TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL KİMLİĞİ

TÜRKİYE’NİN TOPLUMSAL KİMLİĞİ

“Hiçbir hedef, ona giden yollardan daha zevkli değildir.”

 

Kimlik; bir kişinin ve toplumun kim ve ne olduğu sorusunun cevabı olan kavramdır. Kişinin ve toplumun adı söylendiğinde yaptığı çağrışım, onların kimliğidir.  Niteliklerini, kapasitesini, kalitesini ifade eder. Kimlik ya düşünseldir ya da duyusaldır.

 

DÜŞÜNSEL KİMLİK

Düşünsel kimlik; düşünme işlemi yapmakla üretilen ürünlerle üretilir. Düşünsel kimlik toplumun özgün filozofları tarafından üretilir. Filozofları olmayan toplumlar, düşünme işlemi yapamayacaklarından toplumsal epistemolojik düşünsel kimlik üretemezler. Başkalarının ürünleri ile kimlik üretilemez.

 

“Toplumsal kimlik, Tanrı dahi olsa başkasının ürünü ile değil, toplumun kendisi tarafından özgün üretilir.”

 

Düşünsel Kimlik Göstergeleri

Düşünsel kimlik göstergeleri düşünsel icatlardır. Yüzlerce bilim dalı ve felsefi disiplinlerden birini, bunların içerdiği bilimsel kuram ve felsefi kavram icat etmekle üretilir. Biyoloji, sosyoloji gibi bilim dalları; varoluşçuluk, fenomenoloji gibi felsefe disiplinleri denince akla hangi millet akla geliyorsa, onlar o milletin kimliğidir. Herhangi bir bilimsel ve felsefi ekol ve akım söylenince kim ve hangi milleti çağrıştırıyorsa, bunlar o kişinin ve milletin kimliğidir.

 

Düşünsel ürünler, insanlığın düşünlerine hitap ederek düşünsel kimliğini oluşturur. Yani insanın hümünal yapısına hitap eder ve onun tarafından üretilir. Bu nedenle insani ve evrenseldir. Düşünsel ürün üretmekle hem insanlığın kimliğinin oluşturulmasında aktif aktör olunur hem de o kimlikte yer alınır ve o kimlik yabancı görülmez.

 

Düşünsel ürünler üreten kişi ve toplumlar, insanlık kimliğini oluşturmada bir dönem de olsa, katkıları bulunduğundan, insanlık onları unutmamakta ve unutturmamaktadır. Onlara vefa borcunu sürekli ödemektedir. Bu durumu, ilk Yunan filozoflarına ve toplumuna insanlığın takındığı tavrı gösterir.

 

“Düşünsel kimlik üretememek, insanın hiçleşmesidir.”

 

DUYUSAL KİMLİK

Bir diğer kimlik çeşidi duyusal kimliktir. Duyusal kimlik canlıların çıplak beş duyu organları ile algıladığı verilerle oluşturdukları kimliktir. Canlıların duyu organlarıyla elde ettikleri bütün veriler, onların doğal-animal duygularına hitap ederler. Dolayısıyla duyusal kimlik aynı zamanda duygusal kimliktir. Duygusal kimlik üreten insan, animal kimlik üretiyor demektir. Bu kimlik onun zihinsel değil, animal yapısına hitap eder. Duygusal kimlik duyu organlarıyla üretilen ve algılanan sembol ve simgelerden oluşur.

 

Sembolik Varlık

Duygusal kimlik aynı zamanda sembolik kimliktir. Sembolik kimlik sahibi olan kişi ve toplum duygusal-sembolik varlıktır, beşeri-reel varlık değildir. Semboller zuhur ettikleri şartlar değiştiğinde ya da artık yok olduklarında ölürler. Bu nedenle sürelidirler. Sembolik kimliği sürdürebilmenin tek yolu, kimlik sembollerinin aynısını sürekli üretmektir. Düşünsel kimlikte ise aynı fikri bir daha üretmenin hiçbir değeri yoktur. Sürekli yeni fikir ve bilgi üretmek gerekir.

