ÇOCUK YETİŞKİN  -II-

Bu bölümde, yetişkinin çocuk olmasına neden olan düşünme biçimlerini ele alacağız.

 

Doğal Düşünme

Yetişkin olup da insani düşünmeyen kişi, hala bebeklik ve 3-6 yaş evresi çocukluk doğal düşünme biçiminde kalmış kişidir. Duyu organlarındaki biyolojik alıcılarının aldıkları verileri, kişinin müdahalesi olmaksızın doğal akıl adı verilebilecek olan beyindeki “motor-nöronların” otomatik yaptığı doğal duygusal düşünmedir. Duygusal düşünme; doğal duygusal dürtülerle düşünmektir. İnsani akıl olan “logos” ile değil, duygu olan “pathos” ile yapılan düşünmedir. Doğal düşünme ile ömrünü geçiren kişi ölünce, dünyaya gübre olarak gider.

 

Karnını Doyurmak

Doğal düşünmenin temel amacı, biyolojik varlığı sürdürmektir. Bu amaçla, karnını doyurmak için av bulmak ve avcısından kendisini korumak şeklindeki temel ihtiyaçları karşılamaktır. Yetişkinlik yaşında olup da sadece karnını doyuramamaktan şikayet eden, hırsızlık, yolsuzluk, çocuk tecavüzleri, ülkenin satılması gibi ahlaksızlıklara ses çıkarmayan kişi, işte bu bebeklik ve çocukluk evresi doğal-animal düşünmededir demektir.

 

Almak

“Çocuk kalmış yetişkin kişi, ona kim verirse, ona gider.”

 

Doğal düşünme, “almak” üzerine kuruludur. Doğada her şey almayı bilir, vermeyi bilmez. Mesela; ağaç karbondioksit almayı bilir, başkası için oksijen vermesi gerektiğini bilmez. Oksijeni dışkı olarak atar, başkaları bu dışkıyı besin olarak kullanır. Ama insan olmak, almakla değil, vermekle mümkündür. İnsani yaşam için herkes kendisinde var olan şeyden, almak beklentisi olmaksızın vermek zorundadır. O nedenle, bilgisi olan kişi karşılık almaksızın herkese bilgi veriyor. Herkes verince herkes alıyordur. Ama birileri verip alırsa, herkes alamaz.

 

Av ve Avcı

Bütün canlılar, tüm varlıkları avı ve avcısı olarak iki figür görürler. Üçüncü bir figür bilmezler. Bebeklik evresi doğal-animal düşünme ile yaşayan yetişkin kişi de insanları ikiye böler. Avını dostu, avcısını düşmanı olarak bilir. Bu nedenle, kendi milletini hata akrabalarını dahi ikiye böler. Bu kişilerden insanları insan olarak görmeleri beklenemez. Bu kişi, mensup olduğu dinin, mezhebin, tarikatın ve cemaatin mensuplarını dost, diğerlerini mutlaka düşman görecektir.

 

İnsansevgisi Yokluğu

İnsanlığın kafa katmanı, çağımızda “insansevgisi (filantropi)” düzeyine ulaşmıştır. Artık başka etnik, dinsel, mezhepsel, ideolojik ve sınıfsal sıfatlı insan yoktur, sadece yalın “insan” vardır. İnsan sayılmak için hiçbir sıfat almaya gerek yoktur. Doğal-animal yetişkin kişide “insan” figürü, dolayısıyla insansevgisi yoktur. Bölücü olan kişi, bu çağdaş insansevgisine ulaşmamış kişidir ve antik çağın bölücülüğünde kalmıştır. İnsansevgisini ancak insanlaşan yetişkin bilir.

 

Anı Yaşamak

Beynin, doğal düşünme özelliğinden dolayı canlılar, yaşamlarında “içinde bulundukları ana ve olaya, şimdi, şu ana” odaklanır ve onu yaşarlar. Bir önceki ve sonraki anın varlığını bilmez. “Anlık” somut gerçekliğinde açlık varsa, onu düşünür. Açlığı giderildiğinde o anı unutur. İnsan çocuğunun beyni de, henüz doğal-animal olduğundan Felsefenin “antropofor” dediği “insanlaşmakta olan hayvandır.” Kendisinde doğal özellikler egemendir. Bu nedenle, içinde bulunduğu “anı” yaşar ve o anda gerekli olan somut olana odaklanır. Yetişkin kişinin sadece içinde bulunduğu ana takılıp kalması, “yetişkin otizm spektrum bozukluğu” hastalığıdır. Diğer canlılar ve çocuk gibi sadece “burada ve şimdi olana” odaklanır, geçmişi ve geleceği düşünemez ve onunla bağ kuramaz.

