ANTROPOSEN (İnsançağı)  

ANTROPOSEN (İnsançağı)

 

“Amacımız; toplumumuzu, insanlığın kafa katmanından haberdar etmektir.”

 

İnsan

İnsan; biri biyolojik-fiziksel, diğeri lojik-zihinsel olmak üzere iki yapıdan oluşur. Birincisi “animal”, ikincisi “hümunal” yapısıdır. İnsana; antropo, homo, human, insanoğlu (humanbeing) isimleri verilir. İnsanlığa ise “humanity” adı verilir ve insanların beşeri zihinsel yapısının ürettiği varlıktır. İnsan ölümcüldür ama insanlık ölümsüz yapılmak istenir. İnsanlığın değeri vardır, insanın değeri yoktur.

 

Bilimin tespitine göre; dünyaya günümüze kadar yüz milyar insan gelmiştir. Bunun yetmiş milyarını sivrisinekler öldürmüştür. Diğer büyük çoğunluğu savaşlarla insanlar tarafından, bir kısmı da doğal eceliyle öldürülmüştür. Ama insanlık hala yaşamaktadır. O nedenle önemli olan şey, insan olarak kalmak değil, insanlığın parçası olabilmektir.

 

Farklı Milletler

İnsanlar, aynı türden (ünilineal) olmalarına rağmen, zihinleriyle ürettikleri dil gibi farklı kültürler nedeniyle sanki farklı insan türü gibi, çeşitli milletler olmuşlardır. İşte bu farklı milletler, farklı canlı türü gibi, birbirleriyle savaşmışlardır. Canlıların birbirleriyle savaşmalarının nedeni, her türün, bir başka türün yemi olmasıdır. Farklı milletlere bölünen insan türleri de dünyayı yiyebilmek için birbirlerini birbirlerinin yemi olarak görmüşlerdir.

 

İnsanlık

Fakat çağımızda bütün milletler artık “insanlık (humanity)” adı verilen tek insan türü haline geliyorlar. Bu aşamaya gelmek, insanların ürettiği ortak insanlık kafa katmanı sayesinde oluyor. Artık bütün insanlar, her alanda, bu ortak insanlık kafasının ürettiği beşeri-lojik üniform ürünleriyle yaşamaktadırlar. Mesela; ekonomi, siyaset, trafik, eğitim, sağlık vs. Elbette dinler de bu uniformluktan nasibini almaktadır. Böylece farklı pratik din yorumları ortadan kalkıyor, insanlığın kafa katmanının ürettiği zihinsel din egemen oluyor. “İnsanlar, dinden uzaklaşıyor,” denilen şey, bu gelişmedir. İnsanlar, eski din anlayışını terk ediyorlar.

 

“İnsanlığın sahibi, kafa katmanıdır. Bu da; filozoflar ve teorik biliminsanlarının zihinsel ürünleridir.”

 

“İnsanlığın bugününü ve geleceğini öngörmek isteyen kişi, pratisyenlerin değil, filozof ve bilim filozoflarının oluşturduğu kafa katmanı piyasasında dolaşmalıdır.”

 

Antroposen

Bilim dünyasında,  “İnsançağı” anlamına gelen, Grekçe “Antroposen” adında bir konu vardır. İnsanların dünyaya olan negatif etkilerini çalışır. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde dünyanın, yeni bir jeolojik döneme girdiğini ifade eder. Bu dönem, insanoğlunun dünyada yarattığı etkiler nedeniyle doğan bir dönemdir. Şimdiye kadar dünyanın geçirdiği dönemler hep doğal jeolojik evrimle olmuştur. İlk kez insan ürünü yapay lojik ürünü bir döneme giriyor. Yani insan, artık dünyanın jeolojik doğasını değiştirebilir aşamaya gelmiştir.

 

Antroposen terimini, 1873 yılında, jeoloji filozofu İtalyan Antonio Stoppani (1824-1891) icat etmiştir. İnsanların dünya ekolojisi üzerinde giderek artan etkisini dile getirmiştir.

 

“Biz bu tarihlerde ne ile meşgul idik? Kendimizle ve birbirimizle boğuşuyorduk.”

 

Bu konuyu 1990 yılında, Hollandalı bilim adamı ve kimya-fizik filozofu Paul Crutzen (1933-) ele almıştır. O, içinde bulunduğumuz jeolojik devir olan Holosen’den çıkmakta olduğumuzu söylemiştir. Bu çıkışın, insanın; küresel çapta biyolojik, kimyasal ve jeolojik bir aktör haline gelmesi sebebiyle, etkileri sonucunda gerçekleştiğini tespit etmiştir. Holosen çağı; 12.000 yıl öncesinden günümüze kadar sürmekte olan dünyanın jeolojik devresidir ve antik Yunancada “tamamen yenilenmiş” anlamına gelir.

