KLASİK KAPİTALİZM AHLAKI

 

Vahşi Kapitalizm

Vahşilik; insani değerleri uygunsuzluk demektir. İnsani değerler, insanlığın akıl çapının gelişmesiyle orantılı olarak gelişmekte ve her çağda değişmektedirler. Bir önceki akıl çapına göre insani olmak, bir sonraki akıl çapının gelişmişliği nazarında vahşi kalabiliyor. Klasik kapitalizm; çağımızda vahşi kalmaktadır. Vahşi kalması; ortaçağın Hristiyanlık, feodalizm ve ekonomik emperyalizminin sömürü zihniyeti, bireysizlik ve eşitliksizci ahlaki değerlerini içermesi gibi, çağımızın insani değerleriyle ve insan tanımıyla uyumsuz kalmasındandır. Çağımız öncesinde vahşi sayılmıyordu, çünkü o dönemin insan tanımıyla ve insani değerlerin düzeyiyle uyumluydu. Vahşi Kapitalizm; “Ne olursa olsun daha fazla kâr etmek,” ilkesidir, gelir dağılımı adaletsizliğidir ki çağımızda bu düşünceye yer yoktur.

 

“Bir dönemin insani değerleri, aynı zamanda o dönemin insan tanımıdır.”

 

Protestan Ahlakı

Temelini, Kalvin’e dayandırarak Max Weber (1864-1920)’in formüle ettiği, “Asketik (Zühd) Protestanlık Ahlakın”dan alınan Klasik Kapitalizm ahlakı şudur: Çok çalışmak, çok kazanmak, az harcamak, yatırıma dönüştürmek, sürekli üretmektir.

 

Kapitalizm ahlakının formüle edildiği dönem, burjuvazik ekonomik emperyalizmin egemen olduğu dönemdir. O nedenle bu ahlak, burjuvaziden öğe olan sömürüyü içermektedir. Çünkü az harcayıp yatırım yapmak kapitalizmin, ama kişisel zengin olmak için çok kazanma ilkesi burjuvazi zihniyetinin idi. Karma bir ahlak olduğu görülüyor. Kapitalizmde çok kazanmanın nedeni, kişisel zengin olmak değil, kurumsal büyümektir.

 

“Burjuvazi para kazanmak için iş yapar, kapitalizm iş yapmak için para kazanır.”

 

Kapitalizm ahlakı;  Hristiyanlık’tan da öğeler içeriyordu. Kalvin, her ne kadar filozof idiyse de, aynı zamanda dinadamıydı ve ahlakında Hristiyanlığın ahlakı ağır basmaktaydı. Toplum düzeninin ve yönetiminin, Hristiyanlık’ın özüne uygun olması görüşünü savunuyordu. Bu ahlak, dinselliğin eşitsizci öğelerini taşır; çok kazanmayı ahlaklılık olarak görmesi, bazılarının az kazanacaklarından eşitsizliği de ahlakilik olarak görmesidir.

 

“Klasik kapitalizm ahlakı, çağımızın ahlakıyla ve insani değerleriyle uyumlu değildir.”

 

“Türkiye’de bir asır, kapitalizmin din ile uyumlu olduğu propagandası, bir asır sonra ülkeyi haksız yemeyi doğurdu.”

 

Çağdaş Kapitalizmin ahlakını anlayabilmek için, çağdaş ahlakı anlayabilmek gerekir. Bunu anlayabilmek için ise, Klasik kapitalizm ahlakının içinden çıktığı ve çağımız öncesinde egemen olan geleneksel-tanrısal ahlakı özetleyelim.

 

GELENEKSEL-TANRISAL AHLAK

“Geleneksel-tanrısal ahlak; insanın ve insanlığın çocukluk evresi ahlakıdır.”

 

“Geleneksel-Tanrısal ahlak”; insanlığın,, başından beri ürettiği ve MÖ. 10.000’lerden itibaren, Mezopotamya’da tanrısal düşünüş biçimine ulaştığı dönemde formüle etmeye başladığı ahlaktır. İnsanın insanlaşmakta; “antropomorf” ve “antropofor” olduğu dönemin ahlakıdır.

