DÜŞÜN MESELESİ

DÜŞÜN MESELESİ

Osmanlı’da Modernleşme Çabaları

Osmanlı, farkı hızla açan Batı Avrupa’ya “yetişmeye” çalışmak amacıyla “Bizde ne eksik?” sorusunu, dokunmatik olmanın sonucu olarak ancak 19. asrın başlarında III. Selim (1789-1808) zamanında gelişmelerin ucu dokununca sormaya başladı. Batı’nın yapısını anlamak amacıyla Osmanlı, 1792’den itibaren, başlıca Avrupa devletlerinin başkentlerine ilk kez, III. Selim zamanında Elçiler göndermeye başlamıştır. Bu elçiler, aradaki farkın nedenleri üzerine raporlar yazmışlardır.

 

1793’te Viyana’ya gönderilen Ebu Bekir Ratib Efendi (1747-1798), Avusturya devletinin Osmanlı’dan farklı en önemli yanlarını şöyle sıralamıştır: “Eğitimli, disiplinli ordu; düzenli maliye, namuslu, dürüst ve okumuş memurlar; halk arasında ekonomik güvenlik ve refah…”

 

Osmanlı tarihçisi ve Mecelle’yi kaleme alan Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895)’nın, III. Selim dönemi hakkındaki gözlemi şöyledir: “Yeni bir uygarlık yoluna gitmek… fikirleri doğmuştu. Lakin… yapının temeline bakılmayarak, tavanın süslemesine özenildi. Avrupa’da başlayan fenlerin ve sanatların yayılmasına çalışmak gerekirken, uygarlık nehirlerinin gerektirdiği çerçöpe, israf ve sefahate aldanıldı… Halk, yüksek tabakanın bu gidişinden nefret ederek, her türlü yenilikten ürkmeye, yeni yöntemlerle yapılan her şeyi kötü görmeye başladı… III. Selim, devletin ıslaha muhtaç olduğunu görerek, usulün yenilenmesine karar vermişti… Lakin asıl devletin sivil düzeni bozuktu. Bozuk bir heyet, nizamlı bir heyeti yönetemeyeceğinden, orduyu düzenlerken, devletin sivil işlerinin de düzenlenmesi gerekirdi… Devletin kendisi, her parçasında temelli reformlara muhtaçtı.”

 

III. Selim’in modernleşmeden anladığı şey, modernizasyon idi. Modernleşmeyi modernizasyondan ayrıştırmak gerekir. Modernizasyon; daha çok teknolojik yani pratik alanda olur. Modernleşme ise teorik yani zihinsel alanda olur. O nedenle ilk olarak Osmanlı ordusunun yeniden yapılanmasına girişti. Askeri gücü modern teknoloji ve sistemle yeniden kurmak idi. Tıb alanındaki yenilikleri almaktı. Ama onları üreten kafasal-düşünsel boyutu almamaktı. Çağdaş rasyonalist bilimsel düşünmeyi almamaktı. Tabi ki bu tür kafasal değişime en başta karşı çıkanlar şeyhülislamlar, müderrisler ve ulema idi. Çünkü düşünme işini onlar yapması gerekiyordu. Düşünme işi zor bir işti ve onu yapamayacaklardı. İşin kolayına sığınmak prim yapıyordu; “dine sığınmak.”

 

III. Selim’in ardından tahta çıkan II. Mahmut (1808-1839), yenileşme hareketinin sahasını genişletmiş, askeri reformların yanısıra, idari teşkilatlarda da yeni bir yapılanmaya girmiştir.

Mahmut’un reform programının bir diğer önemli ayağı eğitim alanı idi. Bu dönemde; ezbercilik yüzünden, hem İslam ilimleri hem de modern fen bilimleri, tarihsel anlamları bilinmeden tekrarlanan gelenek bilgileri haline geldi. Cehalet, sadece halk yığınlarını değil, ulemayı ve devlet adamlarını da içine aldı. II. Mahmut döneminde, Batı bilimini doğrudan tanımak amacıyla ilk kez 1830 yılından itibaren Avrupa’ya öğrenciler gönderilmeye başlanmıştır.

 

Bu dönemde Batı mopdernleşmesi üzerinde eserler yazılmaya başlanmıştır. Bu eserlerden birincisi, 1838’de elçilik heyeti ile birlikte Paris’e giderken, birçok Avrupa şehrini gören Mustafa Sami (öl. 1855)’nin, dönüşte yazdığı “Avrupa Risalesi” adlı küçük eseridir. Bu risaleyi yeni ve farklı kılan özelliği, Avrupa’da görülen uygarlık eserlerinin “nedenlerini” anlamaya çalışmasıdır. Ona göre; Batı uygarlığının üstünlüğünün başlıca nedenleri; pozitif bilimlerin ilerlemesi, din özgürlüğünün oluşması, eski ile yeninin süreklilik taşıması ve okuryazarlığın yaygınlaşmasıdır. Bütün bunların baş etkeni, bilim ve Aydınlanma’dır.

 

İkinci eser ise 1837’de Viyana’ya elçi olarak gönderilen Sadık Rıfat Paşa (1807-1856)’nın yazdıklarıdır. O şöyle yazar: Din özgürlüğü, hükumet yönetimindeki intizam, memurların dürüstlüğü, eğitim ve okuryazarlığın yaygınlığı, aklın eğitiminde kitap ve matbaanın önemi, otel ve lokantaların temizliği, eğlence ve müziğin önemi, yoksullar ve hastalar için kurulmuş olan kurumları Avrupa’nın özellikleri arasında sayar.

 

Düşün Meselesi

Çok sayıda yazılan raporlar arasında sadece Sadık Rıfat Paşa, meselenin bir “düşün meselesi” olduğunun farkında idi. O, şöyle diyor: “Reform davası, her şeyden önce bir düşün sorunudur. Reformu sağlayacak olan; geleneğe bağlı ve keyfi bir sistemden farklı olarak hakim olan rasyonel devlet yönetimidir.”

 

Osmanlı, asırlardır ihmal ettiği, çağımızı yaratan düşünme tarafından imha edilmiş oldu.

 

“İhmal ettiğin şey, seni imha edebilir.”

 

“250 yıl sonra bugün Türkiye’de durum farklı mıdır? Hayır! Bugün de bu düşün sorunu en temel sorun olarak halledilmemiş şekilde durmaktadır.”

 

Karadeniz Bölgesinde şöyle bir atasözü vardır: “Sende varken bu kafa, ancak gidersin Of’a”.

 

Ancak kendi vücudunu yiyerek geçinirsin. Yani kendi ülkenin arazilerini.

 

Hiçbir gerekçe ve bahane aramaya gerek yok. Yapılacak tek şey; çağımızın düşünüş biçimini öğrenmek, onunla oluşmak ve onunla ürünler vermektir. Neden hiç kimse bu konu ile meşgul olmuyor? Çünkü bu iş zor bir iş ve bunu yapabilen kimse yok. Ama yapılması gereken bu işi yapmaksızın ülkenin en üst makamlarını ve nimetlerini elde etmek mümkün.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.