 

Antroposen kavramı; Felsefe, Edebiyat ve Sanat gibi Sosyal Bilimlerde de ele alınmıştır. Bilimsel dünyada, özel dergi sayıları, konferanslar ve disiplin raporlarında konu olmuştur.

Biz var mıyız buralarda? Peki 150 yıl sonra bile, şimdi ne yapıyoruz? Yine birbirimizle ve kendimizle boğuşuyoruz. Aman hiç tavizsiz devam edelim! Az kaldı!

 

Dünyanın Tahrip Edilişi

“Dünyanın tahrip edilişi; iklimi, çevreyi ve kaynakları olarak üç açıdan ele alınıyor.”

 

İnsanoğlu, iklimin elverişli olması sayesinde hem nüfus olarak çoğaldı hem de dünyanın birçok yerlerine dağıldı. Binlerce yıldır geniş alanlarda çevresel değişime yol açmıştır. Dünyanın tahrip edilişinin başlangıcı, bir milyon yıl önce, ilk insanların ateşi icadıyla başlamıştır. Avcı-toplayıcılıkla geçimini sağlayan ilk insan, MÖ 10.000’den itibaren Neolitik dönemde yerleşik hayata geçmiştir. Böylece ilk olarak, bitki ve hayvanları evcilleştirmesi ile marjinal alanların aşırı otlatılması, bitki miktarını ve dağılımını azalttı. Arazi örtüsünü değiştirerek, yüzey rüzgarları gibi önemli iklimsel faktörleri değiştirdi. O dönemden başlayarak tarım alanları ve ormanları tahrip etti. Ardından tarımsal ve hayvansal ürünleri ve ham maddeleri işlemesi gelir. Böylece yerin üstü, ama MÖ 3 binden itibaren demir ve bakır gibi madenlerin işlenmesiyle birlikte yerin altı da tahrip edilmeye başlanmıştır.

 

Sanayi Devrimi

İnsan, yaklaşık 8000 yıllık birikimini kullanarak, yeni bir devre ve dönem olan “Sanayi Devrimi”ne geçti. Bu devrim, Dünya çapında büyük değişime neden oldu. Öncelikle buhar enerjisini kullanarak makineleri icat etti. Daha sonra bu enerjiye petrol ve elektriği dahil etti. Fabrikalar kurdu. Böylece çevre, iklim ve kaynak tahribatı daha da çoğaldı. Bunların başında hava, su ve toprak tahribatı gelir. Fosil yakıt kullanımı, dünyanın daha fazla karbondioksit (CO2) salınımına, sera gazlarına ve küresel ısınmaya sebep olmuştur. Bundan itibaren karbondioksit düzeyleri kesintisiz bir yükselişe geçmiştir. Karbondioksit yayılımının artması, dünyanın giderek ısınmasına neden olmuştur. Ve doğal kaynaklar hızla tüketilmeye doğru gitti, halen gidiyor. Milyarlarca insanın beslenmesi, barınması, giyinmesi ve diğer ihtiyaçlarının sağlanması ancak sanayileşme ile mümkün olmaktadır. Ama sanayi; daima yüksek nüfus yoğunluğu, büyük miktarda enerji ve doğal kaynak tüketimi demektir.

“Bu gidişle, dünya, bin yıla kalmaz, insan için yaşanmaz hale gelecektir.”

 

Büyük Hızlanma

İnsanoğlu önceleri dünyadan etkilenirken, şimdi kendisi Dünyayı etkisi altına almıştır. Dünya, artık geri döndürülmesi çok zor bir sürece girmiştir. Antroposen’in, yeni bir çağ olarak nitelendirilmesi bilim insanlarına göre, dünyanın geri döndürülemez bir değişimde büyük hız kazanmasıdır. Nitekim dünyanın jeolojik tarihsel süreci, beş milyar yılla ifade edilirken, Antroposen’in son üç yüzyıllık bir süreci ifade etmesi, müthiş bir değişimin varlığını gösterir.

 

Kitap

İnsanlığın gelişimini anlayabilmek için “Sosyal Antropoloji” kitapları okumak önerilir. Ne yazıktır ki, toplumumuz, insanın fiziksel evrimini çalışan “fizik antropoloji” ile meşgul edilmektedir. Bu konu şüphesiz bilimde çok büyük devrimdir. Fakat bu konu, sadece ilgili kişileri ilgilendirir, herkesi ilgilendirmez. Çünkü bu fiziksel evrim nasıl olduysa oldu, ya da kim yaptıysa yaptı. Bizim onda hiçbir dahlimiz yok ve olmayacaktır. Ama herkesi ilgilendiren konu, “sosyal antropoloji” konusudur. Çünkü herkesin o sosyal evrimi geçirmesi şarttır. Ve herkes onu yaparsa, ona sahip olacaktır. Onu hiç kimse, hiç kimseye verememektedir. Ona ancak o yapılarak sahip olunabiliniyor. İşte bu sosyal evrimi geçirmeyip bugüne gelemeyen insanların, bundan sonra yaşama şansları yoktur.

