İNSANDA TÜRİÇİ ÖLDÜRMENİN FELSEFESİ

İNSANDA TÜRİÇİ ÖLDÜRMENİN FELSEFESİ

Soru şudur: İnsan, neden insan öldürür?

Bu sorunun cevabını, ilgili bilim dalları ve felsefi disiplinlerle çıkarımla bulmaya çalışacağız.

 

Amigdala ve Hipokampüs

Bilimsel olarak tespit edilmiştir ki, bütün canlıların beyinlerinde başkasını öldürme yetisi vardır. Bu yeti, amigdala ve hipokampüs bölümlerindedir. Amigdala, biyolojik vücudun hayatta kalmasını sağlamakla görevli ilk oluşan beyin bölümü olduğundan ona “ilkel beyin” adı verilir. Ömür sonuna kadar hiç değişmeden görevini yapar. Açlık ve tokluk duyguları olan yem için avını bulmak ve öldürmeyi yönetir. İnsanlık nazarında kötü görülen vahşi eylemleri bu yaptırır. Hipokampüs de, enerji tasarrufu yaptırmak amacıyla avına ulaşmada kestirme yolu yönetir. “Öldürme” ve  “kestirmecilik” bütün doğal beyinlerde içkin olarak mevcuttur. İnsan öldürmek, hedefe ulaşmada uzun vadeli beşeri zihinsel uğraşı yerine, kısa vadede sonuç alınan animal kestirme cerrahi operasyon yapmaktır. İnsan öldürmeyi önlemenin yolu, amigdala ve hipokampüsü, beşeri düşünme işlemini yapan prefrontal korteksin yönetmesidir. İnsan olmak için, doğal beyni insani değerlerle yönetmek şarttır.

 

Canlılarda Türiçi ve Türdışı Sınıflaması

Hayvani yaşamın temel işlevi; beslenme ve üreme; yani bireysel ve türsel korunmasına dayanır. Doğal yaşamın amacı budur. Hayvan, diğer canlılarla beslenen çokhücreliler olduklarından birbirlerinin “avı ve avcısı” olmaları nedeniyle “türiçi (homotipik)” ve “türdışı (heterotipik)” şeklinde sınıflanırlar. Av; yemek için öldürülen canlı organizmalardır. Avcı, predatör; av olan canlı organizmaları öldüren organizmadır. Türdışı canlıların vücutlarını avları gördüklerinden onları öldürürler. Uzaydaki varlıklar arasında türiçi ve türdışı ayırımı yoktur. Her bir yıldız, kendisini farklı bir tür ve diğer bütün yıldızları türdışı ve avı olarak görür.

 

Genelde türiçi canlılar, vücutlarını yem olarak görmediklerinden birbirlerinin avları ve avcıları olarak görmezler ve öldürmezler. Mesela; balinalar, yarasalar ve tavşanların birbirlerini öldürmeleri çok nadir görülür. Kendi türünü en öldürücü memeli grubu, insan vücudunun mensup olduğu primatlar sınıfıdır.. Demek ki, insan öldüren kişi, istediği kadar olmadığını söylesin, fenomenolojik ve numenolojik olarak primat olduğunu ispat etmektedir. İşte insan bu animal primat öldürme güdüsünü insan öldürmede kullanıyor. Vahşi insan, primat aşamasında kalmış bir canlı olmaktadır.

 

İnsanın biyolojik maddi vücudu, kimyasallardan oluşan asitlerin, yağ, et ve kemik tortusundan ibarettir. Bu vücudun değeri o kadardır. Nitekim ölünce çözülerek yok oluyor. Bu vücut, insani yapı sayesinde insanlık nazarında değer kazanıyor. İnsan vücudun fizyonomik ve morfolojik yapısı insanlaşmaya uyumlu (compatible) yapılmıştır. Ama insanlaşamazsa hayvan vücudundan dahi daha aşağı değerde olmaktadır. Ayet: “Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik,” Tin, 4-5, ayeti, bu durumu ifade ediyordur.

