KORONA VİRÜSÜ

KORONA VİRÜSÜ

 “Bizi ilgilendiren konu; yalnızca barışı kurmanın ve korumanın teknik çareleri değil, aynı zamanda kafaları eğitmek ve aydınlatmaktır.” A. Einstein (1879-1955)

 

“Hayat alacağın olsun! Dünya gerçek, sen yalansın!”

 

Görevli olduğum İstanbul’dan ailemin yaşadığı Ankara’daki evime gelmiştim. En küçük oğlum, geldi arabasıyla aldı beni İstanbul’dan. Beni otobüslere ve uçaklara bırakmak istemedi. Birlikte yolculuk yaptık Ankara’ya. Aynı evde kalıyorduk.

 

Oğlum geldi ve baba, “İşten çıkınca, size virüsü bulaştırmamak için ben müsaade edersen eve gelmeyeyim, abimlerde kalayım, ihtiyaçlarınızı karşılarım,” dedi. Başımdan kaynar sular döküldü. İşin ciddiyetini o zaman anladım. Zihnim allak bullak oldu. Ahıret havaalanının musalla pistine gitme listesinde olduğumu fark ettim. İnsanlara Allah’a kavuşmayı satan ve bu satışlarla kral hayatı yaşayan birinin, hastalanıp hastaneye giderken müritlerine, “Dua edin de iyileşeyim,” demesi aklıma geldi. Yaşamayı, Allah’a kavuşmaya tercih ediyormuş. İnsan, olayla karşılaşınca olayın gerçeğini anlıyor. Çocuğuma ne diyeceğimi bilemedim, ama hiç tereddüt etmeden, “Olsun oğlum, sen yine de buraya gel, dikkat ederiz,” dedim.

 

Şu türkü: “Hasta düştüm gelmedin, bari can verende gel!”

Ya şu türkü: “Yetiş namazın kılmaya, seni seven öldü, gel gel!”

 

Biraz sonra torunum telefonla aradı: “Dedecim seni çok özledim. Ziyaretine gelmek istiyorum ama sana virüs bulaştırırım diye korkuyorum, senin uzun yaşamanı istiyorum,” dedi. Bir gün sonra ziyaretime geldi ama iki metre mesafeden konuştuk. Aynı evde uzaktan selamlaştık. Kucaklaşamadık, onu öpüp sevemedim.

 

“Ne meret mikropsun korona, bizi, bütün yapan parçalarımızdan ayırdın bizi!”

 

“Ne meret şey bu virüs, ölürken bile çocukların yanına gelemiyor, ölümümüzü uzaktan seyrediyoruz, sonsuzluğa vedamızı uzaktan yapıyoruz.”

 

“İnsanlık, gidiş üzerine kurulu geliş sistemini saçma buluyor. Bütün uğraşısı, bu sistemi değiştirmek içindir.”

 

“Dünyaya gel, yerleşmek ve alışmak için uğraş, sonra bırak git. İnsanlık bunu bir türlü hazmedemiyor.”

 

Şu Türk sanat müziği şarkısı, sanki bu korona belası için yazılmış

Kim yazmış, kim bestelemiş ise helal olsun:

Kırılsın Ellerim

Kırılsın ellerim neye yarıyor,

Gençliğim gidiyor tutamıyorum,

Tanrım bana vermiş yorgun ayaklar,

Bahtımın peşinde koşamıyorum.

 

Ne zaman bitecek tanrım bu azap,

Yarını olmayan günlere kaldım,

Dünyamı ben yıktım kendi elimle,

Aşkıma bir yuva kuramıyorum.

 

Şimdi ne dertliyim ne de bahtiyar,

Yaşım genç olsa da gönlüm ihtiyar,

Bir aşk için ben, bak diyar diyar,

Ecelin peşinden koşar giderim.

“Dünyada aşırı sevdiğin hiçbir şey edinme! Bırakıp gitmek ağır gelir.”

