SİYASAL ve SOSYAL KİŞİCİLİK

SİYASAL ve SOSYAL KİŞİCİLİK

“Günümüzde bizi tehdit eden şey pasiflik değil, sözde aktifliktir. Sözde aktiflik yapmaktansa hiçbir şey yapmamak daha etkilidir.” S. Zizek

 

SİYASAL KİŞİCİLİK

Siyasal kişicilik, devletin kişi ile özdeşleşmesidir. Devletin, bir kişinin olmasıdır. Yani bir kişinin kimliğinin, devletin kimliği olmasıdır. Bu kişi genellikle devletin kurucusu ya da en tepe yöneticisi olan kişidir.

 

Devlet İsimleri

Tarihsel güzergaha baktığımızda; İlkçağ’da devletlerin, bir etnisiteye mensup kavimlerin  veya sülalelerin isimlerini aldıkları görülür. Mesela Sami entisitesine mensup kavimler olan Akatlar, Asurlular, Babilliler gibi devletler kavimlerinin ya da kabilelerinin isimlerini almışlardır. Sümer Devleti, Sami olmayan bir kavim tarafından kurulmuş ve devlet, bu kavmin adını almıştır.

 

Daha sonraları ortaçağda devletler, devletlerin kurulduğu şehirlerin, şehirleri kuran kişilerle isimlenen coğrafi isimlerini alır olmuşlardır. Mesela Roma İmparatorluğu, kurulduğu şehir olan Roma şehrinin kurucusu Romulus’un ismini almıştır. Romus ve Romulus iki (veya ikiz) kardeştirler ve Roma şehrini kurmuşlardır. Bizans İmparatorluğu ismini, şehrin ismi olan “Byzantion”dan alır. Bizantion, İstanbul şehrinin kent olarak ilk atası ve Konstantinopolis’ten önceki adıdır. Bu şehir adını, onun kurucusu olan, bir Dor şehri olan Megara’dan gelen bir Yunan kolonicisi olan Bizas ya da Bizantas adlı kişidir. Emeviler ve Abbasiler devletleri de Kureyş kabilesine mensup ayrı sülalelerin isimlerini almışlardır. Osmanlı Devleti, adını kurucusu ve Osmanlı Hanedanı’nın atası olan Osman Gazi adlı bir kişiden alır. Yani bir kişinin devletidir.

 

Çağımızda

Çağımızda devletler, uluslarının adlarını aldılar. Fransa, Almanya, İngiltere, Türkiye gibi. Bu ulusların adları aynı zamanda ülkelerin coğrafi adları yapılmışlardır. Çünkü artık devletler ve ülkeler içlerinde yaşayan uluslarındır. Fransa ve Almanya gibi isimler, bir etnisitenin ismini çağrıştırıyorsa da bu ülkeler ve devletler artık bir etnisitenin değiller, içinde yaşayan herkesi ifade etmek zorundadırlar. Çünkü artık ülkeler “ulus-ülke, devletler “ulus-devlet” olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk tarafından kurulmuştur ama Atatürk, devlete kendi ismini vermemiştir. Çünkü devletlere kurucuların isimlerini vermek o devirde çağdışı olmuştu. Devlete, çağımızın sistemine uyarak coğrafyadan alınan ve içinde yaşayan herkesi ifade eden ulus-devlet ve ulus-ülke ismi olarak “Türkiye Cumhuriyeti” adını vermiştir.

 

Çağdışılık

Devletlerin ve ülkelerin; etnisitelerden, dinlerden, mezheplerden ve kişilerden çıkarılıp ulusların yapıldığı ve ulusların isimlerini aldığı; yönetimlerin ise demokrasiyle birlikte halkın yapıldığı çağımızda tek dinin, etnisitenin, mezhebin ve kişinin yönetim sistemi çağdışıdır, paradokstur, çelişkidir, tenakuzdur, absürttür, antinomidir ve sürdürülebilir değildir. Çarpık mantıktır. Mantıksızlıktır. Nonsequiterliktir. Çağımızda, kitabına uydurulsa da, kişici yönetim, siyaset bilimi nazarında gayri meşrudur. Bu gayri meşruluğu doğuran toplum ve yönetici kişi ve bu kişinin sözümona kanuni tasarrufları, gelecek tarih boyunca hiçbir zaman meşrulaştırılamayacaktır. Bu kişici sistemin bahtsızlığı şudur: Bu sistem, lağvedilmesinden iki asır sonra uygulanmasıyla gecikmiş bir eylemin anakronik biçimde yaşanıyor olmasıdır.

