TÜRKİYE’NİN AİDİYET ve KİMLİK SORUNU

TÜRKİYE’NİN AİDİYET ve KİMLİK SORUNU

“Türkler, tarihleri boyunca hep bir tür sofistik-gnostik, mistik düşünme yapmıştır. Ama insanlığı oluşturan sistematik-felsefi düşünme yapmamıştır, halen de yapmıyor. Neden?”

 

İnsanlık Ana Akımı

İnsanlık ana akımı, ilk insanlar tarafından Afrika’da başlatılmıştı. Milyonlarca yıllar boyunca çeşitli kıtalarda dolaşarak en son Milattan önce 10.000’lerde Mezopotamya’da karar kılmıştır. Ardından Hindistan, Çin ve Mısır bölgeleri gelir.

 

İnsanlığı çağımıza kadar yönlendiren fikirler, insanlığın milyonlarca yılda ürettiği zihinsel ürünler ilk olarak Sümerler tarafından prototip olarak formüle edildiler. Ardından çok sayıda Ortadoğu milletleri, bu prototip üzerinde bunları geliştirdiler. Akadlılar, Babilliler, Asurlular, Fenikeliler vs. Ardından Hindliler, Çinliler, Mısırlılar bunları geliştirmeyi sürdürdüler. Böylece insanlık ana akımı oluşmaya devam etmiştir.

 

İnsanlık ana akımı demek; bütün insanlığın ortak kullandığı zihniyet demektir. Ortak teknoloji, fikir, bilgi ve insani değerler demektir. İnsanlık, bu ana akıma katkısı olan kişi ve toplumları hep yüceltmiş, katkı yapmayanlara hiç değer vermemiştir. Bu nedenle ilk insanlık oluşumuna katkısı olan Sümerleri, Babillileri ve Mısırları hep yad etmektedir.

 

“Türkler, bin yıl önce İslam’a girdiğinden itibaren aidiyet buna bağlı olarak da kimlik sorunu yaşamaktadır. Bu sorunu halen çözememiştir.”

İslam’ın Ana Akıma Girişi

İslam hareketi, temelde, Arapları insanlık ana akımına dahil etme teşebbüsüdür. Çünkü Peygamber, insanlığın ana akım siyasal sistemini, ekonomik sistemini ve din sistemini Arabistan’da egemen kılmaya çalışmıştır. Yeni hiçbir şey getirmemiştir.

 

Müslümanların İnsanlığa Katkıları

Müslümanlar, Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşt gibi birkaç tane düşünür ve bilim adamı ile insanlığa katkıda bulunmuşlardır. İnsanlık bunları da yad ediyor. Bu düşünürler, düşünme yaptıkları devirlerde Müslümanlar tarafından kafir ilan edilmişler, cenaze namazlarına bile gitmemişlerdir. Fakat onların, bir halkasını oluşturdukları düşünme zinciri günümüzde egemenliğini ispat edince, Müslümanlar günümüzde bu filozoflara yapışmaktadırlar. Onları yere göğe sığdıramamaktadırlar. Hatta her Müslüman millet, kendisine mal etmeye çalıştığından Müslüman milletler arasında bunun kavgası çıkmaktadır.

 

Kafir Müslüman Filozoflar

Kafir İlan Etmek

Bugün de İslam dünyasında, farklı düşünme yapan kişiler kafir görülmektedir. Ama onlara da bir süre sonra yapışacaklardır. Çünkü insanlık bu felsefeden geriye dönmeyecek üstelik gelecek, bu felsefenin daha gelişmişi olacaktır. O zaman da o günün evsafında filozofa sahip olamayacakları için Müslümanlar, bugün kafir ilan ettikleri düşünürlere yapışacaklardır.

 

Kafiri Övmek

Aslında, başka Müslümanları Kafir ilan eden tipler, toplumun sömürgecileridirler ama bilinçaltlarında şu gerçeğe sahiptirler: Düşünmeyi becerebilmek Müslümanlara yakışmıyor. Eğer bir kişi, düşünme işlemini yapabiliyorsa onun mutlaka Müslüman olmaması gerekir. Çünkü düşünmeyi Müslüman olmayanlar yapabilir. Ayrıca kendisi düşünme işlemini yapamadığı için düşünmeyi yapabilen Müslümanı kıskanıyor. O nedenle kulaktan duyma öğrendiği tek terminolojisi olan “kafir” terimini kullanıyor. Aslında düşünen Müslümana kafir demekle, onu yermiyor, dolaylı olarak övüyor. Nitekim felsefi ve bilimsel konularda hep Müslüman olmayan filozof ve biliminsanlarının sözlerini kullanıyor.

