MONARŞİ ve DEMOKRASİ

MONARŞİ ve DEMOKRASİ

Monarşi

Etimolojik olarak monarşi tek anlamındaki “monos” kelimesinden gelir. Terminolojik olarak iktidarın tek bir kişide toplandığı yönetim biçimidir. Kurumsal ve sistemsel değil, kişisel yönetimdir. Kabile şefliğinin, siyasal yöneticiye aktarılmasıdır.

 

MONARŞİNİN TEMELLERİ

Biyolojik Temel

Hayvan ve İnsan Etolojisi adlı iki bilim dalı, hayvanların ve insanların doğal-biyolojik davranışlarını inceler. Bu bilimlerin tespitine göre; hayvanlarda ve insanın doğal yapısında yönetim sistemi olarak monarşi vardır. Dolayısıyla monarşi bir animal siyasal sistemdir. Mesela kuş sürüleri, önlerinde bir lider kuşla uçarlar. Bu lider, kuşların seçimiyle değil, o kuşun kendi özellikleri ve becerisi ile o makama gelmiştir. Aynı sistem arılarda da mevcuttur. Kendi becerileriyle kraliçe olan arı, bütün arı kovanını yönetir. Bir keçi uçurumdan atlar, yüzlerce keçi onu izler. Dolayısıyla monarşi; doğanın ve doğallığın egemenliğidir.

 

Antropolojik Temel

Orman ve Çocukluk Dönemi

İnsanlık, milyonlarca yıl ormanda orman dönemini yaşamıştır. Bu dönemde tıpkı bir insan yavrusunun biyolojik olarak bebeklik ve çocukluk çağları yaşadığı gibi, antropolojik olarak da çocukluk çağı yaşamıştır. Biyolojik olarak çocuk nasıl ki ana-babası tarafından yönetilirse, antropolojik çocukluk çağlarında da monarşi sistemi ile yönetilmiştir. Bu dönemde insan, doğada ve doğallıkta var olan hazır monarşi sistemini almıştır. Bu sistem verili (a priori)dir. Doğal duygulara (pathos) hitap eder.

 

Patria Potestas

Monarşinin bir diğer Antropolojik temeli; ilkel insanın ürettiği “baba hukuku (iuspatrium)” ve baba yetkisi demek olan “patriapotestas”tır. Bu yetki ile baba, çocuklarının ve ailenin tek yöneticisi olmuştur.

 

Patriapotestas ve Tanrı

Bu patriapotestas yetkisini insanlık, daha sonraları, yarattığı için kendi eseri gördüğü köleleri olan insanların üzerinde bütün insanlığın babası ve efendisi (Dominus) olan tanrıya devretmiştir. Bu anlayışı alarak Semitik Kutsal Kitaplar, “baba” ilan ederek tanrılarını bu ilahi patriapotestas sahibi olarak nitelerler.

 

Biyo-siyaset

Patriapotestas (baba yetkisi) ile birlikte biyo-siyaset sistemi vardır. Biyo-siyaset başkasının bedeni üzerinde tasarruf etme hakkı ve yetkisine sahip olmak demektir. Bu sisteme göre baba, “paterimporiosus yani otoriter babalık” sıfatına dayanarak, oğlunun hayatı ve ölümü dahil bedeni üzerinde tasarruf etme yetkisi sahibidir. Kendisine ihanet eden oğlunu yaralayabilir, organlarını kesebilir hatta öldürebilir. Biyo-siyaset siyasal hayatın en temel dayanağı olarak insan bedeninin siyasallaştırılmasıdır. Ayrıca insan bedeninin, iktidarın uygulandığı yer yapılmasıdır. Bu babalık yetkisi, monark yöneticilere verilmiştir. Böylece monarklar, kendilerine isyan edenlerin organlarını kesme ve öldürme dahil yönettiklerinin bedenleri üzerinde tasarruf etme yetkisine sahip olmuşlardır.