 

Ölüm ve Yaşama

Bu konuyu, Katolik rahibi olmayı bırakarak edebiyatla ve felsefeyle uğraşmaya başlayan Fransız filozof Georges Bataille (1897-1962)’den okumak gerekir. Ona göre kavga; bir tek insan içinde bulunan “ölmekte olan ben” ile “yaşamakta olan ben” arasındaki kavgadır. Ona göre; “erotizm, ölüme kadar yaşamın olumlanmasıdır. Eğer iki aşığın birleşmesi, tutkunun eseri ise, bu birleşme ölüm arzusunu çağrıştırır. Sanatçı (düşünür) aslında bir çilekeştir. Fakat ters yönde işleyen bu çile, insanı bütün nimetlerden el çekmeye değil, tam tersine bütün yasakları, özellikle de iki büyük yasağı; yani şehvet ve ölümü aşmaya götürür.”

G. Bataille: “Dinler bir yandan “öldürmeyeceksin,” derken, diğer yandan din adamları, orduları takdis ederler. Savaş, saldırgan itkilerin kolektif olarak örgütlenmesidir; “örgütlenmiş şiddettir.” “Zihin, ancak aşırılık (ifrat) sayesinde sınırlarına erişebilir.”

İşte bu tür filozoflar sayesinde; akıl, anlama ve algılama çapı gelişen insanlık, çağımızda ölümü kendisine yakıştıramaz aşamaya geldi. Çünkü insanlık, özellikle 18. asırdan sonra, anlamsızlığı kaybetti, anlama yetisi çok gelişti. Tıpkı ergin çocuk gibi, artık her şeyi anlıyor. Yaşamanın, ölmenin ne anlama geldiğini biliyor. Daha önce bunların anlamını bilmiyordu, o nedenle ölmeyi pek önemsemiyordu, ama şimdi çok önemsiyor.

“İnsanlık, anlamsızlığı kaybetti.”

Bu konuyla bağlantılı olarak Georges Bataille yanında ayrıca; Sarah Wilson, Julia Krsiteva, Andre Breton, Michel Leiris, Charles Baudelaire adlı filozofları okumak önerilir.

 

İşte iki bin beş yüz yıldır halkın dışladığı, din baronlarının ve krallarının öldürdükleri ve kitaplarını yaktıkları filozof ve biliminsanları (onların manevi şahsiyetleri önünde saygıyla eğiliyorum) sayesinde virüsler ve haşereler artık milyonlarca insanı öldüremez oldular. Şimdi de aynı tavra sahip olan halklar, din baronları ve krallar da bu biliminsanlarından medet umuyorlar. Utanmazlar!

Gelişme bütüncüldür ve bütüncül düşünme özgürlüğü ile gerçekleşir. Bazı konularda geçmişteki düzeyde kalıp, bilimde ileri gitmek mümkün olmadı tarihte, bugün de, gelecekte de olmayacaktır. Gelişme her alanda eşgüdümlü gerçekleşir. Beynin bazı loblarını kullanıp bazılarını kullanmamak imkansızdır. Allah vergisi beyin bölünmüş ve parçalı (split brain) değil, bütün (unified brain) olarak çalışır.

 

TÜRK MANEVİ DEĞERLERİ

Koronavirüs nedeniyle, milletlerin insani değerleri de ortaya çıktı. Batılı ülkelerin insanlarının ve özellikle yaşlılarının ölümünü istedikleri ortaya çıktı. Fakat Türkiye’nin bu konuda çok daha insancıl olduğu ortaya çıktı. Gerek yeni neslin temsilcisi sayılacak benim oğlum, on yaşındaki torunum, gerekse orta yaş temsilcisi sağlık bakanımızın, virüsten ölen 89 yaşındaki “yaşlımıza üzülmesi”, gerekse yaşlı neslimizin temsilcisi cumhurbaşkanımızın, “yaşlılarımıza bakacağız,” sözleri, Türk toplumunun aile ile ilgili manevi değerlerini ortaya koymuştur.

“Pek çok insani değerlerimiz İslam’dan değil, Türk kültüründen gelmektedir.”

 

TÜRKLER ve HADİSİ ŞERİFLER

“Türkler, Hz. Peygamberin karakterini kendilerine çok yakın görmüşlerdir.”

