BİZLER

 

BİZLER

Bin Yıl Öncesinden Öncesinde Kalmak

Özellikle İslami konularda, bin yıl önceki alimleri referans göstermek zorunda görürüz kendimizi. Neden bir şeyi referans alabilmemiz için, üzerinden bin yıl geçmesi gerekiyor? Bu durumu felsefi irdeleyelim: Söylendiği zamandaki insanlar onu anlayamıyorlar. Çünkü onlar da, bin yıl düşünme işlemi yapmamış kişilerdi. Halbuki bin yıl önce söylenen söz, bin yıl önceki düzeyde söylenmiştir. Yani bin yıl önce söylenen bir sözü, bizler ancak bin yıl sonra mı anlayabilir düzeye gelebiliyoruz? Yani biz, bin yıl sonra, ancak bin yıl öncesinin öncesindeki akıl çapına gelebiliyoruz. Yani düşünme işlemi yapmaksızın, akıl çapımız kendiliğinden ancak bu kadar genişliyor. Evet öyledir. Bizler, hakikaten bin yıldır düşünme işlemi yapmadığımızdan akıl çapımız, bin yıl öncesinde düşünenlerden de daha dardır. Bin yıldır düşünme yapmadığımız ortaya çıkıyor. Düşünme işlemi yapılsa akıl çapı genişler.

 

“Düşünme işlemi yapmaksızın akıl çapı genişlemez.”

 

Profesör

Profesörlük, bir ülke kafasının en üst katmanıdır. Fakat televizyonlarda konuşan profesörlerin akıl çapının 10 yaşındaki çocuğunki ile aynı olduğu ortaya çıkıyor. Yani ilkokul dördüncü sınıf çapı. Avam tabakasına hitap etmeyi hedefliyor. Ancak bu düzeydeki avam tabakasına hitap ediyorlar ve edebiliyorlar. Kafa katmanına hitap edemiyorlar. Avam tabaka ile aralarında bilgi ve dil uyumsuzluğu yok. Özellikle ilahiyat profesörleri, çıtalarını tamamen cahil ve avam gördükleri şeyhlere, müritlere ve cami cemaati düzeyine hedefleyebiliyorlar.

 

Hakikaten profesör olana kadar toplam on saat sistematik beşeri düşünme işlemi ve kuram üretme istenmediğinden, akıl çapı, eğer kişisel çaba harcanmazsa, çocukluktaki çapta kalıyor. Yapılan iş, başkasının ürününü taşıyan tır şöföründen farksız olarak, sadece başkalarının bilgi ürünlerini, kes-yapıştır yaparak hafızayla nakliyecilikten başka bir şey olmuyor. Hafıza ile değil, zihinle iş yapmak gerekir. Hafıza depo, zihin imalathanedir.

 

Allah’ın Düzeyi

Bir akademik kafa katmanı düşünün ki; günümüzden bir milyon yıl sonraki insanlığın akıl çapının dahi Allah’ın son düzeyi olamayacakken, hele bugünden bin beş yüz yıl önceki insanlığın akıl çapının Allah’ın son düzeyi hiç olamayacağı mantığına zihinsel olarak ulaşamamıştır. Bir ülke için, kafa katmanının bu dar akıl çapında olması çok vahimdir.

 

Sonuçta, kendi alanında bir tane “komple teori”si olmayan kişilerin, başka alanlarda onlarca “komplo teori”leri var. Bu nasıl bir iştir? Bu ülkeye yazıktır! Batı’da profesör, ne komplo teorisi üretebilir ne de avam tabakasına hitap edebilir, edemez. Çünkü aralarında bilgi, akıl çapı farkı ve dil uyumsuzluğu vardır. Orada profesör olabilmek için, yıllarca, günde on saat okuma ve düşünme işlemi yapmak isteniyor.

 

“Profesör, kendi çıta yüksekliğini, avam düzeyine hedefliyor.”

 

Bir profesör Diyanet Başkanı, yapması gereken kafasal teori üretememe acziyetini, eğitimsiz kişinin dahi Allah vergisi bedenle ve ağızla icra edebildiği bayram ve Cuma namazı kıldırmak, hutbe okumak, dua yapmakla övünerek telafi ediyor. Söyledikleri, avamın bildiğinden ve anladığından farklı değildir. Profesör; pratisyen değil, teorisyendir.

 

Düz Kontak ve Çapraz Kontak Beyin

Beyin, çalıştırılması bakımından iki çeşittir. Beyin, nöronların birbirleriyle bağ yani kontak kurdurularak çalışır. Düz kontak beyin; tek boyutlu okumayla çalışır. Bu okumada milyarlarca nöron düz kontak yaparak çalışır. Bu durumda milyarlarca nöron bağ kurar.

