15 TEMMUZ 2016 DARBESİ ve DERİN DEVLET

15 TEMMUZ 2016 DARBESİ ve DERİN DEVLET

Antropolojik ve Felsefi Analiz

 

“Yakalandığında suçunu inkar edenden ne darbeci ne de derin devlet olur.”

“Cezası kadar cesaretin olmadığı işi yapma.”

 

15 Temmuz 2016 Askeri Darbe teşebbüsünü ve derin devleti felsefi ve Antropolojik bilimsel olarak analitik irdeleyeceğiz.

 

DARBENİN AMACI

Bu Askeri Darbe teşebbüsünü, biri darbeyi yapmaya kalkışan örgüt, diğeri ise darbeye destek veren küresel güç açısından analiz ederek ele almak gerekir. Çünkü bu örgüt, zaten küresel güç tarafından, küresel projeye hizmet etmesi için oluşturulmuştu. O örgütün kendisi için değildi.

 

Darbeyi yapanların amacı, mevcut siyasal iktidarı düşürmek olduğu kesindi ama iktidarı ele geçirmek olduğu kesin değildir.

 

Darbeyi destekleyenlerin amacı, Türkiye’yi, bölmek idi ama darbeyi yapan örgütün iktidara getirilmemesiydi. Çünkü öyle örgütlü hem de dinci bir örgütü iktidara getirmek istemediler. Ayrıca onlar iktidara gelselerdi, Güneydoğumuzun işgaliyle görünürde de olsa boğuşmak zorunda olacaklardı. Bu durum, yine dış güçlerin bölme hedefine ulaşmalarını önleyecekti.

 

Darbe ve ABD

Dış güç, sadece siyasal otorite ve askeri güç boşluğu doğurtup Güney Doğumuzun koparılmasını darbecilere yaptırmak istedi. Aslında darbeyi destekleyen dış güç, darbe yaptırmak amacında görünmüyordu. Fakat örgüt, var olabilmek için son gücü olan asker darbesini kullanmaya ve bunu yapabileceğine dair dış gücü ikna etti. Dış güç de, “Haydi yap bakalım,” demiştir. Darbeye, ABD Başkanlığı’nın ve Pentagonu’nun destek vermediği anlaşılıyor. Destek verselerdi, mutlaka Genel Kurmay Başkanıyla yaparlardı ve mutlaka başarılı olurdu. Sadece Dünyanın Derin Devleti ile bazı İstihbarat Teşkilatlarının destekleriyle yapılmaya çalışıldığı görülüyor.

 

“Bu darbede, örgütün iktidarı düşürmek isteği ile Küresel Güc’ün Türkiye’yi bölme isteği buluştu.”

 

Darbeci Örgüt

Darbeci örgütün iki misyonu vardı. Biri diğer ülkelerde okullar kurmak, diğeri ise Türkiye içinde, netice itibariyle Türkiye’yi bölmek idi. Diğer ülkelerdeki okullar konusunda hedefe ulaşıldı. Artık onlar yerli mezunlar tarafından devralınmaktadırlar. Türkiye’deki misyonunu ise başarısızlıkla tamamladı.

 

“Darbeci örgütün misyonu bitmiştir. Lideri mutlaka diskalifiye edilecektir.”

 

Neden Siyasal İktidar Ele Geçirilmedi

Darbe niçin yapılır? Siyasal iktidarı ele geçirmek için.

Siyasal iktidar nasıl ele geçirilir? Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Meclis ele geçirilerek.

Peki darbe esnasında Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık makamları ve Meclis boş olmasına rağmen neden işgal edilmediler?

Bırakınız o makamları, Genel Kurmay Başkanlığı neden doldurulmadı?

Makamlar boş olmalarına rağmen neden halkla boğuşuldu? Darbede halkla neden boğuşulur?

Halkı bastırıp Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Meclisi işgal etmek için.