 

“Geleneksel-tanrısal ahlaka göre; güya Tanrı’nın tek meselesi, insanların ahlakıdır.”

Ahlakın Tanrı ile İlintilenişi

Ahlakın tanrı ile ilintilenişi, antikitedeki küçük skalalı ilk toplulukların anlayışı tarafından yapılmıştır. İnsanlığın icadından beri, insani hayatın sağlanması için önemli ve etkili olmuştur. Antikçağ’dan sonra, Hıristiyanlığın, Batı’da yükselişiyle, ahlakın kaynağının ilahi oluşu anlayışı, zirveye çıkarılmıştır. Bu ahlak anlayışı, çağımıza kadar sürmüştür.

 

“Çağlara göre ve halen de ahlaklılık değişiklik gösterir.”

 

Geleneksel-Tanrısal Ahlakın Değişim Başlangıcı

Rönesans ve Hümanizm sayesinde, 15. yüzyıldan itibaren, bu geleneksel Tanrı merkezli ahlak anlayışından kaymalar başlar. Bunun izleri, 16. asır boyunca Michel Montaigne (1533-1592), Pierre Charron (1541-1603) Giordano Bruno (1548-1600) ve Tommasso Campanella (1568-1639)’nın ütopik eseri Güneş Ülkesi”inde görülür. Bu kişiler, dogmatik Tanrısal ahlaka karşı çıkarlar ve Tanrı kaynaklı ahlak aşılmaya başlar. Daha sonraki dönemlerde birçok yazar ve düşünürün eserlerinde ahlak, Tanrı, din ve dogmadan soyutlanır. MÖ. binden  itibaren doğan ilk felsefe ile ortaya konan; akla dayalı etik anlayışı tekrar yükselişe geçer. Dinsel ve tanrısal ahlak demek, geçmişin ahlakı demektir. Geçmişte her şeye din ve tanrı adı veriliyordu, çünkü düşünme biçimi tanrısal ve dinsel idi ve başkaca kavram yoktu.

 

“Çağımızda ahlak, teolojik bir kurum olmaktan çıkmış, sosyolojik bir kurum olmuştur.”

 

Özellikle semitik dinler, insanın vahşiliğini giderememişler, bilakis arttırmışlardır.  Acımasız ve mutlak vahşiliği, siyasal ve askeri gücü olan papalar, özellikle düşünürlere ve biliminsanlarına, asırlar boyu taviz vermeksizin hatta dozajını artırarak, uygulamışlardır. Engizisyon Mahkemesinin vahşi zulümlerini okumak gerekir.

 

 

GELENEKSEL-TANRISAL AHLAKIN ÖZELLİKLERİ

“Dinler; insanlarda bulunmayan ve ihtiyaçları olmayan bir konuyu sorun olarak üretir, sonra ona sanal çözümler üreterek, satılabilecek devasa literatür malzeme üretir.”

 

Geleneksel-tanrısal ahlakın mahiyetini anlamak amacıyla bazı özellikleri hakkında teknik bilgi vereceğiz. Teknik bilgi olmaksızın, olup-biten olayları anlayamayız.

 

Grupsaldır, Evrensel Değildir

Tanrısal ahlak, dine dayalı grupsaldır; enternasyonal ve evrensel değildir. Bu nedenle bütün insanlar için geçerli değildir. Kendi mensuplarına ayrı, başkalarına ayrı ahlakı vardır. İyilik kendi istediği kişilere yapılır, istemediği kişilere yapılmaz. Kendi mensuplarına yapılmasını yasakladığı söz ve filleri başkalarına yapmayı mubah görür. Din gerekçesiyle başkalarına ahlaksız davranmayı meşrulaştırır. Mensuplarının malını çalmak kötü, başkalarının malını almak ganimettir ve iyidir.