 

Biyo-Siyaset ve Tanrı

Semitik Kutsal Kitaplar da bu patria potestas anlayışını tanrılarına aktarırlar ve Tanrılarını biyo-siyaset sistemini uygulayanlar olarak tanımlarlar. Böylece evrensel egemen tanrıyı, beşeri siyasal egemenin düzeyine indirgerler. Tanrı; öldürme dahil siyasal boyun eğdirmek amacıyla bütün ilahi sözlü ve fiziki şiddeti insanlığa uygulayan çapa sahip hale getirilir. Tanrı, Kendisine itaat etmeyenlerin bedenleri üzerinde her türlü tasarruf etme yetkisine sahiptir.

 

Bio-siyaset anlayışı Kuran’da da aynen mevcuttur: “Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide, 33.

 

İşte tanrıya devredilen bu yetki, tanrının varisi olan peygamber gibi dünyevi siyasal egemenlere devrettirilir. Tanrı’nın yarattıklarına, yöneticinin yönettiklerine, ebeveynin evladına, kocanın karısına, hukukun suçluya fiziksel cezalar uygulayabilir olması bu sistemden meşruiyet almıştır. Monark istisnai egemendir ve hukukun dışında olmak demektir.

 

Monarşi ve İnsan Mülkiyeti

Efendi-Köle Mantığı

İnsanlığın, çocukluk döneminde monarşi ile birlikte ürettiği sistemlerden biri de efendi-köle sistemidir. Bu sistemlerde insan mutlaka birilerinin mülküdür. Malikler, mallarının üzerinde istedikleri gibi tasarruf etme hakkına ve yetkisine sahiplerdir. Çocuk ana-babasının, karı kocasının, köle efendisinin, yönetilen halk ise yöneticinin mülküdür. Bu yetki nedeniyle koca karısını dövebilir. Mülkü olduğu için karısını kocası boşayabilir, karı kocasını boşayamaz. Yönetilen yöneticinin mülkü olduğu için yöneticisini seçemez ve değiştiremez. Yönetici istediği gibi öldürür. Kendisine isyan edenin kollarını, bacaklarını kesebilir hatta öldürebilir.

 

Bu yetki, Semitik Kutsal kitaplar tarafından, efendi yapılan Tanrı’ya devredilmiş ve Onun kölesi kılınan bütün insanlık, Tanrı’nın mülkü yapılmıştır. Tanrı, kendisine inanmayan kişi ve toplumları helak edebilir. Öbürdünya cehenneminde ateşte yakabilir.

 

Bu sistemde sadece efendi öznedir. Köleler “özne” değildir ve kişiliği yoktur. Efendi, kölesini meta malı yapabilmek için ilk önce kölesinin öznel dünyasına tecavüz eder ve irade merkezini yok eder. Onu, efendisinin olan “öteki”nin iradesine mahkum edilmiş simgesel otomat olan bir “vantrilok” yapar. Onda, efendinin ipleri ile oynatılan bir kukladan başka bir hal bırakmaz.

Monarşi, konuşmayan insan (homo alalus) ister.

 

Totaliterlik ve Diktatörlük

Monarşi sistemi totaliterlik ve diktatörlük sistemidir. Totalitarizm; tüm yetkilerin bir kişide merkezîleştirildiği ve ona mutlak itaat beklenen yönetim sistemidir. Totalitarizmde bireysel özgürlüklere izin verilmez ve bireyin yaşamının tüm alanları monarkın kontrolündedir.

 

Totaliterlikle birlikte diktatörlük vardır. Bütün iktidar bir kişinin elinde olduğu zaman, o yönetim biçimi diktatörlük olarak adlandırılır ve her şeyi bir kişinin dikte etmesinden, talimat vermesinden türemiştir. Bir ülkenin kayıtsız, şartsız olarak bir tek kişi tarafından idare edilmesidir. Anayasa üstünde bir kudretle bir memlekete hakim olan şahsa diktatör denir.

