EMPERYALİZM ve SEMİTİK DİNLER

 

“Semitik Kutsal Kitaplar da küresel siyasal emperyalizm hedefindedirler.”

 

Bu yazımız, bir önceki yazımız olan “İnsanlığın İnşası” adlı yazımızın devamıdır.

 

Biz yazılarımızda “akılcı ve bilimsel düşünme” işlemini uygulamaya çalışıyoruz. Bu düşünme biçimi kısaca şudur: Üzerinde düşünme yapılacak konunun, ilgili olduğu bilim dalının tespit ettiği bilimsel teknik bilgiler üzerinde düşünme yapmaktır. Dolayısıyla, konu ile ilgili bilimsel teknik bilgi olmaksızın yapılacak düşünme spekülatif atmasyon olacağından, geçersizdir.

 

Semitik Din

Çağımız öncesinde egemen olan zihniyet, semitik din zihniyetidir. Semitik din; Sami ırkının formüle ettiği dindir. Bu dinlerin ilki, İbraniliktir. Diğer dinler; Hristiyanlık ve İslamdır. Semitik dinlerden tarih boyunca sürekli ve çok sayıda organizasyon üremesinin nedeni önemlidir. Bunun nedeni; her şeyden önce Semitik dinlerin temeli olan İbraniliğin, devlete karşı bir siyasal isyan ve reaksiyon hareketi olarak doğmasıdır.

 

İbraniler, Yahudilik

Yahudiliği üreten İbrani hareketi, devlet dışı ve devlete karşı organizasyonunun ilk örneğidir. Mısır İmparatorluğuna karşı, kendi devletlerini kurmak amacıyla mücadele vererek ortaya çıkmışlardır. İbraniler, Tevrat’ta asi; dikkafalı olmakla övünürler. Kuran’da Müslümanların, itaatkar; eğikkafalı olmaları istenir. İslam; boyun eğen, teslim olan demektir. İbraniler ilk başlarda aslında teorisyen değillerdi, pratisyen kişilerdi. Onların özelliği; insanlığın milyonlarca yılda sistemsiz düşünme yaparak ürettiği teorik fikirsel ürünlerin, Mezopotamya’da özellikle Sümerlerin, efsanelerle formüle ettikleri ve antik Mısır entelektiyası tarafından sistemleştirilen versiyonunu, yine Mısır Firavunu Akhenaton’un icat ettiği tek tanrıyı, kendilerine mal ederek kutsallaştırmaları ve arkasına tanrı gücünü koyarak kendi kabilesi üzerinde etkili olmalarını sağlamalarıdır. Fakat bu malzeme, insanlık medeniyetinin, çağımıza kadar egemenliği birkaç bin yıl sürecek bir kesitini oluşturmuştur.

 

“Bugünü bize sunanlar; devlet ve Kilise karşıtı öğretiler geliştiren, Kilise tarafından sapkın (heretik) ve devlet tarafından suçlu ilan edilen kişi ve organizasyonlar olmuştur.”

 

“Adı farklı olsa da; semitik tanrıya inanmak, aslında İbraniliğe mensup olmak ve ona hizmet etmektir.”

 

Judao-Christian

İbraniler, Mısır’dan sonra, insanlığın devam ettiriciliğine soyundular. Tevrat’ta Musa’nın, Mısır Firavununa karşı kavgası; Firavun Akhenaton’un icat ettiği tek tanrıyı, İbranilerin kendilerine mal etme kavgasıdır. Nitekim onların formüle ettikleri tek tanrıcılık konsepti, onların içinden doğan Hristiyanlıkla bilikte Judao-Christian akımı adıyla, geleceğin iki bin yılını şekillendirmiş ve filozoflara, çağımızı doğuracak olan, zihinsel boğuşma yapacakları fikirsel malzeme sağlamıştır. Yahudilik kaynaklı hareketlerin başında iki büyük din olan Hristiyanlık ve İslam gelir. Bu dinlerden kaynaklı yüzlerce mezhep ve akım üremiştir. Yahudilik eğer kabile dini olmasaydı, uluslar dini olsaydı ne Hristiyanlık ne de İslam doğardı.

