BİREYSEL DEĞİŞİM

 

 “Değişmemenin tek sebebi, düşünmemektir.” M. Aurelius (121-180)

Bireysel Bilincin Oluşumu

İnsanın birey olarak bilinci, özellikle 0-6 yaş arasındaki çocukluk evresinde oluşuyor. Bu evrede ona verilen eğitim, yetiştiği ortam, beş duyu organlarıyla beyne giren girdi ve verilerle oluşuyor. Bu bilinç, kişinin, ondan sonraki bütün hayatının jürisi oluyor. Yeni edineceği her şeyi kontrol ediyor ve bu çocukluk bilincine uyduruyor, ona aykırı olanları reddediyor. O nedenle kişinin değişip gelişmesine engel oluyor. Eğer kişinin kendisinin özel çabası olmazsa hayatının sonuna kadar aynı kalıyor. İnsanlık da, milyonlarca yıl önce içinde yaşadığı çocukluk evresinde edindiği bilincini, ancak milyonlarca yıl düşünme uğraşısı vererek, çağımızda değiştirmeyi başlatmayı başarabilmiştir.

 

İnsanlığı Geliştirenler

Kişinin, çocukluğunda edindiği bilinci, başkalarının ürünü olan önceki nesillerin bilincidir. Kişinin kendisinin ürettiği öz bilinci değildir. Önceki nesillerin bilincini değiştiremeyenler, insanlığın gelişimine ayak uyduramaz ve varlıklarını sürdüremezler. İnsanlığı geliştirenler, çocukluklarında edindikleri eski bilinci, kişisel çaba harcayarak değiştirip yeni ve kendisinin öz bilincini inşa edenlerdir. İşte bugün, koronavirüse rağmen bu kişilerin teknolojik icatları sayesinde, hayat kesikliğe uğramıyor ve sürüyor.

 

Bir ülke düşünün ki, kafa katmanı olan akademiyasında dahi, çocukluğunda edinilen bilinci değiştirmeksizin profesör olunabiliniyor. Kişi, profesör oluyor ama bilinci ve akıl çapı hala, 6 yaşında olabiliyor. Ya da 6 yaşındaki bilinç ve akıl çapıyla profesör olabiliyor.

 

“Bir algı düşünün ki, çocukluğunda edindiği eski bilinci değiştirmemekle övünüyor!”

 

Bireysel Değişim

Yeniden Programlanmak

Bütün değişimler beyinde yapılır. Değişim, önce bireyseldir. Bireysel değişim, beynin mevcut programını değiştirmekle olur. Beyin; bilgisayar gibi, ilk kez programlandığı gibi, yeniden programlanma yapılabiliniyor. Çocuk yaşlarda oluşan bilinci değiştirmek mümkündür. Bu değişim; eskiyi bırakmak, yeni tasarım yapmakla olur. Bu işlem de şöyle yapılır: Beyne bir verinin kaydedilmesi, moleküllerin biçimlenmesi ile oluyor. O nedenle daha önce edinilen ve değiştirilmek istenen verileri tekrar etmemek ve pekiştirmemek, onların yerine yeni girdiler vermek gerekir. Moleküller, besin aldığı ve temizlik yaptığı için sürekli yenilenerek çözeltilirler. Bu nedenle eski verileri unuturuz.

 

Bu konu ile ilgili detaylı bilgi edinmek isteyenler, Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ’nin, “Sistematik Düşünme” adlı eseri önerilir.

 

“Çağdaş insanlığın egemen olmadığı yerlerde dik durmanın faturası vardır. Faturasını ödeyebildiğin kadar dik dur!”

 

“Bir ülke düşünün! Ki, tek kişilik gücü var.”

 

FELSEFİ METİN OKUMA USULÜ

“Zihinsel çağda, boş vakitler, fiziksel değil, zihinsel işler yapılarak geçirilir.”

 

Ne Dediği, Nasıl Söylediği

“Filozofun ne dediğini almak için okumak, avcı-toplayıcılıktır. Nasıl söylediğini öğrenmek üreticiliktir.”

 

Sadece bir tane felsefi kitap alalım. Filozofun kim olduğu önemli değildir. İlgilendiğiniz bir konuda da yazılmış olabilir. Sadece bir tane almak. Bunu beş-on kez okuyalım.

 

Birinci okuyuşta; baştan sona kadar üstünkörü okumak. Böylece zihnimizin onunla kontak kurmasını sağlamak. Kontak kurmak çok önemlidir. Arabanın kontağı olmazsa çalışmaz.

 

İkincide; kitabın başından sonuna kadar içerdiği konulara vakıf olmak.

