İSLAM’IN İDEOLOJİLEŞTİRİLMESİ

İSLAM’IN İDEOLOJİLEŞTİRİLMESİ

“İslamizm; ideolojik İslam’dır, din değildir.”

 

İzmcilik

İslamizm de, İslam’ı, din olmaktan çıkarıp ideoloji yapmaktır. İzmcilik ideolojileştirmedir.  İzmcilik, “başkasıcı (ligayrihi varlık)” olmaktır. Baskasıcı olmak, asıl ve kendisi (bizatihi varlık) olmamaktır. Asıl olmak, kendi köklerinin olmasıdır. Başkasının kökleri ve gövdesi üzerinde yükselen dallardan biri olmamaktır. Kendileri kimlik ve felsefe üretemeyenler, başkalarının ürettikleri akımların izmcileri olurlar. Bu durumda bağımsız kimliklerinden ve kişiliklerinden söz edilemez. İslamizm de, tanrı ve din adı altında başkalarının ürettikleri kimliklere sahip olmaktır.

 

İdeoloji

Fikir bilimi anlamındaki ideoloji; korunmaya ve savunmaya değer olan, halkın sarıldığı, uğrunda yaşadığı ve öldüğü fikirler bütünü, inanç ve ideallerdir. Bir topluma özelliğini kazandıran “ethos (karakter)”dur. İdeoloji aynı zamanda kimlik görevini görür.

 

İdeoloji üç bölümden oluşur: Doktrin, inanç ve ritüeldir.

Doktrin; bir ideolojinin fikirleri, teorileridir.

İnanç; doktrinin içselleştirilmesidir.

Ritüel: Bir doktrinin tecrübe edilme biçimi ve tarzıdır; dışsal tezahürleridir.

 

İdeolojinin Felsefesi

İdeoloji, olguları yorumlama biçimidir aynı zamanda. Bu nedenle İslam’ın ideoloji yapılış şekli, onun nasıl anlaşıldığını gösterir. Mesela İslam’ı cami olarak ideolojileştiriyorsa, onu maddi olarak anlıyordur. Ezanı bağırarak okuyorsa, İslam’ı bağırmak olarak algılıyordur.

 

İdeoloji aynı zamanda, bireylerle olan ilişkilerin de biçimini ortaya koyar. Bağırarak ezan okunması, insanlarla ilişkilerin kabalık üzerine kurulu olduğunu gösterir. İslam’ı bağırarak algılayan özneler, İslam’ın sakinlik dini olduğunu iddia edemezler, onun sözel şiddet aşılamasını önlemezler. Şimdi bu bağırmaya bir de sela okumak eklendi. Vakitli vakitsiz ortalıkta ulu orta formatsız bağırılıyor. İdeoloji, her hangi bir fikri çarpıtmadır aynı zamanda. İslam ideoloji yapılınca, mutlaka ana mecraından saptırılır.

 

Fakat düşünürü olmayan toplumlar, hazır buldukları dini, ideoloji olarak kullanırlar. Kendileri ideoloji üretemezler. “Rabia” adlı ideoloji de Türkiye’nin kendi ürünü değil, bizden geride gördüğümüz Mısır İslamcılarından alınmıştır ve yanlış kullanılmaktadır. Arapça “Rabia” kelimesi “dördüncü” demektir ama biz onu “dört” anlamında kullanıyoruz. Arapçada “dört” kelimesi, “erbaa”dır.

 

İdeolojik İslamcılık

İdeolojik-İslamcılık, İslam’ı araçsallaştırmaktır. Tarihsel olarak ideolojik İslamcılık, bir muhalefet aracı İslamcılığıdır. Bu muhalif hareket, hedefe ulaşana kadar İslam’ı ideolojik olarak kullanır ama hedefe ulaşınca ya da iktidara gelince İslam’ı uygulamaz. Hedefe ulaşana kadar ısrarla kullandıkları Kuran’ın ayetlerinin anlamını, hedefe ulaştıktan sonra anlamını değil Arapçasını okumaları için halka ısrarda bulunurlar. Çünkü bir devrimci kitabı olan Kuran eğer anlamı anlaşılırsa bu kez iktidardakilere karşı kullanılacaktır, çünkü iktidara gelen ve hedefe ulaşanlar Kuran’dan hoşlanmazlar ve onu uygulamazlar. Dinler, iktidara gelme araçlarıdırlar.

 

“Dinler, iktidara gelince biterler.”