O makamlar boş olmalarına rağmen onlar işgal edilmeyip halkla boğuşuldu.

Hem de İstanbul’da. Tankların İstanbul’da yollarda ne işi vardı? İktidar için, İstanbul’da neresi işgal edilecekti ki? Halbuki iktidar İstanbul’da değil Ankara’da ele geçirilirdi.

Çünkü amaç iktidarı ele geçirmek değildi, bir süreliğine hükumeti düşürmekti, Güneydoğunun işgaline halkın karşı çıkmasını önlemekti. Özellikle İstanbul’daki bölücülerin öldürülmelerini önlemekti. Büyük şehirlerdeki bölücülerin Güney Doğu’ya gitmelerini sağlamaktı.

 

“15 Temmuz 2016 Askeri Darbe teşebbüsü, bir kısım askerin, Başkomutanına isyanı suçunu da işlemişlerdir.”

 

Darbe Neden Yapılamadı

Birinci neden, darbenin başında liderin yokluğuydu. Lidersiz darbe olmaz. Bu lider de asker olmak zorundadır. Bir asker, Genel Kurmay Başkanının koltuğuna oturup sıkıyönetim bildirileri yayımlasaydı, darbe gerçekleşmişti. Hiç kimse dışarı çıkamazdı. Peki darbenin başında neden lider yoktu? Çünkü hiç kimse Türkiye’nin bölünmesinin ve çıkarılmak istenen iç savaşın sorumlusu yapılmayacaktı. Bu sorumluluğu hiçbir kişi alamazdı ve zaten alamadı da. Kim vurduya gidecekti Güney Doğu Bölgemiz ve milletimiz. Daha sonra emir-komuta zinciri kayboldu, birimler arasında irtibatlar koptu ve darbe yönetilemedi, kontrolden çıktı.

 

Sivilleştirilen ve Dincileştirilen Ordu

İkinci neden; darbeci personelin gerçek asker olamamasıdır. Asker elbisesi giymek ve rütbe almakla asker olunmuyor. Bir televizyon kanalının yayınını kesmeye giden subayların, televizyonculara hitabını duyduğumda ve yürüyüş biçimlerini gördüğümde, bu askerlerin darbeyi yapamayacaklarını anlamıştım. General kıvrımlı yürüyüşüyle, Komutan sivil edayla, alçak ve ince sesle ve yumuşak şekilde şöyle diyordu: “Arkadaşlar yayını keselim lütfen!” Halbuki asker öyle demez, yüksek ve sert sesle bağırarak emir vererek şöyle der: “Oğlum! Yayını kesin lan!”

 

“Darbeler ince ve yumuşak sesle yapılamazlar, kalın ve sert sesle yapılırlar.”

 

Ülkeyi bölmenin, sivilleştirilmiş ve dincileştirilmiş askerlerle yapılmaya teşebbüs edilmesi tesadüf değildir. Askerlerin liderleri sivil idi. Sivil ve asker her ikisi de dinci idi. Sivil ve dinci asker askeri darbe yapamaz. Gerçek asker de ülkesini bölmez. O nedenle TSK hem sivilleştirildi hem de dincileştirildi.

 

“Her şeyde ve her zaman en sonunda ana akım egemen olur. TSK’da da ana akım Atatürk idi ve en sonunda o egemen oldu ve o istemediği için darbe yapılamadı.”

 

Üçüncü neden ise; dış gücün amacının otorite boşluğu oluşturmak olmasıydı. Nitekim uçağını görmelerine rağmen Cumhurbaşkanına saldırmadılar. Peki kim önledi bunu?

 

Cumhurbaşkanının Ortaya Çıkışı

Cumhurbaşkanımızın, can havliyle cep telefonunda ortaya çıkması, Allah’ın Türk Milletine bir lütfu idi. O, ortaya çıkmadan hiç kimse dışarı çıkmamıştı. Ne zaman o ortaya çıktı, millet sokaklara döküldü. Çünkü otorite boşluğu olmadığı ortaya çıktı.