 

Üçüncüde; kitabı anlamak için okumak. Bu amaçla kitapta geçen kelimelerin anlamlarını internetten bakarak öğrenmek. Bu kelimeler, anlamlarını daha önce bildiğimiz kelimeler olabilir. Ama bu kez kitabi tanımlarını öğrenmek. Gündelik hayatta kullandığımız; yürümek, yemek gibi kelimeler de olsa anlamlarına bakılmalıdır. Ayrıca terminolojik kelimelerin anlamlarını daha özenle öğrenmek gerekir. Kitapta geçen filozof ve biliminsanları gibi bütün kişilerin bilgilerine bakmak.

 

Dördüncüde; bütün bilgileri bilerek kitabı anlamak için okumak. Tama yakın anlayana kadar böyle birkaç kez okumak. Kitabın ya da filozofun “ne dediğini” öğrenmiş oluruz.

 

“Filozofun ne dediğinden çok nasıl söylediğini öğrenmek bize lazımdır.”

 

Beşincide; asıl okuma bu olmalıdır. Bu okumada “nasıl söylediği” öğrenilmelidir. Bir kaç kez böyle okuyalım. Böylece bize asıl lazım olan sistematik düşünmenin “nasıl” yapıldığını farkına varmadan, kendiliğinden öğreneceğiz. Kendimiz fikir üretebileceğiz. Her şeyi anlayabilir, anlam yükleyebilir hale geleceğiz. Bundan sonra hayatımız değişecektir; her şeyden zihinsel zevk alabileceğiz.

“Bu işlem tamamlandığında, beynimize sistematik düşünmeyle formatlanışı epeyce hallolmuş olacaktır.”

 

“Düşünmek; bir fikirden bir başka fikir üretmektir.”

 

“Sen, bir kere zihnine düşünme ivmesini ver, gerisini o yapar.”

 

“Düşünme yapmak için dışsal özgürlüğe gerek yoktur. Düşünme zihinde yapılır ve onu hiç kimse görmez. O nedenle kişi, içsel düşünme özgürlüğünü kendisinden almalıdır.”

 

Bu zor olan okumayı, hayatımızda bir kez yapalım, bundan sonraki bütün okumalar çok kolaylaşacaktır. Kişi hayatında bir kez olsun bir zorluğu aşmalıdır. Bu aşmayı ya hayatının başında yapar ya da hayatı boyunca bu eksiklik sürekli karşısına çıkacak, ya sürekli eksikliğini çekecek ya da ileriki yaşlarında onu gidermek zorunda kalacaktır.

“Bundan sonra artık sen, önceki sen değilsin.”

 

“Mevcudun ilerisine geçmek, aklın mevcut çapını genişletmekle olur. Mevcut akıl çapıyla mevcudun ilerisine geçilemez. Akıl çapını geliştirmek, okumak ve üzerinde düşünmekle olur.”

 

Bundan sonra, her şeyi anlayabileceksin, her şeye anlam yükleyebileceksin. İnsan demek; anlam demektir. Bundan sonra her şeyden zihinsel insani zevk alacaksın. İnsan demek; fiziksel değil, zihinsel zevk alan demektir. Animal duygulu (emotional) değil, hümünal duygulu (sensational) olunacaktır. Emotion hormonallik, sensation fikirselliktir.

 

“İnsan demek; anlam, manasal (manevi) demektir.”

“Bir şey öğretilmek istendiğinde kızan kişide cahillik aşağılık kompleksi vardır.”

 

“Eleştirildiğinde kızan kişide hem alimlik üstünlük kompleksi hem de cahillik aşağılık kompleksi vardır.”

 

DUYGU BAĞI

Merhamet

Türkler, Allah’ın diğer sıfatları arasından, en çok “gazap ve rahman” sıfatlarını severler. Bir diğer ifadeyle, Allah’ın bu sıfatlarını en çok sevenler Türklerdir. Çünkü onların milli karakterleri böyledir. Her milletin milli karakteri vardır ve din de olsa, bu karakterlerine uygun olan özellikleri seçer alırlar. Türk milleti, yerine göre çok gazaplıdır ama yerine göre de çok merhametlidir. Zaten felsefeye göre, bu iki zıt duygu birlikte gider. Hatta biri, diğerini üretir. Biri ne kadar çoksa öbürü de ters orantılı olarak o kadar çoktur. Gazabı sayesinde devletler kurabilmiştir, merhameti sayesinde ise insanlarını huzurlu yaşatmıştır.

 

Türk milletinin bu karakteristik duyguları, bireylerde mevcut olmadığı söylenebilir. Ama toplumda “kolektif zihniyet” olarak mevcuttur. Bu zihniyet, eğitim sistemlerinde “akkültürasyon” yapılarak yeni nesillere aktarılmalıdır.

 

 “Sadece Türkiye’de bulunan bu duyguları, her neslin yaşatması gerekir.”