 

Günümüzde de İslam, sadece siyasal iktidarı ele geçirmeye endeksli bir siyasal ideoloji yapılmıştır. Bu ideolojiyi de “Müslüman Kardeşler” teşkilatının kurucusu Hasan el-Benna (1906-1949) gibi Mısırlı İslamcılar icat etmiştir. Bu İslami ideolojik yapı, Türkiye İslamcılarının siyasetinde de görülür. İslam’ı ideolojileştirmek, insanların dini duygularını istismar ederek haksız güç elde etmektir.

 

“İslam’ın ideolojileştirilmesi, onun dinden başka her türlü amaçla kullanıldığını gösterir.”

 

Dünyanın bütün ülkelerindeki ideolojik-İslamcılığın tek hedefi vardır. O da; ülkesinde siyasal iktidarı ele geçirip ülkenin, devletin ve milletin nimetlerini çalışmadan ve haksız şekilde ele geçirip dünyevi sınıf atlamaktır. Bu nedenle gerek cemaat gerek siyasal yapı şeklinde olsun, ideolojik İslamcılar; kendi Müslüman halkının haklarını haksız kazanç yoluyla ele geçirip kul hakkı yeme şebekeleri fonksiyonu görürler.

 

Türkiye ve Dinsel İdeoloji

Türkiye’nin toplumsal ideolojisi dinseldir. Fakat bu ideolojisinin doktrini yoktur. Çünkü kendisinin ürettiği fikirleri ve teorileri yoktur. Zaten kendisi kimlik üretemediği için İslam dinine kimlik ve ideoloji olarak sarılır. Dışsal tezahür aygıtı, ezandır. Ritüeli namaz, oruç, hac ve kurbandır. Ama ritüellerden en önemli gördüğü namazın kendisiyle değil, onun aracı olan ezanla meşguldür. İslami-ideolojik Türkiye için, dinsel içsellik önemli değildir, dışsallık önemlidir. O nedenle kimlik ihtiyacının artışıyla orantılı olarak ezanın okunuş sayısını ve bağırmanın dozajını arttırır. Çağımız, tanrısal üretilmiş dinsel sembol ve simgelerle değil, özgün fikirlerle ideoloji ve kimlik üretme çağıdır. İdeolojisi simgesel olanların kendileri de simgeseldirler. Çağımızda simgelere değil, fikirlere yer vardır.

 

“Çağımızda dinsel ve tanrısal ürünleri ideoloji olarak kullananlar, çağdışı kalmış görülürler. Çünkü çağımız, her alanda insanın yarattıklarının egemen olduğu bir çağdır.”

 

Türkiye’de halkın, din amaçlı yaşamak istediği din, ona ideoloji olarak sunulmaktadır. Halk ideolojik-İslamcı yapılmaktadır. Müslüman toplumuna İslam satılıyor. “Tereciye tere satmak” gibi bir durum. Selçuklular ve Osmanlı, fethettikleri yabancı ülkelere ve Müslüman olmayan halka kendi siyasal damgasını vurmak ve “alameti farika” oluşturmak amacıyla görsel ve duyusal motifler olan; cami, minare ve ezan şırınga ederdi. Şimdi ise Türkiye’de aynı politika uygulanıyor ama yabancıya uygulayamadığı için, zaten Müslüman olan kendi toplumuna uygulayarak fatihlik tatmini yaşamak isteniyor. Histerik fanteziler, kafa ile bir şey icat edememe acziyeti nedeniyle İslamla telafi edilmeye çalışılıyor. Boş uğraşıdır. Faturası ağırdır.

 

“Türkiye toplumu, İslam’ın ideoloji olarak kullanılmasına karşı çıkmalıdır.”

 

Türkiye, İslam’ı Allah’ın kimliği olarak algılar. Allah’ın kimliği ile kimliklenmek gerektiğini sanır. Bu algı, toplumun hem İslam’ı folklorik olarak yaşayan avam katmanında hem de kafa katmanında egemendir. Çünkü Türkiye, kendisine kimlik üretememektedir. Türkiye, camiler ve minareler kullanılarak ezan ve sela ile ortak alanlarda olduğu gibi, okullarda da eğitimin her kademesinde ideolojik-İslamcılık kimliği eğitimi veriliyor. Bilgi öğretilmiyor. Sonuç ortada, bilginin her alanında dünyanın sonuncusuyuz. Türkiye, toplumsal varlığını sürdürmek istiyorsa, bir an önce bu duruma el atmalı ve bu durumu çağdaşlığa doğru değiştirmelidir.