 

Güneydoğu Neden İşgal Edilemedi

Amaç, otorite boşluğu doğurularak ülkenin Güney Doğu Bölgesinin işgal edilerek Türkiye’den koparılması idi ise peki neden Güneydoğu işgal edilemedi? Çünkü darbeci örgüt, var olan makam boşluğunu otorite boşluğuna dönüştüremedi. Güneydoğuyu işgal edecek olanlar, darbe saatinin öne alınması nedeniyle avlandılar. Darbe erkene alınınca darbe, ağza ve yüze bulaştırıldı. Zaten darbenin başı yoktu.

 

“Türkiye, bölünme sektörü üretilerek yeniyor.”

 

İNSANLIĞIN HEDEFİ

15 Temmuz Türkiye darbesini, insanlığın hedefi ve buna bağlı olarak küresel proje ile birlikte ele almak gerekir. İnsanlığın hedefi ölümsüzlüğü bulmaktır. Bu amaçla; kendi insanını, dünyasını ve evrenini yaratmaktır. İnsanı, insanlıktan ayırmak gerekir.

 

“İnsanlığın hedefi için insanın önemi yoktur. O nedenle milyonlarca insan öldürülegelir.”

 

Küresel Güç

İnsanlık tarihinin her devresinde bir “küresel güç” var olmuştur. Osmanlı vasıtasıyla Türkler de bir zamanlar bu küresel güç olmayı başarmıştı. Fakat asıl küresel güç olarak, “insanlığın hedefi” için çalışanlar kabul edilmektedir. Osmanlı, küresel güç olduğunda insanlığın hedefine hizmet ettiği kabul edilmemektedir. Çünkü o, sadece kendisi için dünyaya sahip olmaya hizmet etmiş, insanlığın hedefini gerçekleştirecek felsefi ve bilimsel katkı yapmamış olarak görülmektedir. Bugün de Türkiye, insanlığın hedefine hizmet etmeyen olarak görülmektedir. Çünkü bugün insanlığın hedefine hizmet etmek, sadece felsefe ve bilim ve onun ürünü olan teknolojik icatlarla yapılmaktadır ve Türkiye bu alanda yoktur.

 

“İnsanlık; milletleri ve kişileri, insanlığın hedefine hizmet edenler ve etmeyenler olarak ikiye ayırır. İnsanlığa hizmet etmeyenleri, kendi yaratacağı dünyada yaşama şansı vermeyecektir.”

KÜRESEL PROJE

Bölmek

Bu yazımızı, daha önce yazdığımız “Küresel Proje” adlı yazımızla birlikte ele almak gerekir. Fakat özet olarak söyleyecek olursak; küresel proje; insanlığın, hedefine ulaşmada, dünyada süper güç olmayı sürekli elde tutmak için, mevcut, müstakbel ve muhammen engelleri ve rakipleri ortadan kaldırmak amacıyla bütün ülkelerin ve ulusların bölünmesi projesidir. Bu nedenle bütün ülkeler bölünecektir. Bölebilmek için diktatörlüklerin yıkılması gerekli görülmektedir. O nedenle bütün diktatörler yıkılmaktadır. Fakat imar yaparak ilerlenmektedir. Bir an önce Çin’e ulaşıp en az yüz parçaya bölünmesi planlanmıştır. 15 Temmuz darbesiyle Türkiye bölünmek istenmişti. Türkiye 1990’lı yıllarda bölünmesi gerekiyordu. Bu bölünmeyi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) önlemiştir. O nedenle Ordu tasfiye edilmiştir. Çünkü Türk Ordusu, bölünmeyi önleyen diktatörler gibi, Türkiye’nin bölünmesinin önündeki “engel anlamındaki diktatörü” olarak görülüyordu.

 

“Günümüzde Küresel Güc’ün politikası; bölmek, parçalamak ama yönetmemektir.”

