SİYASET FELSEFESİ

SİYASET FELSEFESİ

“Her şeyin bir yörüngesi ve rotası vardır. İlerlemesi, onun dışında olmaz.”

 

“Filozof ve biliminsanlarının, sadece felsefe ve bilim yapma görevleri yoktur. Ülkelerinin ve dünyanın yanlışlarına da müdahale etmek sorumlulukları vardır. Tarih boyunca böyle olmuştur.” Teorik Fizikçi, filozof A. Einstein (1879-1955)

 

“Duygulu melodili fon müziği eşliğinde okumak, yazıları lezzetli yapar.”

 

Taksonomi ve Nomenklatür

Siyaset; devlet, hukûmet, özgürlük, mülkiyet, meşruiyet, haklar, kanun ve hukuk gibi siyasal konular ve kavramları içerir. Siyaset bilimi; bu çeşit siyasal olayların ne oldukları ile ilgilenir. Yani sınıflandırma demek olan “taksonomi” yaparak siyasal konuları kategorize eder. Olayların laboratuarıdır. Siyaset felsefesi ise; siyaset biliminin belirlediği siyasal olayları felsefi sorgulayarak inceler, irdeler. Siyasal sorunların tanısını koyar ve tedavilerinin nasıl olması gerektiğini söyler. Yani “nomanklatür” yaparak onların sistematik adlarını koyar. Biz de aşağıdaki iki güncel olayı siyaset felsefesi açısından ele alacağız.

 

Olay-1

Cümle: “Diyanet İşleri Başkanımıza saldırı, devlete yapılan saldırıdır.”

 

Kişi-Devlet Özdeşimi

Bu söz, siyaset felsefesi açısından ele alındığında şu çıkarsama sonuçlar çıkmaktadır: “Devlet yöneticileri, devlet ile özdeştir.” Dolayısıyla “devlet eleştirilmez olduğundan yönetici kişiler de eleştirilemezdir.” Yani bir kurumun başındaki kişiyi eleştirmek, hem ona hem de devlete saldırıdır. Bu düşünce, iki nedenden dolayı bugün yanlıştır ve geçersizdir. “Kişileştirme, devleti, kişinin görmektir.”

 

“Çağımız siyasal sistemi kişisellik değil, kurumsallıktır.”

 

Monarşist Demokrasi

Karmakarışık (Messy) Sistem

Birinci neden; kişinin devletle özdeşleştirilmesi, geçmişin siyaset sistemi olmasıdır. Geçmişte Devlet yöneticisi, devletle özdeşleştirildiğinden, kendisi ve devlet eleştirilmez idi, çünkü siyasal sistem monarşi idi. Devletin sahibi, devlet başkanı hükümdar idi. Ama şimdi bu anlayış geçersizdir. Şimdi demokrasi vardır ve demokraside devletin sahibi halktır. Hem iktidarı demokrasi sayesinde halktan alıp hem de halkın eleştirmesine izin vermeyen sisteme, siyaset felsefesinde monarşist-demokrasi adı verilir. Bu sistem; karma ve karışık anlamında “karmakarışık (messy)” bir sistemdir; düzensizlik ve sistemsizliktir. Çağdaş demokratik sistemde, yönetici kişi, kurumla özdeşleştirilmez.

 

Monarşist demokrasi sistemi, Mantık disiplininin “üçüncü halin imkansızlığı” ilkesine göre saçma (fallacy)dır. Bu ilkeye göre bir şey ya odur ya da budur, üçüncü hal olarak hem odur hem budur olamaz. Bir sistem ya demokrasidir ya da monarşidir, her ikisi birlikte olmaz.

 

“Monarşi, kişinin kendisini aşamaması, kendisiyle döğüşmesidir.”

“Demokrasi, kişinin kendisini aşması, başkasıyla döğüşmesidir.”

“Ne kadar eziyet, o kadar meziyet.”

 

Direktuvar Sistemi

Demokratik Görünümlü Monarşi

Felsefenin görevi; olgu obje ve olayları tanımlamak ve ismini vermektir. Siyaset felsefesi ise, bu işlemi siyasal olgu, obje ve olaylarda yapar. Demokratik görünümlü monarşist, yani demokrasi ile monarşi karışımının adı, “Direktuvar” sistemidir. Fransız Devrimi’nden sonra meydana gelen ve 15 yıl süren bir sistemdir. Meclisi vardı ama yasama yetkisi yoktu. Asıl güç direktörlerdeydi. 1799’da hükümeti darbe ile ele geçiren Napoleon Bonaparte, direktuvarı ortadan kaldırdı. Bu sistem, antidemokrat bir yönetim biçimi olarak kabul edilir.

 

Kişicilik, Kurumculuk

“Monarşide kişicilik, demokraside kurumculuk vardır.”