 

“Tekfirciler, eski Müslüman düşünürlere yaptıkları gibi, şimdi kafir ilan ettikleri düşünen Müslümanlara gelecekte yapışacak ve dünya kamuoyunda onlarla duygusal tatmin bulmaya çalışacaktır.”

Halife Me’mun

İnsanlık, Abbasi İmparatorluğuna, halife Memun’a, 9. asırda açtığı “Beytul Hikme” kurumuyla Grek filozoflarının ve biliminsanlarının eserlerini Arapçaya tercüme ettirerek yok olmalarını önlediği için çok minnet duyar. İnsanlık, sadece kendileri için yaşayan, hatta öldüren ve ölen kişi ve toplumlara hiç değer vermez. İnsanlık için ölen ve öldürenlere değer verir. Sadece kendisi için ölen insanlar, ölmeleriyle birlikte unutulurlar. İnsanlık, onların isimlerini yaşatmaz.

 

“İnsanların küçüğü kendisi, ortası milleti, büyüğü de insanlık için çalışır.”

 

Türklerin İslam’a Girişi

Türkler, Mezopotamya’ya çok uzak olan Orta Asya zihniyeti ile insanlık ana akımına İslam’a girmekle girmeye teşebbüs etmiştir. Türklerin İslam’a girmeleriyle birlikte kültürel ve kimliksel travma yaşamıştır. Toplu olarak, sahip olduğu kimliğinden tümden kopmuştur. Kimliksiz kalmıştır. Bu kimlik sorunu halen devam etmektedir. Kendisini tanımlayamıyor. Kendisinin ne olduğunu bilmiyor.

 

“Türkler, çok sayıda yan akımlara dahil oldular. Ancak dahil oldukları hiçbir akıma felsefi yolla değil, pratik yollarla dahil oldular. O nedenle dahil oldukları akımlarla oluşamadılar.”

 

Türkler, girdikleri akımların hiçbirinin teorik üretim aşamasının içinde olmamışlardır. Yani girdikleri akımların üreticileri olmamışlardır. O nedenle dini, dahi kendi ürünü olmayan belki de tek millettir. Mesela İslam’a girişi, İslam’ın üretilmesinden birkaç asır sonra olmuştur. Anadolu’ya gelişi de, felsefenin üretilmesinden 1500 yıl sonra olmuştur.

 

İslam Tarihi ve Türkler

Türkler, hep İslam tarihi ile övünürler. Özellikle Dört Halife devri ile. Halbuki bilime göre, oluşumunda aktör olarak bulunulmayan tarih, kendisinin tarihi yapılamaz. Türkler ne İslam’ın doğuşunun ne de ondan sonraki Dört Halife devri tarihinin oluşumunda aktör olarak vardılar. Bir akıma dahil olmakla o tarih senin olmuyor ki. Tabi o tarihin oluşum sürecinde doğan mezhepleri de kendisine mal ediyor. Ne Sünniler ne de Şiiler, bu fırkalaşma doğduğunda orada vardılar. Onların doğmasında aktör değillerdi. Yani o fırkalaşmayı Türkler, üretmedi. İkisi de, başkalarının ürettikleri bu fırkalaşmanın oluşumundan sonra İslam’a dahil oldular. O nedenle, sanki üreticisilermiş gibi, bu fırkaların birinin savunucusu diğerinin saldırıcısı olmak anlamsızdır. Neden bu oluşumların tarihini kendilerine mal ederler ki? Anlaşılan övünecekleri ve kimliklerine temel yapacakları kendi ürünü tarihleri olmadığı kanaatindedirler. Bu nedenle başkalarının ürettikleri, kötü de olsa, tarih ile övünüyorlar. Türkler, ileride Avrupa Birliğine dahil olunca da, şimdi kötüledikleri Avrupa’nın tarihi ile mi övünecekler?