 

Türkiye’de kurumsallığın yokluğundan, kişiciliğin varlığından dolayı kurumlar, gayri resmi ve kanunsuz da olsa, başlarındaki kişilerle özdeşleşiyorlar. Kurumlar, başlarındaki kişilerin özel mülkiyetine dönüşüyorlar. Türkiye için en vahim durum, avamın kişici olmasıyla birlikte, ülkenin en üst politik, akademik ve bürokratik katmanının kişici düzeyde olmasıdır. Kişi yönetimi, Siyaset Bilimine göre diktatörlük yönetimidir. Diktatörlük tiranlık yani zalimlik değildir, her şeyi bir kişinin dikte ettiği sistemdir. Türkiye’de yazılı olarak her şey çağdaştır ama uygulamada her şey çağdışı uygulanmaktadır. Bu durum tıpkı; kaportası modern ama motoru eski olmak gibidir. Tıpkı, 2004 görünümlü 74 model araba gibidir.

 

“Kişici devletlerde hükümet de devlet de kişidir; kurum ve sistem değildir.”

 

Kişicilik karakterinin egemenliğindeki ülkede kurumsallık gerçekleşemez. Resmi kurumların başlarına gelenler analiz edilince, Türkiye’de kurumsallığın bulunmadığı ortaya çıkar. Kurumun aleyhindeki bir kişi o kurumun başına gelebiliyor. Kurumun başında iken, daha önce karşı olduğu kurumun zihniyetini uyguluyor. Kurumun başından ayrılınca tekrar kurumun zihniyetinin karşısına geçiyor. Çünkü bu kişi kafasalcı değil, mamasalcıdır. Onun tek derdi, kişisel çıkarıdır. Kurumun başında iken onun nimetlerinden yararlandığından kurumu savunuyor. Kurumdan ayrıldıktan sonra oranın düşmanı oluyor. O kuruma bir daha uğrayamıyor bile. Çünkü ondan sonra kurum, kurumun başına gelen kişinin mülkü oluyor ve selefini düşman olarak görüyor ve onu kuruma uğratmıyor. Tıpkı canlılar alemindeki sistem gibi. Türkiye, çağdaşlaşmak istiyorsa bu hastalıkları düzeltmesi gerekir.

 

Bekçiler Kralı Filmi

Türkiye’deki kişici iktidarın egemenliğini göstermesi bakımından Kemal Sunal’ın oynadığı “Bekçiler Kralı” adlı filim önemlidir. Elli yıl önceki durumu görselleştiren bu filme günümüzden baktığımızda hiçbir iyileşme olmadığı gibi kişici yönetimin daha da kronikleştiği görülür. Soyadı, İçişleri Bakanı ile aynı olan gece bekçisine, onun bütün amirleri olan vali, il emniyet müdürü, ilçe emniyet amiri ve diğer amirlerinin hepsi saygı duruşuna geçiyor. Bu durum, çağdışı bir durumdur.

 

Kişici yönetimde hiçbir devlet yetkilisi görevini ihmal veya suiistimal ettiğinden dolayı görevinden alınmaz, onları atayan en yetkili kişiye olan davranışlarından dolayı görevinden alınır. Kişici devlet yönetiminde devlet kurumları, devlet başkanı ve diğer üst düzey yöneticiler için vardır. Mesela trafik polisi, vatandaşın tıkanan trafiğini açmak için gelmez, devlet büyüklerine yol sağlamak amacıyla trafiği tıkamak için gelir.

 

“Kişici yönetim sisteminde devlet vatandaş için değil, vatandaş devlet için vardır.”

Milletvekili Ayrıcalığı, İmtiyazı

Türkiye milletvekilleri, yurtdışlarına gittiklerinde özellikle Avrupa ülkelerinde polis tarafından normal vatandaş muamelesi görmelerinden şikayet ederler. “Ben milletvekiliyim, beni nasıl sorgular, valizimi nasıl açar bakar. Bu hareket Türkiye’ye hakarettir,” şeklinde televizyon kanallarında haykırırlar. Bu milletvekilleri, öncelikle çağdaş ülkeleri ve sistemleri tanımada cahil olduklarını itiraf etmektedirler. Halbuki o ülkelerin polisi, aynı davranışı kendi milletvekillerine de uygulamaktadır, çünkü orada milletvekilinin vatandaştan farklı hiçbir ayrıcalığı yoktur.

 

İkinci olarak; milletvekili olunca Türkiye’de imtiyazlı ve ayrıcalıklı duruma gelmek istemektedirler ve öyle de oluyorlar zaten. Hakikaten bütün devlet kurumları onlara hizmet ediyorlar, vatandaşa değil. Hatta bütün devlet onlar için vardır, vatandaş için değil. Bu milletvekilleri, çağımızın eşitlik kavramını da bilmiyorlar. Üstelik onları seçen asıl milletin vekilleri olduklarının da farkında değildirler. Onları seçen asıl milletle eşit olmak istemiyorlar. Bilakis siyaset sayesinde sınıf atlayarak milletten ayrışmak, asıllarının onlara hizmet etmelerini istiyorlar. Bu kişilerden bu ülkeye hiçbir hayır gelmez. Gelmiyor da zaten. Allah aşkına sormak isterim; bu milletvekilleri ülkeye kaç kuruş kazandırıyorlar? Hiç! Ama ülkeye bir aylık masrafları en az yüz bin TL’dir.