 

Bölme Stratejisi

Küresel Güç, ülkeleri ve milletleri bölmede uyguladığı stratejisi şöyledir: Halk, örgüt ve dış güç işbirliğidir. Önce halk bölünme bilincine ulaştırılır. Ardından terör örgütü kurulur. Halk bölünmek istemezse, dış güç ve terör örgütü birlikte bölmeye çalışır. Terör örgütü de bölünmek istemezse, bu kez dış güç kendisi devreye girer ve bölmeye çalışır. Türkiye’de Güneydoğu halkı bölünmek istemedi. Ardından terör örgütünü devreye soktular. Örgüt lideri A. Öcalan da bölünmek istemediği için yakalanıp Türkiye’ye teslim edildi ve hapsedilmesi sağlandı. İşte son olarak, dış güç bizzat devreye girerek, kendi yetiştirdiği örgütün askerlerine darbe yaptırarak bölmeyi gerçekleştirmek istedi. Bunda da başarılı olamadı. Elbette başka strateji uygulayacaktır. Çünkü dış gücün tek hedefi vardır, o da; bütün ülkeleri bölmektir.

 

Küresel Gücün Destekleme Nedeni

“Küresel Güç sahiplerinin; bütün ülkelerde gerek siyasal gerekse dinsel şahsiyetleri desteklemelerinin tek sebebi vardır, o da; küresel projeye hizmet etmektir. Onların desteklediği herkesten, mutlaka bu sözü alırlar.”

Küresel Gücün Etkinliği

Küresel Güç, özellikle Türkiye gibi ülkelerde çok etkilidir. İstediği projeyi uygulamaya koyabilmektedir. Neden? İstediğini Parti başkanı, istediğini Başbakan, istediğini Komutan vs. yapabilmektedir. İstediği örgütü hem de Devlet eliyle büyütebilmektedir. Bunu yapabilmesinin tek nedeni vardır, o da; bizim kolektif insan karakterimizdir. Çünkü bunları bizim insanlarımızla yapmaktadır. İnsanımızın güce karşı bir zaafı vardır ve güçten etkilenmektedir. Bilime göre; dişil gen güçten etkilenir, eril gen güçten etkilenmez, eğer bir erkek, güçten etkileniyorsa, onda dişil gen egemendir demektir.

 

“Erkeği kadın, kadını altın eritir.”

 

Türkiye’de devletin üst makamlarına, kişilerin kendi iç güçleriyle değil, içeriden ve dışarıdan dış güçlerle gelinebilmektedir. Ülkenin kurumlarının başlarında olanların, bir dış gücün desteklediği vakıf, cemaat ve dernek gibi bir kuruluşun mensupları olduklarına dair haberleri medyada okumamız boşuna değildir. Üst makamlarda olunsa dahi, haksız paralel makamlara düşkünlük vardır. Yani “duble haksız kazanççı” olmak. Neden makamlara düşkünlük vardır? Çünkü makamlarda sınıf atlamak, yönetici kast sınıfına girmek, ülkeyi haksız yemek ve multi milyoner olmak gibi, eşitsizlikçi imtiyazlı olma imkanları vardır.

 

“Türkiye’de siyaset, devlet yönetimi vasıtasıyla ülkeyi yemek için yapılmaktadır.”

 

“Küresel Gücün Türkiye’de etkin olmasının nedeni, haksız kazanççı makam ve mevki düşkünü insanımızın olması ve bunların halk desteği bulmasıdır.”

 

Osmanlı’nın ve Sultan Abdulhamid’in sonunu getiren ve milyonlarca kilometre kare arazi kaybın sebep olanlar, hem Abdulhamid’in en üst düzey paşaları olup, hem de Abdulhamid’i düşürmek için dış gücün desteklediği oluşumlarla çalışanlar idi. Sonra da “filanca örgüt devlete nasıl sızdı?” diye sahte tartışmalar yapılıyor. Bu zihniyet hala devam etmektedir. Başımıza gelen felaketlerin hepsi, bizim karakterimizden ve kendi elimizden gelmektedir. Başka hiç kimseye kabahat bulmayalım. Bu kolektif karakterimizi değiştirmedikçe belalardan hiç kurtulamayız ve Allah muhafaza ülkemizi yer bitiririz.

