STEFAN ZWEİG ve YARATMA

STEFAN ZWEİG ve YARATMA

 

 “Tanrı devam ediyor ama, tanrısal düşünme 18. asırda sona ermiştir.”

 

“İnsanlığın bugünkü aşaması geçmiş filozoflardan, gelecek aşaması da günümüzdekilerden görülebilir.”

 

Stefan Zweig (1881-1942), Avusturyalı Edebiyatçı filozoftur. Viyana’da varlıklı ve eğitimli bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası bir tekstil sanayicisi, annesi İtalyan Yahudisi bankacı aileden idi. 1933’te eserleri, Naziler tarafından yakıldı. Bu olaydan sonra ülkesini terk etti. Zweig, bir edebiyat filozofunun, kutsal metinler üzerinde felsefe yapmasına bir örnektir.

 

Kitabı: “Sanatta Yaratıcılığın Sırrı”

 

Bu kitapta; Tanrının, yarattığı şeyleri nasıl yarattığını Kutsal Kitaplarda neden anlatmadığı ve “Ol der, olur,” cümlesi ile ifade ettiği konusunu irdeler. Bu konu sayesinde, insandaki sanatsal üreticiliğin de sırrını keşfetmeye çalışır. Tabi ki Yahudi olması nedeniyle, Tevrat’ı ve teolojik konuları çok iyi bilmektedir. Kutsal Kitapları, insan arzu ve ihtiyaçlarının görkemli bir yansıtması olarak gördüklerinden, insanla kıyaslayarak Tanrının yapısını tanımaya çalışırlar. Sosyal bilimcilerin tespitlerine dayanarak filozoflar, Kutsal metinlerle “kutsaldışı galaktik” bakışla bakarlar.

 

Kutsaldışı Galaktik Bakış

Tanrıya ve Kutsal metinlere, Tanrı ve kutsallık baskısından kurtulup dışarıdan insani bakıştır. Filozoflar ve biliminsanları bu yöntemi kullanırlar, böylece kutsal metinlerin insan tarafından dokunulmazlığını kaldırmışlardır. Yani onlara tanrı değil de insan sözü diye bakarlar. İşte bunu becerebilen insanlık; geçmişin presinin, torna tesviyesinin ve planyasının kıskacından sıyrılarak o kısır döngü düzeyi aşmış ve çağımızı üretmiştir. Şuna inanırlar: Bir şey ilahi de olsa insan zihnine değince beşerileşir.

 

Zweig Şöyle başlar: Dünyanın kuruluşundan beri, yaratıcılığın sırrı, sırların sırrı olarak kalmıştır. Bunun için de bütün milletler ve dinler, yaratıcılık olayını Tanrı fikrine bağlamışlardır. Çünkü ancak var olan bir şeyi anlıyor, olay olarak kavrayabiliyoruz.

 

Şöyle der: Biz maddi bir dünyada yaşıyoruz. Her şeyi ancak duyularımızla kavrayabilen insanlarız. Bizim için çiçek, henüz açılmamış tohum halinde toprakta dururken değil, ancak şekillenerek, renklenerek açtığı zaman çiçektir. “Bir fikir de, ancak ifade edildiği zaman bir fikirdir.”

 

Şu sonuca ulaşır:

“Sanatkar, yaratırken kendine malik değildir. Hakikaten sanatkar, ancak bir çeşit kendinden geçişle, bir “extase” ile yaratabilir. Yunanca bir kelime olan “extase”; “kendinin dışında olmak” demektir.  Sanatkar, yarattığı anlarda kendinde değil, eserindedir. Yaratırken, bizim dünyamızda değil, kendi dünyasında yaşar. Bunun için yaratma hadisesine şahit olamaz.”

 

Bu çıkarsama ile şunu söylemek ister: Evreni ya Tanrı yaratmadı, o nedenle nasıl yaratıldığını bilmiyor. Ya da Tanrı yarattıysa, kendisini, eserini yaratmaya verdiği için, kendisinden geçmiş, yine nasıl yarattığının farkında değildir.

 

“Ol der Olur”

Deusotiousus Tanrı

Felsefeye göre; “Ol der, Olur,” söylemi, evrenin ve içindeki olgu, obje ve olayların Tanrı tarafından yapılmadıklarını, Tanrının, hiçbir şey yapmayan biri olduğunu, bir monark kral gibi talimat verip, kendiliklerinden olduklarını ya da hizmetçilerinin yaptıklarını söylemektir. Yani varlık, ya “içkin oluşum” vasıtasıyla kendi kendisini yapmıştır ya da melekler tarafından yapılmıştır. Her iki durumda da, felsefi deyimiyle; “oral iş yapma” sistemidir. Bu sistem, tanrıyı, “deusotiousus” yani “beceriksiz, çalışmayan, tembel” birine indirgemektir. Semitik dinsel liderlerin talimat vererek oral iş yaptırmayı ve çok konuşmayı sevme psikolojisi, aynen bu kutsal kitaplara ya da yorumlarına yansıtılmıştır.