 

Aileye, çocuklara ve aile büyükleri yaşlılara, akrabalara değer vermek gibi değerler Türk değerleridirler. Bunlar, Arap kültüründe ve dolayısıyla selefîlik İslamında pek bulunmazlar. Mesela, Türklerde bulunan soyuna ve sopuna düşkünlük Araplarda yoktur. Bu nedenle Türkler, kendileri için değil, gelecek nesilleri için ömürlerini harcarlar. Bu nedenle sonraki nesil önceki nesil için, önceki nesil sonraki için çok değerlidir. Araplar ise kendileri için ömürlerini harcarlar. Bu nedenle Arap kültüründe nesillerin önemi yoktur. Türkler, bu Türk değerlerini Peygamberin hadisleri yoluyla İslama katmak istemişlerdir.

“Türk geleneğinde, nesillerin maddi ve manevi birikimleri gelen nesillere aktarıldığı sürece, nesillerin birbirleri nazarında değerli olmaları sürecektir.”

Hadisleri, Peygamberin vefatından en az iki asır sonra, Türkler toplamıştır. Hadis toplama işleminin başlatıcı öncüsü Muhammed ibn İsmail el Buharî veya İmam Buharî’dir. 810 yılında Buhara’da doğmuş, 869 senesinde (Peygamberin vefatından 237 yıl sonra) Semerkand’da vefat etmiş Özbek bir Türk muhaddistir. Hadis koleksiyonu olan Sahih-i Buhârî adlı eseri, Ehl-i Sünnet için güvenilir hadis kaynaklarını teşkil eden ve Kütüb-i Sitte diye anılan serinin ilk kitabıdır.

“Hadisler, Kuran’ı filitrelemek ve Türk İslamı üretmek işlemidir.”

Mesela, “Büyüklerine saygı göstermeyen, küçüklerine merhamet etmeyen, bizden değildir,” hadisini fenomenoloji felsefe disiplini açısından ele alalım: Bu anlamda bir ayet Kuran’da yoktur. Bu hadis, lafız ve sentaks (cümle dizilişi) formu (fenomen) olarak, belki de Peygamber tarafından söylenmemiştir. Ama bu Türk değeri, Peygamberin genel ahlak konseptinin öz (numen) semantiği (anlam)ne uygun görülmüş, toplumda egemen olması ve “kolektif zihniyet” yapılması sağlanmak amacıyla Hz. Peygamberin otorite etkinliği kullanılmak istenerek ona isnat edilen hadis kalıbına dökülmüştür. Nihayetinde hadisler, Peygambere rivayet zinciri ile isnad edilmiş “sözlü kültür” ürünleridirler.

“Türkler, kendi karakterlerini Kuran’dan daha çok Peygamberin karakterine uygun gördüklerinden, Kuran’ın anlamını pek okumak istemezler, Hadisleri severler.”

“Türkler; Allah’ı ahıret için, Peygamberi bu dünya için severler. Kabe’yi tavaf ederken dedikodu yapar, ama Peygamberin türbesinde ağlar.”

Bu nedenle “hadis uydurma” konusuna, Türklerin, “Kültürel-manevi değerlerini, karakterlerini, duygularını İslam’a eklemlemeleri” açısından bakmak gerekir.

“Türkiye, bu insani duygu dolu değerlerini, bir kişisini dahi ihmal etmeksizin, bütün insanlarına aşılamalıdır. Bu değerler, kendisi uyguladığı takdirde bütün insanlığa ihraç edebileceği bir malzeme olacaktır. Çünkü bugün bütün insanlar bu hümünal duygulara muhtaçtırlar. Böylece Türkler, insanlığın muhtaç olacağı ve değer vereceği bir millet olabilirler.”

 

Charles Baudelaire:

“İblisin elinde bizi oynatan iplerimiz!

Çekici bir yan buluruz, iğrenç nesnelerde;

Korkusuzca, pis kokan karanlıklar içinde,

Her gün bir adım daha Cehennem’e ineriz.”

“Düşünmatik değil de, dokunmatik olan toplumlar, yumurta kapıya dayanınca anlarlar.”

“Yaşamayı bilmek bilgi ile olur. Ölümü bilmek bilgiyi gerektirmez. O nedenle yaşamasını bilmeyen ölümle meşgul olur.”

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.