 

Bonislaw Malinowski (1884-1942)

Polonya asıllı İngiliz antropolog, bilim insanı ve filozoftur. Modern Antropoloji biliminin kurucusudur. Çalışmalarını, Birinci Dünya Savaşı sırasında yapmıştır. Savaş, onu çalışmalarından alı koymamıştır. Lüzumsuz insanlar savaşla meşgul iken o, bilimle meşgul olmuştur. Neticede savaşları yapanlar ve onlarla meşgul olanlar yok olup gittiler ama Malinowski gibiler halen yaşıyorlar. Savaşlar gider, bilim ve felsefe kalır. Savaşlar insanlar için, bilim ve felsefe insanlık içindir.

 

“İnsanlık piyasasında bizim, Malinowski gibi, bir tane insanımız var mıdır?”

 

Kitapları:

“Büyü, Bilim ve Din” (1948)

“Kültürel Değişimin Dinamikleri” (1945)

“Kavramın Sınırlı Anlamına İlişkin Bir Günlük” (1967)

 

Okuma Usulü

Okumayı, hafıza ile değil zihinle yapmak gerekir. Yazarın ne söylediğinden daha çok “nasıl” söylediğini öğrenmek gerekir. Çünkü bu bizi, farkına varmadan, düşünme ile oluşturur. O nedenle “bu nedir” sorusundan daha çok  “neden” ve nasıl” soruları ile sorgulayarak okumak gerekir. Kuru bilgi bir işe yaramaz. Eğer o bilgi, sorgulanarak okunursa zihnin malzemesi haline gelir. Ezber beyni donuklaştırır. Ezber savunmadır. Bir şey ezberlenince, beynin belli hücre grupları o bilgi ile puntolanır. Sorgulama, çok çeşitli hücreleri birbirine bağlayarak, tıpkı inceltici madde gibi, beyni akışkan ve seyyal yapar.

“Savunmak beyni büzüştürür, donuklaştırır; sorgulamak genleştirir, akışkan yapar.”

 

Okunacak her şey, düşünme işlemi yapabilmemizi geliştirmek için okunmalıdır. Fakat ne yazıktır ki ülkemiz eğitim sisteminde; insanlığın, zihni geliştirmek için ürettiği bilgiler, beyni donuklaştırmak için kullanılıyor. Mesela matematik ve felsefe, beyni geliştirmek içindir. Ama biz onları bile, kuru bilgilerini hafızaya kazıtarak, beyni donuklaştırmak için kullanıyoruz. Üzerinde düşünmeksizin, filozofların söylemlerini, felsefe tarihi okumak beyni donuklaştırır. Olanı olduğu gibi okutmak kolay iştir. Ama üzerinde düşünmek zor iştir. Biz hep kolay olanı tercih ediyor, zor olandan hep kaçıyoruz. Ama deniz bitti. Bundan sonra kolaycılara hayat yoktur. Ülkemiz düşünmeyi bilmiyor ve yapamıyor. Bunu bir an önce öğrenmek zorundadır.

 

“Bilgi, çiğ köfteyi yoğuran ve eti terbiye eden malzeme olarak kullanılmalıdır.”

 

Sistematik Düşünme

İnsan, beşeri sistematik düşünme yapan varlıktır. Felsefe de bu düşünmenin en üst dozajıdır. Düşünmenin amacı, aklın mevcut çapını genişleterek ileri gitmektir. Mevcudun ilerisine gitmek, ancak aklın mevcut çapını genişletmekle mümkündür. Akıl çapı, sistematik düşünmekle genişler. İleriye gitmek, mevcudu aşmakla olur. Mevcudu aşmak, mevcuda karşı boğuşmakla olur. Mevcutla boğuşmayan zihin, mevcudun ilerisine geçemez. Mevcudun ilerisine geçilmeksizin, mevcudun ilerisinde neyin var olduğu bilinemez. Mevcudun ilerisine geçilince de, mutlaka mevcut aşılır. Bir düşünme, mevcudu aştırmıyorsa, düşünme yapılmamış demektir.

 

Müzik

“Ne Yaptım Kendimi Nasıl Aldattım”

Zeki Müren

 

Ne yaptım kendimi nasıl aldattım, Elimle ruhum ateşe attım

Kırım o ince kalbi gönlümü ele sattım, Çileli bülbül gibi dilimle derde çattım

Değiştim dikeni nazlı gülümle, Taptığım mihrabı yıkdım elimle

Vefasızlığımı dedim dilimle, Yari feda edip her emelimle

 

 

Sıradaki; “İnsanlığın Egemenliği”, “Doğallığın Sona Erişi” ve “Türkiye’nin Ayıklanması” başlıklı yazılarımız, bu yazımızla bağlantılıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.