 

Milli İslam Üretmek
Selçuklular ve Osmanlı

Selçuklular ve Osmanlı, Araplardan ayrışmak amacıyla milli İslam üretmek istediler. Araplardan ayrışmak amacıyla; kurucusu, Arap olmayan Ebu Hanife’nin Hanefilik ve İmam Maturidi’nin Maturidilik mezheplerini benimsemiştir. Bu mezhepleri ilk formüle eden Ortaasyalı Türk fıkıhçı ve kelamcılarının kitaplarını medreselerinde asırlarca okuttu. Felsefe ile işi olmadığından bunların felsefesini kavrayamadı. Bunların sadece pratikle ilgili fetvalarını ezberleyerek uyguladı. Zamanı, onuncu asra fiksleyerek durdurmaya çalıştı. Yeni fikir ve bilgi üretemediği gibi mevcut aşamaya bile bir katkıda bulunamadı. Kimliği fıkıh ve kelam konularından ibaret sandı. O nedenle fethettiği bütün ülkelere bunları götürdü. Cami, minare, ezan, namazı ve abdesti bozan mide gazlarının bedenden çıkış emisyon ölçümlerini içeren ilmihal kitabı götürdü. Kendisinin ürettiği kimlik felsefesi götüremedi ve onları kimlik sahibi yapamadı hatta onları da kimliksiz bıraktı. Bu nedenle fethettiği ülkeler, daha sonraları kendi kimlik arayışına girerek Osmanlı’dan koptular.

 

Kimlik ve Felsefe

Osmanlı İmparatorluğu, İslam’ı kendi siyasal çıkarı için kullandı. Ayrı bir felsefe üretemediğinden “Osmanlı kimliği” üretemedi. O devirlerde Batı’da yapılmakta olan ve günümüzü üreten felsefeyi ne yaptı ne de onunla ilgilendi. Sonunda, bin yılda kazandığı araziyi, I. Dünya Savaşı’yla üç yılda kaybetti. Çünkü işler koldan kafaya geçmişti. Osmanlı, Allah vergisi bedenle savaş kazanıyordu ama artık savaşlar, kafa ürünü lojik icatlarla yapılır oldu. Ve Osmanlı, bir anda jantlarının üzerine oturdu.

 

Osmanlı ve İnsanlık

Dünya gücü olma şansını, insanlığa bir katkıda bulunarak kullanıp insanlık tarihine geçemedi. İslam yoluyla insanlığa bir katkıda bulunamadı. Bu nedenle insanlık çizgisi, bu imparatorluğu pek ağzına almaz. İnsanlığın ileri gitmesine katkıda bulunan kişiler ve milletler için yaptığı bütün eğitim müfredatlarında onları her nesle okuttuğu gibi, yapmıyor. Hatta Osmanlı’dan hiç söz etmek istemiyor. Çünkü onun süresini felsefe ve bilime karşı bir engel oluşturmuş görür.

 

Cumhuriyet Teşebbüsü

Türkiye’nin Atatürk’le Cumhuriyet girişimi, insanlık ana akımına 20. asır versiyonunda dahil olma teşebbüsüdür. Fakat bu teşebbüs de felsefe ile değil, o akımın ürünlerini uygulamakla olmuştur. Atatürk de milli İslam üretmek istedi. Cumhuriyet tarihi boyunca bu isteğe zorla da olsa uyuldu. Ama teolog üretilemediğinden bugün İslamcılığa geri dönüldü.

 

Kimlik Üretimi ve Atatürk

Cumhuriyet teşebbüsü, Türklerin bin yıl önce girdiği İslam kimliği olan kiralık “devre mülk” kimlikten çıkıp kendi özgün kimliğini üretme teşebbüsüdür. Bu nedenle Atatürk, bir taraftan her alanda sistem koyarken, diğer taraftan da Türkiye’nin demografik yapısının tümünü içerebilecek çağdaş özgün kimlik üretmeye teşebbüs etmiştir. Bu kimlik için “Türk” adını kullanmıştır ama bu Türklük etnik değil, Türkiye’yi ifade eden coğrafik ulus kimliğidir. Türk kelimesini kullanmasının uluslararası önemi şudur: İnsanlığın milletler piyasasında kabul görebilmek için bu piyasada “şase numarası” almış bir isme sahip olmanız gerekir. İşte “Türklük”, kaportası pert olmuş ama bu şase numarasına sahipti.

 

“Atatürk, Türk milleti için, dört bin yıllık tarihinde sahip olduğu en büyük nimettir.”