 

Kuran: “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar; inkârcılara karşı şiddetli, birbirlerine karşı ise merhametlidirler.” (Fetih, 29)

 

Ayrımcılık

Tanrısal ahlakın egemenliğinde ayrımcılık yapmak kaçınılmazdır. Çünkü karakteri gereği, Tanrı ekseninde ayrımcılık üzerine kuruludur. Bu nedenle, Tanrıya dayalı ayrımcı davranmak ahlakidir. Daha başında, tanrı konusunda ayrımcıdır. Kendi tanrısını diğerlerinden ayırır. Kendi tanrısı en üstün ve en doğru tanrıdır. Diğer tanrılar tam tersidir. Kutsal ile kutsal olmayan ayrımcılığı yapar. Kutsal olmayanın değeri yoktur, yok edilebilir. Tanrısal olan şey, değersiz ve yanlış da olsa değerli ve doğrudur. Bu nedenle insanın bulduğu ve ürettiği doğruların, fikirlerin, değerlerin değeri yoktur. Çağımız ahlak anlayışında ise insanlar arasında ayrım yapmaksızın ahlaki değerler herkese aynı şekilde uygulanmalıdır. Dolayısıyla Tanrısal ahlak aşılmaksızın, insanlar arasında ayrımcılığı aşmak imkansızdır.

 

İnanç

Tanrısal ahlak, her davranışa, insanların tanımladıkları inanç açısından bakar. İnanç, en üstün şeydir, o inanca sahip olan kişi, ahlaksızlık da yapsa en üstündür. Dolayısıyla ahlaklılık, ya da kurtuluş (felah), dini görevleri yerine getirmeye ya da ahlaklı davranmaya değil, inanmaya dayalıdır. İnanıyorsa günah işlemesi, kişiyi dinden çıkarmaz anlayışı. İnanç her şeyi affeder, çünkü insandaki tek öznel iyilik odur. Dinde en büyük emir, “inan!”dır. İnançla etik arasında doğal ve kalıcı bir bağ yoktur. Tam tersine inancın doğasında etiğe ters düşmek yatar. Çünkü inançlı olmayan kişiye kötü ve şiddetli davranmak görevi vardır.

 

Kâr-Zarar

Tanrısal ahlak; insanın doğal duygular (emotions)ına hitap eder. Yani korku ve umut, kâr ve zarar duygularıdır. İnsanın insani duygular (sensations)ına hitap etmez. Kazanç ve kayıptan oluşan doğal duygusal düşünmeyi ve davranmayı öğretir.

 

Çıkarcılık

İnsanı çıkarına dayalı kestirmeci ve haksız kazanççı yapar. Düşünerek hareket etme yetisinin gelişmesine engel olur. Düşünlerle değil, duygularla hareket eden özneler yetiştirir. Karşılık almak üzerine kurulu olduğundan çıkarcıdır ve kişiyi çıkarcı yapar. Karşılık almaksızın hiçbir şey yapmaz. Bu nedenle tek boyutlu doğal düşünerek hareket eder. Çıkarına aykırı olacak insani değerlerle düşünerek davranış göstermez. Bu nedenle, trafikte yol çalayım düşüncesiyle hareket eder; trenin altında kalır, canından olur. Sahte yiyecek satar. Yolsuzluk yapar, vs..

 

Yapılacak iyiliği, karşılığını mutlaka Tanrı vereceği düşüncesiyle, yapar. Tanrı’nın ücret ödemeyeceği iyiliği yapmaz. “Tanrı razı olsun,” cümlesi nedeniyle iyilik yapmak, iyilik yapılan kişinin kişiliğini yok saymaktır. Onun kişiliğinden dolayı değil, Tanrının kişiliğinden dolayı ona iyilik yapılmış olur. Mesela, “Sadakam olsun” düşüncesiyle bir hayvana yiyecek verildiğinde, hayvanın kişiliğine saygı nedeniyle değil, Tanrının vereceği ücret nedeniyle yem verilmiş olacaktır. Bu durumlar, kişiyi menfaatçi yapmaktadır.