Kişicilik monarşi, kurumculuk ise demokrasi sisteminde vardır. Kişilerin, kurumlarla özdeşleştirildiği yerde, demokrasi yoktur, monarşi vardır. Kişiciliğin olduğu demokraside, kurumlar değil kişiler eleştirilir. Demokraside hem kişici olunacak hem de kişi eleştirilmeyecek durumu, mantıken saçma (fallacy)dır. Ayrıca, kurumların kazancını yöneticileri alırken kaybını neden almıyor da kuruma mal ediyor, eleştiri durumunda kendisini değil de kurumu fırına sürüyor? Halbuki kurum, canlı-özel değil, cansız-tüzel kişiliktir. Yönetimi, cansız varlık kurum değil, canlı varlık yönetici kişiler yapar. Demokratik sistemlerde; kişiyi eleştirmek, hem kurumu eleştirmek olmaz hem de kurum da eleştirilebilir.

 

Özel ve Resmi Feodalizm

İkinci neden; devletin gelirlerini sağlama meselesi ile ilgilidir. Eski monarşi siyasal sisteminde, devletin gelirlerini, devlet başkanı, genellikle canını ortaya koyarak bizzat kendisinin yaptığı savaşlarla ülke dışından temin ederdi. Fakat demokrasi sistemine bağlı olarak devletin geliri, ülke içerisinden halk tarafından temin edilir. Devletin sahibi olan ve gelirini temin eden halk, devleti de kurumlarını da, yetkilileri de eleştirme hakkına sahip olmuştur. Geliri halktan alıp da yöneticinin sorumsuz olması sistemine, karmakarışıklığın bir diğer örneği olarak “resmi feodalizm” adı verilir. Özel feodalizmde derebeyliğin geliri derebeyi tarafından karşılanırdı. Ve derebeyi bu nedenle sorumsuzdu. Aslında feodalizm, resmi değil özel bir sistemdir. Resmi feodalizm; özel ile resminin karışımı bir sistemdir ve siyaset felsefesi nazarında geçersizdir.

 

Eğer devlet başkanı, kendisinin gördüğü devletinin ve kurumlarının eleştirilmesini istemiyorsa, devletin ve kurumlarının gelirini kendisi sağlamak zorundadır. Hem gelirini kendisi sağlamasın hem de eleştirilmesin, böyle bir şey yoktur artık. Nasreddin Hoca: “Parayı veren düdüğü çalar.” Parayı sen ver, düdüğü ben çalayım, yoktur.

 

Gerçi Türkiye’de, sadece devlet yöneticilerine ve kurumların başındakilerine değil, gümrük memuruna, metroda çalışan işçiye bile, bırakın eleştiri yöneltmeyi, soru dahi soramazsınız.

 

“İnsanlık; teorisyenleri olan filozoflarının akıl çapında pratisyen yöneticiler yetiştiremedi.”

 

Olay-2

Görevini değil, Çıkarını Tercih

Basında Haber: “Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), İGDAŞ (İstanbul Gaz Dağıtım Şirketi)’tan mevzuata aykırı olarak düzenlenen ve tüketici mağduriyetlerine sebep olan faturaların iptal edilmesini istedi.” 07.05.2020

 

“EPDK; tüketici mağduriyetlerini doğuran her kurumun üzerine aynı hassasiyetle gidiyor mu? Mesela elektrik dağıtım şirketlerine?”

 

Kurumsal demokratik ülkelerde, kurumların, halkın hakkını gözetme görev ve sorumlulukları vardır. EPDK da bu görevini bu kez hem de hemen yapmıştır. Her zaman da yapması gerekir.

 

Fakat siyaset felsefesi açısından ele alındığında şu durum ortaya çıkmaktadır: EPDK’nın, tipik monarşist zihniyetle hareket ettiği görülmektedir. Siyasal iktidarın yönetiminde bulunduğu 20 yıllık bir dönemde İGDAŞ ve diğer kurumlar hakkında böyle bir işlem yaptığı görülmemiştir. Görevini yaparsa, kendisine zarar gelir diye düşünmüştür. Şimdi bu kurum, siyasal iktidarın dışındaki bir siyasi Partinin yönetimine geçtiğinden böyle bir işlemi, hem de hemen, yapmıştır. Çünkü görevini yaparsa, kendisine zarar gelmeyecek diye düşünmüştür. İşte demokratik açıdan problem buradadır. Demokratik değil, kişisel çıkar düşünülerek, taraflı monarşist davranıp görev ihmal edilmektedir. Siyasal iktidarın kurumunu yanlış yapsa dahi üzerine gidememektedir. Yani siyasal iktidarın bürokratlarının yönettikleri hiçbir kurum, 20 yıldır hiç mi yanlış yapmadı? Mesela elektrik dağıtım şirketlerinin halka yaptıkları haksızlıkların üzerine gidemiyor, çünkü onlar, siyasal iktidarın adamı biliniyorlar.