 

Şimdi bu irdelemeyi yapabilen insanlık kafasının egemen olduğu bir dünyada, bu kafasal düzeye ulaşmamışların, bu dünyada yaşama hakkı bırakılmıyor.

 

“Endişe, boş zamanı olanların meşguliyetidir.”

 

Muhafazakarlık

Filozoflar, hayata, Fransız filozof Ernest Renan (1823-1892)’nın, “Değişememenin tek yolu, düşünmemektir,” zihniyetiyle bakarlar. O nedenle, düşünme tembelliği, yeni fikir ve bilgi üretememe ve değişememe acizliği olan muhafazakarlığa karşıdırlar. Onlar, “düşünmenin ve değişimin” muhafazakarlarıdır. Çağımızda artık dogmatik ve skolastik muhafazakarlık övünülecek bir meziyet değildir. Bu tür muhafazakarlar ayıklanıyor.

 

Not

Koronavirüs Belası ve Bilinç

Koronavirüs vakalarının, her geçen gün arttığı görülüyor. Felsefi ve bilimsel irdelemeyle tespit şudur: Virüsün bulaşması, bu kafayla artması önlenemez. Ortada zihinsel strüktürel bir sorun vardır. Şunu hatırlatmak gerekir: Türkiye toplumuna, herkesin kullandığı ortak kamusal alanların hiçbir yerinde kolektif “yaşama bilinci” verilmiyor. Halbuki ölümcül belalarla, ancak yaşama bilinciyle baş edilebilir.

 

Ölüm Bilinci

Bu ülkede ortak kamusal alanlarda topluma, sela okumalar başta olmak üzere bütün Kuran okuma ve dini vaazlar, din adı altında kolektif “ölüm bilinci” verme amaçlı yapılıyor. Yani toplumu oluşturan bütün farklı unsurların, üzerinde birleştiği, toplumu birleştiren ve bütünleştiren ortak kolektif zihniyeti (mantalitesi) “ölüm” olmaktadır.

 

Ölüm bilinci, formatsızlık eğitimidir. Şunu bilelim ki; ölüm eğitimi verilmesinin, dolaylı olarak ve farkına varmaksızın, insanlarda oluşturacağı psikolojik yapı, koronavirüs gibi, beşeri yaşama formatı gerektiren belalarla başa çıkamaz. Toplumlar, çocuk gibidirler. Ölüm eğitimi hoşuna gidebilir, çünkü kendisine iş çıkmasını istemez, ölüm de ona iş çıkarmaz. Çocuk, doktora gidip iğne yemek istemez. Ama kolları tutulur, zorla iğne yapılır ve iyileşir.

 

Bilinç; kişilerin ve toplumların “komuta kontrol merkezi”dir. İnsanların bütün davranışlarını yönetir. Sistematik formatlanmayınca, davranış bozukluğu doğuracaktır. Bilinci, ölümle programlamak, yaşamak için yanlış ve sistemsiz formatlamaktır. Ölümle oluşan bilinç, yaşama ile ilgili hiçbir eğitimi almaz. Toplumumuz; savaş gibi, ölmekle baş edilecek konularda başarılıdır ama koronavirüs gibi, yaşamakla baş edilecek konularda başarısızdır. Bunun sorumlusu, yanlış eğitim veren yönetici yetkililerdir.

 

“Bir şey olmaz!” anlayışı, ölümle programlanmış bilincin işidir. Nitekim bu anlayışa genellikle dinsel kişiler sahiptir. “Bir şey olmaz!” derken kişi, aslında ne diyor ve neden diyor? En büyük olabilecek şey, ölümdür. Ölüm, bilinci yok eder. Ölüm eğitimi almış kişi, ölümü çok fazla önemsiyordur ama bilincinde değildir, çünkü kendisinde değildir, kendisinden geçmiştir. Ölüm eğitimi almış kişi, yaşıyor görünür ama ölmeden önce ölüdür.

 

“Toplumda yaşama arzusu var ama bilinci yoktur. Ölüm arzusu yok ama bilinci vardır.”

“Hoparlörlerle sela okumak, istemedikleri ölümü, insanların bilinçaltına kazımaktır.”

“Yanlış yapılıyor! Topluma din vasıtasıyla yazık ediliyor!”

 

“Asıl vatan ve millet haini kişi, vatanını ve milletini sömürmek için örgüt kurandır.”

 

 

Müzik

THM

“Seher Yeli Nazlı Yare”

Kul Ahmet

 

Seher yeli nazlı yare, Bildir beni bildir beni

Düşmüşem elden ayağa (ayaktan), Kaldır beni kaldır beni

Ok vurup sinem dağlatma, Didemde nemi çağlatma

Gel yeter beni ağlatma, Güldür beni güldür beni

 

Bu yazımız, sonraki yazılarımızla ilintilidir.

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.