 

Sigortalı İyilik

Pragmatik ahlak, Semitik Kutsal Kitaplar tarafından da aynen kullanılmıştır. Fakat bu kitaplarda, karşılığı vermeyi Tanrı’nın üzerine atılmıştır. Mesela “Tanrı rızası” için bir iyilik yapmak demek, karşılığını vermeyi Tanrı’ya yüklemektir. Bundaki karşılık almak sanısı, kesindir. Çünkü kendisine bir şey verilen muhtaç kişinin, karşılığı vermesinin imkansız olması nedeniyle ondan bir karşılık alınamayacağı bellidir. Ama karşılığı Tanrı’nın vereceği, en azından düşüncede garantidir. Buna, “sigortalı iyilik” adı verilir. Dinsel ahlakta, muhtaç kişilerin, muhtaç olmayan kişiler tarafından muhtaçlığını istismar vardır. Dolayısıyla muhtaç olmayan kişiler, ahlaklı olabilmeleri için muhtaçlığın sürekli sürdürülmesi gerekir.

 

“Dinler; sanal suçlar üretirler, onları affettirmeleri için insanlara çözümler sunarlar.”

 

Dışsalcılık

Tanrı faktörüne dayalı dışsalcıdır. “İyilik” ve “kötülük” kavramları, Tanrı istediği için ve istediği şekilde belirlenir. Dış faktör olan Tanrı istediği için ahlaklı olunur. Kişisel ahlaki hasletleri, kendi çıkarları ve hedefleri doğrultusunda uygular. Kişiyi, kar ve zarar düşüncesiyle ahlaklı yapar. Dış faktörle ahlaklı yapmak, ahlakın, içselleştirilmesini önler.

 

Tanrı Korkusu

Ahlaklı yapmada, dış faktör olarak; Tanrı ödülü yanında Tanrı korkusu otoritesi aracını kullanır. Sürekli bu dışsal araç, kişinin ahlakilikle içsel oluşmasını önlüyor. Bir kişi, “Allah’tan korkmasam çok kötülükler yaparım, beni kötülük yapmaktan Allah korkusu önlüyor,” dediğinde, aslında kendisinin çok kötü bir olduğunu söylüyordur. Kötü insandan iyi davranışlar beklenemez. Kötü insanın yapacağı iyi şeyler de kötü olma vasfını taşıyacaktır. Bir kişi kötü ise, yapacağı birkaç iyiliğin kıymeti yoktur. Bir kişi iyi ise, yapacağı birkaç kötülüğün de önemi yoktur. Önemli olan şey, omurganın, karakterin ve kişiliğin düzgün, erdemli olmasıdır.

 

Organoleptik

Organoleptik kişilere hitap eder. Dış faktörlerin, kişinin duyu organlarını etkilemeleri ile ahlaklı ya da ahlaksız olmaktır. Mesela açık kadın görmesi, kişiyi, kendisini insanilik iç faktörüyle yönetemeyip, ahlaksızlık yapmaya götürmesidir. Kendisinin olmayan parayı görünce, dayanamayıp çalmasıdır. Böyle kişi, organoleptik kişidir. Tıpkı canlıların, doğa olaylarının duyu organlarını etkilemesiyle hareket etmeleri gibidir. Mesela horoz, güneşi görünce öter. Erkeğin günah işlemesine, çıplak kadını gerekçe gösteren kişi, organoleptiktir. Organoleptik kişiden ahlaklı insan olmaz.

 

Pragmatist (Faydacı) Ahlak

Ver Gülüm, Al Gülüm Ahlakı

Tanrısal ahlak; karşılıklı çıkara dayalı pragmatik; faydacı pratik sonuçları yeğleme ahlakıdır. Felsefenin ortaya çıktığı MÖ. 5. asırda; Sokrates, Aristo ve Eflatun gibi filozoflar tarafından bu ahlaka bir müdahale yapılmıştır. Fakat dinsel ahlak 18. asra kadar, Kant’ın “deontolojik (ödev)” ahlakı çıkana kadar egemen olmuştur. Deontolojik ahlak; bir eylemin, faydalı sonuçları nedeniyle değil, insan olmanın gereği “görev” olarak yapılmasıdır. Yani eylemlerin değil, süjenin ahlakiliğini esas alır.

