MATÜRİDİ AKLI

 

“En tehlikeli insan tipi; az anlayan, çok inanandır.” Anton Çehov (1860-1904)

 “Değişememenin tek yolu, düşünmemektir.” Fransız filozof Ernest Renan (1823-1892)

 

“Türkiye, bu çağda bin yıl önceki akıldan medet ummaktadır.”

 

Türkiye, son zamanlarda kelam ilmi alimi Matüridi’nin aklına geri dönmeyi tartışmaktadır. Bu tartışma, temelde bu çağda, cemaat ve tarikatlardan kurtulmak amacıyla yapılmaktadır. Şu bilinmelidir ki, Matüridi aklının egemen olduğu dönemde yüzlerce cemaat ve tarikat doğmuştu. Sorun, cemaat ve tarikatlar değil, onu doğuran kolektif toplumsal akıl çapının rem ve bit kapasitesidir. Bu kolektif akıl çapı çağdaş rem ve bitle güncelleştirilmediği sürece, bu şikayetlerden kurtulunamaz.

 

Matüridi

Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed el-Matüridi (853/944), Arap olmayan Samani Hanedanlığı’nın Ortaasya Maveraünnehir’de hakim olduğu 875-999 yılları arasındaki devirde yaşamış Arap olmayan alimdir. Yine Arap olmayan Ebû Hanîfe’nin ilim geleneğine mensuptur. Onun mezhebi Matüridilik, özellikle bugünkü Türkiye başta olmak üzere, amelde Hanefi mezhebine mensup Arap olmayan Müslümanların itikattaki mezhebidir. Hanefi-Matüridilik; Eş‘ariyye ya da Selefilik ile Mu‘tezile arasındadır, fakat akılcılıkta Mu‘tezile’ye daha yakın kabul edilmiştir. Mutezile’nin akılcılığı ile vahye teslimiyet gösteren Selefîlik arasında “üçüncü veya orta yol” denilebilecek bir mezhep olma görünümündedir.

 

“Bin yıl sonra, bin yıl önceki akla özenmek, bin yıl öncesinden öncesinde kalmış olmaktır.

 

Şu bir gerçektir ki; tarihteki bütün alimler kendi dönemlerinin akıl çapını ve bilgi düzeyini kullanarak kendi döneminin toplumlarına önderlik yapmaya çalışmışlardır. Hiçbir alim, kendisinden sonraki döneme hitap edemez ve etmek amacında da olmamıştır, çünkü insanlık aklı ve bilgisi sürekli gelişmektedir. Bu nedenle bugünkü her alim de kendi dönemi için ürün üretmelidir. Fakat kendi dönemi için ürün üretemeyenler, kolay yolu seçerek, geçmiş alimlere sığınmaktadırlar. Boş iş! Çağımız alimleri, çağımızın akıl çapına ulaşmak gibi zor işe talip olmalıdırlar.

 

Analiz

Matüridi aklı üzerinde yaptığımız akademik analitik çalışmanın sonuçları şudur: Matüridi aklı; bin yıl önceki avamın kullandığı pratik sıradan dinsel akıl ve dinsel sistemsiz düşünmedir. Onun akıl çapı bin yıl önceki çaptadır. Analitik tespitimize göre, savunmacı mukayyet ve sınırlı dinsel düşünen Matüridi aklı, günümüz değil diğer düşünsel alanlardaki gelişmeleri, din meselelerini dahi çözmede ve kapsamada yetersizdir, çünkü çağımızda kullanılan akıl ve düşünme, sorgulayıcı mutlak (sınırsız, güdümsüz ve şartsız) bir akıl ve düşünmedir.

 

Sistemsiz ve sistemli akıl ve düşünme hakkında teknik bilgileri öğrenmek isteyenlere, Niyazi Kahveci’nin yeni çıkan “Sistematik Düşünme” adlı eserini öneririz.

 

“Bin yıl önceki akıl çapıyla bugün var olunamaz.”

 

Filozof-Keşişler

Çağımız düşünüş biçimini, Ortaçağ Hristiyan dünyada var olan ve düşünme işlemi yapan patristik ve skolastik teologlarla birlikte filozof-keşişler üretmiştir. Onlar, tanrının varlığını savunurlarken aynı zamanda, kısmen de olsa onu anlamak amacıyla da olsa, sorguluyorlardı da. Fakat salt İslam kelam tartışmaları tanrının varlığını sadece savunuyordu, anlamak amacıyla da olsa sorgulamıyordu. Amacı anlamak değil, savunmak idi zaten. İnsanlığın düşünmesinin gelişimine katkısı bulunan ve günümüzü doğuran şey, işte bu filozof-keşişlerin düşünme usulü idi. Hakikaten onların tartışmaları, en azından o dönemin düşünüş düzeyine oranla epeyce karmaşık idi. Fakat Kelamî tartışmalar onlara oranla hayli basit kalıyordu. Bu nedenle günümüz düşünmesine bir katkısı olamamıştır.