 

Çapraz kontak beyin; zıt yani çok boyutlu okumalarla çalışır. Bu durumda trilyonlarca nöron birbirleriyle çapraz bağ kurar. Milyarlarca bağ kuran düz kontak beyin, trilyonlarca bağ kuran çapraz kontak beyinle baş edemez.

 

O nedenle sadece dinsel, ya da sadece dinsizsel tek boyutlu okuma değil, her ikisini içeren okuma yapmak gerekir. Hatta ders çalışmada dahi, aynı konuyu değişik kitaplardan okumak gerekir. “O nedenle toplumuna; sadece dinsel veya sadece dinsizsel okuma yapmayı dayatanlar ona aynı kötülüğü yapıyorlar.”

 

İnsanlığın Hedefi

İnsanlık, 2 Ağustos 2048 tarihinde, 55 milyon km. uzaktaki Mars’a ilk inişi planlamış.

 

Elinoğlu yaptığı dijital “Optik Teleskop” ile, uzayda milyarlarca km. uzaklıktaki, sinek dahil, bütün malzemeyi izliyor. Elin oğlu, dijital teknolojiyi, uzaydaki galaksilerle boğuşmak için kullanırken, biz neredeyiz şimdi? 2048’te nerede olabiliriz? Şu anki durumumuz, 2048’te nerede olabiliceğimizin göstergesidir.

 

Uzay Madenleri

İnsanlık, bugün teleskoplarla, uzayda milyarlarca km. uzaktaki göktaşı, meteor ve yıldız gibi malzemelerin içerdikleri madenleri tespit ediyor. Hatta sönen yıldızlar var. İşte bunlardan istediklerini kullanabilir aşamaya gelmiştir.

 

Dünyanın madenleri en fazla 5 milyar yıllıktır. Ama uzaydakiler 15 milyar yıllıktır. Bu madenlerden üreteceği malzemeyi satmayacaklardır. Bu nedenle bizler, o ürünlere sahip olamayacağızdır. Satsalar, biz de satın alsak bile, aynısını üretemeyeceğizdir. Çünkü o madenleri uzaydan getiremeyeceğiz. Şimdi dünya madenleriyle ürettiği malzemeleri satıyorlar ve biz de satın alıp onlara sahip olabiliyor ve dünya madenleri ile onları üretebiliyoruz.

 

Tespitimize göre, uzaydan getirecekleri madenleri, “yapay zihin” üretmede kullanacaklar. İnsanlık şimdi “yapay zeka” üretiyor ama asıl hedefi, “yapay zihin” ve “yapay akıl” üretmektir. Çünkü zeka fikir ve bilgi üretmez, fikir ve bilgiyi zihin ve akıl üretir. Uzaydaki madenlerin bunları üretmede uygun olduğu görülüyor.

 

Müslümanlar

Müslümanlar, düşünme işlemi bakımından geçmişte kalmışlar, bugüne gelememişlerdir. Hem geçmişte kalmak hem de insanlığın, düşünme işlemiyle ürettiği bugünün nimetlerinden yararlanmak istiyorlar. Ama artık böyle yaşamaya müsaade edilmeyecektir. Müslümanlar, geçmişte kalmalarını, Allah’ı ve Kuran’ı satarak telafi etmeye ve meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Boşuna uğraşıdır. Hala akıllanamadık.  Dünyadan ilk ayıklanacak kesim, maalesef Müslümanlardır. Bizden söylemesi!

 

Türkiye

Maalesef Türkiye de, o düzeyde olmak istiyor ve o düzeydeki Müslümanların çizgisinde yaşamak istiyor. Onlarla düşüp kalkıyor. Kendisini o düzeyde görüyor ne yazık ki! Türkiye’nin gerçek düzeyi bu değildir. Türkiye’yi bu düzeyde sanmak, yanılgıdır, geçicidir, sürdürülebilir değildir.

 

Atatürk

Halbuki Türkiye, Atatürk’ün zihinsel çağdaşlaşma operasyonundan geçme nimetini tatmış bir ülkedir. Türkiye’nin, hem Türkiye’yi hem de Müslümanları çağdaş çizgiye getirme sorumluluğu vardır. Allah, bu sorumluluğu, Atatürk’ü bu millete göndermekle vermiştir. Ama Türkiye, zor gördüğü ve asırlardır yapmadığı, yapmamayı ve Atatürk’e saldırmayı sanal dini söylemlerle meşrulaştırmaya çalıştığı düşünme işlemini yapmaktan kaçınarak sorumluluğunu yerine getirmiyor.