 

İki Arada Bir Derede Kalma

Türkiye, felsefi zihinsel boğuşma yaparak ve oluşarak girmediği için, girdiği her yeni akımın yabancısı kalmıştır. Kendisine göre yüzeysel ve görüngüsel uyarlamalarla farklı olmaya çalışmıştır. En son girdiği insanlığın ana akımının Batı versiyonuna da yabancı kalmıştır. Her girdiği akımda iki arada bir derede kalmıştır. Çünkü onunla da zihinsel olarak oluşamamıştır. Çünkü onun üzerinde felsefi düşünmemiş hatta onun felsefesini anlamamıştır. Her zaman yaptığı gibi, zamanının modası diye ve insanlıkta egemen zihniyet olduğu için mecburen akımlara girmiştir. Fakat bunda da iki arada bir derede kalmıştır. Bir türlü zihinsel olarak insanlık ana akımına tam girememiş ve onunla oluşamamıştır.

 

Türkiye’nin şu andaki siyasal iktidarı, kendisini bugünkü insanlık çizgisine ait göremiyor. İslamcılıkta aidiyet arıyor. Ama aslında ona da ait olamıyor. Çünkü İslamcılık, her halükarda geçmişin Arap ve antik Mezopotamya kültürünü içeriyor. Türkiye, başından beri Araplıktan ayrışmak ve onunla özdeşleşmemek için Arapların mezhebine “Selefiyye” ve “Vahhabilik” diyerek reddetmiştir. Fakat bugün Türkiye, onlarla aynı çizgiye gelmeye çalışıyor. Aslında bu çizgiye gelmek isteyenleri, İslamcılar da kendilerinden görmüyor ve kabul etmiyor. Sadece Türkiye’yi sömürmek amacıyla görünürde evet diyorlar. Arapların tarihleri boyunca Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da gözleri vardır.

 

“Şunu hiç unutmamak gerekir ki, Arapların İstanbul’da her zaman gözü olmuştur.”

 

Aidiyet ve Türkiye Bugün

Türkiye, bin yıl önce, İslam’a girmekle antik Mezopotamya’nın arkaik düzeydeki teogonik ve eskatalojik hezeyanlarına boğuldu. Bu hezeyanlar onun önceki kültüründe yoktu. Gerçi Kuran da bu hezeyanları olabildiğince törpülemişti ama mevcut müesses dinin kurucu prototipi olan Yahudilik ve Hristiyanlığın sofistik-teolojik hezeyanlarından kendisini kurtaramadı. Batı filozofları bu hezeyanları çağımızda felsefi ve bilimsel olarak aştı ve bunları teoloji çöplüğüne attı ve Batılıları bunlardan kurtardı. Fakat tarih sahnesine geç çıkmanın kaçınılmaz sonucu olarak, öndekileri geriden takip etme zorunluluğu nedeniyle, günümüzde bile bu teolojik çöplerle boğuşmaktadır. Teolojik düşünürlere sahip olmadığından topluma öncülük edecek öncülerden yoksun bir şekilde bu çöplükte patinaj yapıp duruyor. Gerçi Atatürk, bu patinajdan kurtarma teşebbüsü yaptıysa ve zoraki de olsa bir süre bundan kurtardıysa da, akıl çapının geçmişte kalmış olmasından dolayı Türkiye tekrar geriye döndü. Halen bu anakroni içerisinde bocalayıp duruyor.

 

“Türkiye, bugün aidiyet sorunu yaşıyor. Bu ihtiyacı karşılamak amacıyla İslamcılığa sığınıyor. İslamcılığın çeşitli versiyonlarına dalıyor. Ama bir türlü olmuyor.”

 

Türkiye, bugün, İslam dünyasında da aidiyet sorunu yaşayanlarla beraber olmaya çalışıyor. İslam dünyasında aidiyet sorununun güncel adresi, İslamcılar ve özellikle İhvanı Müslimin hareketidir.

 

İslamcılık

İslamcılık; çağımızın yoğun, karmaşık, girift ve zor yaşamına, derin düşünmesine karşı, geçmişin basit ve kolay yaşamının ve yüzeysel düşünmesinin özlemidir. Fakat ülkenin nasıl para kazanacağı İslamcılar için önemli değildir. Çünkü kendileri iktidarda olurlarsa, onların kazanç sorunu olmayacaktır. Onlara kral hayatı yaşattıracak miktarda ülkeyi ve halkı sömürebilecekleri varlığı her zaman bulacaklardır. İslamcılar, kendileri siyasal iktidarda olurlarsa İslam’ın egemen olmasını isterler. Başkalarının İslam iktidarını istemezler. Çünkü İslamcılar, Müslüman dahi olsalar, kendilerinden başkalarına hayat hakkı tanımazlar. Hatta önce diğer İslamcıları yok ederler, çünkü onların haksız kazanç mamalarının ilk rakibi onlardır. Ayrıca amaçları, çalışmadan kral hayatı yaşamak olduğu için, kendileri iktidarda olurlarsa ülkelerini ve toplumlarını sömürerek bu amaçlarını gerçekleştirebilirler.