 

Balık Hafızası

İnsan bebeklik evresini hatırlamaz, çünkü hafıza bu evrede ilk gördüğü şeyleri kayıt yapamıyor. Çünkü doğal-animal gereği anlık yaşıyor. Balıklar da anlık yaşadıklarından hafızaları anlık kayıt yapıyor, ileride işine yaramayacakları sonra siliyor, yarayacakları saklıyor. Balık hafızalı insan da, işine yaramayacak diye gördüğü şeyleri uzun süreli hafızaya kaydetmiyor. Demek ki, uzun süreli hafızaya kaydetmediği şey, önemsemediği şeydir. İnsan hafızası bir olayı kaydetmesi için onun duygularına etki etmiş olması gerekir. Doğal yaşayan yetişkin insan, bebeklik evresi doğal temel ihtiyaçları ile ilgili şeyleri önemser.

 

Geçmişten Ders Çıkarmak

Dönüşümsel Düşünme

İçinde bulunduğu anı yaşayan yetişkin kişi, kendisine o anda söyleneni alkışlar, bir dakika sonra o söylenenin zıddı söylendiğinde onu da alkışlar. Dün düşman ilan ettiği kişiyi ertesi gün kardeşi olarak ilan eder. Deprem ve sel gibi afetlerden her geçen gün daha çok kişi ölür. Ölen, öldüğünden haberi yoktur, kalan da kaldığı an için şükreder. Sonuç değişmez. Geçmiş ve gelecekle ilgilenmez. Geçmişten ders çıkaramaz. Çünkü yetişkinlik evresinde yapılabilen “dönüşümsel düşünme” işlemini yapamıyor. Dönüşümsel düşünme; geçmişi, şimdiyi ve geleceği birbirine “neden-sonuç ilişkisi” ile bağlamayı düşünebilmektir. Geçmiş insanlık tarihiyle bağını koparan, tarihi kendisi ile başlatan kişi, bu düşünmeyi yapamayan çocuk yetişkin kişidir. Bu kişi, insanlık tarihini kendi tarihi olarak göremez.

 

Neden-Sonuç İlişkisi Kurmak

Yetişkin kişi, bütün eylemlerini kendisi yöneterek “neden-sonuç ilişkisi” kurarak yapabilen kişidir. Aslında yetişkin yaşına gelip de “neden-sonuç ilişkisi” kuramayan kişi bebeklik evresindedir. Neden-sonuç ilişkisi kurmak, bütün doğal beyinler gibi bebek beyninin otomatik yaptığı içgüdüsel bir işlemidir. Bebek beyni, bu ilişkiyi” 6-8. aylar arasında otomatik keşfetmeye ve kavramaya başlar. Oyuncak arabasını iteklemesi, gideceği sonucunun nedeni olduğunu bilir. Fakat 3-6 yaş çocuğu, bu ilişkiyi kendisi kullanmaya başlar. Belli davranışın olası sonucunu önceden tahmin edebilir. Neden-sonuç ilişkisi kuramayan yetişkin kişi, ilk çocuk düşünmesine dahi ulaşamamıştır.

 

Bu ilişkiyi kendisi yöneterek kuramayan yetişkin, yaptığı bir eylemin ne sonuç, sonucun da neyin nedenini doğuracağını düşünemez. Mesela; trafikte araba kullanırken yapacağı bir hareketin başkasında ne sonuç doğuracağını düşünmez. Arabasını park ederken, kornayı çalarken, trafikte yola çıkarken gelen arabayı ve yayayı düşünmez. Sadece kendisini düşünür, başkasına ne tür rahatsızlık vereceğini düşünmez. Kornayı sanki birisini dövmek için kullanır. Başkasını düşünmeden yan yoldan anayola aniden çıkmanın ne tür sonuç doğuracağını düşünemez.

 

Susturucusunu bağırtan, kornasına aşırı basan avam ve ezanı aşırı desibel ile okuyan havas figürler, yaptıklarının başkalarına ne tür negatif sonuçlara neden olacağını düşünemez. Yetişkinin işitme kaybına, hele de namazla mükellef olmayan ve 12 yaşına kadar nörolojik oluşumda olan bebek ve çocuğun beyninin bozulmasına yol açacağını düşünemez. Bir toplumun din görevlisi katmanının, susturucusuz egzozcu avam katmanı ile aynı olduğu toplumdan insancıl sonuçlar beklenemez. Sonuçların nedenlerini öğrenip değiştiremez. Hiçbir kötü durum değişmez. Ama bizimki hem işi doğal beyne bırakmıyor hem de kendisi kullanamıyor. Doğal beyne bıraksa o bu ilişkiyi kuracak ve doğru sonuç çıkaracaktır. Kendisi doğru sonuç çıkaramıyor.

 

Başkasıyla bağ kurmayı bilmez. Ortak yaşamayı bilmez. “Ortak alan” diye bir mefhumu yoktur. Apartmanda ortak hayat yaşayamaz. Evinde yürümesi ve konuşmasının başka dairelerdekilerle bağlantılı olduğunu düşünemez. Ortak yolda başkasının varlığını düşünerek yürümesini beceremez. Sadece kendisi varmış gibi yürür. Kalabalık yerlerde sadece kendisi varmış gibi, başkasını rahatsız edeceği sonucunu düşünmeksizin kahkahalarla güler, bağırarak konuşur. Çocuk için normal olan durumlar, yetişkinlikte davranış bozukluğudur.