 

İnsanın Yapısı

İnsan; hayvani (animalitas) ve insani (humanitas) olmak üzere iki (dual) yapıdan, “insani doğa (de hominis naturale)” ve “hayvani doğa (de animalis naturale)” şeklinde iki doğadan oluşan fiziki olanla ruhi olanın bileşimi olan bir “psikofizik” yapıdır. Birincisi insanın biyolojik vücutsal somut maddi (nesnel) varlığı verili (a priori), ikincisi insanlığın beşeri akıl (logos)la düşünme yoluyla ürettiği insani fikir ve bilgilerden oluşan (idesel) insani kazanımlı (a posteriori) yapısıdır. İşte insan denilen yapı bu ikincisidir. Bu insani yapısına ilk felsefe, “ruh” adını vermiş ve dinler bunu kullanmışlardır. Fakat çağımız felsefesi, insanın insani yapısına artık “ruh” değil, “humanitas” adını verir.

 

Araform İnsan

İnsan, halen hayvandan insana geçiş araform aşamasını yaşıyor. Halen insanın insan öldürüyor olması bu ara formda olduğunu gösteriyor. Felsefede araform insan; “insangörünümlü (antropomorf)” ve “insanlaşmakta olan (antropofor)” terimleriyle ifade edilir. Araform, iki arada bir derede kalmaktır. Araform insan, hayvanlık ve insanlık arasında kalmış kişidir. Yani “homo-animalus”; “insan-hayvan” ve “hayvan-insan”dır. Bu tür insan için önemli olan tek şey; yeme, dışkılama ve üremeden ibaret “organik hayat (nuda vita)”tır. Vücut, organik hayat aracı görüldüğü sürece insanlaşılamaz. Bu hayvan-insan, sadece kendisini türiçi, diğer insanları türdışı olarak görür. O, insan vücudunun yemek için değil, mülkünü almanın avcısıdır. Bu mülk, akraba dahil bütün insanların olabilir. Canlılarda türdışılık, birbirinin canını, malını ve arazisini almayı meşru yapıyor. Din, mezhep, etnisite gibi yapay ve sanal bahanelerle insanları türdışı yaparak öldürür. İnsan öldüren, hayvanlığına içlenmiş ve ona tutuklu kalmıştır.

 

İnsanlık, insanı, tarihi boyunca yasa, toplum, tanrı, din ve ahlak gibi yollarla insanlaştırarak “vahşi hayat”tan “medeni hayata” geçirmeye çalışmıştır. Ama bunu henüz başaramamıştır. İnsanlaşamamış ve ilkel kalmış olmaya Psikiyatrinin “Amok Sendromu” adı verdiği duruma felsefe  “homo ferus (vahşi insan) adını verir. Vahşi; doğal durumda olmak demektir. Doğal durum; şiddetli, acımasız ve kontrolsüz demektir. Susturucusuz egzozu bağırtan ve onu önlemeyen otorite, başını örtmeyen kadını, kendisine muhalefet eden insanı öldüren, insanları ayrıştıran, halkını sömüren, başkasının dinine ve donuna burnunu sokan kişi ve devlet, hayvanlığı galip gelen araform insandır. Bu insan ve devlet, insanlığın baş belası ve tam insanlaşmanın önündeki büyük engeldir. İnsanlaşamayan, doğal durum (kata physin)da kalır.

 

İnsanlaştırma (Hominizasyon)