 

TÜRKİYE’NİN KİMLİĞİ

Türkiye’nin oluşturmak istediği sözde toplumsal kimliği; İslamcı, Türkçü ve Batıcı olmak üzere üç farklı unsurdan oluşmuş eklektik, derleme ve toplama bir kimliktir. Fakat etkin olanı İslamcı unsurlardır. Bu kimlik unsurlarının ve “Ezan susmayacak, bayrak inmeyecek” söyleminin nedeninin analizini yapacağız.

 

İSLAMCI KİMLİK SEMBOLLERİ

Türkiye’nin toplumsal ya da kamusal kimlik unsurlarını, İslam dininin görsel ve işitsel olmak üzere iki sembolik kısma ayırmak mümkündür.

 

GÖRSEL DİNSEL SEMBOLLER

Türkiye’nin en çok kullandığı kamusal görsel dinsel kimlik sembollerinin başında cami ve minare gelir. Cami ve minare kutsal mekan sembolleridirler.

 

Mabet; Kutsal Mekan

Kutsal mekanların başında mabet gelir. Mabet kavramını insanlık, tanrı kavramını ürettiği on bin yıl önce icat etmiştir. Mabet, kutsal mekan anlayışıdır ve ilkel insanın totemciliğinden kaynaklanır. Totemcilikten kaynaklanarak insanlık, Tanrı ülkesi ve Tanrı evi kavramlarını üretmiştir.

 

Tanrı Ülkesi ve Evi

İnsanlık Tanrı kavramını ürettiği on bin yıl önce ona bir de Tanrı Evi inşa etmiştir. Her site, Tanrı sitesi olduğundan onun orada bir de sarayı vardı. O nedenle her sitenin bir tanrısı ve bir de tanrı evi vardı. Bunları, kutsallaştırarak klanın kimliği olarak kullanmıştır.

 

İslam’da Mabet

İslam’da mabedin kimliksel önemi olmadığından Peygamber kıldırmasına rağmen, kendi arkasında ve mabette cemaatle namaz kılmayı farz yapmamıştır. Mabette ibadet farz yapılmayınca, mabet inşa etmek de farz olmamıştır. Bu nedenle Peygamber, kendi zamanında Müslümanların yaşadığı her yerde mescit inşa etmemiş, sadece kendisinin yönetim merkezi olarak bir mescit inşa etmiştir. Kuran Tanrı şehri kavramına da karşı olduğundan Allah’ın evinin bulunduğu Mekke’yi Allah şehri yapmamıştır.

 

Türkiye, Cami ve Kimlik

Türkiye, Kuran’ın “mescit” adını verdiği mekana “cami adı vererek anlam kaymasına uğratarak teolojik fonksiyonunu değiştirmiştir. Camiyi toplumun toplumsal kimliğinin görsel dinsel sembolü ve bu dinsel kimliğin topluma işlendiği mekan olarak kullanır. Namaz için inşa etmez. Çünkü Türkiye’de camileri dolduracak miktarda insan namaz kılmıyor.

 

Türkiye’nin camiyi kimlik olarak kullanmasının analizi şu gösterenleri ortaya koyar:

Düşünme işlemi yaparak kendi özgün kafasal kimlik üreteme acizliğini, başkasının ürünü olan mabedi kimlik olarak kullanma ile telafi etmektedir. Kafa ile üretilen külliyat üretemeyenler, kol ve para ile üretilen külliye inşa ederler. Külliyat üretemeyenler, elin oğlunun inşaat ve mimari bilgisiyle ve malzemesiyle külliye inşa ederek kendilerini ve toplumlarını avuturlar.

 

“Külliyat üretemeyenler, külliye üretir.”