 

Yapaycı Düşünme

Yetişkinin çocuk olmasının düşünme biçimlerinden biri, 3-6 yaş evresinde ortaya çıkan doğal animistik düşünmenin ürünü olan “yapaycılık” düşünmesidir. Yapaycılık (artificalism); doğa olaylarının doğal olmayan yollarla açıklanmasıdır. Mesela; gece, gündüz, yağmur, deprem, sel gibi doğa olaylarını; gökyüzü ve dağ gibi bütün doğal olayları ve nesneleri birilerinin yaptığını düşünmektir. Güneş, birisi kibrit yakarak tutuşturulan bir ateştir. Ay’ın ışığı, birisi onu yaktığı için parlıyordur. Gökyüzündeki yıldızlar, şehirdeki ışıklar gibi, birisi tarafından yakılmışlardır. Sert rüzgarın birisinin çok güçlü şekilde üflemesine bağlanır. Ayrıca, deprem ve fırtına gibi doğa olaylarına da insanların günah adı verilen kötü fiillerinin neden olduğunu düşünmektir. Günah; Farsça bir kelime olup, “suç” demektir. Tanrı buyruklarına karşı olup suç sayılan ve öteki dünyada cezayı gerektiren davranıştır. Yani öteki dünyada cezası olan insanın aksiyolojik suçları bu dünyada doğal jeolojik, kozmolojik, meteorolojik ve biyolojik felaketleri doğuruyor.

 

Sembolik Düşünme

Tanrı Evi ve Ritüeller

Eğer yetişkin kişi, her yere mabet inşa ediyorsa, o kişi, çocuğun 3-6 yaş evresinde yaptığı somut sembolik düşünmededir demektir. Bu yetişkin yaştaki kişi, soyut kavramları anlamlarıyla değil de, somut sembollerle algılayabiliyordur. Somut sembolik düşünebilen çocuğun akıl çapında ve düşünme biçiminde kalmış demektir. Tanrı kavramını; görsel grafik yazı, mabet, tapınak gibi somut sembollerle, Kutsal kitabını anlamsal değil, müziksel nağme ile algılıyordur. Tanrı ile bağ kurmayı zihinsel değil, fiziksel somut ritüellerle yapabiliyordur.

 

İnsanlık, çocukluk evresinde icat ettiği “Tanrıyı” somutlaştırmış ona mesken olarak “Tanrı Evi” inşa etmiştir. Çünkü tanrı insan gibi olduğu için bir evde yaşıyordu. Ama bir tanrının sadece bir tane evi vardı, ikinci evi yoktu. O nedenle ona sadece bir tane tapınak inşa edilirdi. Ona ritüeller de onun bu tek evinde yapılırdı. Ritüelleri maddi ve fiziksel yapılırdı. Mabedi, tanrı evi olarak görmek, 3-6 yaş çocuk beyninin sembolik düşünme düzeyidir. Tanrıyı sembol ile somutlaştırmanın nedeni, insanlığın düşünme biçiminin o devirde, çocuk gibi, soyut varlığı, somut bir şeyle ilintileyerek algılayabilmesidir. Sembol, bir şeyin yerine, onu sanal temsil eden başka bir şey koymaktır. Sembol, öyleymiş demektir.

 

Kuran’ın mabet inşa edilmesini emreden bir tane ayetinin dahi olmaması, Hz. Peygamberin de bir tane inşa etmemesi, hatta inşa edileni yıktırması, somut “Tanrıevi” tapınakçılığına karşı olmasındandır. İslam, tanrısı Allah’ı somut değil soyut gördüğünden onu yaşayacağı konut olarak “Allahevi” kavramına karşıdır. İbadeti mabette, dinadamı yönetiminde ve cemaatle ifa etmeyi, Yahudiliğe ve Hristiyanlığa protest olarak, maddi ritüel kurban kesmeyi de farz olmaktan çıkarmıştır. Dinadamlığı sınıfını lağvetmiştir. Hz. Peygamber, kendisini dinadamı olarak hiç adlandırmamıştır.

 

Sihirli Düşünme

İnsan hayatında en etkili olan düşünme biçimlerinden biri “sihirli düşünme”dir. Sihirli düşünme; doğalın dışında etkilerin bir şeyler yaptığı düşüncesidir. Beynin hayali ürettiği etkilerdir. Doğal beyin hayaller üretir. Aslında sihirli düşünme hayali düşünmedir. Bebeklikte beyinde doğuştan bulunan pasif hayal ve onun ilk çocukluk evresinde evrildiği aktif hayal nedeniyle sihirli düşünme doğar. Beyin kendiliğinden hayali güçler üretir. Aktif hayal ile de çocuk, daha başka hayali güçler üretir. Sihirli düşünme, senkretik düşünmedir. Senkretik düşünme, yanlış bağdaştırma; birbiriyle alakasız şeyleri birbirine bağlamaktır.

