini değil, başkasınınkini kullanmaktır. Kendisi değil, başkası olmaktır. Dünyaya boşuna gelmiş olmaktır. Dünyaya gübre olmak için gelmiş olmaktır.

 

Görüntü, Düşünce ve İçerik

“Bölünmüş beyin, her şeyi böler, hiçbir şeyi bütünleyemez.”

 

Bir ülkede 21. asırda modası geçmiş devasa ve tepelerde cami adı altında tapınak inşa etmek, felsefeye göre; ülkeye imgelerle “tapınakçı” görüntüsü vermek içindir. Bu imgeler kişinin düşünme biçimini, ideoloji içeriğini ve içinde bulunduğu insanlığın tarihsel kesitini yansıtır. Buna sembolik düşünme denilir ve çocukluk evresi düşünme biçimidir. İnsanlığın kafa katmanı, bu olaya böyle bakıyor.

 

Özellikle ülkenin her tarafını uzun minarelerle doldurmak ayrıca psikolojik bir durumdur. Ne yana baksanız, minare görüyorsunuz. Allah’ın yarattığı dünyanın ufkunu bir bütün olarak görmeyi engelliyor. Onu bölüyor. Bölünmüş beyin (split brain) ürünü oluyor. Allah’ın isteğinin tam zıddını yapmaktır. Allah’ın yarattığı manzarayı, kişisel haksız çıkarı uğruna, Allah’ın istemediği halde bölmek, bozmak ve sabote etmektir.

 

Allah, yarattığı eserlerinin şu özelliğiyle övünüyor: “Öylesine ki birbiri üstünde yedi kat göğü yaratmıştır. Rahmanın yaratışında hiçbir uygunsuzluk, aykırılık göremezsin. Gözünü çevir bak, bir yarık, çatlak görebilir misin?” Mülk, 3. Güzelim Karadeniz köylerine Allah yarattığı doğal manzarayı, onlarca minare ile bölmek ve parçalamak yetkisi Allah’tan alındı mı?

 

“Türkiye’de; cami minare için, minare ezan için, ezan devletin, halkına bağırması içindir.”

 

Ülkeye Kendi Damgasını Vurmak

Kişi, bir yere kendi damgasını kendisinin özgün zihinsel ürünleriyle vurabilir. Kendisinin olmayan; insanlığın icadı mabet, Zerdüştlüğün icadı minare, Yahudiliğin icadı kubbe, fabrikanın imalatı beton, halkın ürünü para gibi her şeyi başkasının olan sembol ve şeylerle kendi damgasını vurduğunu düşünmek; felsefeye göre illüzyon (yanılsama) ve halüsinasyon (varsanı)dur. Kendisini kandırmaktır. İşin garibi, 21. asırda tapınakçılık damgası vurmaktır.

 

METAFİZİK TANRIYA GEÇEMEMEK

“İbadetler, Tanrı ile bağ kurmak içindir.”

“Metafizik Tanrı ile maddi bir mekanda ve fiziksel bağ kurulamaz.”

 

Günümüzde maddi tapınak inşa etmek, antik çağdaki antropomorfik somut tanrı anlayışından daha sonraki metafizik soyut tanrı anlayışına geçememektendir. İnsanlık, Tanrıyı somut varlık olarak algıladığı devirlerde tapınak olarak “Tanrıevi” binası yapmıştır.

 

Özellikle milattan önceki son bin yılda felsefi düşünmeye geçmekle birlikte Tanrı, metafizik varlık olarak algılanmaya ve tanrı için tapınak binası inşa etmeye son verilmeye başlanmıştır. Böylece artık mabetlere, içinde tanrının bulunduğu “Tanrıevi” denilmemiştir. Metafizik düşünme ile önce Hristiyanlık, Tanrıyı kilise tapınağında olmaktan çıkarmış, her yerde mevcut olduğunu söylemiştir. 1 Korintliler, Bölüm 6/19. Ayette, Hristiyanların bedenlerinin Tanrı’nın tapınağı olduğunu belirtir. Hz. İsa, tapınak inşa etmemiştir.

 

Kuran’da Mescit ve Cami

 “Kuran, tapınakçılığı kaldırmıştır.”

“İslam, Kuran kaldırdığı halde, tapınakçılığa indirgenmiştir.”

 

Kuran, bina olan cami terimini kullanmaz, mescit terimini kullanır. Mescit; “secde edilen yer” demektir. Onu da, zaten inşa edilmiş mescitler olan ilk kıble Mescid-i Aksa ve son kıble Kabe için ima ile kullanır. Secde; “yere kapanmak” demektir. Aramice, Süryaniceden alıntıdır. Farsça Namaz; “saygı amacıyla yere kapanmak” demektir. Zerdüştlerin, minarelerde yaktıkları ateşin önünde secde ritüelidir.