 

Diktatör, devlet içerisinde tüm atamaları o yapar. Bu kişi aynı zamanda partisinin mutlak lideridir. Tek parti rejimi ve katı bir liderlik vardır. Bu tür diktatörlüklerde demokrasiden söz edilemez. İşte demokrasi, doğal sistem olan bu monarşi sistemini yok etmek için üretilmiştir.

 

Siyaset Biliminin diktatörlükle ilgili bir diğer tespiti; büyük yalanları bıkıp usanmadan tekrarlamak, yakın ve uzak tehlikeler, düşmanlar icat etmesidir. Vatan, ezan, bayrak gibi halkta zaten bulunan kavramları onlara sürekli satmasıdır.

 

Seçim, anayasa göstermeliktir. Bunlara görünüşte ilişmez. Kendi muhaliflerini vatan haini, halk ve ülke düşmanı ilan eder. Devlet kurumlarını baskı altına alır.

 

Milletvekili adayı gösterme şefin tekeli altındadır. Parti üyelerinin ve kurullarının önemi yoktur. Her türlü seçim formalitedir. Yasama organı, şefin iradesini yansıtan organdan ibarettir. Bürokratlar ve yargıçlar şefin kontrolü altındadır.

 

Dahili Emperyalizm

Emperyalizm; kendi çıkarları doğrultusunda başkaları üzerinde etkide bulunmaya çalışmaktır. Genellikle yabancılar üzerinde uygulanır. Fakat monarşi, bunu kendi halkı üzerinde uygulamak olduğundan dahili emperyalizmdir. Dahili emperyalist kişi, önce kendi ailesi sonra yakın çevresi ve nihayetinde sömürerek kaynaklarından “yararlanma” amacıyla halkı üzerinde siyasi nüfuzunu yayarak emperyalizmini uygular ve insanları kontrolü altına alır. Uygulamanın tek nedeni, monarkın kendi kişisel çıkarı ve haksız büyük ve imtiyazlı olma arzusudur. Bu kişi için akrabalık, dostluk, manevi değerler yoktur.

 

Demokrasinin Üretilişi

Demokrasi sistemini insanlık, antropolojik erginlik çağına ulaştığında üretmiştir. İlk erginlik dönemi, ilk felsefi düşünmenin başladığı Milattan önceki son bin yılda olmuştur. İşte bu dönemde ilk demokrasi sistemi üretilmiştir. Fakat daha sonra araya giren ve MS. 18. asra kadar süren dinsel düşünme döneminde demokrasiye ara verilmiştir. Bundan sonra insanlığın girdiği orta ergenlik çağında demokrasi tekrar ele alınmış ve hızla geliştirilmiştir. İnsanlığın erginliği, insanın ürettiği beşeri aklın çapının gelişimiyle paralel ve orantılı olmuştur. Dolayısıyla demokrasinin uygulanabilmesi, demokrasinin akıl çapına ulaşmış halk gerektirir. Şayet bir ülkede demokrasi uygulanamıyorsa, oradaki toplumsal akıl çapı, demokrasininki ile aynı düzeyde değildir demektir.

 

Demokrasi insanın sistematik beşeri düşünme işlemi ile ürettiği hümünal bir siyasal sistemdir. İnsanlığın doğaya ve doğallığa egemenliğidir. İnsanlığın, beş milyon yıl önce icat edip insana monte ettiği ve her geçen gün geliştirdiği sistemli beşeri akıl sayesinde ürettiği ve doğada bulunmayan a posteriori yani kazanımlı bir sistemdir. Düşünlere (logos) hitap eder. Demokrasi vasıtasıyla insan, özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu özgürlük doğadan olduğu gibi insandan da alınmıştır. İnsan, artık başkasının mülkü olmaktan kurtulmuş, sadece kendisinin mülkü olmuştur.

 

Demokrasi; 18. asırda insanlığın icat ettiği bir dizi entelektüel gelişimle birlikte ele alınmalıdır ve ancak onlar varsa uygulanabilir. Mesela laiklik, eşitlik, akılcı ve bilimsel düşünme, ulus kavramı, insan hakları, hukukun egemenliği, özgür birey, aydınlanma.