 

Dinsel İdeolojinin Felsefesi

İdeolojik din; dini çarpıtma, anlam kaymasına uğratma ve ondan sapmadır. Bu haliyle ideoloji, dinin epistemolojik yani bilimsel bilgisi ile ilgili bir sorun olur. Bu durumda, dinin gerçeği bilinmeksizin, dinin kullanılmak istendiği amaca bilmeden hizmet edilir. İdeoloji; dini, dini ideoloji yapan kişinin zihniyetine dönüştürür. İşte dini ideoloji olarak kullananlar, dinin ideoloji yapıldığının dindar öznelere anlatılmasını engellerler, bunu anlatmak isteyenlere ifade özgürlüğü vermezler.

 

“İdeolojileştirilen şey, asıl amacından uzaklaşır.”

 

Nominal İslamcılık, Kimlik İslamcılığı ve Türkiye

Kimlik İslamcılığı nominal İslamcılıktır, reel değildir. Yani ismen vardır içerik olarak boştur. Kimlik eksikliğini İslam’ın ismi ile gidermektir, kendisi ile değil. Türkiye’nin de en akut sorunu toplumsal kimlik ihtiyacıdır. Çünkü kimlik üretememektedir. Kimlik, toplumun özgün düşünürleri tarafından üretilir. Türkiye’nin, çağdaş anlamda kimlik üretecek özgün düşünürleri yoktur. Kendisi kimlik üretemeyen toplumlar, toplumsal kimlik ihtiyacını başkalarının ürünleri ile telafi ederler. Türkiye, aslında Arapların İslam adı altında formüle ettikleri dini, Allah’a mal ederek kendisinin kimliği yapmaya çalışır. Bu kimliğe ısrarla Allah’ındır demektedir. Çünkü kimliğinin üreticiliğini Araplara mal etmeyi gururuna yedirememektedir. Fakat sonuçta değişen bir şey olmuyor; kimlik Allah’ın da olsa başkasınındır. Dinden kimlik yapılamaz. Kimlik ancak toplumun kendisi tarafından üretilir; sosyolojiktir, teolojik değildir.

 

Allah’ı, Kuran’ı ve Dini Öğretmek

Müslümanlar, birbirlerini sömürmek amacıyla “Allah’ı, Kuran’ı ve Dini Öğretmek” sektörü uydurdular. Bu sektörün temeli Kuran’da yoktur. Kuran, bunları öğretme görevini hiç kimseye vermemiştir. Allah’ın, “Beni insanlara öğretin,” diye bir emri yoktur. İsteyen kişinin, kendisinin öğrenmesini ister.

 

“Türkiye’de Kuran, anlaşılması için değil, ideolojiyi sürdürmede ritüellerde kullanmak için öğretilir.”

 

Kuran’ı öğretme sektörü de uydurdular. Bu amaçla, “Sizin en hayırlınız Kuran’ı öğrenen ve öğretendir,” şeklinde çok sayıda Hadis uydurulmuştur. Kuran, “Kuran’ı öğretin,” diye bir emir içermez ve bu konuda Hadislerin olması da imkansızdır. İçeremez de çünkü Hz. Peygamber döneminde Kuran diye bir kitap yoktu. İkincisi, Kuran Arapça idi ve ilk Müslümanlar Arap idi ve Arapça bildiklerinden onu anlıyorlardı. Anlamını anlayanlara, kendidilinde yazılmış Kuran öğretmek söz konusu olamaz. Ayrıca anlamını anlamaksızın Kuran okuma diye bir ibadet yoktur. Bu ibadet, Yahudilik ve Hristiyanlık’tan alınmıştır.

 

“İnsanlar, neden başkalarının Allah, din ve Kuran öğrenmelerini dert eder? Bu vasıtalarla insanları sömürmek içindir.”

 

Tekke ve Zaviyeler

Tarikatlar, İslam’ı ideolojileştirmişlerdi. Tarikat adı altında; dini ve Allah’ı öğretmek bahanesiyle oluşumlar oluşturulmuştur. Tarikatlar, faaliyetlerini yürütmek üzere tekke ve zaviye adıyla mekanlar kurmuşlardır. Tarikat üyelerinin bir araya gelerek yaşadıkları ve dini toplantılar yaptıkları yerlere tekke veya zaviye adı verilirdi. Tekke ve zaviyeler, Müslüman halkın dinî duygularını kullanarak çıkar elde etmeye başladılar. Çağdaşlaşmayı amaçlayan Türk milleti için tekke, zaviye gibi engeller kaldırılmalıydı. Hırsızlık yapanlar, askerden kaçanlar gibi kanunsuz işler yapan insanlar tekkeyi sığınak olarak kullanıyorlardı.