 

Monarşik İktidar

 

“Monarşi kişicilik, demokrasi ise kurumculuk sistemidir.”

 

Monarşi, kişicilik iktidar tipidir; ordu yönetme, kanun yapma ve ülke yönetmede tek kişinin mutlak iktidarıdır ve eleştirilmezdir. Halkın seçimiyle iktidara gelseler dahi bir ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı, kurumları, belediyeleri eleştirilemiyorsa orada antikçağ kişicilik monarşisi var demektir. Kurumların ve yetkililerin görev ihmalleri ve yolsuzluk şayiaları soruşturulmadan ve yargılanmadan başbakan tarafından hemen daha başında savunuluyorlarsa ve sorumlular hakkında kovuşturma yapılmıyorsa orada kişici monarşi var demektir. Orada ülke ve devlet, devlet başkanının malı ve mülkü demektir. Halbuki demokrasilerde seçimle geldiği için devlet başkanı da devlet de ülke de, halkın malı ve mülküdür.

 

“Demokratik görünümlü monarşi sisteminin adı; direktuvar sistemidir.”

 

SOSYAL KİŞİCİLİK ve ULUS TOPLUM

Sosyal Kişicilik

Sosyal kişicilik, toplumun bir kişinin olmasıdır. Bu nedenle çağımıza kadarki bütün devirlerde toplumlar, kişilerin ismini alırlardı. Musevi, İsevi, Muhammedi, Osmanlı, Bizans, Roma gibi. Sosyal kişici zihniyete sahip devlet yöneticileri, milleti kendilerinin görürler. O nedenle bir devlet başkanının, “Benim milletim,” şeklindeki ifadeleri çağdışı kalır. Eski milletler, kendi çağlarının karakteristiğine uyarak müntesiplere “Musa Ümmeti”, “Muhammed Ümmeti”, “İsa Ümmeti” gibi kalıplarla isimler verilmiştir. Yani kişiler, bir kişinin toplumu idiler. Fakat bu anlayış çağımızda sonlandırılmıştır. Artık kişiler hiçbir kişinin değil, kendilerinin oluşturdukları toplumundurlar.

 

Ulus Kavramı

“Ulus toplum” ve “modern-ulus devlet” kavramları, 16. asırdan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Çağımızda, ülkelerin toplumlarına “ulus” adının verilmesi aşamasına geçilmiştir. Ulus, ülkenin toplumunun bir kişiye değil, toplumun kendisine ait olmasıdır. Ayrıca hiçbir kişinin, dinin, mezhebin, entinisitenin, ekonomik ve sosyal bir sınıfın rengini taşımaz. Bu nedenle ulus kavramı nötr ve tarafsız bir kavramdır. Hiçbirinin zihniyeti ülkeye ve ülkenin ortak alanına egemen kılınamaz. Bu durum, tıpkı apartmanlardaki ortak alanlar gibidir. Toplum, toplumun malı olduğundan toplumun bireylerine toplum bakmak zorundadır. Bu amaçla vergi öder. Daha önce hastasını akrabaları hastahaneye götürmek zorunda iken ulus sisteminde devlet götürmek zorundadır. Açlara toplum bakmak zorundadır. Ulus, bir toplumsal kollektivitedir. Sosyal devlet (welfare state) budur.

 

“Ulus toplumda biz kavramı vardır, ben kavramı yoktur.”

 

Öteki

Ulus kavramında, bir ülke içerisinde “öteki” kavramı yoktur. Bir ülke sınırları içerisinde yaşayan herkes vatandaştır ve eşit vatandaşlık haklarına sahiptir. Ülke, ülkede yaşayan herkesindir. Ulus siteminde ortak kamusal alan vardır ve bu nötr olmak zorundadır. Bu kamusal alan; diğerlerini maddi ve manevi rahatsız etmemek ilkesi üzerine gereken nötr kurallarla düzenlenir. Bir tek inancı, ortak alanda dayatmamaktır. Bir tek inancın dayatıldığı yerde mutlaka “öteki” kavramı ve ötekine saygısızlık vardır.