 

Demokrasi Sistemi

Demokrasi; siyasal iktidara geliş, iktidardan gidiş ve iktidarı kullanmanın kurallarının halk tarafından belirlenen bir sistemdir. Halkın, kendisinin koyduğu kurumsal ve sistemsel yönetme ve yönetilme sistemidir. Yönetimin, kişilerin değil, halkın malı olmasıdır. Demokrasilerde ülkenin ve yönetimin sahibi halktır. Monarşiler ve dinsel sistemler demokratik değillerdir. Çünkü bu sistemler yöneticilerin seçimle iktidara gelmek ve iktidardan gitmek ve iktidarı kullanmak halkın isteğine dayalı değildir. Nitekim hiçbir peygamber halkın seçimiyle tabandan değil, Tanrının atamasıyla üstten iktidara gelmişlerdir.

 

Demokrasi kişici değil, kurumcu bir sistemdir. Bu nedenle kişiler yönetimde ne kadar çok devre dışı bırakılır ve sistem egemen olursa o sistem o kadar çok demokratik olur.

 

Demokrasi ve Halk

Demokrasinin uygulanabilmesinin olmazsa olmaz şartı, demokratik yöneticilerin yanısıra demokrat halkın varlığıdır. Demokrat halk; çağımızın tam teşekküllü, müstakil ve bizatihi kişi olan bireyleriyle oluşur. Bu halk iktidarın bütün icraatlarını her gün izler, okur ve kendi aklı ve algı kalıplarıyla anlar, analiz eder, değerlendirir ve öz iradesiyle karar verir. İktidarın harcadığı paraların halkın paraları olduğu bilincinde olur. Ve neticede sadece seçimlerde değil, yanlışları gördüğü her zamanda konuşur. Konuşmayan insan olan “homo alalus” ve Fransız Maurice Blanchot (1907-2003)’un, “Açıkça Konuşma Yeteneğinden Yoksun Toplum” eserinde analiz ettiği toplumla demokrasi gerçekleşmez.

 

Demokrasinin uygulanabilmesi, demokratik halkın varlığını gerektirir. Halkı demokratikleşmemiş ülkede yazılı sistem demokrasi olsa da pratiği monarşi olmaktan kurtulamaz. Bu durumda, felsefi tanımıyla “demokrasi işlemez (inoperosita)dir.” İşlemezlik durumu, demokrasi makinesinin boşta olarak işlemeyişi, etkisizliğidir. Demokrasinin uygulanabilmesi, doğal potansiyel değil, hümünal edimsel insan, Aristo’nun, De Anima adlı eserinde belirttiği entelektüel (nous) halk gerektirir.

 

Demokrasi ve Ulus

Demokrasi ve ulus kavramları birlikte gider. Ulus; bir ülke içerisinde yaşayan herkesin eşit vatandaş olmalarıdır. Vatandaşların; din, mezhep, etnik, cinsel, sosyal ve ekonomik sınıf, ideoloji ayrımı olmaksızın ülkenin bütün resmi ve özel olanaklarını elde etme fırsat eşitliğine sahip olmalarıdır. Ülkenin ortak alanının bu zihniyetlerin hiçbiri ile dizayn edilmemesi nötr olmasıdır. Ulus kavramı; ümmetten daha kapsayıcıdır. Çünkü ümmet dine dayalı sosyal ve siyasal toplum oluşumudur. Ulus ise din dahil hiçbir zihniyete dayalı olmayan toplum yapısıdır. Nötrdür.

 

Ümmet, imama ait toplum demektir. Yani toplumun, toplum kurucusunun malı olmasıdır. Roma toplumu, Bizans toplumu, Osmanlı toplumu, Musevi, İsevi, Ümmeti Muhammed gibi toplum adlandırmaları, işte ulus ve demokrasi öncesi monarşi sisteminin adlandırmalarıdır. Ulus kavramında toplum, hiçbir kişinin malı ve mülkü değil, toplumun kendisinin olmasıdır. Demokraside de yönetim toplumundur. Bu nedenle demokrasi ve ulus birlikte gider. Bir ülkede ulus toplum yoksa orada demokrasi de olamayacaktır.