 

İnsan çocuğunun bu 5-6 yaş hayali düşünme evresi, insanlığın efsane ve masal ürettiği, 50 bin yıl önceki mitolojik düşünme dönemine karşılık gelmektedir. İnsanlık o evrede temelde ritüel olarak yapılan bir takım fiziksel eylem veya söylemlerin fiziki dünyadaki olayları sanki “sihirli” bir şekilde etkileyeceği inancı olan majik düşünme ile üretmiştir. Sihirli düşünmenin en önemli sonucu, “gerçek” ile “hayali” olanı birbirinden ayrıştıramamaktır.

 

Gerçek Olmayanı Gerçek Olandan Ayrıştıramamak

Sihirli (büyülü) düşünme; 3-6 yaş çocuğunun hayal ile gerçeği birbirinden ayıramamasıdır. Çocuğun gelişim döneminde görülmesi normaldir, ama yetişkinde görülmesi patolojiktir. Beyin çocuklukta, doğal somut gerçeği henüz bilmiyor. Beş duyu organıyla aldığı verilerle, doğal gerçeği anlamak ve tanımlamak için kendiliğinden hayali imajlar üretiyor. Beyin iyi bir uydurukçudur. Gerçeği bu hayallerden ibaret biliyor. Bu nedenle, “gerçek ve hayali olanı” henüz birbirinden ayırt edemiyor. Aslında çocukta, hayallerinden başka gerçekler yoktur. Bütün gerçek, bu hayallerinden ibarettir. Hayal ile gerçeği ayrıştıramamak doğal düşünmedir.

 

Dinlediği masal ve hikayelerdeki hayali olay ve kahramanları gerçek bilir. Bunlardaki insanların doğaüstü sihirli güçlerinin bulunduğunu ve bu güçlerin kendisinde de olabileceğini düşünür. Mesela; ıspanak yediği zaman, “Süperman” gibi güçleneceğini sanır. Binanın tepesinden atlayarak uçabilen bir kahramanın, gerçekten uçtuğuna inanıp kendisinin de uçabileceğini düşünebilir ve balkondan atlamaya kalkışabilir.

 

Rüyayı Gerçek Sanmak

Rüyaları gerçek sayıp yorumlayarak gerçek durumlar çıkarmaya çalışan yetişkin kişi, 3. yaştaki çocuk sihirli düşünme biçiminde, algısında ve akıl çapında kalmış demektir. Rüyaları gerçek sanmak, sihirli düşünmenin sonucudur. Çocuk, rüyalarının gerçek olduğunu bilir. Örnek: uykudan uyandığı zaman, annesine, “anne beni neden dövdün? ” diye sorar. Annesi, onu dövmediğini söyler, ama o inanmaz. Rüyasında canavar gören çocuk, bunu gerçek bilir. Bu sebeple, gece korkuları yaşar. 4. yaştan itibaren, gerçek ile gerçek olmayanı birbirinden ayırt edebilir aşamaya gelmeye başlar. Rüyanın gerçek yaşam olmadığını anlar ve ayrıştırabilir.

 

Filmi Gerçek Sanmak

Sihirli düşünme, yetişkinlikte yok olmaz. Yetişkin olup, film rollerini gerçek sanmak, filimde gördüğü iyi doktor rolünü oynayan kişiye gidip tedavi olma istemek, kötü rolü oynayanı bulup ona saldırmak, 3-6 yaş evresi sihirli düşünmededir demektir. Yapmacık olanı gerçek olandan ayrıştıramamak nedeniyledir.

 

Üfürükçülük, Muska, Kader, Mehdi

Üfürükçülük, muska, kader ve mehdi gibi şeylere inanmak, problemlerin büyü yapmak ve “mehdi” gibi dışarıdan biri ile düzeleceğini beklemek, 3-6 yaş ilk çocukluk evresi sihirli düşünme nedeniyledir. Kader de kurgusal, büyülü düşünme ürünüdür. Sanrılar halinde ortaya çıkar ve bölünmüş beyin nedeniyledir. Üfleyerek hastayı tedavi etmek olan “üfürükçülük” 3-6 yaş evresi animistik-yapaycı düşünmeden gelir. Hastalık ve kötülüklerden korunmak veya kurtulmak ve tedavi etmek amacıyla ağızdaki nefesle dua veya kutsal metin okuyup hastaya üflemektir. Bu okuma sayesinde birileri şifa verecektir diye inanır. Muska; kutsal metinlerin kâğıda yazılıp kişi üzerinde taşınan şeklidir. Üfürükçülüğü tarihte, kâhin ve büyücüler yapardı. Binlerce yıl önceki şeylerin bugün bir millete halen uyuyor olması o millet için düşündürücüdür.

 

Yetişkinlikte sihir ve büyüye inanmak, 3-6 yaş sihirli düşünme biçiminde kalmış olmaktandır. İnsanlık da, büyü ve sihri bir milyon yıl önce yaşadığı insanlığın ilk çocukluk evresinde üretmiştir. Dinlerin kullandıkları büyüsel mistik güç, unsur, kült ve ritüellerin icatları, insanlığın bu çocukluk evresinde başlamıştır. Mistik ve animistik düşünme ile gerçek somut olaylar arasında bağlantı kurmuştur.