 

Dini Desteklemek

Laiklik

Batının kafa katmanı şunu iyi biliyor: Din merkezliliğinde ve referanslığında toplumsal bütünlük ve birlik mümkün değildir. Batı, laiklik sayesinde dini, merkez olmaktan çıkarmakla ancak toplumsal bölünmeden ve savaşlardan kurtuldu.

 

Fakat özellikle İslam ülkelerinde dinin merkez olmasını, dinsel şahsiyetleri ve siyasetçileri desteklemektedir. Din, kendiliğinden olan amiplerin “mitoz bölünmesi” gibidir. Mezheplere, kliklere, tarikatlara, cemaatlere vs. bölünerek sürekli bölünür.

 

Laiklik, insana akılcı ve bilimsel düşünmeyi sağlayacağından insanlar kendi çıkarlarını rasyonel ve sağlıklı düşünebileceklerdir. Dinin vaat ettiği ve başkalarıyla savaşmaya neden olan dinsel çıkarları düşünmekten alı koyacaktır.

 

“Türkiye birliğini ve bütünlüğünü sağlamak istiyorsa ve bölünmek istemiyorsa mutlaka laikliği egemen kılmalıdır.”

DERİN DEVLET

Türkiye Derin Devleti

15 Temmuz 2016 darbesini yapanlar, sözümona Türkiye’nin derin devleti idi. Ama değilmiş demek ki. Olamazdı da zaten. Derin devlet, düşünme derinliği olan devlet adamlarıyla yapılır. Yüzeysel devlet görevlileriyle olmaz. Hele de dinsel kişilerle derin devlet hiç olmaz. Çünkü dinsel kişilerin canı çok tatlıdır; zahmetten, hapisten, cezadan,  aç kalmaktan, ölümden korkar.

 

“Osmanlı’da böyle dinci kişilere “nane molla” denirdi.”

Nane molla tip, güçlü olduğunda zalim, güçsüz olduğunda mazlum davranır. Nane molla tip; ne derin ne yüzeysel devlet olabilir ne de darbe yapabilir.

 

Türkiye’deki eğitim sisteminin ürettiği insan malzemesiyle derin devlet olamaz. Derin devlet, derinliği olan devlet adamlarıyla olur. Eğitim sistemi, böyle insan yetiştirmiyor. Yüzeysel devlet görevlileriyle olmaz. Asker, emniyetçi ve istihbaratçı gibi sadece güvenlikçilerle hiç olmaz. Hele de kendi halkına gaddar davranan güvenlikçilerden hiç olmaz. Derin devlet, birbirine bağlı ve asırlar sürecek girift ve çok ketum organizasyon yapma yeteneği gerektirir. Bir ülke düşünün ki; istihbaratçıları, görevleri esnasında maaşını alarak edindikleri devletin istihbarat bilgilerini medyada ifşa edebiliyorlar. Bunlarla derin devlet olur mu?

“Devlet için çalışanı yiyen devlet anlayışında derin devlet olmaz.”

“Devletçiliğin yüzeyselini beceremeyen, derinini hiç beceremez.”

 

Türkiye, Kurtuluş Savaşında 250.000 üniversite mezununu yitirmiş. Bir ülkenin derin veya yüzeysel devletini düşünün, gerçek askeri darbelerle birkaç bin, sahte darbe teşebbüsleriyle ve başka nedenlerle yüz binlerce üniversite mezununun heba olmasını önleyemiyor. Heba olmalarına neden olan terör örgütüne mensup olmalarını önleyemiyor. Devlet bir taraftan büyük masraflar yaparak üniversite dahil bütün eğitimleri kendisi veriyor, sonra da yine aynı devlet gidip onları heba ediyor. Böyle devlet anlayışı sadece Türkiye’de var, hiçbir üçüncü dünya ülkesinde bile yoktur. Biz neden bahsediyoruz kardeşim!