 

Kabilecilik

Monarşi, kabileci sosyolojik yapının egemen olduğu dönemde ortaya çıkmıştır. Çok sayıda kabileden oluşan bir ülke toplumunu tek kabilecilik anlayışıyla yönetme sistemidir. Kabilecilik sisteminde birden çok sayıda soy ve klan bölümleri vardır. Bir tane klan ya da soy iktidara gelir ve yönetimi onun mensuplarıyla yapar, diğerlerine yönetimde yer vermez. Demokrasi, kabileci sosyolojik çapı aşamamış insanların uygulayabileceği bir sistem değildir. Kabileciliği aşamamış kişilerin demokrasisi, klan ve kabileci yönetimi olacaktır.

 

Ulus ve Kabilecilik

Ulus ne çoğunluk ne de çoğulculuktur. Bir ülkede yaşayan hepsicilik, herkesçiliktir. Ülkenin bütün resmi ve ekonomik olanakları herkesindir. Fakat kabilecilik anlayışını aşamamış ve bu nedenle geçmişte kalmış kişiler, ülkesindeki sadece kendi ideolojisine ya da kabilesine mensup olanları kendi milleti olarak görür. Sadece kendi kabilesini içler, diğerlerini dışlar, bütün vatandaşları kapsayamaz. Ulus anlayışına ulaşamamış kişi mutlaka dışlayıcı olur, kapsayıcı olamaz. Devleti sadece kendi klanıyla yönetebilir, bütün vatandaşlarla yönetemez. Devletin bütün olanaklarını kendi klanına verir. Bu durumda diğer insanlar mahrum olur ve o iktidarın gitmesini ve kendisinin mensup olduğu kabilenin iktidara gelmesini bekler. Kendi kabilesi iktidara gelene kadar hiçbir iş yapamadığı gibi, daha önce yaptıkları da erir gider. Bu nedenle o ülkede küresel çapta bir işletme doğmaz.

 

Şayet bir ülkede iktidar, sadece kendisine oy verenleri kendi milleti olarak görüyor ve aslında bütün vatandaşların olan devlet nimetlerini bütün millete vermiyorsa, orada kabilecilik çapı aşılıp ulus kavramı çapına ulaşılmamış olmayacağından orada demokrasi de olmayacaktır.

 

Şeyhlik ve Monarşi

Şeyhlik, kabilecilik ya da klancılık ve mutlak monarşi aynı yapıya sahiptirler ve aynı devir insanının akıl çapının ürünleridirler. Hepsinde de teklik demek olan “monos” egemendir Hatta şeyhlik monarşinin, kabileciliğin ve klancılığın din kaplamalı yansımasıdır.

 

Şeyhlik monarşi gibi tanrısal hakka dayandırılarak din üzerindeki mutlak monarşist iktidardır.  Şeyh, kendi kendine verdiği şeylik unvanını, Tanrı’dan aldığını iddia eder. Bu, tıpkı çağımıza kadarki devirlerde siyasal yöneticilerin, iktidarlarını Tanrı’dan aldıklarını iddia etmeleri gibidir. O nedenle şeyh, sadece Tanrıya hesap vereceğini iddia eder. Çünkü dünyadaki cezaları almaktan korkar. Ahrette alacağı cezalardan korkmaz. Çünkü gerçekte Tanrı’ya ve ahretin varlığına inancı yoktur. O nedenle dünyadaki cezalardan kurtulmak için her türlü inkarı yapar ve yalanları söyler. Ama insanlara Tanrının, “aleyhinize dahi olsa doğruyu söyleyin” gibi emirlerini satar.

