GELENEKSEL AHLAKA ÇAĞDAŞ ÖRNEK

 

Diyanet Başkanı’nın Ahlak Anlatımı

“Hiç kimse, kendisinin antik düzeyini, İslam’la kamufle ederek savunmasın!”

 

Geleneksel-tanrısal ahlak anlayışına ve eğitimine örnek olarak, günümüz Diyanet Başkanı’nın güncel ahlak anlatımını kısaca ele alacağız. Çünkü bu örnek, geçmişte kalmış olan geleneksel-tanrısal ahlakın anlatım usulü gibi özelliklerini içeriyor. Koronavirüsün yasaklattırdığı Cuma namazı nedeniyle, Diyanet İşleri Başkanı, 24.04.2020 tarihinde kıldırdığı numune Cuma namazının hutbesinde şöyle demiştir: “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti: Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir. Yılda yüzbinlerce insan, gayri meşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi “zina” olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”

 

“İşte bin yıl, ahlak aynı metotla ve malzeme ile anlatıldığı için, bir millet hala ahlaklı olamadı düşünülerek hala aynı ahlak anlatılıyor. Yine bin yıldır din anlatılmasına rağmen, dindar olamadı, dini öğrenemedi ve insanlar, hocalara bin yıl sonra bile hala aynı soruları soruyorlar.”

 

Fenomen ve Numen

Eğer bir kişi, kendisini iyi ahlaklı görüyorsa, kötü ahlak kelimelerini ağzına alamaz. Eğer ağzına almayı kendisine yakıştırıyorsa, özünde iyi ahlaklı değildir demektir. İyi ahlaklı ağızdan şirret ve çirkef kelimeler çıkamaz. Özünün, kötü ahlaklı olduğunu kendisi itiraf eden kişi, başkasına iyi ahlak anlatamaz. Fenomenoloji felsefe disiplini; görüngüler (fenomen)den, görünmeyen öz (numen)ü çıkarır. Buna göre, ağzından kötü ahlak kelimeleri çıkan kişinin özü, iyi ahlakı içselleştirmemiş ve onunla oluşmamıştır.

 

“Erdemli kişi, kötü ahlak dediği isimleri ağzına yakıştıramaz.”

 

Geleneksel ahlak, ahlakını, kötü davranışların isimlerini, örneklerini vermek usulüyle anlatır. Fakat bu usule, çağımız ahlakında yer yoktur. Artık ahlak, davranışların anlatımından çıkarılmıştır, yani eylemlerin değil, aksiyolojinin yani değerlerin teorik anlatımına geçilmiştir. Geleneksel ahlak anlatmak çok kolaydır, ama çağdaş ahlak anlatmak zordur. Birincisi; doğal duyu organlarıyla kolay görsel-işitsel öğrenilir, ikincisini öğrenmek; zor olan zihinsel düşünme işlemi ister.

“Ahlaksızlık işportacıları, ahlaksızlık yapanlar olmazsa, ne satacaklar acaba?”

“Başkasının donuyla meşgul olmak, Tanrısal ahlak yapılmış.”

“Eski ahlak anlayışını anlatanlar, çağımızın ahlakiliğine ulaşamamışlardır.”

 

Özellikle kötü davranışların isimlerini vererek ahlak anlatımında; muhatap kitleyi, anlatılan kötü ahlak davranışlarını icra eden ahlaksız olarak kötülemek ve topluma lanse etmek vardır. Onları yargılayıp mahkum etmek vardır. Başkanın anlatım usulü, üç haftalık Kuran Kursu eğitimi alıp cami hocası olan kişi ve hiç din eğitimi almamış dindar kişilerin usulüyle aynıdır. İşte Türkiye’nin sorunu buradadır: Milletin, elli yıl eğitim masrafı yapıp profesör yaptığının, avam düzeyinden farklı zihinsel düzeye ulaşamamasıdır.

“Ruhban sınıfı; basit ve değersiz şeyleri, Tanrı gücünü kullanarak çok değerli yapmak, sonra da onları satarak kendi milletini sömürmektir.”

“İçinde kazurat bulunan vücuttan ilahi varlık üremez.”

 

Belden Aşağı ve Belden Yukarı

Dindarlık ve Dinsellik

“Dinsellik; şifa için dua etmek, ama şifayı dua yapmayanlardan beklemektir.”

“Geleneksel din; başkasının diniyle ve donuyla, başkasına don biçmekle ilgilenir.”

 

Bazı İşlerde Kuran’ı Kullanmak

“Diyanet Başkanının sorunu, çağımızın gereğini yapmamasıdır.”

Başkan; zina ve lutilik konusunda Kuran’ı kaynak gösteriyor. Neden bazı konularda Kuran’ı kullanıyor da bazılarında kullanmıyor? Mesela kul hakkı yemek ve ezanda bağırmak gibi. Bunları yasaklamakla ilgili ayetler de Kuran’da var ama önce Başkanın kendisi bu yasakları çiğniyor. Ezanı aşırı bağırtarak okutuyor. Mesela ülkede kul hakkı yiyenlere hiç söz etmediği gibi, yaptığı atamalarda kul hakkına riayet etmediği şikayetleri var Diyanet’te.