 

İslam ilahiyatçıları, dini ve kutsal adı verilen metinleri eleştirmeyi öğrenmeli ve yapmalıdır. Çağımızda Kelam yok, felsefe vardır artık. Kelam savunur, felsefe sorgular. Ortaçağ boyunca dini metinler üzerinde yapılan kelam ve teoloji gibi çalışmalar neticesinde dinin bilgi ve fikir malzeme kaynağının rezervleri kullanılmış ve tüketilmiştir. Artık dini malzeme üzerinde entelektüel ve felsefi çalışmaya gerek görülmüyor. Kelam var olanı savunmak, felsefe ise hem var olanı anlamak, sorgulamak hem de var olmayan yeni olgu, obje ve olay üretmektir.

 

“İnsanlık uzaya taşınma hesapları yaparken ve bunu başarabilecek akıl çapına ulaşmışken biz bin yıl önceki akıllara ulaşmaya çabalıyoruz.”

 

Türkiye’nin Yapması Gereken

Eski bilgisayarlarda şöyle yazar: “Windows XP ve Windosw Vista desteklenmediğinden, bu bilgisayar Google Chrome güncellemelerini artık almayacaktır.”

 

“Türkiye’nin kolektif beşeri bilgisayarı, çok eskide kalmıştır, güncellemeleri almıyor. O nedenle bu bilgisayar bir an önce güncellenmelidir.”

 

Bilgisayarı kilobit kapasiteli insanlara, terabit programlar ve dosya dayatılamaz. Dayatma yerine, onların beyin kapasitesini yükseltmek şarttır. Kilobit kapasite, cigabit ve terabit programları ve dosyaları açamaz, okuyamaz. Beyin kapasitesi yükseltilince, insanlara dayatmaya gerek kalmayacak ve onlar algılamayı kendileri yapacaklardır.

 

Tabi ki dayatmak kolay, beyin kapasitesini yükseltmek zor iştir. Beyin kapasitesi sadece sistemli düşünme işlemi yapmakla gelişir. İşte biz her alanda hep kolay işleri tercih ediyor, zor işlerden hep kaçınıyoruz. Bu durumda ise asırlardır hiçbir bozukluk düzelmiyor, hiçbir şey değişmiyor, problemler zaman geçtikçe büyüyor.

 

Akıl ve düşün alanında Türkiye bin yıl boyunca, onuncu asır alimi Matüridi gibi, bin yıl önceki Mütekaddimin dönemi kelamcılarının değil, en azından ondan bir asır sonraki Müteahhirin dönemi kelamcılarının akılcılığını takip etmesi gerekirdi. En azından Müteahhirin kelamcısı Fahreddin er-Râzî (1149-1210) izlenebilirdi. 12. asırdan itibaren kelam ile felsefe ilişkilerinin geliştirilme işlemi başarılmıştır. Razi, felsefe ile kelâmın konularını ve yöntemini birleştiren Gazali’nin başlattığı felsefî Kelâmı sistemleştirmiştir. Biz Gazali’yi de, kendi algı kalıplarımıza dökerek algıladığımızdan, yanlış tanıyoruz.

 

Bir süre felsefi-kelam düşünmesi yapılsaydı belki avam tabakası bin yıl öncesindeki Mütekaddimin akıl çapında kalmaz, sonunda günümüzde çağımızın akıl çapına gelebilirdi, çünkü akıl çapı düşünme işlemi yapmakla gelişiyor. Günümüz İslam ilahiyatı, ortaçağ boyunca Batı’da Hristiyanlık üzerine yapılan düşünme işlemini yapmadığından, günümüz akıl çapı düzeyi nazarında düşünsellik gelişimi açısından bin yıllık bir boşluğa sahiptir. İslam dünyasında skolastik Kelam yerine İslam felsefesinin yapılışı sürdürülseydi, teolog-filozof çatallaşması üretilecek ve nihayetinde çağımızın salt filozofluğu doğurulacaktı.

 

“Türkiye, neden İbn Rüşd ve İbni Sina gibi İslam filozoflarının akıl tipini değil de, kelamcılarınkini izlemek istiyor?”