İnsanın yapısının hayvani olanına “primat”, insani olanına “homo” adı verilmiştir. O nedenle, insanlaştırma işlemine “hominizasyon” denilmiştir. İnsanlık, aklı erdiğinden itibaren “tam insan” üretmek amacıyla insanlara “insanlaştırma (hominizasyon)” işlemi uygulamıştır. Antik çağdan itibaren bunu, icat ettiği önce tanrı, sonra “varlık (ontoloji) felsefesi” gibi felsefe, daha sonra da din ile yapmaya çalışmıştır. Bu alanda günümüze kadar her geçen gün yol almaktadır, fakat henüz “tam insanı” üretememiştir. O üretilene kadar insan, “hayvan-insan”dır. İnsanla hayvan arasındaki en önemli fark, dil değil, insanlığın ürettiği insani değer (ide)lerdir, fizik ötesi (meta-physis) “antimadde”dir. Antimadde uzayda vardır ve negatif de olsa bir çeşit maddedir. İnsan ise, maddenin tamamen zıddı olan “pozitif antimadde”dir. “Tam insan” türü üretilene kadar, insanın, kendi türü olarak göremeyeceğinden insan öldürmesi devam edecektir. İnsanın vücudunu öldürdüğünde vücut ile insanı ayrıştıramayacağı için vücut olmayan insanı öldürdüğünün farkına varamayacaktır.

 

20 yaşına kadar bütün kademelerde eğitimle herkes insanlaştırılmalıdır. İnsanlık,ancak  milattan önceki son bin yılda yetişkinlik (20-25 yaş) evresine ulaşmaya ve felsefi düşünme yapabilmeye başladığı bu evrede, o zamana kadar insanda egemen olan “doğal karakter”den “insani karaktere” doğru zihinsel olarak “karakter sapması” adı verilen duruma geçiş yapmıştır. Doğallığın ve insanlığın çocukluk evresinin bir durumu olarak gördüğü insan öldürmeyi, insani karaktere aykırı görmüştür. Bütün filozofların çabası, hayvandan insan üretmek olmuştur. Bu amaçla, insanlığın düşünme işlemini yapan kafa katmanı, sürekli insan öldürmeyi sonlandırmak amacıyla çeşitli fikirler üretmesine rağmen bunu henüz başaramadı. Başaramamasının temel nedeni, tarih boyunca ve halen insanları, kafa katmanının değil de el-kol, ağız ve ayak katmanının yönetmiş olmasıdır. Yöneticilerin, yönetimlerinde, halkı sömürmede kendi çıkarları için tanrıyı ve dini kullanmalarıdır. İnsanların çoğunluğunun da, kafa katmanının değil, kendi düzeylerinin ilerisinde muamele beklemelerine rağmen kendi düzeylerindeki yöneticilere inanmaları ve onların peşinden gitmeleridir.

 

Mesela; Semitik kutsal kitapların temeli Tevrat, yöneticilerin isteği üzerine, Adem’in çocukları Kabil’in, kardeşi Habil’i tanrı aşkına öldürmesi ile başlar. Kardeşlerin dahi, birbirlerini türiçi görmemeleri tanrı kullanılarak teşvik edilmiş. Teşvik edilen bu türiçi tanrısal cinayete inanlar şimdi birbirlerini öldürüyorlar. Bu hikaye, Sümer mitolojisindeki “Emeş-Enten” ve “Lahar-Aşnan” hikâyesinden alındığı tespit edilmiştir. Kompoze edilen bu tür İbraniyat hikayelerini yöneticiler, kendi halklarını sömürmede felsefe engeline karşı iman esası yaptılar.

 

Çağdaş İnsan Tanımı, İnsan Hakları

İnsan haklarının oluşum tarihi binlerce yılı kapsamaktadır. Kaydedilmiş tarih içinde dinsel, kültürel, felsefi ve yasal olarak gelişmeler göstermiştir. Fakat şimdiye kadarki en gelişmiş insan tanımı, Birleşmiş Milletler’in 1948 yılındaki “Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi” ile yapılabilmiştir. Artık sadece “insan” vardır. Geçmişin ırk, ulus, etnisite, dış görünüş, sosyal tabaka, din, dil ve cinsiyet gibi herhangi bir dış ve yapay özelliğe dayalı insan tanımına son verilmiştir. Hiçbir insana, tanımlanan insanlık dışı muamele uygulanamaz. Herkesin yaşama ve kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı vardır. Adam öldürme, kişinin yaşam hakkını elinden almaktır. Dinden çıkma ve namus gibi geçmiş gerekçelerle bu hakkı insandan almak, çağımız insan tanımına aykırı yapılmıştır. Çağımıza kadarki hukuk sistemleri, gerekçe ile de olsa, insan öldürmeyi meşrulaştırdıkları için onlarda “tam insan” tanımı yoktur. Kutsal kitapların cezaları olan; el kesme cezası vücut bütünlüğünü ve değnek vurma cezası vücut dokunulmazlığını bozmak, idam cezası yaşam hakkını almak gibi insan vücuduna uygulanan “fiziksel cezalandırma (corporeal punishment)” çağımız insan tanımına aykırı görülmüş ve yasaklanmıştır. Bu cezalar, insan tanımına paralel düzenlenen hukuka göre birer suçturlar.