 

Semitik Kutsal Kitaplar ve Siyaset

Semitik kutsal kitapların hepsinin hedefi, küresel siyasal emperyalizmdir. Yani onlar, siyasal iktidarı elde etmek isteyen birer muhalefet siyaset kitabıdırlar. Semitik Kutsal Kitaplar ve dinler, insanlık tarafından, insanlığın oluşmasında yeni fikir üreten bir katkıları olmadığı gibi, insanlığın oluşmasında engel olarak görülürler. Bugünkü insanlığı doğuran hiçbir yeni fikir ve bilgi üretmediler. Onların yaptıkları iş, insanların ürettikleri fikir ve bilgileri, kendilerine mal ederek ve arkalarını tanrı gücünü koyarak, dünyevi siyasal ve coğrafik hedeflerine ulaşmaları için kullanmaktan başka bir şey değildir.

 

TEVRAT

Tanrı’nın ve İnsanın Evrensel Emperyalizmi

İnsanın, Tanrı Olması

İnsanlık, hedefini Tevrat’a koymuştur. Tevrat’ta evrensel siyasal emperyalizm vardır. Tanrı evrensel emperyalisttir; dünyayı, bütün evreni ve içindekileri yönetir. Dolayısıyla insan da evrensel emperyalist olmalıdır. Tevrat’a göre; Tanrı insanı kendine benzer yarattı. Tevrat şöyle der: “Tanrı, “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım,” dedi.” (Yaratılış, 1/26-27) İnsanın yaratılmasının nedeni yere ve göğe egemen olmasıdır: “Onları kutsadı ve “Verimli olun, çoğalın, Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.” (Yaratılış, 1/28.)

 

Tanrı ile insan arasındaki tek fark, Tanrının ölümsüz, insanın ölümcül olmasıdır. Tevrat şöyle der: “Rab sonra şöyle dedi: “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu. Şimdi yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” (Yaratılış, 3/22.) İşte insanlık, ölümsüzlüğü bularak tanrı gibi tanrı olmak istiyor.

 

“İnsanlığın hedefi, Tanrı olmaktır. Tanrı olabilmesi için ölümsüzlüğü bulmalıdır.”

 

İsrail diyarı, Yahudiler için millî yurt (vaatedilmiş arazi/arzı mevud) olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle sadece burayı almak için uğraşmışlardır. Yahudilerin hedefi, küresel coğrafi egemenlik değil, küresel siyasal egemenliktir. Bu nedenle, MÖ 1000’de İsrail Krallığı kurmalarına rağmen dünyayı fethetme savaşları yapmamışlardır. Fakat İsrail Krallığının ilk kralı Kral (Peygamber) Davut hükümdarlığında (MÖ. 1000-962), İsrail, krallıktan siyasal imparatorluğa yükseldi; etki alanı, askeri ve politik olarak, Orta Doğu’da büyüdü.

 

Zebur

Küresel Coğrafi Emperyalizm

Musa’ya atfedilen ilk beş kitabında Tevrat’ın, dünyayı fethetmek gibi bir coğrafi emperyalizm hedefine sahip olmadığı görülür. Nitekim sadece ülke edinmek amacıyla, vaatedilmiş arazi olarak İsrail topraklarının elde edilmesi hedefi vardır, bütün dünyayı fethetme amacı yoktur. Fakat Peygamber Davud’un yazdığı Zebur adlı kitapta küresel coğrafi emperyalizmden söz edilir: “Doğru (Salih) kişiler yeryüzü (dünya)nü mülk edinir, orada sonsuza dek otururlar.” Mezmur, 37:29. Ama kral Davud, arazi fethetmedi.

 

KUR’AN

“Kuran da, küresel siyasi ve coğrafi emperyalizm hedefindedir.”

 

Hz. Muhammed liderliğinde Kuran hareketi de, devlet dışı bir organizasyon olarak ortaya çıktı. Başarılı oldu; lokal ve bölgesel siyasal hedefine ulaştı; Hicaz bölgesinde mahalli devletini kurdu, imparatorluk olmaya başladığında vefat etmiştir. Küresel hedefi vardı. Bu hedefi Kuran, bir veya iki ayette ima eder. Peygamber, küresel hedefine ulaşamadan vefat etti. Ondan sonra gelen ashabı, küresel hedefe ulaşmak amacıyla çalıştı. Ancak devletleşmeleri nedeniyle başarılı olamadılar. Aslında kolay olan fiziksellikle yapılan devletleşmeyip, zor olan zihinsel yapılan felsefi ve bilimsel bir organizasyon olabilselerdi başarılı olurlardı.