Bütün Müslümanların vebali, Türkiye üzerindedir.

 

Çav Bella-Ezan Kavgası

Şu andaki durumumuz: Uğraştığımız işlere bakınız! Çocukluk! Dijital icatları, minarelerde ezan, sela, tekbir, selavat ile mi, yoksa “Çav Bella” ile mi ağızla bağırarak, tamamen kişisel çıkarlar nedeniyle, ülkemizi yemek amacıyla, birbirlerimizle boğuşmak için kullanmanın kavgasındayız. Elinoğlu uzayda trilyonlarca galaksiler üzerinde egemenlik kurmaya çalışırken biz, ülkemizde birbirimize karşı egemenlik kurma kavgasıyla meşgulüz hala. Devam edelim! Allah akıl fikir versin.

 

Bizim geleneğimizde saygı göstermek ayağa kalkmakla olur. Bir büyüğümüz geldiğinde ayağa kalkarız. Hatta İstiklal Marşını ayakta dinleriz. Peki ezan okunurken ayağa kalkmayan kişinin ezana gerçek saygısından söz edilebilir mi? Ezanın içinde bulunan Allah ve Peygamber isimlerini duyduğunda ayağa kalkmayan kişinin, ezana saygısızlık yaygarası, teolojik değil, ekonomik ve politik çıkar nedeniyledir.

 

Bu arada şu gerçeği söylemek gerekir: Ezan ve selaların böyle aşırı siyasal tahakküm amaçlı okunuş biçimi, hayra alamet değildir. Hadis-i Şerif: “Her şey, haddini aşınca, zıddını doğurur. (Küllü şey’in iza tecâveze haddehu, yuvellidu zıddehu).”

 

Uzay Madenleri

Basında haber: “ABD Başkanı Trump, uzay kaynaklarının kullanımına izin veren kararnameyi imzaladı. Kararname, uzaydaki su ve maden kaynaklarının özel şirketler ve şahıslarca kullanımına izin veriyor.” 07.04.2020

 

“İnsanlık, uzaydaki yıldızların da huzurunu bozabilecek aşamaya gelmiştir.”

 

Madenler, uzayda nereden temin edilecektir? İnsanlık, hastanelerdeki MR cihazında uzaydaki manyetik gücün 30 bin katını kullanıyor. İnsanlık, yönettiği bu manyetik gücü kullanarak, istediği göktaşını istediği yere çekim gücü ile çekerek getiriyor. Nitekim uzayda her gün ipini koparıp serseri mayın gibi dolaşan binlerce meteor vardır. Bunların dünyaya çarpması, manyetik güç kullanılarak oluşturulan çekim gücü ile önleniyor. Madenlerini kullanacakları göktaşlarını da dünyaya düşürüyorlar.

Biz bunun neresindeyiz?

 

Bakınız Kuran’da şöyle bir ayet vardır: “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, göğe ve yerküreye, “İsteyerek veya istemeyerek, geliniz!” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik,” dediler.” Fussilet, 11. Bu ayetin içeriği, kısmen farklı şekilde de olsa, Tevrat’ta vardır. Müslümanlar, bu gibi ayetlere fantezi olsun, işi Allah yapacak ve kendisine iş çıkmayacak diye inanırlar. Ama insanlık öyle değildir. İnsanlık, kendisine iş çıkarmak için bunlara inanır ve bu dünyadaki böyle hedeflerini Tevrat’a koymuştur. İşte şimdi bu hedefi, manyetik gücü kullanarak göktaşlarına uygulayıp gerçekleştirmektedir.

 

Tabi bunu yapabilmesi için önce, manyetik gücü üretebilmek, onu kontrol edebilmek ve yönetebilmek için gereken bilimi üreterek halletmiştir. Biz bu işin neresindeyiz?

 

Bakınız! Felsefe yoksa bilim de yoktur. Felsefe, bilimin gittiği yolu açan dozerdir. O nedenle öncelikle çağdaş düzeyde felsefe yapmayı öğrenmemiz şarttır. O nedenle Türkiye, bir an önce “Felsefe Üniversitesi” kurması şarttır. Diğeri, lafı güzaftır.

 

“İnsanlık bugün uzaya gidebiliyorsa, beş asır önce, 28 yaşında bu fikirleri üreten ve öldürülen Giordano Bruno gibi şahsiyetler sayesindedir. Bizden böyle bir kimse var mı bu piyasada?”

 

“Biz, ülkemizi yemek için “kimse yok mu” ile meşgulüzdür.”

 

 

Kitap

 

Edward B. Tylor (1832-1917)

Kitabı: “İlkel Kültür” 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.