 

Renormasyon

“Dinsel toplumları ancak çağdaş düşünmeye ulaşmış ilahiyatçılar çağdaşlaştırabilir.”

İnsanın zihinsel yapısı sürekli evrilerek gelişmektedir. Evrilme; bir şeyin zamanla yeni özellikler kazanarak değişmesidir. İnsanlar arasında çatışma, genellikle önceki ve sonraki insan tanımı arasındaki çatışmadır. Geçmişteki insan tanımında kalmış kişi, içinde yaşadığı çağındakine uymadığı için çatışır. İşte buna “gericilik” adı veriliyor. Gericilik, irtica, reaksiyonizm; eskiye geri dönüşü istemektir. Anakronidir.  Anakronik kafa, çağdaş hayatı zehir etmesini bilir, iyi yapmasını bilmez ve ondan beklenmemelidir. Bunun zıddı olan çağdaş; içinde yaşanılan çağı yaşamaktır. Varlığı sürdürebilmek için her devirde çağdaşlaşmak şarttır. Çağdaşlık en büyük güçtür, hiçbir şey çağdaşlığı yenemez. “Gerçekler geç ve güç ama kalıcı ortaya çıkarlar.” “Geriye giderek ileriye gidilemez.” “Durağan su bakteri üretir.”

 

Geçmiş her norm, içinde yaşanılan çağın düşünüşünün ulaştığı tanımlarla renorme edilerek yenilenmelidir. Kutsal kitapların normları da içinde yaşanılan çağın insan tanımına göre renorme edilmelidirler. Onlar da geldikleri dönemin çağdaş normlarını aynen almışlardır. Kuran’ın Hz. Peygamber tarafından kitap yapılmaması ve kitap yapılmasını emreden bir ayet ve Hadisin olmaması boşuna değildir. Bunun nedeninin ipucu şu ayette vardır: “Her dönemin bir kitabı vardır.” (Ra’d, 38) Kuran’ın, Allah’ın nihai düzeyi olmadığını şu ayet belirtir: “Anlaşılsın diye Kuran’ı kolaylaştırdık.” (Kamer, 17) Yani Kuran, muhatap kitlenin algı düzeyine indirgenmiştir. Bu işleme Felsefe, “indirgemecilik (reductionizm)” adını verir. Milyonlarca yıl sonra insanın akıl çapının ulaşacağı düzey dahi Allah’ın son düzeyine göre indirgemede kalacaktır. Kuran’ın: “Biz bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.” (Bakara, 106) şeklindeki “nesih” kurumunu iyi anlamak gerekir. Kuran, her şeyin daha iyisine doğru güncellenmeyi kapsayabilir (accomodation) yapıdadır. Güncellemeyi yapacak kişinin önce kendi kondansatörünün bitini güncelleştirmesi şarttır. Eski ve düşük bite sahip algı kalıpları ile Kuran ve Allah adına konuşma cüretine soyunulmamalıdır. Kilobit kapasite, terabit programları ve dosyaları açamaz ve okuyamaz. “En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaktır.” “Kerpiç malzeme ile plaza yapılamaz.”