 

Kuran, hedefinin coğrafi küresel emperyalizm olduğunu, Zebur’un yukarıdaki ayetini iktibas ederek henüz Mekke’de iken şu ayette söyler: “Andolsun, Zikir (Tevrat)’den sonra Zebûr’da da, “Yeryüzü (dünya)ne muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır,” diye yazmıştık. Şüphesiz bunda Allah’a köle olan bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.” Enbiya, 105-6. Yani Kuran’ın hedefi, dünyaya sahip olmaktır.

 

Kuran’ın nihai hedefinin, İbranilerin ihdas edip Zebur’a koydukları küresel coğrafi emperyalizmi devralarak küresel siyasal emperyalizme dönüştürüp gerçekleştirmek olduğu görülür. Bu emperyalizmin Müslümanlara verileceğini Medine’de şöyle söyler: “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzü (dünya)nde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar, bana kölelik eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” Nur, 55. “Yeryüzünde egemen oluncaya kadar, hiçbir peygambere esirlerinin olması yaraşmaz.” Enfal, 67. Kuran’ın nihai siyasal hedefi, İbranilerden devraldığı küresel siyasal egemenliği kendisi tarafından gerçekleştirmektir. Kuran, coğrafi emperyalizm devrinde geldiğinden tamamen o sistemin konseptini içerir.

 

“En ileriyi hedefleyen bir dinin mensuplarının en geride kalmaları çok büyük başarıdır.”

 

“Müslümanlar, Yahudilerin bu dünyadaki ürünleri üretmek amacıyla ürettikleri dini ritüel ve sembolleri ahreti kazanmak için kullanmakla onların dünyadaki etkilerini heba ettiler. Tabi ki onları ahret için kullanmak kolay, bu dünya için kullanmak ise zordur.”

 

 

İNSANLIK

İnsanlık; “evrensel” adı verilen, bütün insanların ortak insani boyutuna hitap eden fikir ve bilgilerdir. İşte bu nitelikte ürün üreten insanlar, insanlığı oluşturmakta ve insanlığın ortak malı olmaktadırlar.

 

“İnsan vefasızdır ama insanlık vefalıdır.”

 

“İnsanlık; beşeri-hümünal düşünmedir ve insanlığın sahibi; bu düşünmeyi yapanlardır.”

 

“İnsanlığı oluşturanlar, teorik düşünenlerdir.”

 

“İnsanlık; insanlığa katkısı olan kişileri klonlayarak diriltecektir.”

 

Animizm

İnsanlık denen varlığın inşası, milyonlarca yıl önce insan Afrika’da iken yaptığı ilk soyut-teorik icat “animizm” düşüncesi ile başlar. İnsanlık, bu düşünce ile inşa edilmeye başlanmıştır. Onu totemizm ve fetişizm izlemiştir.

 

Ruh

Bu “insanlık” denen varlığa “ruh” adı verilmişti. Ruh, büyük ihtimalle insanlığın en ilk icatlarındandır. Animizm ile doğduğu tespit edilir. Animizm; rüzgar, nefes, esinti anlamlarına gelen “anemo” kelimesinden türetilmiştir. Arapça “ruh” kelimesi İbranice “ruah” kelimesinden alınmıştır ve aynı anlamlara gelir. Tevrat, “can” için “nefeş” terimini kullanır. Eski Yunan’da, İlyada’nın yazıldığı zamanlarda “psyche”, Latince’deki “anima” gibi, “nefes” anlamına geliyordu. Ruh kavramı da, “phrenes” sözcüğüyle ifade ediliyordu. Pisagor (MÖ. 570-495)’un öğretisinde “psişe (psyche)”; yaşamsal güce ve duyumsal duyarlılığa, “nous” ise zihinsel (entelektüel) yeteneğe tekabül ediyordu. Sokrat’a göre; insan ruhu görünmez ve ölümsüzdü, bedeni sevk ve idare eder. Sokrat’ın öğrencisi Platon, ruhu; kişinin özü, nasıl davranacağına karar veren varlık olarak kabul etmiştir.