 

“Halkı değil de kendisinin atama yetkilisini dikkate alan görevli, kişisel yakın menfaati tercih etmiş demektir.”

“Monarşist algı kalıplarıyla, demokrasi uygulanamaz.”

 

Demokrasi sisteminde resmi kurumlar, siyasal iktidarın ve devletin değil, halkın kurumlardırlar ve halkın hakları için vardırlar. Demokraside; siyasal iktidarın sahibi halktır, iktidarı iktidara o getirir ve götürür. Resmi kurumların yöneticilerin atamasını da, devlet başkanı değil, dolaylı olarak halk yapmaktadır. İkinci olarak; resmi kurumların ve görevlilerinin ücretini, devlet ya da siyasal iktidar değil, halk ödemektedir.

 

“Demokraside resmi kurumlar; devlet ve iktidar için değil, halk için çalışmak zorundadırlar.”

“Ver ona makamı, çalsın sana istediğin makamı.”

 

Yani monarşist demokrasi anlayışıyla hareketle, görevini değil de, çıkarını tercih etmektedir. Bu durum demokrasi ile bağdaşmaz. İnsanlar, her şeyi kendi algı kalıplarına dökerek algılarlar. Çağdaş pratik isteniyorsa, algı kalıplarının çağdaşlaştırılması gerekir. Algı kalıpları eski iseler, en yeni şey dahi eski algı kalıplara dökülerek algılanacak ve salgılanacaktır. Onlardan yeni pratik beklenemez.

 

Türkü

Koronavirüsün Yaptıklarına İthafen

 

Ah Gürgen Dallarından

Karadeniz Türküsü

Bakma gözlerum bakma, Garip garip yollara

Allahım sabır versin, Sevda çeken kullara

Ah gürgen dallarundan, Budanmayacak misun?

Bana yaptıklarından, Utanmayacak mısın?

 

Kaldım kara kışlara, Yazları bekleyemem

Ben bu kadar dertlere, Seni da ekleyemem

Bir teselli bulurum, Kendimi avuturum

Geçtim nicelerinden, Seni da unuturum.

 

Kitap

Anlamak; birikimsel ve süresel bir iştir. Algılamayı gerektirir. Anlama ve algılama; bir konuda bir veya bir kaç kitap okumakla gerçekleşmez. O nedenle hemen sonuç, yargı ve çıkarsama yapmaya bakmamak gerekir. Bir konuda ve ona mücavir başka konularda bir süre okuma yapmak gerekir. Sonra işi, beyindeki süreye bırakmak gerekir. Tıpkı kimyasal maddeler gibi, bilgilerin tepkimeye girmelerine fırsat vermek gerekir. Çünkü nihayetinde beynimize verdiğimiz bilgi malzemesinin beyinde tepkimeye girdiği malzeme nöronlardaki asit kimyasallarıdır. Biz zihnimize bilgi malzemesini verelim. Gerisini ona bırakalım. Zihin, aldığı verileri kendisi işler, prodüksiyon ve reprodüksiyon yapar ve çıkarsamalarına ulaşır.

 

Ernest Hemingway (1899-1961)

Amerikalı romancı, hikâye yazarıdır. Basit yazma tekniği ve sade üslubuyla 20. yüzyıl kurgu romancılığını etkilemiştir.

 

Kitapları

– Yazma Üzerine: Edebiyatla ilgilenen herkesin ufkunu genişletecek eşsiz bir kitaptır.

– Kadınsız Erkekler

 

Hemingway şöyle diyor: “Ciddi bir şekilde yazabilmek için, korkunç bir şekilde incinmiş olman gerekir. Ama bu lanet olası acıyı yaşadığında, onu kullan; onunla hile yapma. Ona bir bilim insanı gibi sadık kal! Ama sırf senin ya da seninle ilgili birinin başına geldi diye herhangi bir öneme sahip olduğunu da düşünme!”

 

“Pek çok arkadaşım harika işler yaptı, bazılarıysa hapse girdi. Ne var ki, bunların hiçbirinin, insanoğlunun halihazırda bildiklerine ekleyecek yeni bir şeyler sunmadığı sürece, bir yazarın yazarlığına faydası yoktur. Bu durumda yazar, mezara gömüldüğünde tıpkı diğerleri gibi kokuşacaktır; tek fark, yaşarken politik bağlantılar kurduğu için cenazesine daha fazla çiçek yollanması olacak, sonrasındaysa daha da fazla kokuşacaktır.”

 

“Yani, mevcut bilgiye, yeni bilgi ekleme katkısı yapmayan çalışmaların değeri yoktur.”

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.