 

Tanrısal Ahlak Eğitimi

Düşünlere Değil, Duygulara Hitap Etmek

Tanrısal ahlak; et, kemik, kimyasal ve hormonlardan oluşan duygulara dayalı bir ahlaktır. Eğitimi; baskı uygulamak amacıyla kişilerin duygularına hitap eder. Kısa vadede kötü bir eylemin icrasını engelleme ve iyi bir eylemin icrasını sağlama amaçlıdır. Fakat ahlakla oluşulmayı sağlamaz. Çünkü düşünlere hitap ederek davranışların motoru olan zihni ahlakilikle oluşturmaz.

 

Duygulara hitap etmek demek, insanın doğal yapısına hitap etmek demektir. Kişileri etkilemede “ceza ve ödül” unsurlarını kullanır. Bu unsurlar, insanda doğuştan var olan kazanmak ve kaybetmek duygularını etkiler. Duygulara hitap ederek anlatım, biyolojik olarak insanın, antropolojik olarak insanlığın çocukluk evresinin eğitim sistemidir. Gerçi bu sistem çocuklara da uygulanmıyor artık. Hele şimdi, yedi yaşındaki çocuğa ahlak anlatma sistemini yetişkinlere de anlatmak tamamen yanlıştır.

 

Negatifçilik ve Pozitifçilik

“İnsanlara ahlaksızlıkları öğreterek ahlaklı yapmaya çalışmak, onları ahlaksız yapar.”

 

Geleneksel-tanrısal ahlak, eğitimini, negatif ahlaksızlıkları anlatmakla yapar. Çünkü onun, ahlaksız insanlara anlatabileceği ahlak bilgisi vardır, ahlaklı insanlara anlatabileceği ahlak bilgisi yoktur. Buna “negatifçilik” adı verilir. Negatifleri bilmek için eğitim almaya gerek yoktur, onlar, gözle görerek ve kulakla duyarak öğrenilirler. Bütün canlılar, negatifleri böyle öğrenirler. Ama bilgi, okuyarak öğrenilir. Negatifçilerin, kendi zihinsel ürünü paradigmaları yoktur. Malzemeleri, başkalarının pratik eylemleridir. İnsanlara ahlaksızlıkları anlatarak ahlak öğretmek, insanların akıllarında bulunmayan ahlaksızlıkları akıllarına getirmek ve sokmaktır. Bu ahlaksızlıkları öğrenen insanlar, bunları denemeye bakıyorlar.

 

Ahlak ve Etik

Tanrısal ahlak, davranışçıdır; ahlaki olan ve olmayan davranışları tek tek sıralar. Neden öyle olduklarını söylemez. Yani düşünme yoktur. Davranışları, gerçekliklerini bulmak için tetkik etmez. Mesela, “Yardım etmek iyidir,” der, ama iyi olduğunun nedenini, iyi olması için neler gerektiğini söylemez. Bu durumda, kötü sonuçlar doğuran yardımlar da yapılabilir. Etik ise; ahlakiliğin pratik davranışlarını değil, değerlerinin teorik paradigmasını ortaya koyar.

 

Tanrısal-Pragmatist Ahlakın Sonu

Tanrısal ahlak, insanlığın çocukluk evresinin ahlakı idi. İnsanlığın erginlik ve üstü aşamaya geçtiği çağımızda bu ahlak eğitimi geçersiz kalmıştır. Çünkü insanlık artık şu düşünsel aşamaya gelmiştir: Menfaatçi, faydacı insan ahlaklı olamaz. Ahlaklı birinin, faydacı ve faydacı birinin ahlaklı olduğu görülmemiştir. Mantık disiplininin, “üçüncü halin olanaksızlığı” ilkesi gereği, insan ikisinden biri olabilir, aynı anda ikisi olamaz ve olması, çelişki (nonsequitur, absürd, antinomi)dir.

 

“Çağımızda, hala geleneksel ahlak anlatmak, geçmişte kalınmışlığın göstergesidir.”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.