 

Bölünmüş Beyin

“Bölünmüş beyin her şeyi böler.”

 

İnsan doğduğunda sağ yarıküre ile doğar, daha sonra sol yarıküre ondan ayrışarak oluşur. Sağ yarıküre; sezgiseldir, önsezilerini ve hislerini takip eder. Yaratıcı olduğundan hayal üretir. Nesnelerle doğal duygusal ilişki kurar, duygusaldır. Hayallere, şiire, mecaza meraklıdır. Sol yarıküre, analitik düşünür, mantıklı ve sistematiktir. Sebep sonuç ilişkilerini kullanır. Mantıklı düşünmeyi yapan sol yarıküre etkisiz olunca, kurulan hayalleri üreten sağ yarıküre yönetilemez ve frenlenemez. İşte hayalci sağ yarıküre, sol yarıküreye egemen kılınınca ikisi birlikte çalışması önlenir ve “beyin bölünmesi” yaşanır. Böylece, sağlıklı somut düşünmeyi de yapamaz olur. Somut düşünme öğrenilmeksizin soyut düşünme yapılamıyor.

 

Psikolojik Şizofreni

Eğer kişi, milletinin hepsini kendi milleti olarak görmüyor, din, mezhep, etnik, ideoloji ve sınıfsal nedenlerle bölüyorsa, o kişide “bölünmüş beyin (split brain)” problemi vardır. Bölücülüğün nedeni, beyin bölünmesidir. Psikolojik şizofrenidir. Psikolojik şizofreni; “bilinç” ile “ben (irade)” arasındaki bölünmedir, birbirlerinden haberlerinin olmamasıdır. Bir dakika önce söylediğinin bir dakika sonra zıddını söylemektir. Bir dakika önce alkışladığı sözün bir dakika sonra zıddını da alkışlamaktır. Birine ağza alınmayacak hakaretleri yapıp daha sonra can ciğer kuzu sarması olmaktır. Bu kolektif bozukluk, araç trafiğinde ve sosyal ilişkilerde bariz açığa çıkar. Trafik ve toplumsal ortam, kolektif psikolojinin sahnesidir.

 

Bölücülük

 “Bölücülük, beynin bölünmüşlüğündendir.”

 

Bölünmüş beyin sahibi kişi mutlaka bölücüdür. Bir dini böler başka bir din çıkarır. O dini böler mezhepler üretir. Mezhepleri böler tarikat ve cemaat doğurur. Kendisinden başkasını kabul edemez. Egemen olursa başkalarına hayat hakkı tanımaz. Çünkü beyin yarıküreleri bütünleşik değil, birbirinden kopuk bölünmüş çalışmaktadır. Tarikatçı ve cemaatçi olmak, mutlaka beynin bölünmüşlüğünden kaynaklanır. Zaten öyle olan kişi, tarikatçı ve cemaatçi oluyor. Bütün millet kavramında kendisine yer bulamıyor. Bölünmüş beyin, insanlık tarihini de böler.

 

Beynin Bölünme Nedenleri

Yarıkürelerin Kopukluğu

Beyin bölünmesi, beyin yarıkürelerinin birlikte eşgüdümlü çalışmamasından kaynaklanır. Bunun temel nedeni, beyindeki “motor” hareketlerinin düzensizliğidir. Bunun sonucunda beynin iki yarıküresini birbirine bağlayan “korpus kallosum” kimyasalının kesilmesidir. Bu durum, beynin yarıküreleri arasındaki bağlantıyı bozuyor. Bu kimyasal, 12. yaşta girilen ergenlikte tam oluşuyor ve kalınlaşıyor. Bu oluşum, veriyi işleme yeteneğini ve hızını artırıyor.

 

Beynin sol yarıküresi teorik, sağ yarıküresi pratik işleri yapar. Beynin verimli işleyebilmesi için bu iki yarıküre birlikte (unified) çalışmalıdır. Tekli çalışırsa, gelişim yarım olur. İkisini birlikte çalıştırmak, pratiği yapılan işin üzerinde düşünme yapmakla olur. Çocukluk evresinde, genellikle, daha çok pratik işlerle ilgilenen sağ beyin kullanılır. Sağ beyinle elde edilen bilgi ve beceriler sayesinde ergenlik evresinde, bağ kurularak, sol beyin egemen kılınmaya çalışılmalıdır. Böylece, soyut düşünme yapılabilir aşamaya gelinir. Soyut işlemler yapabilmek sol beyin yarıküresini geliştirmeyi gerektirir. Yapılan somut işlemler üzerinde “neden” ve “nasıl” soruları sorarak soyut düşünme egzersizleri yapmak, iki beyin yarıküresini birbirine bağlar.

 

Gürültü

“Debisi düşük olanın desibeli yüksek olur.”

 “Ver ezanı, al kazanı.”

