NİETZSCHE’YE göre TARİHÇİLİK ÇEŞİTLERİ

NİETZSCHE’YE göre TARİHÇİLİK ÇEŞİTLERİ

“Tanrılara, geçici avantajlar uğruna ibadet edenler, gerçekte inananlar değillerdir.”

Aziz Augustinus

 

Toplumumuzun tarih bilincini anlamamızda yardımcı olur düşüncesiyle, Alman Filozof Friedrich Nietzche (1844-1900)’nin “Tarihin Yaşam için Yararı ve Zararı Üzerine” adlı makalesini özetleyeceğiz. Aslında her konunun, önce filozoflar tarafından ele alınışları okunmalıdır. Mesela müziği anlamak istiyorsak, müzik felsefesi okumak gerekir. Edebiyat ve şiir de öyle.

 

Nietzche şöyle der: İnsanlar, çağının büyük ve güçlü olanlarına duydukları nefretlerini, geçmişi bugüne taşıyarak geçmişin büyük ustalarına saygı gösterme maskesi altında gizlerler. Onlar şunu demek isterler: “Bırakın ölüler, yaşayanları gömsünler!”

 

Hem “bugün, geçmiş tarihin bir ürünüdür,” denilecek hem de geçmiş övülecek ve bugün yerilecek. Bu, tamamen antinomik bir durumdur. Bunun nedeni, bugünkü insanın, çağının standartlarında fikir ve bilgi gibi ürünler üretmedeki acziyetidir.

 

“Hayat ileriye, tarih ise geriye akar.”

“Tarihe bağlılığın sonucunda etkin insanlar değil, zayıf kişilikler doğar.”

 

Etkin kişi, geçmişin bilgisinde takılıp kalmayan, bu bilgiyi geleceği kurması için kullanandır.

 

“Tanrısal tarih, kendisini geçmiş zamanda gösterir. Gelecek zamanda göstermez.”

 

Nietzsche’ye göre, tarih yaşama hizmet ettiği ölçüde değerli ve anlamlıdır.

 

Nietzche’ye göre; anıtsalcı, antikacı ve eleştirel olmak üzere üç çeşit tarih vardır.

 

Anıtsalcı Tarih

Anıtsalcı tarih, tepkisel istence sahip kimselerin eline geçerse, işte o zaman bu tarihin çok tehlikeli durumlar doğuracağı kaçınılmazdır. Geçmişte bir takım örnek alınacak kimseler, hayranlık duyulacak anlar ve olaylar olabilir ve hatta geçmişteki bu başarılardan örnekler vererek faydalı bir eğitim de sağlanabilir. Ancak bu kimselere veya olaylara gerektiğinden çok bağlanılırsa, gereksiz bir çaba içine girilmiş olunur ve böyle bir tutum yaşama zarar verir.

 

Günlük hayatta ilhama ve bir motivasyona sahip olmayanlar, geçmişi anıtsallaştırır, onu bir ilham ve motivasyon kaynağı olarak kullanır. Anıtsalcı tarih bilincinde; geçmişteki zaferler ve kahramanlıklar dogmatik bir yapıya büründürülür. Geçmiş mistikleşir, mitolojik bir hale gelir ve üstün bir pozisyona yükseltilir. Böylece olunduğu yerde kalınır. Ona göre mümkün olabilecek tüm görkem ve yücelik geçmişte bir zamanlar yaşanmış ve bitmiştir.

 

Anıtsalcı tarih; aldatır, gözü pek olan kişiyi pervasızlığa, coşkulu olanı fanatizme teşvik eder. Bu tür bir tarih anlayışı, erginleşmemiş kalabalıkların hayat görüşlerinin temeli olur ve o kalabalıkları ayaklandırmak ve savaşlara tahrik etmek kolaylaşır.

 

Geçmişi yüceltmek demek, yüceliği geçmişte hapsederek onun bir daha var olmasını imkansız hale getirmek demektir.

 

Fakat anıtsalcı tarih anlayışında insanlar, “bir zamanlar var olan büyüklüğün zaten daha öncesinde mümkün ve olabilir durumda olduğu bu yüzden de yeniden varolabileceği” şeklinde bir düşünüşe sahip olabilirler.

 

Antikacı Tarih

Antikacı tarihe sahip olan bir kimse, eskiden beri varolan her şeye özenle ve hayranlıkla bakarken aynı zamanda onları koruyarak kendisinden sonra doğacak olanlara taşımak ister.

 

Antik tarih anlayışı her ne kadar geçmişin korunması ve şimdiyle bir köprü kurulmasını sağlasa da yaşam için oldukça tehlike taşımaktadır. Antik tarih iyice güçlenir, yani yaşama hizmet etmekten çıkıp yaşamın önüne geçerse, o zaman etkin insanı kötürüm eder. Çünkü Nietzsche’ye göre, “eskiye bağlı tarih, yaşamı korumayı bilir yalnızca, onun nasıl oluşturulacağını bilmez. O, her zaman oluş halinde olanın değerini düşürür, çünkü oluş halinde olan için sezici bir içgüdüsü yoktur. Böylece yeni bir şeye teşebbüs etmeye çalışan her kararlı girişimi engeller.

 

Eleştirici Tarih

Tarih, sadece, ileri götürmesi amacıyla eleştirmek için kullanılmalıdır. O bakımdan Nietzche’ye göre, üçüncü tarih biçimi eleştirici tarihtir. Diğer iki tarih biçimine göre eleştirici tarih biçimi yaşama gereksinimi ve yaşamın ileri taşınması için daha gereklidir. Bu anlamda “insanın yaşayabilmesi için geçmişin bir parçasını kırıp dökmeye ve ortadan kaldırmaya bir gücü olması ve bunu zaman zaman uygulaması gerekiyor; bunu da geçmişi mahkeme önüne çıkararak, kılı kırk yararcasına sorguya çekerek ve sonunda mahkum ederek yapar; “Her geçmiş, bundan dolayı, bir değerdir,” düşüncesi yargılanıp cezalandırılmalıdır.