 

İkinci olarak; mabedi kimlik olarak kullanmak demek, insanlığın on bin yıl önce icat ettiği ve sembol olarak kullandığı ama çağımızda aştığı mabet dönemini şimdi yaşamak demektir. Çocukluğunda yaşayamadığı aşamayı yaşlılığında yaşıyor. Bu durum Türkiye’nin insanlığın tarih sahnesine geç çıktığını gösteriyor. İnsanlığın bütün icatlarının tünelinden binlerce yıl sonra geçiyor. Bu konuda da anakronizm yaşıyor. Çünkü mabet, toplumsal kimlik işlevini yitirmesine rağmen Türkiye onu çağımızda toplumsal kimlik sembolü olarak kullanmaktadır. Bu tarihsel gecikmeyi, ülkenin her mahallesini mabetle doldurmakla telafi ediyor. Dolayısıyla bunları çağımızda kimliğin sembolü ve simgesi yapanlar, kendilerinin geçmişte kaldıklarını söylemektedirler. Özgün kimlik üretemeyenler, başkalarından edindikleri kendi kimliklerini, Tanrı’nındır diyerek topluma dayatırlar. Halbuki Tanrı kimlik değil, din üretir.

 

“Türkiye, ülkenin her mahallesini cami doldurmakla Türkiye’yi Allah ülkesi yaptığını sanıyor.”

 

Minare

Türkiye’nin görsel toplumsal kimlik olarak kullandığı bir başka unsur minaredir. Hatta camiden daha çok minareyi önemser. Camileri ibadet için değil, minare için inşa eder.

 

İslam’da Minare ve Kökeni

Minare İslam’ın icadı değildir. Nitekim Peygamber bir tane dahi minare inşa etmemiştir. Peygamberden sonra Mecusilerden yani ateşe tapanlardan alınmıştır. Nitekim “nar” ateş, “minare” ateş yakılan yer demektir. Dolayısıyla minare inşa etmek Mecusiliğe hizmettir.

 

Türkiye Minareyi Neden Çok Seviyor?

Türkiye minareyi sevmesinin birkaç nedeni vardır. Birincisi onu toplumsal görüngüsel-simgesel ve sembolik toplumsal kimlik alamet-i farikası olarak görmesidir. İkincisi minare vasıtasıyla diğer Müslümanlardan ayrışır. Çünkü halen kullandığı minare mimarisinin kendi özgün ürünü olduğuna inanır ve ülkesini diğer Müslüman ülkelerden ayrıştıran bir simge görür.

 

“Cahil ve fikir üretemeyenler, kimlik oluşturmak için bedenle üretilen cami ve minare inşaatını çok sevdiler.”

 

Türkiye’de Cami ve Minare Mimarisi

Ne cami kavramı ne de mimarisi Türklerin icadıdır. Mimarisi Yahudi ve Hristiyanlardan alınmıştır. Caminin kubbesi, Yahudi erkeklerin kafalarının tepesine taktıkları “kipa”dan gelir. Kipa, göğü simgeler. Ama Türkiye, kubbenin neyi simgelediğini bilmeden, kendi icadıymış gibi, toplumsal sembol olarak inşa eder. Gerçekte ise kubbe inşa etmek, Yahudiliğe hizmettir.

 

KADININ BAŞÖRTÜSÜ

İslamcı dinselliğin kullandığı bir diğer toplumsal görsel kimlik unsuru kadının başörtüsüdür. Fakat Kuran’ın dışkabuk, kaportasal ya da görsel kimlik unsuru yoktur. Onun kimliği “Allah’a teslim olmak” olan zihinsel ve ondan kaynaklanan davranışsal kimliktir. Başörtüsü, Yahudiliğin kadın kimlik unsurudur. Dolayısıyla başörtüsünü kimlik yapmak, İslam’a değil, Yahudi kimliğine hizmet etmektir. Kuran başörtüsünü, bir kimlik olarak değil, kadının erkekler tarafından taciz edilmesini önlemek için bir öneri olarak tavsiye etmiştir. Bu nedenle onu farz yapmamıştır. Dolayısıyla başı açık olmayı kötülememiş ve ona bir ceza belirlememiştir. Fakat kul hakkını, kimliğin davranışsal unsuru yaptığından hırsızlığa el kesme cezası getirmiştir. Hırsızlığa hassasiyet göstermeyen kişinin, başörtüsü vurgusu, dinsellikteki samimiliğinden değildir.