 

“İslamcılık virüsü girmiş kişinin bu ülkeye hayrı olmaz.”

 

Mabetçilik, Tapınakçılık

Tapınakçılık olan mabetçilik; tanrı için değil, yöneticilerin toplumlarını tanrı gücünü kullanarak gütmek amacıyla üretilmiştir. Bugün de ülkenin her tarafına mabet inşa etmek aynı amaçlıdır. Eğer ülkenin her tarafı mabetle dolduruluyorsa, anlaşılsın ki halkı gütmek istenmektedir.

 

Dinlerin Birbirleriyle Düşmanlığı

Dinlerin birbirleriyle düşmanlığının temeli, miras kavgasıdır. Bu miras kavgası ilk önce İbranilerin Firavun’a karşı kavgasıdır. İbraniler, Firavun’un icat ettiği “tek tanrı” kavramını ondan gasp etmişlerdi. Bu kavram ve konsepti kendilerine mal edebilmek için Firavun’u kafir ilan ettiler. Daha sonra bu kavgayı Müslümanlar devraldı. Müslümanlar bütün teolojik kavramlarını Yahudi ve Hristiyanlardan aldılar ve bunları kendilerine mal etmek için onları kafir ilan ederler.

 

Bugünkü Türk İslamcılığı

Fetih Zihniyeti

Türkiye’de bugünkü siyasal iktidar, Osmanlı’yı taklit ediyor. Osmanlı başka ülkeleri fethediyordu ama iktidar, kendi ülkesini fetih zihniyeti ile çalışıyor. Osmanlı’nın fethettiği ülkelerde kullandığı kimlik göstergeleri olan; ama aslında binlerce yıl önce insanlığın icat ettiği tapınak, minare ve ezan sembollerini kendisiyle özdeşleştirerek ve kendi sembolleri yaparak, kendisinin iktidarının göstergeleri olarak Türkiye’nin her karış yerine götürmeye çalışıyor. Sanki Türkiye’yi yeni fethediyor gibi. Güya dinsiz bir milleti İslamlaştırıyor gibi. Bir şey eski ise, onunla yeni olmaz. Yeni olmadan da bugün yaşanmaz.

 

Türkiye İslamcılığı düşünsel değildir, pratikseldir. Kafaya değil, göz ve kulak gibi doğal duyu organlarına hitap etmektedir. Paradigması ve felsefesi yoktur. Çünkü düşünürleri yoktur. O nedenle İslamcılığı sloganik ve nominaldir. İhvanı Müslimini taklit ediyor ama onlardaki kısır felsefeyi dahi anlayamıyor.

 

“Eskiden, yeni olmaz.”

“Kerpiç malzeme ile plaza yapılamaz.”

“Geçmişin ürünü ile çağdaşlık olmaz.”

 

Türkiye bugün, Cumhuriyet döneminde zorla da olsa tırnak tutturmak zorunda olduğu ve adapte olmaya çalıştığı çağdaşlık teşebbüsünden tamamen kopmuş, en azından siyasal iktidar bağlamında, geçmişin bataklığında savrulmaktadır. Din adı altında geçmişin ürünleriyle Türkiye boşuna ve sonuçsuz meşgul edilmektedir.

 

İçgüdülere Dönmek

İnsanlar da, kendi düzeylerindeki iktidar sayesinde, çok zor gördükleri çağdaşlaşma işleminden kurtulduklarına seviniyorlar. Asıl hallerine geri döndüklerinden dolayı rahatladılar. Fakat çağdaşlık, bugün insanlığın her alanında egemen olmuştur. Daha önce görünürde de olsa, bürokraside ve sosyal hayatta, çağdaş medeniliği uygulamaya dikkat ederken şimdi ondan kurtuldu ve içgüdüleriyle davranabiliyor. Hatta ülkenin kafa katmanını işgal eden üniversite kampüsleri bile birer eski agora meydanlarına dönmüşlerdir. Halk, kendisini ve çocuğunu artık çağdaş insanilikle terbiye etmiyor. Dolayısıyla çocuklar, tamamen böyle terbiye edilmeden yetişiyorlar. Ebeveynler ve çocuklar toplumda yaşamasını bilmiyorlar. Apartman dairelerinde yaşamasını bilmiyorlar. Ortak alanlarda yaşamasını bilmiyorlar. İlişki kurmasını bilmiyorlar. Bağırmanın medeniyetsizlik olduğunu bilmiyorlar. Başkalarının rahatsız edilmemesi gerektiğini bilmiyorlar. Şehirlerde bile tamamen hormonal-animal davranabiliniyor. Birer teknolojik hayvan gibi olunabiliniyor. Sonuçta huzurlu yaşam, bu ülkede mümkün olmuyor. Devlet, vatandaşına çağdaş huzur ve sükun sağlayamıyor.