 

Nietzsche’ye göre, her üç tarih biçimi de, tarih incelemelerinin yaşam için başarabildiği hizmetlerdir. Çünkü her ulusun, insanın veya her kültürün amaçlarını ve gereksinmelerini yerine getirmek için geçmişle ilgili belli bir bilgiye ihtiyacı vardır. Ancak sorun, bu bilginin aşırıya kaçması ve yaşamın önüne geçmesidir.

 

Türkiye

“Bu tarih tiplerine bakarak Türkiyenin, en zararlı tarih tipleri olan “anıtsalcı ve antikacı tarih” tiplerine sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.”

 

Türkiye, tarih boyunca, çağının günlük hayattaki içsel ilhamına ve motivasyonuna sahip görmediğinden, hatta kendisine güvenmediğinden; bilim, teknoloji ve felsefi alanlarda çağdaş ürünler icat edemediğinden, hep geçmişi anıtsallaştırmıştır.

 

Bunun sonucu olarak hep kendi döneminden önceki alimlerle, onların bilgileriyle, kahraman şahsiyetlerle, evliya ve türbeleriyle, tamamen anıtsalcı ve antikacı tarih zihniyetine mensup olarak, tatmin aramıştır. Bugün de çağının karşısındaki aşağılık kompleksine duygusal tatmin aramaktadır. Bunlarla, toplumun, çağın gerçeklerinden uzak tutularak çağı yakalamasına engel olunuyor. Halbuki kendisindeki cevheri, çağının standardında kullanabilse, kendisini gerçekleştirebilecek ve geçmişin tatmininden kurtulup “Bugün ben de varım diyebilecek.”

 

Çağdaş insanlık felsefesi, geçmişin kavgalarını vermiyor artık. Geçmiş ile tatmin aramıyor artık. Üstelik bütün tarihleri boyunca olduğu gibi, son asırda bile, kendilerini birbirlerine ispat etmek amacıyla, birbirlerine karşı iki dünya savaşı yaşamış milletler artık birlikte birlikler kurabiliyorlar ve kendilerini gerçekleştirebiliyorlar. Böylece insanlığa katkı yapabiliyorlar. Bunu başarabilmelerinin tek nedeni, geçmişi, anıtsallaştırarak savunmak değil, ileriye gidebilmek amacıyla eleştirel ele almalarıdır.

 

Türkiye, İslam tarihinin geçmiş kavgalarını vermektedir hala. Kendi ülkelerinde bile geçmişin gruplarının taraftarı olarak pozisyon almaktadırlar. Bunun temel nedeni, tarih anlayışında çağdaşlaşamamasıdır.

 

Siyasal alanda da; siyasi partiler, geçmişin kavgaları üzerine kuruluyor. Türkiye dahil, bütün Müslüman milletlerin siyasal iktidarları, toplumlarını ileri götürmeye çalışmak yerine, din adı altında geriye götürmeye çalışıyorlar. Böylece insanlarının ayıklanmalarına neden oluyorlar. Çağımız insanlığıyla uyumsuzluk içinde bırakılan tek millet, Müslüman milletidir. İşte bu nedenle bugün insanlık, Müslümanlarla bu dünya üzerinde yaşamak istemiyor artık. Müslümanlar her gün çok çeşitli nedenlerle ölüyorlar. Duygusallıktan düşünselliğe çıkamayan Müslümanlara yazık ediliyor.

 

“Müslüman siyasal iktidarlar, kendi haksız çıkarları için sömürmek amacıyla duygusal kalmalarını sağlayarak Müslümanlara en büyük kötülüğü yapıyorlar.”

 

Siyasal iktidarlar, toplumlarını zihinsel olarak çağdaşlaştırmak zorundadırlar. Siyaset felsefesine göre; siyasal iktidarların temel görevi, toplumlarını çağlarına göre yeniden üretmektir. Aksi takdirde devlet ve toplum birlikte ayıklanıp gideceklerdir.

 

İslam dünyasını çağdaşlaştırmada Türkiye öncülük yapabilir. Bu ihtimali Atatürk, Türkiye’ye kazandırmıştı. Fakat aradan geçen yüz yıl süresince bu misyon görülemedi. Şimdi ise bu misyondan tümden umut kesilmiş, geçmişe sığınılmaktadır.

 

Herakleitos (MÖ. 500), insanlığı ileri götüren şu gerçeği ileri sürer: “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz.”

 

İnsanlığın mottosu şudur: “Her şey akar.” Eflatun

İslam Fıkhında da şöyle bir fetva vardır: “Bir su ile iki kez abdest alınmaz.”

 

Tarih, iki kez yaşanamaz. Çünkü onu doğuran ortam, şartlar ve aktörler bir daha var olamazlar. Tarihi yaşayanlar kendileri için yaşadılar, bizim için yaşamadılar. Biz neden tarihi kendimiz için yaşıyoruz? Çünkü bugünü yaşayamıyoruz!

 

“Amacımız, toplumumuzu insanlığın zihinsel gerçekliğinden haberdar etmektir. Varlığımızı sürdürmek istiyorsak, din adı altında gerçeğin gerçek olmayan açıklamalarıyla kendimizi avutmayalım.”

 

“Ölülerden medet beklemek demek; canlıların ölü olması demektir.”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.