 

KİŞİ İSİMLERİ

İbrani Kültürü

Toplumsal kimliğin en önemli göstergelerinden biri, kişilere verilen isimlerdir. Türkiye, insanlarına Yusuf, İbrahim gibi İbranice; Ahmet, Mehmet gibi yine İbranicenin bir kolu olan Arapça isimler vermeyi Türkçe isim vermeye tercih ediyor. Yine Türkçe “Tanrı” adını kullanmaya çok karşıdır ama İbraniceden gelen ve Arapçalaşan “Allah” ismini kullanmayı sever. İsimler, gerçekte mensup olunan kolektif zihniyetin ve kimliğin dışavurumudur. Bu durum için şöyle bilimsel nedenler zikredilebilir: Öncelikle kendi dili ile sorunu vardır ve onu beğenmemektedir. İkincisi, tarih sahnesine geç çıkmış olması nedeniyle, zahirde düşman kesilse de bilinçaltında üstünlüğünü kabul ettiği ana akım İbraniliğe içlenme çabasıdır.

 

ORAL DİNSEL SEMBOLLER

Ezan

Audial/İşitsel Kimlik

Türkiye’nin kimlik unsuru olarak kullandığı belki de en önemli sembol işitsel olan ezandır. Bu nedenle camileri minare, minareleri hoparlör, hoparlörleri ezan, ezanı ise oral kimlik sembolünü bağırmak için kullanır. Türkiye’nin yoğun şekilde, ülke çapında ve açık hava konseri gibi herkese zorla dinleterek kullandığı kulakla alınıp duygulara hitap eden işitsel kimlik sembolü ezandır. Halbuki İslam’da ezan, namaz için değil farz, sünnet bile değildir. O nedenle ezansız namaz kılmak geçerlidir.

 

“İnsanlarının birbirleriyle davranışlarında dindarlık görülmeyen ülkelerde yüksek sesle ezan okumak gibi akustik semboller kimlik açısından çok önem kazanırlar.”

 

Bugün okunan ezanın hem metni hem de okunuş biçimi, orijinalinde yoktur. Peygamber zamanında ezan doğal insan sesiyle okunurdu. Boru ile okunmasını dahi yasaklamıştır. Ayrıca ezanın mesela, “Eşhedü enne Muhammederresululullah” gibi cümleleri bir tane okunurdu, şimdiki gibi iki kez tekrarlanmazdı. Bir de ezan bağırılarak okunmazdı. Çünkü Kuran bağırmayı yasaklamaktadır.

 

Kuran şöyle der, “Yürüyüşünde mütevazı ol. Sesini alçalt. Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşek sesidir.” Lokman, 19. Bir de ezanın müzikle aşırı uzatılarak okunması da haramdır. Çünkü Allah ve Peygamber isimleri müziğin beste ve güfte malzemesi yapılamaz.

 

Türkiye’den başka Müslüman ülkeler, mesela Araplar, “ezan” susmayacak şeklinde bir söylemde bulunmazlar. Çünkü kimlik üretme sorunları olmadığından ezanı toplumsal kimlik unsuru yapmazlar. Türkiye özgün kimlik üretemediğinden, kraldan çok kralcılık yapmaktadır.

 

“Politika sonradan küskünlere, kapitalizm sonradan görmelere, dinler de sonradan dönmelere bel bağlarlar.”

 

Sala

Kimlik, bağırma olunca, ezanın yanına bir de “sala” adında bir unsur üretildi. Sala; ölüm haberini vermek için ihdas edilmişti. Peygamber zamanında yoktu. Tamamen bir bidattır. Şimdi Türkiye’de “sala” bahanesiyle vakitli vakitsiz olarak minarelerden okunmaktadır. Canı sıkılan ve bağırma ihtiyacını gidermek amacıyla önüne gelen “sala” diyerek ortalıkta ulu orta bağırabiliyor.