 

“İktidar Türkiye’yi neden İslamlaştırmak istiyor? Bunun cevabı multidisipliner irdelenmelidir.”

 

İslamcılaştırma politikaları Türkiye’de sürdürülebilir değildir. Sadece milleti bölmeye yarar. İslamcılık, Türk milletinin sosyal yapısına uygun değildir. Türk milleti, İslam’ı, sadece kendisiyle tanrısı arasında bir folklorik mistik pratiksel ilişki sistemi olarak görmek istiyor. Onu teorik politik ya da teolojik hedefler için görmek istemiyor. Fakat İslamcı siyasal parti, İslamcı hedefine ulaşmada kendisinin Türkiye sistemine karşı problemlerini, dindar kesimin devlete karşı problemi yapmayı başararak iktidara gelmiştir. Bu hedefinin gereği, millete büyük paralar ödetmesine rağmen, Millet henüz onun İslamcı hedefini algılamış değildir.

 

İhvan-ı Müslimîn Örgütü

İslamcılık, insanlık ana akımına giremeyen Müslümanların hareketidir. Türkiye’nin, İslamcılık akımları arasından İhvanı Müslimin örgütünü seçmesi boşuna değildir. Bu örgüt, İslam dünyasında, insanlık çizgisinin bugünkü kesitine dahil olamayanların ismidir. İslamcıların, emperyalistlerle sorunu yoktur. Nitekim onlar tarafından iktidara getirilirler. İslamcıların sorunu çağımızın insanlık çizgisi iledir. Çağa adapte olamadıklarından İslam adı altında geçmişi geri getirmeyi hedeflerler. Bir felsefeleri olmadığı gibi, hayatın yüzlerce alanının hiçbirinde de sistemleri yoktur. İslam’ın hangi konusunu bugün uygulayabileceklerini bilmezler. Onların İslam’dan anladıkları anlam, doğal duyu organlarına hitap eden geçmişin işitsel ve görüngüsel işleridir. Motorsal değil, kaportasallıktır.

 

Felsefi Düşünme

Greko-Roma

İnsanlığın bugünkü aşaması, 2500 yıl önce Yunan filozofları tarafından icat edilen sistematik düşünme olan felsefenin ürünüdür. Romalılar da bu felsefeye kısmen de olsa katkıda bulundular. Ama her iki millete, insanlığa katkıda bulunmuş kabul edildiğinden insanlık tarafından saygı duyulmaktadır.

 

Yahudi-Hristiyan

İnsanlığın bugünkü düşünsel aşamasına gelinmesinde, Ortaçağ boyunca irdelenmek amacıyla felsefede kullanılması nedeniyle Yahudi-Hristiyan kutsal kitabındaki teolojik malzeme önemli rol oynamıştır. En az 1500 yıl bu malzeme ile çatışılarak felsefe yapılmıştır. Böylece insanlığın akıl çapı genişlemiştir. Genişleyen bu akıl çapı, çağımızı üretmiştir.

 

Kur’an

Kuran’ın fikir malzemesi Batı’daki bu felsefi çatışmada kullanılmamıştır. O dönemin filozofları Kuran’ın içerdiği fikir ve bilgi malzemesini çok iyi tanıyorlardı. Tevrat ve İncillerin karması kabul edildiğinden, Kuran’ın boğuşulmaya değer özgün fikir ve bilgi malzemesine sahip olmadığı kanaati vardı. Bu nedenle Kuran, insanlığın düşünsel gelişiminde gelişme amacıyla bir boğuşma malzemesi olarak kullanılmadı. Tevrat ve İncil hakkında ulaşılan sonucun, Kuran için de geçerli olduğu görüşüne varıldı.