 

Koronavirüs nedeniyle, Batı’nın, yaşlılarını öldürdüğü, Türkiye’nin ise yaşattığı haberlerini okumaktayız. Yaşça büyükleri korumak duygusu Batı kültüründe yoktur. Batı’da yaşlı-genç gibi, yaş ayrımcılığı vardır. Türkiye’de sadece Türkiye’ye ait olan “ana-baba ve yavru” kültürü vardır. Bu duyguyu Türkler, İslam’dan almamışlardır. Çünkü bu duygu Arap kültüründe yoktur. Arap kültüründe büyüğe itaat, küçüğe tokat vardır. Türk kültüründe büyüğe de küçüğe de hem saygı hem sevgi vardır.

 

“Türk milletinin, yeni nesilleriyle insani duygu bağı vardır.”

 

“Kişi, kendisinde olduğu kadar başkasına değer verir. Kişinin, başkasına verdiği kadar değeri vardır.”

 

“Büyüklerini saymayan, küçüklerine merhamet etmeyen bizden değildir,” Hadisi şerifi vardır. Bu Hadis; Türklerin duygu semantiği (anlamı)nin, Hadis sentaksı (cümle yapısı)na dökülmesidir. Bugün bile; hoşlarına giden ama başka insanların ürettikleri sözler, etkin kılınması amacıyla, Hadis diye Hz. Peygamber’e atfedilmiyor mu?

 

“Türkiye’deki bu duygu, yaşlıların ürünüdür.”

 

Türklerin bu duygusu, yaşlılar tarafından üretilmekte ve yeni nesillere aktarılmaktadır. Türkler ana-baba iken çocuklarına, nine-dede iken torunlarına maddi ve manevi varlıklarını harcarlar. Batılılar, çocuğuna maddi olarak kuruş, zırnık koklatmaz, torununa ise hiçbir şey vermez. Manevi olarak zaten verebileceği bir şeyi yoktur.

 

“Usul (yukarı)den füru (aşağı)ya, fürudan usule sevgi duygusu sadece Türkiye’ye aittir.”

 

Canlıların doğasına baktığımızda şunu görürüz: Sevgi yukarıdan aşağı doğru gider. Yani ebeveynden yavrusuna. Aşağıdan yukarı yani yavrudan ebeveyne doğru sevgi yoktur. Fakat sadece insan, çocuğundan ebeveyne yukarı doğru sevgi inşa edebiliyor. Bu sevgiyi inşa etmenin yolu, “Karşılık beklemeksizin harcama” ile sevgi duygusu bağı kurmaktır. Eğer bir ana-baba, “ileride bana bakarsın, bir gün karşılığını verirsin,” “Yaşlandığımızda bize bakacak birini gelin yapalım,” gibi söylemlerle ya da hissettirmelerle, çocuğuna harcama yaparsa, çocuğundan ona sevgi duygusu inşa edilemeyecektir. Böyle söylem söylemeksizin, karşılığı içinden geçirse bile, çocuğunda ona karşı mutlaka sevgi oluşacak ve gerektiğinde gerekeni yapacaktır.

 

“Bir yer ki; ölenin önemi yok, kalan da kaldığına şükrediyor. Orada değişme olmaz.”

 

Türkiye’nin maddiyatı Batısından, maneviyatı ise Doğusundan gelir. Bu ikisi birbirine düşman yapılmamalıdır. Birini diğerine egemen kılmaya; birinin, diğerini yok etmesine çalışılmamalıdır. Fakat her ikisi birlikte orantılı, uyumlu ve eşgüdümlü bir şekilde sürekli geliştirilerek çağdaşlaştırılmalıdır.

 

“Türkiye’nin maddiyatı Batısından, maneviyatı ise Doğusundan gelir.”

 

Kitap Önerisi

“Nietzsche Ağladığında” adlı kitabı okumayı öneririz. Felsefi romandır.

 

Nietzsche şöyle der: “Umut kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.” “Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız. Ama kül olmadan, kendinizi nasıl yenileyebileceğinize bakın?”

 

 

Son Söz

Duygu İhracatı

İnsanlık bugün her şeyi üretebiliyor. İnsanlığın bugün üretemediği tek şey; insani duygululuk (sensation)tur. Bu duygululuk belki de sadece Türkiye’de vardır. Duygululuk, Türkiye’nin işidir. Bunu önce ülkemizde bütün insanlarımızın “kolektif bilinci” yapalım, sonra da bütün insanlığa ihraç edelim. İnsanlığın bizden yararlanacağı tek şey budur. Ya da bizim, insanlığa yapabileceğimiz tek katkı budur. Bunu yapabildiğimiz takdirde insanlık bizi “başının tacı” yapacaktır. Bu durum, varlığımızı kıyamete kadar sürdürmemize yetecektir.

 

Duygusallıkla duygululuk ayrı şeylerdir. Duygusallık doğal-animal hormonlarla olur, duygululuk yapay-hümünal zihinle olur. İnsan; duygusallık değil, duygululuktur.

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.