 

Ama ruh, genelde bireysel anlamda kullanıldı. Ruh, Tanrı’dan insana üflenen bir “şey” olarak nitelendi. Tanrı aslında maddi olan evrenin yaratıcısıydı. Yani tanrı da maddi bir şey olmalıydı. Fakat Onda ruh adında maddi olmayan bir boyut var olduğu söylendi. Bütün bu uğraşılar, “insanlık” denen varlığı üretmek içindi. İnsanlık, bu maddi olmayan boyutun ne olduğu üzerinde asırlarca düşündü. Ruh, ileride insanlığı üretecek olan insandaki “cismani olmayan” insani-hümünal boyut idi ve onun üzerinde düşünmeler, madde-dışı, algılanamaz, tezahürleriyle kendisini gösteren, aşkın, ölümsüz yaşama yeteneğine sahip, değişen ve gelişen, bir öncül kaynak ya da bir güç kavramı olan Tanrı kavramını üretti. İnsani davranışların motoru bir varlık ya da varlığın saklı yüzü olarak kabul edildi. Ruh, her canlı oluşumun içteki özü idi. Ruha ölümsüzlük niteliği verilmiştir. Bunun nedeni, insanlığın, ölümsüzlüğü hedeflemiş olmasıdır. İnsanın içindeki gizli öz anlamındaki ruh kavramının icat edilmesi, bütün gizli örgütlerin temeli olan ökkültizmin de temeli olmuştur.

 

FELSEFE ve BİLİM

“Artık diğer bütün emperyalizmler sona erdi. Sadece bilim ve felsefe egemenliği kaldı.”

“M. 1000’de felsefi düşünme ortaya çıkana kadar milyonlarca yıl yapılan düşünme, sistemsiz düşünme idi.”

 

En sonunda, insanlığa egemen olan organizasyon, devlet ve din dışı gelişen felsefe ve bilim organizasyonu olmuştur. Bu organizasyonun organize eden kişileri yoktur. Ama onu bütün insanlık organize ediyor. Hiçbir kuvvet, kişi ve devlet insanlık organizasyonundan daha güçlü değildir ve hiçbir zaman olamayacaktır. Devletler tarafından hiç desteklenmemesine hatta sürekli yok edilmeye çalışılmasına rağmen insanlığa egemen olmuştur. Üstelik bugün devletlerin ve başta din organizasyonları olmak üzere onu yok etmek isteyenlerin umudu olmuştur. İnsanlığı sonsuzluğa taşıyabilecek tek organizasyon olmuştur.

 

“İnsanlık; felsefe ve bilimin kendisidir. İnsanlığın sahibi ise; filozoflar ve biliminsanlarının ürünleridir.”

 

Diyalektik

“Diyalektik, zıtların çarpışmasıdır.”

 

“İnsanlıkta artık fiziksel çatışma yoktur, zihinsel çarpışma vardır.”

 

İnsanlığı oluşturan felsefe ve bilim sisteminde fiziksel savaş yoktur, diyalektik adı verilen ve tamamen zihinde yapılan fikirsel ve bilgisel çarpışma vardır.

 

Sonuç

Bütün bu bilgileri yazmamızın nedeni, hiç kimseyi yermek değildir, övmek hiç değildir. Tamamen objektif bir şekilde, tespit edebildiğimiz ve gerçek gördüğümüz bilgileri vermektir. Hiç kimse, başka hiçbir milleti kendi milletinden daha fazla sevmez, hele de başka hiçbir kimseyi kendisinden daha fazla hiç sevmez. Bu bilgileri yazmamızın nedeni; başta Türkiye, sonra da İslam dünyası, bundan sonra var, dünyaya ve evrene sahip olmak istiyorsa, neler yapmaları gerektiğini söylemek içindir.

 

“Objektifliğin düşmanlık olarak görülmesi, objenin düşman olduğunun göstergesidir.”

