RAMAZAN AYI

 

“24.Nisan.2020 Cuma günü başlayan herkesin Ramazan’ını kutluyorum.”

 

“Artık fiziksel uzaklık, zihinsel yakınlık dönemidir.”

 

Kuran şöyle diyor: “O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur’ân onda indirildi. Onun için, sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de; hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez! Sayıyı tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı yüceltmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.” (Bakara, 189)

 

Kuran’ın tamamı, 23 yılda inmiştir. İlk vahiy,17 Ramazan; 22 Aralık 609-610, Pazartesi günü gelmiştir. Bu ayetteki, “Kur’ân onda indirildi,” lafzı, indirilişin tamamını değil, başlangıcını ifade eder. Ramazan ayı orucu ilk kez, ilk vahiyden 13 yıl sonra, Hicret (MS. 21.Haziran.622)’in ikinci yılında MS. 623 yılı Şaban (Kasım) ayında farz kılınmıştır. Rasûlullah, MS. 632 yılında vefat edene kadar, dokuz farz Ramazan orucu tutmuştur.

 

Ayetlerin inişine neden olan olayları okumak isteyenlere, Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ’NİN “İniş Sırası ve Sebepleri ile Kuran-ı Kerim Tercümesi” adlı eserini öneririrz.

 

Aylar Arasında Ayırımcılık

Onbir Ayın Sultanı

Ramazan ayına, “onbir ayın sultanı” unvanını, diğer milletler içerisinden sadece biz veriyoruz. Böylece aylar arasında ayırımcılık yaparız. Bu ayırımcılığı “kandil” adı altında gecelere de yaparız. “Cuma” ile günlere de yaparız. Bu durum, ayırımcılığın, milli karakterimiz olduğunu açığa vurur. Ramazan ayı, oruç ibadetinin ifa edildiği aydır. Türkiye, Ramazan ayına imtiyaz sağlamak için, “O ayda Kuran’ın indirilmiş” olmasını ifade eden ayeti kullanır. Fakat Kuran ile pek işi yoktur. Onun nazarında Ramazan’ı özellikli yapan şey, “kutsal yemek” yemiş olmaktır.

 

“Allah, hepsi Kendisinin olan; yıl, ay, gün ve geceler arasında ayırım yapmıyor.”

 

Diyanet ve Ramazan

Diyanet Başkanı, Ramazan ayı dolayısıyla genelge yayınlamış: Her gün yatsı ezanıyla birlikte sela, tekbir, selavat ve duadan oluşan “potpuri” okunacakmış. Halka her akşam yarım saat oral işkence yapmaya devam edecekmiş. Yani merasimle aleni ibadet yaptıracakmış. Böyle yaptığından Diyanet, sürekli güven kaybediyor. İbadetler, merasimle ifa edilmez. Herkes ibadetini kendi başına gizlice “huşu” içerisinde icra eder. Huşu, “konsantrasyon” demektir.

 

“İbadetleri, merasimle yapmak; onları Tanrı için değil, toplum için yapmak demektir.”

 “Bırakalım Allah vergisi ağızla yapılan kolay avam işlerini yapmayı da, zor kafa işleri yapalım şu zihinsellik çağında.”

 

Avam Düzeyinde Profesörlük

“Havas moral, avam oral işler yapar.”

 

“Moral İslamcılık yapamayınca oral İslamcılık yapmak.”

 

Yani prefesör olan din yetkilileri, avam düzeyinden farklı bir şey söyleyemiyorlar, yapamıyorlar, arada fark yok! Bir ülke için en vahim durumdur bu. Demek ki ülke, kişileri profesör yapmak için elli yıl boşuna harcama yapıyor. Halk, kendisini geliştirsin diye profesör üretiyor ama profesör, halkı geri götürüyor, halkın düzeyine iniyor da denemez, çünkü zaten orada olduklarını gösteriyorlar.

 

“Diyanet Başkanları böyle yapmakla; dini, caminin dışına taşırıp kamusal alanı laik olmaktan çıkarmaya çalışıyorlar. Şunu bilelim ki; Türkiye Anayasası laiktir ve onu hiç kimse yok edemeyecektir, hatta halkın selameti için yok etmeye çalışmamalıdır.”

 

Halk şunu söylüyor: Başkan, yapacağı şeylere, “halkımızdan isteyenler oldu,” gerekçesini kullanıyor. İstemeyenlere neden kulak asmıyor? Halkı bölüyor.

 

Farz Olmayanlar

Bu Teravih potpurisinde okunacak şeyler, dinimizde farz olan şeyler olmadıkları gibi sünnet bile değillerdir. Fıkha göre; teravih farz değildir, sünnet olduğu bile şüphelidir. Böyle şeyleri farz derecesinde organize ederek güya çok büyük iş yapıyor olunuyor. Mesela insanlara farz olan haccı yaptıramıyor, ama onlara sünnet bile olmayan umreyi, farzmış gibi empoze ediyor. Yine mesela ezan, Fıkha göre; namazın geçerliliği için gerekli bir şart değildir. Namazın farzlarından olmadığı gibi, sünnetlerinden bile değildir. O nedenle namaz kılmak için ezan okunması gerekmez. Ezansız da namaz kılmak geçerlidir. Ama ezan, güya dinde çok önemli farzmış gibi lanse ediliyor.