 

Bugünkü İlahiyat Akademiyası

Türkiye’nin bugünkü ilahiyat akademiyasının akıl çapının, bin yıl önceki akıl çapını kendisine üstün görmesinden Türkiye için daha vahim bir durum yoktur. Yani bugünkü akıl çapı, bin yıl öncekisinden geridedir demektir. Bu durumda olan bir ülke nasıl çağı yakalayacak ve muasır medeniyetin üzerine çıkacak? Dinsel toplumları ancak, çağının akıl çapına ulaşmış ilahiyatçılar ileri götürebilir. Nitekim Batı’da öyle olmuştur. Batı toplumu da iki asır öncesine kadar dinsel idi, gerçi bütün insanlık dinsel idi. Ama Batı’da ilahiyatçılar bin beş yüz yıl düşünme işlemi yaparak önce gıdım gıdım kendi akıl çaplarını genişlettiler sonra da toplumlarını çağdaşlaştırdılar. Türkiye, düşünme işlemini yaparak ileriye gitmeyi tarih boyunca hep çok zor bir iş gördüğünden her alanda geriye giderek varlığını sürdürmeyi tercih etmiştir. Türkiye, bin yıl boyunca gerçekleri hep yok saymıştır. Bu durum bugün de sürüyor.

 

“Gerçekler yok sayılarak yok edilemez!”

 

Türkler, düşünme işlemini bin yıl ihmal etti. Sonunda ise, bin yılda kazandığı arazileri, Birinci Dünya Savaşında üç yılda kaybetti. Şimdi de aynı ihmalle hareket ediyor ve şimdi de elindeki Türkiye’yi kaybetmeme mücadelesi veriyor. Bu kafa ile Türkiye’yi elde zor tutarız.

 

“İhmal ettiğin şey, seni imha eder.”

 

Türkiye’nin meşgul edildiği konulara bakınız! Ülkeye sahip olmak isteyenlerin kavgaları ile meşgul ediliyor. Ülke ve millet için ne yapılıyor?

 

“Matüridi aklına geri dönmek demek; kendisi akıl ve ürünlerini üretememek, hazır akla ve ürünlerini avcı toplayıcı olarak elde etmeyi istemek demektir.”

 

“Geriye giderek ileriye gidilemez!”

 

Türkiye Akademiyası

Türkiye’de bugün sadece ilahiyat alanında değil, diğer fen ve sosyal bilim alanlarında da bin yıl önceki Müslüman alimlere ve onların hazır ürünlerine özeniliyor. Mesela fizik profesörlerimiz bin yıl önceki el-Cezeri ve İbn el-Heysem gibi alimlerle övünüyor. Mesela sosyal bilimlerde altı asır önceki İbn Haldun ile övünülüyor. Bir başkaları İbn Rüşd ve İbni Sina satıyor kendi toplumuna. Yani Türkiye’nin kafa katmanını işgal eden ve bundan dolayı maaş alan bugünkü akademiya kendisini inkar etmekten ve sorumluluğunu ifa etmemekten utanmıyor. Kendisinin icat yapma acizliğini bin yıl önceki alimleri topluma satarak ve toplumunu sömürerek telafi uyguluyor. Yazık bu ülkeye!

 

“Hiç kimse, maaş aldığı ve üstlendiği sorumluluk görevini yapmıyor. Bu duruma mutlaka bir an önce dur denmelidir.”

 

Bundan Sonra Var Olmak

İslam dünyası bundan sonra var olmak istiyorsa, öncelikle düşünsel-zihinsel yapısını ve akıl çapını güncelleştirmesi şarttır. Bu görev, öncelikle İslam teologlarına düşmektedir. Onların öncelikle yapmaları gereken şey, önce kendileri çağdaş felsefi perspektif düzeyine ulaşmalarıdır. Ardından dini konuları dahil bütün konuları bir felsefe disiplini ile ele almalıdırlar ve dini güncel söyleme ulaştırmalıdırlar.

 

Avcı-Toplayıcılık

Bir diğer ifade ile söylenecek olursa ilahiyatçılar; kendilerine çağdaş akıl düzeyine ulaşma zahmeti işi çıkmasından kaçarak, J. Derrida’nın tanımıyla “modası geçmiş (passe)” bin yıl önceki Kelam akıl çapında boş patinaj yapıyorlar. Hazır ürünlere konmak, insanlığın doğa döneminde yaptığı avcı-toplayıcılık zihniyetidir. Bugünküne modern avcı-toplayıcılık adı verilir. Bunun yerine, zor bir işlem olan çağdaş akıl çapına ve düşünme düzeyine ulaşmalıdırlar. Daha sonra toplumlarını düşünsel alanda çağdaş düzeye çıkarmalıdırlar. Dinsel toplumları, ancak ortaçağ dinsel düşünüş biçimini aşmış ve düşünsel düzeyi çağdaşlaşmış ilahiyatçılar çağdaş düzeye çıkarabilirler. Ortaçağ boyunca Batı’daki dinsel toplumları çağdaşlaştıranlar, çağdaş düzeye ulaşmış filozof-teolog keşişler olmuşlardır.

 

“Türkiye, bugünkü insanlığın akıl çapına eklemlenmelidir.”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.