 

Osmanlı döneminde tekkeler, gitgide, çalışmaksızın, tevekkül felsefesini işleyen yerler haline dönüşmüştü; halbuki insanları daha yaşarken dünyadan uzaklaştırıp onları uhrevî âleme çekmek, çağdaş yaşam ile bağdaşamazdı. Toplum yeni bir enerjiye, yeni bir atılıma gereksinim gösteriyor; çağdaş yaşam, insanları çalışmaya, bu çalışmanın yaşarken ödülünü almaya çağırıyordu. Türbeler ise türbedarlar eliyle ölmüş kişilerin manevî varlığından çıkar sağlamaya çalışılan, çalışmaksızın onlardan medet umulan odaklar haline getirilmişti. Ayrıca tekke ve zaviyelerin başında bulunanlar siyasal amaçlarla ve çoğu kez dini siyasete âlet ederek masum vatandaşları suça yöneltiyorlardı.

 

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması

Türkiye Cumhuriyeti artık, şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamazdı. İşte 30 Kasım 1925’te kabul edilen bir yasayla tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırıldı. Tekke ve zaviyeler, Diyanet adlı devletin din kurumu kurulduktan sonradır. Hakikaten devletin din kurumu varken, özel din kurumlarına ne ihtiyaç vardır? Devletin din kurumu varken, özel din kurumlarına izin verilmesi, devletin kendisini inkarıdır. Bu işi beceremediğinin itirafıdır. O durumda devletin din kurumunu kapatmak gerekir.

 

“Çağımızda varlığı sürdürmek için yapılması gereken tek şey, çağımıza adapte olmaktır.”

 

Yeni Osmanlıcılık

“Eski malzemeyle yeni olmaz. Kerpiç malzemeyle plaza yapılmaz.”

Osmanlı Devleti bizim bir geçmişimizdir. Bunu herkes kabul eder. Yeni Osmanlıcılık, Osmanlıyı yeniden geri getirmek isteğidir. Bunu geri getirmek, biyolojik ve sosyolojik olarak hiçbir şekilde mümkün değildir. Fakat kendi kafasal çapıyla bugüne adapte olamayanlar, geçmişteki hazır bir sistemi geri getirmekle kendilerini avuturlar. Osmanlıyı yeniden geri getirmek yerine, Osmanlı’nın yaptığı hataları yapmamakla meşgul olunlamılıdır. Osmanlıda yapılan hatalara halen devam ediliyor. Dinci gruplar, siyasette çok etkili olabiliyor. Halk, Osmanlı zamanındaki gibidir, üretmiyor. Tarım ve hayvancılık tükeniyor. Bütün bunların sonucu halktan çok vergi alınıyor. 17 Ağustos 1999 depremi nedeniyle çıkarılan ÖTV vergisi bile halen alınmaya devam ediliyor. Lüks tüketim malları hep yurt dışından getiriliyor. İsraf artmaya devam ediyor.

 

“Bugün bile Türkiye şu sorunun cevabını bulabilmiş değildir; Türkiye, parayı nereden üretecek?”

 

İnsanoğlu başka gezegenlerde yaşam üretmeyi planlarken, yeni Osmanlıcılık kimin fikri olabilir acaba? Türkiye dostlarının mı, düşmanlarının mı?

 

“Yeni Osmanlıcılık; cami, minare inşa etmek ve ezanı hoparlörle bağırtarak okutmaktır.”

Osmanlı ve İslam

Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam, devletin kuruluşundan itibaren politik bir unsur olagelmiştir. Gerçi o devirlerde bütün insanlığın sistemleri, başkaca kavram bulunmadığından ve dinsel düşünmede olunduğundan, dinsel idi. Osmanlı’da da bütün sistemler dinsel idi. Sosyal ve siyasal sistemi ve meşruiyeti dine dayalıydı. Din, İmparatorluk teşkilatının hiyerarşisini sağlamakta idi. Fakat Osmanlı, İslam’ın kendisi iktidarda iken çökmüştü.

 

“Türkiye’de bugün İslam, din olarak değil, sadece kimlik retoriği olarak kullanılıyor.”

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.