 

Devletin Polisi Kavramı

Ulus kavramı demokrasi kavramı ile birlikte gider. Demokrasi ve ulus sisteminde polis, devletin değil, milletin polisidir. Nitekim polis kavramı, halk kelimesinden türetilmiştir. Fakat ülkemizde polis, devletin polisi olarak görülmektedir. Bu durumda polis; “Ben devletim,” diyebiliyor. Vatandaş, polise itiraz ettiğinde, “devlete karşı gelmiş” görülerek hemen tutuklanabiliyor. Ayrıca çağımızda devlete itiraz da suç değil, bilakis vatandaşlık hakkıdır.

 

“Asker, devlet için; polis, millet içindir.”

 

Güçsüz gördüğü vatandaşa krallık ve despotluk taslayan ve kabadayı kesilen polis veya herhangi bir memur, kendisinden üstte olan bir yetkilinin karşısında süt dökmüş kedi gibi olabiliyor. Eğer erkeksen, güçlüye karşı da krallık taslasana! Korkak kişi, güçsüze karşı cesaretlidir. Hatta güçsüzü görünce cesareti gelir. Bu ülkede kibarlık, insanları cesaretlendiriyor. Gerçek cesaretli kişi ise, güçlüye karşı cesaretli olur. Kral olan kişi herkese krallık taslar. Polisin ve memurun böyle davranışında ahlaksızlık da vardır. Çünkü ona verilen yetkiler halkın gücüdür, halkı korumak ve halka hizmet etmek içindir ve bunun için ona millet para ödüyor. Erkeksen bu yetki güçlerini çıkar, kendi gücünle çık o güçsüz gördüğün vatandaşın karşısına. Mertçe dövüş.

 

“Halkın gücü ile halkı dövmek en büyük kişiliksizlik, adilik ve ahlaksızlıktır.”

 

SONUÇ

Türkiye; toplumuna Abdulhamitçi, Atatürkçü, Peygamberci gibi her alanda kişicilik eğitimi vermektedir, fikir ve bilgicilik eğitimi vermemektedir. Kişicilik eğitimi vermek çok kolay, diğeri zor bir iştir. Biz hep zor işten kaçar ve kolay işi tercih ederiz. Ama zor işlerin ürettiği nimetlere sahip olmak isteriz. Kolay işin sonuçlarının değeri az hatta zararlı olacaktır. Bu kişicilik eğitiminin doğuracağı zararlar hiç hesap edilmiyor.

 

“Ucuz etin yahnisi acı olur.”

 

“Peygamberci de olsa, kişisel eğitim, şeyhlere insan yetiştirmeye hizmet eder.”

 

Çağımızda tek kişi “homo” yerine “corpus (çokluk)” olan demokrasi yönetimi gelmiştir. Artık tek kişi egemenliği değil, kolektif, hatta bütün halkın egemenliği gelmiştir. Toplum üyeleri artık, kendi kolektif egemenliklerinin sahipleri durumundadırlar.

 

SOSYAL ve SİYASAL TESPİTLER

Felsefenin şöyle bir tespiti vardır: “Dışarıdaki düşmana karşı savaş verilerek sağlanan toplumsal birlik, er ya da geç, iç bölünmeye ve içerideki düşmana karşı verilen savaşa ve bölünmeye dönüşür.”

 

“Bir ülke düşünün ki o ülkede devletin en büyük düşman saydığı kişi, ülke için çalışandır.”

“Bir ülke düşünün ki, kendisi için çalışanları yiyor.”

 “Devletin, kendisini soyduğu bir devlet düşünün!”

“Kendisinde beşeri akıl bulunmayanı beşeri akılla yönetemezsin.”

“Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefe ile bağımsızlık olmaz.”

 

Fransız filozof M. Robespierre (1758-1794): “Halklar yargılarlar ama mahkemeler gibi yargılamazlar, hüküm dağıtmazlar ama şimşekler gönderirler. Kralları lanetlemezler ama boşluğa geri fırlatırlar. Bu adalet, mahkemelerin adaleti kadar değerlidir.”

 

Antropolojinin şöyle bir tespiti vardır: “Toplumlar iki tip kişiyi unutmazlar. Biri kendilerine katkıda bulunanlar, diğeri başlarına bela getirenlerdir. Her ikisine de mutlaka bir gün karşılıklarını verirler.”

 

“Güçten başka bir şeyle yönetememek, başarısızlığın işaretidir.”

 

“Acımasızlığı olmadan sevgi güçsüzdür. Sevgi olmadan acımasız olmak körlüktür.”

 

“Birey, kendi tekil kültürünü aşabildiği ölçüde evrensel olur.”

 

“Kendi çıkardığı kanunu kendisi iğfal eden, suça istediği ceza miktarını kendisi belirlediği halde onu beğenmeyip mahkumlara af isteyerek kendi kendisini inkar eden nevrotik-patolojik kanunyapıcı tipi hangi ülkede vardır!”

 

“Hedonist-materyalist muhafazakar”, ne demektir, hangi tipleri ifade ediyordur acaba?”

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.