 

Monark gibi, dinin yönetimini hayat boyu kendi tekelinde bulundurur. Dini istediği gibi yorumlar. Kendisinden başka dini cemaatlere ve yorumlara yer vermemesi ve onları kafir görmesinin nedeni, şeyhin kendisini, dinin mutlak monosu görmesindendir. Şeyh, monark gibi, dilediği şekilde davranabilir, yanlışlarıyla ve doğrularıyla ölene kadar yönetmeye devam eder. Kararları tek başına alır. Sorgulanamaz ve yargılanamazdır. Müritler, karar alımında en ufak bir söz sahibi değillerdir. Bu özellikleriyle bile şeyhliğin monarşi gibi, demokrasiye tam zıt bir sistem olduğu ortaya çıkar.

 

DEMOKRASİ GÖRÜNÜMLÜ MONARŞİ

Direktuvar Sistemi

Direktuvar sistemi, tarihin arkaik siyasetin klasik biçimi olan monarşiden miras alınan ve çağımıza artakalan siyasal sistemdir. Bu sistem demokratik görünümlü monarşidir. Çünkü yazılı teorik sistem demokrasidir ama uygulaması diktatöryal monarşisttir. Yazılı kanunlarda yetkinin tek kişide olmamasının bir önemi yoktur, uygulama önemlidir. Diktatörlük, tiranlık değildir. Yöneticinin iktidarı kullanmada yazılı hukuku ve sistemi tanımamasıdır. Yazılı olarak hukukla ve sistemle bağlı olsa da uygulamada onları uygulamamasıdır.

 

Bir demokratik ülkede cumhurbaşkanının, “Benim adımla gelenlere imtiyaz sağlamayın,” demesi, o ülkede direktuvar sisteminin var olduğunu itiraf etmektir. Çünkü demek ki o ülkede Cumhurbaşkanının torpiliyle iş yaptırılabilmektedir. Demokrasinin uygulandığı bir ülkede böyle bir söz söylenemez. Çünkü ne cumhurbaşkanı, sistem dışına çıkıp kişilere imtiyaz sağlayabilir ne de yetkililer cumhurbaşkanının isteğiyle sistem dışında icraat yapabilirler.

 

Yazılı olarak demokrasi sistemine sahip bir ülkede eğer üniversiteler dahi; akademik personel alırken, akademik makale ve kitaplar yazarken, konferans verecek akademisyenleri belirlerken, ülkenin devlet başkanı “ne der” diye düşünüyorsa, devlet ihalelerini almaya herkes fırsat eşitliğine sahip değilse ve onları ancak baştaki yetkilinin istedikleri kişiler alabiliyorsa, orada direktuvar sistemi var demektir.

 

Form ve Norm

Form biçim, norm ise değer ve içerik demektir. Formalitecilik biçimciliktir. Formaliteci toplumlar bütün eylemlerini, anlamdan yoksun olarak formalite icabı yani biçimsel yaparlar. Demokrasiyi, işini ve ibadetlerini formalite icabı biçimsel ifa ederler. Bu nedenle onlardan arzulanan sonuçlar doğmaz.

 

Formalite Demokrasi

Direktuvar sistemi norm olarak demokratiktir ama form olarak monarşist olduğundan formalite demokrasidir. Yazılı kanunla yetkileri olan meclisler vardır ama fonksiyonsuzdurlar. Tek adamın istedikleri kanun olur, istediği kararlar çıkabilir. Milletvekillerine ve belediye meclis üyelerine “parmakçı” lakabının verilmesi, ülkede formalite demokrasinin bulunduğunun göstergesidir. Bu üyeler, konuşmayan insanlar olduklarından, insanlığın konuşmayı icat etmesinden önceki bebeklik evresindeki “homo alalus (konuşmayan insan)” pozisyonunun çağımızdaki versiyonudurlar. Bu üyeler, mesela İngiltere Parlamentosu’nda görülen, lidere muhalif konuşamazlar, ona muhalefet edemezler.