 

Dine göre farz olmayan şeyler; ekonomik, politik ve bürokratik gibi çıkarlar nedeniyle farzmış gibi halka empoze ediliyorlar. Çünkü bunların hepsi, doğal fiziksel organlarla çok kolay icra edilen ama iyi kazançlar getiren işlerdir. Eğitim almaksızın, görsel ve işitsel taklitle öğrenilebiliyorlar. Zor iş olan zihinsel düşünme emeği istemiyorlar. Kolay şeyin değil, zor şeyin değeri vardır. Türk Atasözü: “Ucuz etin yahnisi acı olur.”

 

“Allah için geçerli olan şey amaçlardır, araçlar değildir. Amaç; Onunla bağ kurmaktır.”

“Din; organize edilince ve örgütlenince, amaçlar önemini kaybeder, araçlar sektör yapılır.”

 

Cuma Namazı Meselesi

Daha önceki bir yazımızda, Cuma namazının teknik detaylarını yazmıştık. Ama şimdi buna kısaca değinelim. Koronavirüs nedeniyle Cuma namazının kılınamamasının, Başkan tarafından çok büyü mesele yapıldığını görüyoruz. Cuma namazı, Fıkha göre, aslında ülkenin sadece bir tane camiinde geçerlidir. Başlangıcında böyleydi. Sonraları en fazla iki camiye çıkartıldı. İki camiye çıkarılınca, cumanın geçersiz olmasına karşı ihtiyati tedbir olarak, “zuhr-i âhır” adıyla “sonraki öğle namazı” ihdas edildi. Osmanlı, cumayı, sadece birkaç tane merkez Sultan camilerinde kılardı. Şehirlerdeki mahalle camilerinde bile kılınmazdı. Köylüler de Cuma namazından muaf idi, onlara farz değildi.

 

“İslam’da önemli olan namaz, Cuma namazı değil, öğle namazıdır. O nedenle öğle namazı dört, Cuma iki rekattır.”

 

Atatürk ve Cuma Namazı

Cuma namazı; Diyanet İşleri Reisliği’ne bağlı Heyet-i Müşâvere’nin 1933 yılı 190 numaralı kararıyla, Atatürk ve İnönü Hükümeti tarafından köylere yayılmıştır. Kadınlara halen bile farz değildir. Farz olan şey, herkese farz olur. Çünkü Cuma namazı, teolojik değil, bir “politik namaz”dır. Yani dinde pek önemi olmayan böyle kolay işlerle büyük işler yapılıyor imajı verilmesin.

 

İŞTE GERÇEK TÜRK MİLLETİNİN KOLEKTİF MİLLİ KARAKTERİ

İşte Duygululuk (Sensation)

 

Milletine koronavirüs tedavisi vermek uğrunda hayatını kaybeden, Eyüpsultan Nişanca Aile Sağlığı Merkezi hekimlerinden “Yavuz Kalaycı”nın vefat etmeden önceki son mesajı yüreklerimizi dağladı, gözyaşlarımızı sel yapıp akıttı. Ölüm döşeğinde bile tek derdi, kendi ölümü değil, çocuklarının yaşaması. Şöyle demiş: “Kızlarım çok küçük, sahip çıkarsınız değil mi?” 21.04.2020

 

Sayın Doktorum! Müsterih ol! Yüce Türk Milletinin duygululuk Hazinesi; çocuklarını da seni de yaşatacaktır. Bu duyguların nedeniyle, saygıyla eğiliyoruz manevi şahsiyetinin önünde!

“İşte bu duyguları her nesle aktararak yaşatmalıyız.”

 

 (Duygululuk (sensation) Tatmak İsteyenlere)

Türkü Önerisi

 

“Dostun Gül Cemali Cennettir Bana” (Serpil Sarı’dan)

Dostun gül cemâli Cennettir bana,

Ne çare ayrılık zamanı geldi,

İstemem ayrılmak senden Sultanım,

Ne çare ayrılık zamanı geldi.

 

İstemem ayrılmak senden Sultanım,

Gül cemâle âşkın ile nalânım,

Çıkarma gönülden dinim imanım,

Ne çare ayrılık zamanı geldi.

 

Kul Fakir’im âşık, âşka yanandır,

Hâkk Erenler birbirine kanandır,

Dosta doymak olmaz, kanan erkândır,

Ne çare ayrılık zamanı geldi.

“Böyle duygu; doğuran, sözleri ve melodileri üreten dostlar var mı şimdi?”

“Kim öle kim kala, bu fırtınanın sonunda!”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.