 

Amacımız; milletimizi insanlığın gerçeklerinden haberdar etmek ve gerekeni yapmasını sağlamaktır. İnsanlık için gerekli ve çok değerli bir mayaya ve omurgaya sahip olduğunu felsefi ve bilimsel tepit ettiğimiz milletimizin sonsuza kadar yaşamasını sağlamaktır.

 

“Bir konuda ahkam kesebilmek için; o konu hakkında günde on saat teknik bilgi okumak ve o bilgiler üzerinde bir o kadar süre sistematik felsefi düşünme yapmak şarttır.”

 

İslam dünyası ve Türkiye, bugünkü yapısıyla, basit işler yapmakla, ülkelerini yemek kavgası vermekle, ne dünyaya ve evrene sahip olabilir ne de varlığını sürdürebilir. İnsanlık ne yapıyorsa onu yapmak zorundadırlar. Bu işler zor işlerdir. Bunlar; kolay işlere, ülkesini ve hazırı yemeye alışmış kişi ve toplumların yapabileceği işler değildir.

 

“Artık felsefe ve bilim kimdeyse güç ondadır. Gerisi lafı güzaftır.”

 

Türkiye

Soru şudur: Bütün hayatın, zihinsel icatlarla yaşandığı çağımızda, bir tane olsun zihinsel icat yapamayanlar nereden ve nasıl para kazanıp varlıklarını sürdüreceklerdir?

 

Türkiye’de işler formalite icabı yapılıyor. Ülkeye kazanç üretme amaçlı çalışılmıyor. Ülkeye dışarıdan para kazandıran var mıdır? Herkes ülkenin yer altı kaynaklarını, yer üstü işletmelerini, sonunda da havayı betonla dondurup satmakla geçinmeye çalışıyor. Ama ülkenin sadece parasını harcama yetkisine sahip olanlar VİP olabiliyor.

 

Yöneticilik ve Bilim

Ülkede idareciler, biliminsanlarından daha değerliyse, orada bilimsel icat olmaz. Bir profesör düşünün, bürokraside, sıradan üniversite mezunu bir idarecinin emrine girebiliyor. Demek ki profesörü, yüksek lisans bile yapmamış bürokrattan daha aşağıda görüyor. Böyle kişilerin profesör olduğu ülkede hiçbir icat beklenemez. Sonuçta icatları profesörler yapacaktır.

 

Formalitecilik

Ülkemizde şimdiye kadar, asıl iş yapılmıyordu. Her şey formalite icabı yapılıyordu. Kafa boyutu istemeyen, sadece para harcama endeksli; inşaat, istihdam ve ihaleden oluşan 3-İ işi yapılıyordu. Bunlar artık yapılamayacaktır. Peki şimdi ne yapılacak? Asıl işler yapılacak. Sıra asıl işi yapmaya geldi. Ama bu asıl iş; kafa işi olan sistematik düşünme istiyor. Sistematik düşünmenin ne olduğunu ve nasıl yapıldığını hala bilmeyenler bu işi nasıl yapacaklar? Tarih sahnesine hep geç çıkmıştık, şimdi de çok geç kaldık.

 

“Sıra asıl işi yapmaya gelince; herkes çöküyor.”

 

“Müslümanlar, Müslümanları din ile bin yıldır kandırıyorlar, geride bırakıyorlar. Bunun faturasını bütün Müslümanlar ödeyecektir.”

 

“Türkiye, varlığını, Yahudiliğe ve İslama hizmetçilik yaparak sürdürüyor.”

 

Kuran’a göre kandırıkçılar; sadece Allah’la değil, daha üst dozaj olan, Allah’ı da kandırmaya çalışırlar. Kuran şöyle diyor: “Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.” (Bakara, 9-10) Kuran’ın söylemlerinin, halen geçerli olduğu insanlar, hala bin beş yüz yıl öncesinden önceki düzeydedirler demektir.

 

“İnsanlık, uzayı adam etmeye çalışırken Türkiye hala insanlarını adam edemedi.”

 

“Günümüz Müslümanı; virüsle hasta olur, ezanla övünür, kafirle tedavi olur.”

 

Son Söz

Oyuncu olsam, “Payitaht Abdülhamid” adlı TRT dizisindeki rollerin hiçbirini oynamazdım.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.