Beyin bölünmesinin bir nedeni gürültüdür. Gürültü; kulağı rahatsız eden ölçüdeki aşırı sestir. Bebeklik evresinde kulağına verilen gürültü, iki yarıkürenin birlikte çalışmasının oluşmasını önlüyor. O nedenle bebeğe bağırmamak gerekir. Doğada bebek kulağına aşırı gelen ses yoktur. Bebek yüksek sesten çok korkar. Bu korku, beyin yarıkürelerinin kopukluğuna neden oluyor. Hoparlörlerden yıllarca hiç fasılasız kulağına ezan adı altında her gün ve beş kez dakikalarca yüksek desibelli ses giren bebeğin beyni mutlaka bölünecektir. Hem yüksek desibel hem de metalik ses doğal kulağın düşmanıdır. Negatif sonuçlarını hayat boyu kararlarında ve davranışlarında sergileyecektir. Bağırmak, mutlaka baskı uygulamaktır, bir eksikliği örtmektir. Ezan oku kardeşim, bağırma! Bağırmak hakarettir, sözel şiddettir. Devlet eliyle ve dini motif kullanılarak sözel şiddet aşısı yapılan toplumda neden şiddet var sorusu çok saçma çelişki değil midir? Bu çelişkiyi anlamamak da bölünmüş beyin göstergesidir.

 

12 Yaş Öncesi Soyut Düşünme

Beyin bölünmesinin temel nedeni, beynin anatomik yapısının oluşumunu tamamladığı 12 yaştan önce üç harfli, beş harfli gibi gerçek olmayan soyut şeyler beyne verilmesidir. Çünkü somut veriler almaya uyumlu olan beyin bu soyutları anlamadığı için abandone olmaktadır. Bu yaşa kadar yapılan soyut düşünme nedeniyle vücudun beyindeki kontrolünü yapan “motor” oluşum çarpıklaşmakta, “korpus kollosum” kimyasalının çalışma düzeni bozulduğundan beyin iki yarıküresi bağ kuramamaktadır. Bu iki yarıkürenin sağlıklı bağ kurma oluşumu için beyne 12 yaşına kadar sadece gerçek somut veriler vermek, soyut veriler vermemek gerekir. Bu bozukluğun en önemli negatif sonucu, beyin bölünmesi olan şizofrenidir. Beyin hastalığıdır. İnsanlığa gerekli olan ürünleri üretebilmek için, iki yarıkürenin birlikte “birleşik beyin (unified brain)” şeklinde çalıştırılması şarttır. Aksi takdirde, gerçeği ayrıştıramayan ve karıştıran hayalci ve efsaneci kişiler yetiştirilir. Beyin bölünmesinin negatif sonucu şizofrenidir.

 

 

SONUÇ

Yetişkin Kişiliksizliği

Kişi, genellikle ebeveynin 0-6 yaş arasında verdiği yetişme tarzı kişiliği ile edindiği “verili (a priori) kişilik” sahibidir. Bunu, kişi kendisi değiştirmezse, ömrünün sonuna kadar değişmez ve bütün hayatının jürisi olur. Yetişkinlikte kişinin kendisinin ürettiği “kazanımlı (a posteriori)” kişiliğe sahip olması gerekir. Kendisi üretmezse, çocuk kişiliğinde kalır ve kişiliksiz olur. Yetişkin, başkasının değil, kendi hayatını yaşaması için verili kişiliğinin içerdiği inanç ve düşüncelerini, sorgulayarak kendi ürünü yapmak zorundadır.

 

İnsanlık da, günümüzden 3.000 yıl önce yetişkinlik döneminde ilk girdiği felsefi düşünme sayesinde, önceki mevcut inançları ve düşünceleri sorgulayarak kendi kişiliğini oluşturmaya başlamıştır. Kendi kişiliğini oluşturma sürecinde yetişkin kişide, ebeveynin çocuklukta empoze ettiği inanç ve ibadetlerde, 20-30 yaşlarında bir azalma gözlenir. Ancak 30’lu yaşlardan sonra bunda kendi oluşturacağı kişiliğe göre değişikliler olur. İçselleştirilmiş bir inanç ya da dışlayıcı bir tutum oluşabilir. Ama oluşacak her hangi durum, kişinin kendi beyninin ürünü olacaktır. İnsanlıkta da şimdi, yaşadığı yetişkinlik evresi nedeniyle, geçmişten devraldığı tanrıya ibadet etmede azalma ve geçmiş inançları sorgulama hatta terk etme görülmektedir.

 

Psikolojik Anozognozi

Nörolojik anozognozi (anosognosia); beyin bozukluğu nedeniyle hasta olduğunu anlamamak ve inkar etmektir. Hasta, hastalığını kabullenmek dışında her şeyi kabul eder. Kendisini değil, doktoru hasta görürmüş. Doktora, “Ben değil, sen hastasın,” dermiş. Sol kolu felçli kişi, bu kolunu oynatamamasının farkında olmadığından, sol kolunu kaldır, denildiğinde sağ kolunu kaldırırmış. Kendisine tekrar sol kolunu kaldırması söylendiğinde, “kaldırdım ya” diyerek, savunacak garip bahaneler üretir. Anozognozi yaşayan felçli hastaya, neden tekerlekli sandalyede oturduğu sorulduğunda, “oturacak başka yer mi vardı,” diye cevap verebilirmiş. Bu anozognozi, beynin sağ yarıküresinde ve “parietal lob”daki işlevsel bozulmaları nedeniyle beyin yarıkürelerinin birbirinden kopuk olmasından, yani beyin bölünmesinden kaynaklanır.