 

Kuran Okuması

Bağırma kimliğine bir başka unsur eklemesi, kamusal alanda yüksek sesle ve bağırarak Kuran okunmasıdır. Camiler, içeride okudukları Kuranı hoparlörlerle dışarıya vermektedirler. Bu durum haramdır. Çünkü Kuran, “Kuran okunduğunda onu dinleyin ve susun. Umulur ki merhamet edilirsiniz.” Araf, 204. Bu ayete dayanarak Fıkıh kitapları, Kuran okumanın sünnet, duyulduğunda dinlemenin farz olduğunu söylerler. Dolayısıyla duyulduğunda Kuran’ı dinlemeyenler ve onu duyuran kişiler günahkar olurlar. Şimdi ne Kuran ne de hukuk dinleyen kişilerin din adamı olduğu bir dinin, normal bir din olduğu iddiasına kimse inanmaz. İslam dinini anormal göstermek hiç kimsenin haddi değildir.

 

“Camilerin hoparlörleri, kendilerine hiçbir yerde yer bulamayan kişilerin, din adı altında, kendilerini sergiledikleri kişisel sahnesi ve stüdyosu olarak kullanılmaktadır.”

 

Bağırma Kimliği

Cami minare için, minare hoparlörler için, hoparlörler ezan için, ezan ise bağırmak için vardır.

Sonuçta Türkiye, ezanın şahsında netice olarak, “bağırmak kimliği”ne sahip olduğunu dışa vurmaktadır. Nitekim eğitimini, dinini, siyasetini, gündelik hayatta kişisel ve sosyal bütün ilişkilerini kelimesiz “bağırma” ile yürütmektedir.

 

Türkiye, kimliğinin “bağırmak” olduğunu yabancılara göstermek için, turistik yerlerde ezanı iki müezzinle, elli tane ekolu ve stereolu hoparlörle, mikrofonun sesini ve hocanın avazını sonuna kadar açarak aşırı bağırma ve uzatma ile bütün doğallığını kullanarak onlarca dakika süren bir okunuş biçimi ile okumaktadır. Yabancı turistler, sinir yapan bu aşırı bağırmanın zarları patlayacak korkusuyla kulaklarını tıkamaktadırlar. Şimdi bu hal, dünyanın başka hiçbir ülkesinde mevcut değildir. Bu hali görenler, Türkiye’nin toplumsal kimliğine değer verir mi? Üstelik onlar, bağırmanın bilimsel ve felsefi anlamını çok iyi biliyorlar. Nitekim bağırmayı, sözlü şiddet olduğu için kanunlarda suç yaptılar.

“Türkiye’de ezanın, salanın ve Kuran’ın okunuş biçimi, Hinduizm’den alınmıştır.”

Bağırmanın Bilimsel Analizi

Bağırmak, dili sese dönüştürmektir. Dil insani, ses ise hayvani bir yetidir. Dil, insan dili ile ağızdan, ses ise hayvansal boğazdan ürer. Böylece bağırmak dil ile değil, ses ile iletişim kurmaktır. Alexander Kojeve şu tespiti yapar: “Dil ile iletişim kuramamak, insanın hiçleşmesidir. Bu durum, insan dilinin ortadan kaybolmasını ve mimiğe dayalı ya da arıların diline benzer bir takım seslerin ve işaretlerin insan dilinin yerini almasını zorunlu kılar. Müzik konserlerini kurbağalar ve ateşböcekleri gibi icra ederler.” Ezanın okunuş biçiminde Allah dahil bütün dilsel sözcükler kaybolmakta sadece gırtlaktan doğal-animal bağırma çıkmaktadır.

 

Bilime göre bağırmak, insanlığın dili icat etmeden önce yaşadığı bebeklik ve orman döneminde kullandığı bir iletişim aracıdır. Bugün dahi hayvanlar ve bebekler bağırmayı iletişim aracı olarak kullanırlar. İnsan bağırmak değil, dil yetisi aracılığıyla tanımlanır.

 

“Ezan değil ama onun bugünkü okunuş biçimi, ilkel ve animal konsere benzemektedir. Bunun insanileştirilmesi şarttır.”

 

Türkiye, hem bağırmayı kimliği hem de hukukta suç yapar. İşte bu durum, antinomidir.