“Dinsel kişi; önce çıkarını belirler, sonra da ona dinden mesnet bulur. Yani kendisini dine değil, dini kendisine uydurur.”

 

Başkan, “İslam eşcinselliği açıkça yasaklamıştır,” diyor. İslam, bağırmayı da açıkça yasaklıyor. Neden ona aldırmıyor? Belden aşağı ihlallere gösterilen ihtimam neden belden yukarı ihlallere gösterilmiyor? İslam, dinadamlığını, hatta dinin başkanlığını da yasaklıyor. Neden onu dinlemiyor?

“Belden aşağı ihlallere vurgu, belden yukarı ihlallere kamuflaj olarak kullanılır.”

 

Kuran şöyle emrediyor: “Yürüyüşünde mütevazı ol; sesini alçalt (bağırma)! Şüphesiz seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” (Lokman, 19)

Neden insanların hakkını yeme konusunda da, eşcinsellik konusundaki vurgusunu yapmıyor?

Kuran şöyle emrediyor: “Ey inananlar! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin, ancak karşılıklı bir uzlaşmayla yapılan alışveriş başka. Birbirinizi öldürmeyin! Şüphesiz ki Allah, size rahimdir.” (Nisa, 29) Yani birbirinizi dolandırmayın!

“Dinselliğin bu kadar çok satıldığı Türkiye’de, bugün temel kolektif anksiyete konusu “dolandırılmak” korkusudur. Neden?”

 

İdeolojik Kavga

Modern Avcı-Toplayıcılık

Türkiye’de kesimlerin verdikleri kavga ideolojik kavgadır. Bu kavgayı toplum için değil, kendileri için vermektedirler. Amaçları, toplumu ileri götürmek değil, ülkeyi yiyebilmektir. Demokrasi sistemi nedeniyle, ülkeyi yiyebilmek için devlet güçlerini ele geçirmede halkı manipüle edebilmekten geçmektedir. Bu kesimlerin, ülkeye bir kuruş katkıları yoktur. Kendi kazançlarıyla da varlıklarını sürdürememektedirler. Kuruş kazanma yetileri de yoktur. O nedenle, nimetin kaynağı olan devleti ele geçirip ülkenin nimetleriyle hatta kral hayatı yaşamaya bakıyorlar.

 

Bunlar, kendi ülkesini yiyen “modern avcı-toplayıcı”lardır. Bir kesim dincilik, diğer kesim çağdaşlık ideolojikliği yapmakla bu hedeflerine ulaşırlar. Dinci kesim toplumu dindar yapmak amacında olmadığı gibi, çağdaşçı kesim de toplumu çağdaşlaştırmak amacında değildir. Çünkü toplum dindar da çağdaş da olsa, onu sömüremezler. Toplumun, olduğu halde kalmasını isterler ve onun için çalışırlar. O nedenle hiçbir sorunun çözülmesini istemezler, sürekli satabilmek için problemlerin sürmesini isterler. İşte Diyanet Başkanı da, kendi çıkarının bu ideolojik kavgasını veriyor. Onun bir şansı; Tanrı’yı siper kullanabilmesidir.

 

Bugün DİB Başkanı, 3 bin yıl önce Yunus Peygamberi, fırtınaya neden oldu diye, gemiden atanların zihniyetinin aynısına 3 bin yıl sonra bizim ülkede dinin en üst düzeyinin sahip olduğunu göstermektedir. Ülkemiz için çok yazıktır.

“Hiçbir ahlaki eylem, jeolojik, meteorolojik ve kozmolojik felakete neden olamaz.”

 

Din Satımı Meselesi

Din satımı konusunda iki sorun var: Birincisi; her Müslüman, sanki kendi ürünüymüş ve telif hakkı kendisininmiş gibi, dini satma hakkını, kendisinde neden görebiliyor?

 

İkincisi; Müslümanlar Allah, Peygamber, Kuran ve İslam’ın din piyasasında ürettiği değerden kendilerine pay çıkarıyorlar. Yani onlara sadece inanmış olmakla, mülkiyetinin maliki mi olmuş olunuyor? Dini satma yetkisi Allah’tan mı alındı?

 

Laikliğin egemenliği dönemlerinde Türkiye’de dini satma ruhsatı sadece devlet sektöründe idi. Din satmalarına izin verilmediği için özel sektör din işportacıları, laikliğe düşman idiler. Fakat şimdi, onlara da din satabilme ruhsatı verildiğinden artık laikliğin dostu oldular.

“Önce tattır, sonra anlattır.” Atatürk

 

“MÖ. 5.000’deki Mezopotamya kültürü, bugünkü Türk milletiyle hiç uyumlu değildir.”