 

İnsanlığın Düşünme Evreleri

İnsanlık, beş milyon yıllık tarihinde dokuz çeşit düşünme biçimi geçirerek bugüne gelmiştir. Her düşünmeyi kendi evresinde yapmak önemlidir. İçinde yaşanılan düşünme evresinde, önceki düşünme biçimlerini yapmanın insanlığa katkı açısından önemi yoktur. Geçmiş dönemin düşünme biçimini yapmak, düşünsel düzey olarak geçmişte kalındığının göstergesidir. Mesela düşünüş biçimi “akılcı ve bilimsel düşünme” olan çağımızda mitolojik, tanrısal ya da dinsel gibi daha önceki düşünme biçimlerini yapmanın, insanlık açısından hiçbir önemi yoktur. Eğer bu geçmiş düşünmeler, çağımızın düşünüş biçimini yakalamak için yapılıyorsa, yapan kişi ve toplumlar için önemli olabilir. Fakat eğer çağımızı geriye döndürmek amacıyla yapılıyorsa, bu durumda bu amacı taşıyan kişi ve toplumlar insanlık açısından tehdit ve düşman olarak görülürler.

 

İnsanlık Akımı Çizgisinin Son Kesiti

Bugün İnsanlık Çizgisi

Bugünü üreten insanlığın düşünme güzergahı şöyle olmuştur: Milyonlarca yıl Afrika’daki insanın düşünsel ürünleri, Asya ve Avrupa’daki 50.000 yıl önceki dönem, MÖ 5000’lerdeki Sümerlerle Mezopotamya, MÖ 2000 yıl öncesinden Mısır, MÖ 1000’lerdeki Türkiye’nin Ege sahilleri İyonya felsefesi, Ortaçağda Rönesans’la İtalya, Yeniçağda Aydınlanma ile Kuzey Avrupa, şimdi ise Kuzey ve Batı Avrupa ve Amerika. İnsanlık çizgisinin bugünkü kesiti Batı’da üretilmektedir ama bu, Batı’nın değil insanlığın ürünüdür. Çünkü bu yeni ürün, Batı toplumlarının tümünün ürünü değildir ve üstelik onların kültürüne yabancı olduğundan düşman görülmüş, onu üreten düşünürler hep öldürülerek yok edilmeye çalışılmıştır.

 

“İnsanlık çizgisinin bugünkü kesitini oluşturanlar, insanlığın bütün tarihini kendi tarihleri olarak görürler. Fakat Müslümanlar, İslam öncesi tarihi reddederler.”

 

İnsanlık çizgisinin son kesiti olan çağımız kesitinin temelini özellikle Grek felsefesi oluşturduğundan insanlık, halen bile Yunanlılara saygı duyar. Onların ekonomik sıkıntılarında imdatlarına bu nedenle yetişir. Grek felsefesinin özelliği; o zamana kadar insanlık sistemsiz düşünme yaparken, Grek filozoflarının sistematik düşünmeyi icat etmeleridir.

 

İnsanlık

Çok çeşitli milletler vardır ama bunların hepsinin toplamı olan “insanlık” adı verilen bir tek varlık vardır. Bir ürün sadece, onu üreten millet tarafından kullanılıyorsa, o ürün o milletin kültürüdür. Sadece o millette değeri vardır ve geçerlidir. Ama eğer bir milletin ürünü bütün insanlar tarafından kullanılıyorsa, işte o ürün insanlığın ürünüdür. Bir kişi ve millet için önemli olan şey, insanlığın malı olmuş bir ürünün olup olmadığıdır. İşte insanlık, insanlığa katkı yapmış kişi ve toplumlara vefa borcunu ödüyor.

 

Bugün Türkiye

Bugün bile Türkiye, insanlığa felsefi ve bilimsel bir katkıda bulunamıyor. İnsanlığın icatlarını tüketiyor. Hatta insanlığın gelişmesini sağlayan felsefe ve bilime karşı durduğu için insanlığa bir tehdit olarak görülüyor. Türkiye, insanlığın bugünkü düşünüşünü üreten düşünmeyi, tarihinde hiç yapmamıştır. Bugün de yapmıyor. Bugün bile, insanlığın bin beş yüz yıl önce başladığı ve çağımızda aştığı dinsel düşünmenin bazı dini konularının çok kaba çizgileriyle yüzeysel tartışmasını yapıyor. Türkiye, insanlığın binlerce yıl önce icat ettiği ama kullanıp teoloji çöplüğüne attığı teolojik malzemelerden, din adı altında uygulamakla medet umuyor.