 

Felsefe, Kutsal kitapları, “tam insan” üretme amacının araçları olarak görür. Onlar, “özcülük (essentialism, esasicilik)” felsefesine göre, yeni başlayanlar (beginners) için kurucu başlangıç araç özleridir. Zihin Felsefesi bu düşünceye, “araçsalcılık (instrumentalism)” adını verir. Yani bunlar faydalı araçlardır. Ama her araç dönemseldir ve sonsuza kadar devam etmez. Ayetler, amaç için araçtırlar. Amaçları, ayetlerdeki “neden-sonuç ilişkisi” çıkarılarak tespit edilebilir. Nedenlerin değişmesi durumunda sonuçlar da değişir ve yeni sonuç belirlenir. “Zamanın değişmesiyle hükümler değişir,” Mecelle kuralıdır.

 

Anakronik-araform

Geçmişteki kişi; hem tarihin geçmiş kesitinde kalmış hem de tam insanlaşamamış anakronik-araform kişidir. Arkaik zihinsel ürünlerini bu çağın teknolojik aletlerini hayvani güdülerle kullanır. Bugün ile geçmiş, hayvan ile insan arasında asılı kalmıştır. Bu kişilerin yetkili ve yönetici olmaları toplumlar için en büyük felakettir. Onların, bugüne göre toplumlara hiçbir hayırları dokunmaz, bilakis çok zararları olur. “Senin gibi olamazsam, benim gibi yaparım seni,” düşüncesiyle seni geri çeker. İçinde yaşadığı bugünü bilmeyen, hiç yaşamadığı geçmişi nasıl bilecek? Geçmişten kastı, kendisidir. Bugünü bilmeyen, geçmişten ve gelecekten haber verir. Bu durumu, hiçbirini bilmediğinin göstergesidir. Bugünün insanına ne geçmişin ne de geleceğin, sadece bugünün bilgisi lazımdır. Demokrasi sisteminde çağı geri döndürmek (restittutio integrum) isteyen kişileri hem yetkili yapmak hem de ondan çağdaş mutluluk (beatitudo) beklemek çelişki ve büyük cehalet (megale agnoia)tir.

 

Genlerle Oynamak

İnsanlık doğa bilimlerini, doğal sistemi tanıyarak doğaya ve doğal malzemeye egemen olmak ve kendisinin üretmek istediği doğada bulunmayan teknolojik ürünleri üretebilmek için yapıyor. Felsefenin “üstinsan”, dinlerin “insan-ı kamil”, bilimin “ süperego” dediği “tam insan (human, humanitas)” üretme hedefine, bitkilerde uyguladığı GDO “(genetiği değiştirilmiş organizma)” bilimini uygulayarak ulaşacaktır. Tanrı, din, ahlak, felsefe ve bilimler gibi vasıtaları beyhude (vanitas) kullanarak insanın kendi iç faktörleriyle önleyemediği insan öldürme eylemi, “amigdala”nın genleriyle oynanarak önlenecektir. İşte o zaman “ahlaklı manzara (paysage moralise)” gerçekleşecektir. O zaman insanın aklına öldürmek dahi gelemeyecek ve öldüremeyecektir. İnsan, insanlığın ürettiği “beşeri epistemolojik yapı”dır. Bu yapı, doğal beynin “prefrontal korteks”inde dışarıdan montedir. İnsan öldürüldüğünde vücudu değil, asıl insan olan bu epistemolojik yapı öldürülmüş oluyor.

 

Cumhuriyetimizin 100. Yılı, Felsefe Üniversitesi

Cumhuriyetimizin 100. yılında, onu bize armağan eden Atatürk’ün manevi şahsiyeti önünde saygılarımı eğilerek sunuyorum. Bugün bu tür yazıları yazabilmemi, Atatürk’ün Allah ve din algısı nedeniyle bana devletimin, milletimin vergileriyle sağladığı eğitime borçluyum.

 

Cumhuriyetimizin ikinci yüzüncü yılında yapılması gereken en önemli iş, birincisini Atatürk’ün yaptığı zihinsel devrimin ikinci çağdaş aşamasını yapmaktır. Bu amaçla “Felsefe Üniversitesi” kurulmalıdır. Bu üniversite, Türk, İslam, hatta bu alanda yorulan Batı, yani bütün insanlık için gereklidir. Milletçe insanlık tarihine ancak böyle geçebiliriz.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.