 

Kur’an, siyasal itaati, parçası olarak gördüğü Allah’a secde etmeyi bir binaya sıkıştırmamıştır. İbadet secdesi için bina inşa etmemiştir. Kuran, mescit inşa edilsin diye bir tane ayet içermez. Herhalde Allah, bunu unutmamıştır. Hz. Peygamber de, hayatında mescit inşa etmiştir.

 

Hz. Peygamber’in, “Kuba mescidi” inşa ettiği rivayet edilir, ama bu mümkün değildir. Çünkü Mekke’den Medine’ye hicret ederken yolda bir iki gün konakladığı Kuba mevkiinde ne mescit inşa edecek zamanı, ne de malzemesi ve elemanı vardı. Peygamberin mescit inşa ettiği rivayeti, cami inşa etmek isteyen hükümdarların, kendilerine meşru mesnet üretmeleri içindir.

 

Kur’an Devrimi

“Kuran, metafizik Tanrıya geçmiştir.”

Kuran, o zamanki mevcut müesses ibadet konseptinde devrim yapmıştır. Kuran’ın ibadet konsepti, mabet binası inşa etmeye uygun değildir. Çünkü mabet, cemaatle ve dinadamı yönetiminde ibadet etmek içindir. Kuran, cemaatle ibadeti emretmiyor. Ayrıca, Kuran ilk olarak ruhban sınıfını kaldırır. Din adamı için hiçbir kelime kullanmıyor. Hatta “dinadamı” terimini hiç içermiyor. Hz. Peygamber, kendisi için dinadamı, imam ve rahip gibi unvanlar kullanmamıştır. Kuran, dinadamı, mabet ve cemaat halinde ibadeti kaldırmıştır.

 

Bütün bunları zaten, o devirde mevcut müesses kurumsal ibadet konsepti uygulayan Yahudilere ve Hristiyanlara muhalefet için kaldırmıştır. Kuran’a göre ibadet, bireysel yapılır, kurumsal yapılmaz. Nitekim bütün ibadeti ifa etme ayetleri bireylere hitap eder. Zamanla, Müslüman yöneticiler, Müslümanları yönetmek ve sömürmek için Kuran’ın ibadet konseptini Yahudilere ve Hristiyanlara benzetmişlerdir. Allah’a ibadet binası yapmak demek, Ona mekan izafe etmektir ki bu haramdır. Kuran’a göre Allah, metafizik varlıktır.

 

Her ne ise, günümüzde sadece Türkiye’nin “çok sayıda ve devasa cami inşa” etmesinin bir sebebi, yetişkin “metafizik tanrı” anlayışına geçememesi ve çocukluk evresinin “somut-fiziki tanrı” algısında kalmasıdır.

 

Cuma Namazı ve Atatürk

“Cuma namazı gerekçesiyle cami inşa etmek, Kuran’a aykırıdır.”

 

Türkiye’de cami inşası, Cuma namazı gerekçe gösterilerek yapılmaktadır. Bu gerekçe Kuran’a göre geçersizdir. Kuran, geldiği devirde, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta, mabette rahibin yönetiminde cemaatle ibadet yapmak farz idi. Kur’an, bu geleneği kaldırdı. Cuma namazı için dahi mabet inşa edilmesini emretmedi.

 

Bu nedenle, Fıkıh disiplini, bir ülkede sadece bir tek mabette birkaç kişinin varlığı ile Cuma namazı kılınabildiğini hükme bağlamıştır. Bu tek Cuma namazını, halifenin kıldırması şartına bağlamıştır. Çünkü Cuma namazı, siyasal bir namazdı. Halifenin bildirilerini ve mesajlarını halka tebliğ edebildiği tek toplanma aktivitesi idi. Tek camideki Cuma namazı geçerli olduğundan Cuma namazı kılınan diğer camilerde “zuhr-i ahir” adıyla telafi öğle namazı kılınırdı. Cuma namazı, 1400 yıl böyle uygulandı.

 

Türkiye’de Cuma namazı şehir, kasaba ve köylerdeki insanlara farz olmadığından oralarda Cuma namazı kılınmazdı. Cuma namazı, Atatürk cumhurbaşkanı, İsmet İnönü başbakan iken, 1933 yılında, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 1933 yılı,16 Nisan tarihli ve 190 sayılı kararı ile herkese farz yapılmıştır. Ondan sonra köy, kasaba ve her yerde Cuma namazı kılınır oldu.