 

TÜRKLÜK UNSURU

Bayrak

Türkiye’nin, kimliğinde kullanabildiği tek Türkçülük milli sembolü bayrağıdır. Bayrak bir ülkeyi ve toplumunu temsil eden kumaş semboldür. Türk bayrağı, Tanrının doğal ürünleri olan ay, yıldız ve insan bedeninin kanının montajı yapılarak üretilmiştir. Yani felsefi düşünme ile değil, mistik düşünme ürünü efsane ile üretilmiştir. Kanlı bayrak; kanı simgelediğinden, kimliğinde gücünün kaynağının Tanrı vergisi kan olduğunu dışavurur. Bayrak milletin geçmişteki gücünü temsil ettiğinden kendileri güçlü olmayanlar, geçmişteki güçleriyle tatmin olabilmek için bayrağa çok önem verirler. Türk bayrağı, Türklerin geçmişteki becerisini simgeler. Bu bayrak, bugünkü acizliğin aşağılık duygusunu bir tatmin aracıdır. Nitekim bugün düşünsel özgün kimlik üretme acizliğinde olmayan ve bu nedenle başka ürünlerle tatmin aramayan ülkeler, bayrağa ve dinsel unsurlara hiç vurgu yapmazlar.

 

ÇAĞDAŞLIK UNSURU

Laiklik

Türkiye, çağdaşlıktan meşruiyet almak amacıyla yazılı da olsa laikliği kullanır. Fakat laiklik bir düşünsel meseledir. Türkiye, düşünsel işlem yapmadığından laikliği anlayamamış, onunla oluşamamış ve onu uygulayamamıştır. Sonunda onu da tüketmiştir. Ama onu dış dünyaya çağdaşlık meşruiyet görüntüsü vermek amacıyla yazılı mostralık olarak Anayasasında saklar.

 

SONUÇ

Türkiye, kimliği olarak kullandığı sembollerin hiçbirinin mucidi değildir. Hepsini başka milletlerden almıştır. Türkiye, düşünsellikten kaçtığı sürece özgün kimlik üretemeyecektir. Nitekim şimdiye kadar üretemediğinden din adı altında başkalarının ürünlerini kimlik yapmıştır. Din adı vermek, kimliğin başka milletlerin olduğu gerçeğini yok etmiyor. Başkalarının ürünleri ile kimlik edinenler, sonunda kimlik edindiği millet içerisinde erirler. Türkiye, özgün kimlik üretmek ve yok olmak istemiyorsa, akıbeti umuda bırakmaksızın, bir an önce düşünme işlemini yapabilir hale gelmesi şarttır. Umutla, kimlik üretilemez.

 

“Umudun katili, yine umudun kendisidir.”

 

Geçmişin Tükenişi, Arkeolojik Gerileme

Türkiye’nin şu andaki toplumsal kimliği “din” adı altında geçmişin ürünleridir. Dinsellik, antik çağların şartlarında zuhur etmişlerdir ve çağımızda onların zuhur ettiği şartlar değiştiğinden artık çağımızda dinsel sembollerle toplumlara kimlik yapmaya çalışmak boşuna uğraşıdır. Bundan sonra kişisel ve toplumsal varlığı sürdürebilmek için dinsel sembollerin yerine çağdaş kafasal kimlik ürünleri üretmek gerekir. İşte Türkiye, çağdaş kimlik üretemiyor.

 

“Türkiye, geçmişle gelecek arasında asılı kalmıştır.”

 

Heidegger der ki; “Metafizik, tamamına ermiştir. Artık tanrı ve tapınak gibi dinsel semboller kimlik olma işlevini yitirmiştir. Geçmişle kimlik yapmak anakronikliktir. Üstelik geçmiş, bugün tükenmiştir. Geçmişle kimlik edinmek, arkeolojik gerilemedir.”

 

“Türkiye, Türk olmayan toplulukların din adı altında Türkleştiği ama onlarla birlikte Türklerin de, din vasıtasıyla, Türk kimliğinden uzaklaşıp kimliksizleştiği bir ülkedir.”

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.