 

Resmi Feodalite

Asıl feodalite özel bir sistemdir. Direktuvar sistemi ise, Devlet eliyle yürütülen resmi feodalitedir. Çünkü seçimle de gelse baştaki kişi ülkeyi kendi derebeyliği olarak görerek derebeyi gibi yönetir. Nitekim baştaki kişiye, derebeyliğin beyi ve kölenin efendisinin unvanlarının birleşimi olan “beyefendi” denir. Asıl derebeylik ve kölelik sisteminde derebeyi derebeyliğin, efendi de kölelerinin gelirini kendisi karşıladığı için harcamaları da kendisi istediği yapardı. Fakat resmi feodalite sisteminde gelirleri halk sağlar ama harcamaları baştaki “beyefendi” kişi kendi keyfi inisiyatifiyle istediği gibi yapar.

 

İbadet Yapma Biçimi ve Monarşi

İslam’ın gelişinden önce üretilmiş olan namaz, tamamen monarşist eğitim verir. Din adamları kondaktörlüğünde ifa edilen bütün ibadetler gibi namaz da monarşist insan yetiştirmek için kullanılırdı. Fakat Hz. Peygamber bunu tersine çevirmek istemiştir. Mesela diğer dinler, ibadetleri mabette ve bir din adamının önderliğinde ifa edilmesini şart koşarken Hz. Peygamber, namazları kendisi kıldırmasına rağmen, Cumayı dahil, camide ve kendisinin arkasında kılmayı farz yapmamıştır. İmamla ifa edilen ibadetler, insanlara monarşist eğitim verdiklerinden monarşist yöneticiler camileri, insanların oralarda imamların arkasında namaz kılmalarını çok severler. Çünkü monark yöneticiye insan malzemesi yetiştirirler.

 

Sonuç

Felsefeye göre insan demek; hayvan olan doğal malzemeyi insan ürünü yapay olan beşere dönüştürmek demektir. Yani animallıktan hümünalliğe, hayvansallıktan insancıllığa geçmektir. İnsanlık, doğallıktan uzaklaşıp hümünalliğe yaklaştıkça insancıllaşmıştır. İnsancıllaştıkça daha çok hümünal olan sistemler üretmiştir. İnsan aklıının çapının genişlemesine orantılı olarak insancıl sistemler üretir. İnsan aklının çapı ise, düşünme işlemi yaptıkça genişler. Dolayısıyla düşünme işlemi yapmayanların akıl çapı dar kalacaktır ve insancıl ürünler üretemeyecektir. Nitekim insancıl ürünler üretemeyenler, düşünme işlemi yapmayıp akıl çapı dar kalanlardır.

 

Monarşi ilk insanın akıl çapı ile ürettiği doğal-animal siyasal sistemdir. Demokrasi ise insan aklının çapının gelişmesiyle orantılı olarak ürettiği hümünal sistemdir. İnsanlığın ulaştığı hümünallikle orantılı hümünalleşemeyen yani iki arada bir derede kalan insanlar, direktuvar sistemini üretmişlerdir. Direktuvar sistemi, animallıkla hümünalliğin karışımı olan bir karma siyasal sistemdir. Heidegger’e göre; hayvanlıkla insanlık arasındaki sınırdır, yani biridir ne de diğeridir. Monarktan insancıl davranış beklenemez. İnsancıl davranış, demokrat kişiden beklenir. Direktuvar kişiden ikisinin karışımından başkası beklenemez. Felsefe, kişileri değil ama onların karakterini; sahip oldukları olgu, obje ve olayları analizle sağlama yaparak tanır. Kişilerin sergiledikleri fenomenlere/görüngülere bakarak onun numenini/özünü yani gerçek kişiliğini ortaya koyar.

 

“Demokrasi ancak çağımızın insan aklının çapına ulaşmış ve onunla orantılı olarak hümünal numene sahip olmuş insanlarla uygulanabilir. Animallığa asılı kalmış ya da tutulmuş insanlarla demokrasi değil, monarşi ya da direktuvar uygulanabilir.”

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.