 

Dinciler ve Siyaset

Dinciler, dinci iktidarları istemezler. Çünkü dinci iktidarları Tanrı ile korkutup onlardan istediklerini alamazlar. Dinci iktidarlar tanrıdan korkmazlar. O nedenle liberal iktidarları tercih ederler. Çünkü liberaller, hem dinsel toplumda oy alma kaygıları nedeniyle dinsizlikle itham edilmekten hem de tanrıdan korkarlar.

 

Türkiye’nin Felsefe ve Kimlik Yokluğu

Türkiye, tarihi boyunca, kendi düşünerek özgün felsefe ve kimlik üretememiştir. Bugün de üretemiyor, çünkü beşeri sistematik soyut düşünemiyor. Felsefe yapamıyor. Dinden kimlik olmaz. Kimlik, toplumların kendi düşünürleri tarafından üretilir. Din, Tanrı da olsa başkasının ürünüdür. Dini, kimlik yapmaya çalışan toplumlar hep yok olmuşlardır.

 

Yapılması Gereken

İslam adı altında geçmişin yaşam tarzının özlemini çekmek bırakılmalıdır. Çağdaş düşünüş biçimi olan “akılcı ve bilimsel düşünme” öğrenilmeli, onunla oluşulmalı ve icatlar yapılmalıdır. Başka hiçbir yol ne insanların karnını doyurur ne de varlığı sürdürür. Atatürk, çağdaş düşünme binasına tırnakla tutunma teşebbüsü yaparak toplumsal varlığı sürdürme ihtimali doğurmak istemiştir. Bu proje sürdürülmeli ve hedefine ulaştırılmalıdır.

 

Türkiye, özgün kimlik üretmek zorundadır. Kimlik, özgün düşünürler ve filozoflar tarafından üretilir. Ama özellikle dinsel toplumlara çağdaş kimlik, ancak çağımızı yakalamış teologlarla üretilebilir. Çağdaşlaşmak, sarp bir yokuşu çıkmaya benzer. Çekici görevi görecek güçlü kafalar olmadıkça bunu başarmak olanaksızdır. Arabayla sarp yokuş çıkarken, motor hiç durmamalıdır. Motor durduğunda tekrar çalıştırıp yokuşu çıkmak imkansızdır. Bu durumda araba gerisin geri düzlüğe kadar gidip arabayı tekrar yola kaptırmak gerekir. Ama bu, yokuşun çıkılacağının, hatta daha önce kat edilen yolun kat edileceğinin garantisi değildir.

 

Türkiye’nin bugün bile bu kimliği üretememiş olması, ülkenin düşünür ve filozofunun olmadığını göstermektedir. Türkiye, bütün bu gerekleri yerine getirebilmesi için düşünür ve filozof üretmek zorundadır. Bunun için bir an önce “Felsefe Üniversitesi” kurması şarttır. Aksi takdirde çağdaş vasıfta ne aidiyet sorununu çözebilir ne kimlik sahibi olabilir ne de ekonomi yapabilir. Bu durumun faturası, tedrici yok olmaktır. Millet olarak büyük faturaya hazır olmak gerekir.

 

“Türkiye, kafasal çözüm gerektiren hiçbir sorunu çözemiyor. Bütün sorunlarını geçmişin metotları olan el, kol, ağız ve para ile çözmeye çalışıyor.”

 

Bir ülkenin insan malzemesinin yapısı çok önemlidir. Çünkü ülkeler, insanlarının yapısına uygun işler yaparlar. Yapılarına uygun olmayan işleri yapamazlar. Şimdi Türkiye’nin boğuştuğu bütün problemleri, çağdışı problemlerdir ve çağdışılıktan kaynaklanıyorlar. Bunlar aynı zamanda kolektif insan yapısının göstergeleridirler. Ortada bir kolektif strüktürel/yapısal sorun vardır. Bu çağdışı kolektif yapı çağdaşlığa doğru değişmediği sürece Türkiye, bu tür problemlerle boğuşmaktan hiç kurtulamayacaktır.

 

“Bu çağda, çağ dışı problemler yaşıyor olmak, bir toplum için en büyük şansızlıktır.”

 

“Türkiye’nin, sonuçsuz fantezilerin tatmin edildiği bir alan olmasına izin verilmemelidir.”

“Türkiye, insanlık çizgisinin bugünkü kesitine gelmek zorundadır. Diğer bütün arayışlar boşuna uğraşıdır, enerji ve zaman kaybıdır. Ülkenin yok olmasına sebeptir.”

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.