 

 

DİYANET BAŞKANLARI ve LAİKLİK

Türklük Ulusal Kimliği

“Türklük Ulusal Kimliği; etnik değil, sosyolojik kimliktir.”

 

Geleneksel-Tanrısal ahlak, genellikle, dine, dolayısıyla dini satanlara paye çıkarmak için Türkiye’nin laikliğine saldırmak, laikleri kötülemek ve hakaret etmek amacıyla bir bahane olarak kullanılır. Fakat kendilerinin yaptıkları ahlaksızlıkların eleştirilmesini önlemek için, dini kalkan yaparak, “dine saldırılıyor” yaygarası ve çığlıklarıyla cıyaklarlar. Ne de olsa, dini tekellerine almışlardır. İstedikleri şeyleri “din” adı altında herkese dayatabilirler ama hiç kimse onlara bırakın bir şeyi dayatmayı, onları eleştiremez bile. Bununla baş etmenin yolu, hangi nedenle ve gerekçe ile olursa olsun, dinin kullanılmasından etkilenmemektir.

 

“Ülkede ezan okunmasını istemeyenler, ezanın okunmasını isteyenlerin isteğine tolerans gösteriyorlar. Peki ezanı dinlemeyi herkese dayatanlar, dinlemeyi istemeyenlerin isteğine aynı toleransı gösterirler mi?”

 

Son on yıldır, Diyanet’in, laikliğe karşı olduğu konusu, medyada sık sık gündeme geliyor. Bilimsel ve felsefi analiz sonucu tespitimiz şudur: Diyanet Başkanları, Türkiye’nin laik olmasıyla çok yakından ilişkilidir. Başkanlar; laikliği hırpalayanlar ile laikliğe destek verenler olarak iki çeşittirler. Bu tasnif; Türkiye’nin, üzerinde kurulduğu “Türklük ulusal kimliği” konusuna alınan tavırdan kaynaklanır. Bu kimlikle sorunu olmayanlar, laikliği hırpalamıyorlar. Fakat bu kimlikle sorunu olanlar, dinciliği laikliğin önüne çıkarıyorlar ve laikliği yok etmeye çalışıyorlar. Kendi ürünü paradigmaları olmadığından, başkalarının ürünü ve hazır buldukları antik Mezopotamya kültürünü, İslam adı altında; Türk kültürünü baltalayıp, Türklere pompalamaya çalışıyorlar.

 

Şimdi Türkiye’de dinciliği ön plana çıkarıp laikliği yok etmek isteyen Başkanlar, araştırıldığında, etnik ve sosyolojik kimlik olarak kendisini “Türklük Ulusal Kimliği”ne mensup görmeyenler oldukları görülecektir. Bu durum, Türkiye İlahiyat akademiyasında da geçerlidir. Türklük Ulusal kimliği ile sorunu olanlar, geleneksel dincilik kamuflajı içerisinde laikliğe karşı olmaktadırlar. Aslında dincilik adı altında onların hedefi Atatürk ve Türklük’tür. Çünkü Atatürk ve onun laik-din anlayışı, Türk ürünüdür.

 

Türkiye’nin şansızlığı, din akademiyasının, Türklük kimliğiyle sorunu olmayanların egemenliğinde olmamasıdır.”

 

Türkiye’de laik din anlayışı, Atatürk’ün şahsında Türklerin ürünüdür. Dincilik ise, İslam’ın şahsında, Türklük ulusal kimliğiyle etnik ve ideolojik problemi olanların ürünüdür.

“Türklük ulusal kimliği ile sorunu olanlar, İslamcılığa sığınırlar.”

“Diyanet Başkanları, inandıklarını söylemekte serbest, onun karşıtına inanan, inandığını söylemekte serbest değil.”

 

Dil

Türklük ulusal kimliğiyle sorunu olanların bir de Türkçe dili ile sorunları vardır. Türkçe dilini kendi dilleri kabul etmediklerinden, “din dili” kamuflajıyla Arapçayı ön plana çıkarırlar. Kuran öğretmek ve etrafa Allah ve Muhammed gibi dini motifleri Arapça yazmak, bahanesiyle Türkçe dilini öldürmeye ve Arapçaya hizmet etmeye çalışılır. Dikkat edilirse görülecektir ki, bu tür kişilerin, Türk diline hizmet edecek hiçbir eser katkıları yoktur. İslam her zaman, Türk kimliğini yok etmek için kullanılmıştır. Dinden kimlik olmaz.

“Arapçayı Allah’ın dili yapmak, Allah’ı Araplaştırmak ve insanlaştırmaktır.”

 

Kitap

Amerikalı Filozof John Dewey (1859-1952)

 

Kitabı: “İnsan Davranışı ve Doğa (Human Nature and Conduct) adlı eseri, pragmatist olan geleneksel-dinsel ahlakı tanımaya katkısı olacaktır.

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.