 

Yazımız boyunca ortaya koyulan durumlar, toplumsal olarak kolektif şikayet edilen yetişkinlik öncesinde görülen hayvan-insan arası olan “araform insan”ın psikolojik hastalıklarıdır. Fakat bunlar bir türlü tedavi edilmiyor. Çünkü kolektif “psikolojik anozognozi” hastalığı mevcuttur. Psikolojik anozognozi; psikolojik bozuklukların inkar edilmesidir. “Bilinç” ile “ben” kişiliklerinin birbirinden kopukluğundan kaynaklanır. Kişinin bilinci, bozukluğun farkındadır, ama “beni” devreye sokarak durumu inkar eder. Mesela; kişi cahildir, ama cahilliğini kabul etmeyip kendisini alim görür. Çocukluk evresi benmerkezciliği ve düşünme biçimindedir, ama bunu kabul etmez. Her hangi bir işe uygun niteliklerinin olmadığını kabul etmeyip her işi yapabileceğini düşünür. Sosyal ilişki ve bağ kurma gibi davranış bozukluğu vardır, ama ya bunun farkında değildir ya da onu inkar eder. Trafik ve sosyal ortamlar, kolektif psikolojinin en iyi sahneleridir.

 

Psikolojik şizofreni ve psikolojik anozognozi, histeri olabilir mi?

Histeri; psişik ve beyin motoru bozukluğudur. Özellikle duygusal reaksiyonlarda taşkınlık, hareket bozukluğu, sürekli kişilik değişimleri ve günlük hafıza kaybı gibi çeşitli sistemlere ait psikonevrotik bozukluktur.

 

Psikolojik anozonozi ve şizofreni, kişinin psikolojisinin bipolar olmasıdır. Bipolar; iki zıddın birlikte bulunmasıdır. Kişi ile aynı anda hem düşman hem de dost olabilmektir. İki zıt söylemi aynı anda söyleyebilmektir. Bunu yaparken beyin, hiç sıkılma ve utanma duymaz.

 

Tam İnsanlaşma

20 yaş ile başlayan evre, insanın tam insan (human) olması gereken evredir. Beynin doğal duygudan sorumlu “limbik bölge”, “düşünen beyin” olan “prefrontal korteks” ve özellikle; akıl yürütme ve doğal duyguları kontrol etme gibi işlevleri olan “neokorteks” oluşumu artık tamamlanmıştır. İnsanlaşmak için, doğal-animal duyguları insani değerlerle kontrol etmek şarttır. Bu nedenle insanlaşmak ancak yetişkinlikle mümkündür. İnsanlaşma, soyut düşünme ile olur. Soyut düşünemeyen kişi, insanlaşamaz.

 

Unutmamak gerekir ki, insan demek; somut maddi beyne, monte edilen insanın kendi ürünü soyut fikir ve bilgiden oluşan “antimadde”dir.

 

İnsan beyni, tam insan olabilmesi için; yetişkinlik yaşı olan 20 yaşına kadar, beynin geçirdiği 5 düşünme evresinde en az 30 çeşit düşünme biçimini öğrenmesi ve uygulaması gerekir. Bu düşünme biçimlerinin her birinin kendisine özgü özellikleri vardır.  Her biri, ardışık biçimde bir sonrakini üretir. Herkes, insan olabilmesi için bu düşünme evrelerini yaşamalıdır. Bu evrelerde bu düşünmeleri yaşamayan beyin, yetişkinlikte çocuk kalır. İnsanın çocukluk evresi, animallık evresidir. Çünkü biyolojik beyin ve vücut animaldır. İnsan denilen soyut varlık işte bu somut beyin içerisine iskan edilmiştir. Yetişkin yaşında olduğu halde çocukluk evresinde kalmış tam insanlaşamayan kişi, felsefeye göre; hayvan ile insan arasında kalmış “yetişkin çocuk” olan “araform insan” sayılır.

 

 Kendine Yatırım Yapmak

“İnsanlığın, paradöner değil, paratoner insanlara ihtiyacı vardır.”