 

Mescid-i Nebevi

Hz. Peygamber, “Mescid-i Nebevî (Peygamber Mescidi)” adı verilen binaya mescit dememiştir. Kuran da, ondan mescit olarak söz etmez. Hatta onun adı Kuran’da hiç geçmez. Mescidi Nebevi adını, zamanı bilinmiyor, daha sonraları Müslümanlar vermişlerdir. Ama ona “Allah’ın evi” denilmemiştir. Bu, tevhit görüşü ve soyut-metafizik tanrı anlayışıyla tutarlılık arz eder. “Tanrı evi” demek, somut-fizik-sembolik tanrı anlayışıdır. İlk Müslümanlar, bu aşamayı aşmışlardı.

 

Mescidi Nebevi binası, öncelikle, Hz. Peygamber’in yönetim merkezi ve konutu idi. Hanımları, da bu binada yaşarlardı. Nitekim “Ravza-i Mutahhara (temiz bahçe)” adı verilen ve Hz. Peygamber’in defnedildiği bölüm, Hz. Aişe’nin yaşadığı oda idi. Bu odanın, mihrapla yani ön duvarla 3 metre mesafesi ancak vardır. Daha sonra bu binaya dokuz oda eklenmiştir.

 

Kuran’da Allah, sadece Kabe için “Benim evim” tabirini kullanır. Bakara, 125. Bu, o devirde Kabe öyle anıldığı içindir. Bu tabiri Kuran başka hiçbir yer için kullanmaz.

 

SONUÇ

“Yöneticinin görevi, herkesin cevherini işleyebilmesi için boğuşacağı ortam yaratmaktır.”

“Geriye giderek ileriye gidilemez.”

 

Bir siyasal yönetimin toplumuna yapacağı en büyük kötülük, insanlarının az bir kısmının boğuşmaksızın ekonomik ve bürokratik büyütmesi, büyük kısmına ise büyümek için boğuşma imkanı ve ortamı sağlamamasıdır. Herkesin faklı cevheri vardır. Herkes cevherini kullanırsa toplum var olabilir. Her kullanılmayan bir cevher, toplumun bir eksikle yaşamasına neden olur.

 

Boğuşmaksızın kolay büyüyen çok az bir kesimin beceri ve insanilik düzeyi, o büyüklüğüyle oluşmaz, küçük düzeyinde kalır. Diğer çoğunluk kesim de beceriksiz hamur ve çamur evsafında bırakılır. Sonuçta her ikisi nedeniyle toplum kaybeder. Kolay yolla çok büyük zengin olan kişi, hala evi ve arabayı yenilemek gibi temel ihtiyaçlarla meşgul olduğundan zengin de olsa fakirdir. Kendisinin medeniyet ve beceri düzeyini yükseltmek için hiçbir harcama yapmaz.

 

İnsanlığın kafa katmanı, 50.000 yıl önce çocukluk evresinde icat ettiği tapınakçılık evresini, düşünsel düzeyde, MÖ son bin yılda girdiği yetişkinlik evresinde icat ettiği “felsefi düşünme” ile aşmaya başlamıştı. Fakat ancak 18. asırda sonuç verdi. Artık insanlık, tapınak inşa etmiyor. İnsanlığın günümüz kafa katmanı, 21. asırda, hala tapınakçı kalanları, yukarıda sadece bazıları sayılan nedenlerden dolayı, anakronik görüp değer vermiyor.

 

İnsanlık, insan ve dünyayla boğuşmayı aşmış, şimdi uzayla boğuşuyor. Bunları, düşünerek ürettiği felsefe ve bilim sayesinde yapıyor. İşte insanlığın bu aşamaya girdiği günümüzde, hala 50.000 yıl öncesinin düşünce bataklığında patinaj yapmak ve onu aşamamış olmak, bir toplum için asıl “Beka” sorunu odur.

Bundan sonra var olmak isteten, çağımızın düşünüş biçimini edinmesi şarttır.

 

“Çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmak olanaksızdır.”

“Kerpiç malzeme ile plaza yapılamaz.”

“Tanrı ve din ile etkilenen, 10.000 yıl öncesi akıl çapındadır.”

“Tanrı ile etkilenen kişi, haksız kazanç ve güç ile etkilenir.”

“Kendisini adam yapamayan kişi, onu başkasının adam yerine koymasına ihtiyaç duyar.”

 

Temel idealimiz; Atatürk’ün toplumumuza tanıştırdığı “çağdaş düşünme biçimini” edinip, insanlığın kafa katmanını oluşturan dünyanın düşünme ve bilim merkezlerinin milletimiz tarafından yürütülmesini sağlamaktır. İlk basamağı, “Felsefe Üniversitesi” kurmaktır.”

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.