 

İnsanlaşabilmek için kişinin, kendisine insani yatırım yapması zorunludur. İnsani yatırım, zihni işlemekle mümkündür. İnsanlaşmamış kişi, kendisini sevmesini bilmez. Maddeyi ve parayı sever. O kişi “paramerkezci”dir. Zenginleştikçe sürekli yaptığı iş, temel ihtiyaçlarının daha pahalısını almak oluyor. Fakat zihinsel medeniyet düzeyi artmadığı için bu ev ve arabalarda sadece karı-koca kavgaları pahalılaşır. Parası nedeniyle asortik oluyor, ama üst tabaka kültürü olmadığı için aristokrat (soylu) hayat yaşayamıyor. Pahalı evini ve arabasını hala ayak tabakası kafası ile kullanıyor. Soylu olmak, ekonomik düzeyle medeniyet düzeyinin paralel artmasıyla olur. Ekonomik düzeyi yüksek olup medeniyet düzeyi düşük olan kişi “maganda” oluyor. Maganda; giyimi kuşamı yerinde olmakla birlikte yontulmamış, görgüsüz, kaba saba kimsedir. Bir ülkenin zengin tabakasının maganda olması o ülke için en büyük şansızlıktır.

 

Zihinsel medeniyet kalite düzeyini yükseltmek için zihnine harcama yapacaksın. Zihin kalitesi, çağdaş insani düşünme düzeyi ve biçimleri ile oluşmak için harcamakla olur. Yoksa ömrü, sürekli sadece yiyecek, konut ve araç gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakla geçer. Yetişkin kesiminde “çocukluğun” egemen olduğu toplumda her şeyden şikayet bitmeyecek ve hiçbir zaman insanca yaşam yaşanamayacaktır.

 

“Kişilerin hafızaları 0-2 yaş anılarını hatırlamazlar. Ama babaların hafızaları, çocuklarının hep 0-2 yaşlarını hatırlarlar.”

 

Ülkelerin akademisyenleri, kendi toplumları üzerinde alan (area) ve vaka (case) çalışmaları yaparak toplumlarının zihinsel yapılarını tanıyıp toplumlarına faydaları oluyor. Bizim ülkenin de özellikle nöroloji, psikoloji ve psikiyatri akademisyenleri, toplumumuz üzerinde benzer çalışmaları yapmalıdırlar. Hatta bu çalışmaları yapmak onlara zorunlu kılınmalıdır. Mesela; tarikat, cemaat, şeyh ve siyasal lidere mensup olmanın nedenlerini araştırmalıdırlar. Tabi bunu yapabilmeleri için “genel felsefe” ve ama özellikle “nörofelsefe” bilmelidirler. Bu haliyle bu akademisyenlerimizin toplumumuza ne faydaları var? Onlar da sadece alacakları maaşı düşünmekle “çocuk yetişkin” olduklarını ortaya koyuyorlar. Ayrıca, bu akademisyenler, her geçen gün alanlarından sapıp güvenli liman gördükleri “sağlıklı beslenme” alanına kayıyorlar. Bu alanda da kendilerinin bir vaka ve alan çalışmaları yoktur. Yabancı bilimadamlarının küresel çapta onlarca yıl süren on binlerce hatta yüz binlerce denek üzerinde yaptıkları çalışmalarının sonuçlarını kendi milletine yarım yamalak anlatmak, sömürmek oluyor.

Şimdi bir ülke düşünün, tahsilsiz kesimi “dua ürünleri”, tahsilli kesimi ise meyve, sebze ve baharat gibi “doğa ürünleri” satıyor. Yani kesimler arasında fark yoktur. Aynı şeyin değişik versiyonu vardır. İki ürün de kendilerinin değil, başkalarının ürünleridir. Yani hazır ürünlerin “esnaflığını”, “işportacılığını” ve orman döneminin “avcı-toplayıcılığını” çağımızda yapmaktır. Bunları sadece kendi milletine satabiliyorlar. Bunları satın alacak dünya üzerinde başka bir millet de yoktur. Kendi milletine dahi satabilecekleri kendi ürünleri yoktur. Başka milletlere satabilecekleri hiçbir ürünleri yoktur.  Neden? Neden bunun nedeni üzerinde düşünmüyoruz?

Tarih boyunca, insanlık “çocuk yetişkin” yetkili kişilerden çok çekmiştir. Bu kişiler, tarihe geçememiş tarihe gömülmüşlerdir.  Ama bugünün çağdaş toplumları, bu engeli düşünür ve filozoflar sayesinde aşmışlardır. Fakat çağdışı kalmış toplumlar, filozof ve düşünürleri olmadığı için bu engeli aşamama  büyük problemini halen yaşıyorlar. Medyada hep çocuk-yetişkine hitap eden kişi ve programlara imkan tanınırken, yetişkin kişinin yaptığı bilimsel, felsefi ve eleştirel programlar engellenmektedir. Onlar, ülkeyi kişisel haksız kazanç ganimet yapma hedeflerine ulaşmakta ama olan topluma olmaktadır. Bu kişiler de kesinlikle tarihe gömüleceklerdir.

 

Bilim ve felsefeyi engelleyen büyük imparator olan kralların ve büyük savaşlar kazanan komutanların hiçbirinin adı bilinmiyor, ama tarih boyunca ve halen ismi yaşatılmayan hiçbir filozof ve bilim adamı yoktur.

 

“Fikir (idea) ve görüş (opinion) farklı şeylerdir ve üretim usulleri farklıdır.”

 

Fikir; sistemli düşünmenin ürettiği üründür.

Görüş; sistemsiz kestirme ile üretilen yargıdır.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.