 

“Bir halk düşünün! Bir adamı büyütüyor, sonra da gidip ona kendisini öldürtüyor.”

 

Bütün devlet kurumlarından derinliği olan ve dostluğun ne olduğunu bilen, ülkesi ve milleti için yüksek ideali olan insanlarla olur. Düşman gibi görüp halkına gaddar davranan görevlilerle olmaz. Devletini, ülkesini ve halkını söğüşleyen görevlilerle olmaz. Hazırcı, kestirmeci ve kolay yolcu hedonist insanlarla olmaz. Zorcu, zahmetçi yani zealot kişilerle olur. Türkiye’de kendilerini derin devlet sananlar, kendilerinde devlet gücü bulunduğunda bir şeydirler. Devlet gücü yoksa hiçbir şeydirler. Derin devletçi olmak, devlet gücü olmadığında da bizzat var olabilen insanlarla olur. Başka şeylerle var olan insanlarla olmaz.

 

“Derin devlet, bigayrihi insanlarla değil, bizatihi insanlarla olur.”

 

Bir Batılı diplomat şöyle demişti: “En kolay bilgi aldığımız ülke Türkiye’dir. Çünkü yetkili veya yetkisiz herkes, bir şey bilse de anlatsa. Anlatmayı çok seviyorlar. Hele de sırtlarını sıvazlayıp adam yerine koyup dinlediğinizde bildikleri her şeyi anlatıyorlar.”

 

Dinsellik

Akılcı ve Bilimsel Düşünme

Bu çağda derin devlet olabilmek çağımızın düşünüş biçimi olan “akılcı ve bilimsel düşünme” merkezli çok boyutlu, karmaşık ve girift rasyonel soyut düşünme yapabilmeyi gerektirir. Türkiye’de bu düşünmeyi bırakınız yapan, ne olduğunu ve nasıl yapıldığını bilen yoktur. Çünkü eğitimin hiçbir kademesinde öğretilmiyor.

 

“Bu çağda dinsel düşünmede olanlardan derin devlet olmaz.”

 

Türkiye’de ülkeye ve devlete sahip çıkma görevi, Türk Silahlı Kuvvetlerine verilmişti Atatürk tarafından. Ama onlar birbirine bağlı bir dost grup olamadılar. Sahabe grubu olamadılar. Birbirlerine amirlik taslayarak hormonal duygularını tatmin ettiler. Heba ettiler bu sorumluluklarını ve fırsatlarını. Nitekim hapse düştüklerinde, birbirlerine bağlı olsalardı, emekli olanlar onlar için sokağa dökülürlerdi. Ama kılları bile kıpırdamadı. Bu yapıdaki kişiler ne derin devlet olabilirler ne de ülkeye sahip çıkma sorumluluğunu ifa edebilirlerdi.

 

“Korkak ve çıkarcı olan, millet ideali olmayan insanlarla derin devlet olmaz.”

 

Derin devlet, devletin silahına ya da makamına sahip olduğunda değil, bunlar olmadığında kendisini cesaretli gören insanlarla olur. Hiyerarşi ile değil, ilişki kurabilenlerle olur.

 

“Cesaret korkunun yokluğu değildir. Korkuya rağmen harekete geçmektir.” A. Maslow

 

Türkiye’de derin ve açık bütün devlet, bir asırdır bölücülük ve irtica adıyla devletin bekasının iki tehdidini takip etmiştir. İkisi de bugün zirve yapmıştır.

 

“Derin devlet, Sahabe zihniyetiyle olur. Sahabe zihniyeti; devlete sahip olmak değil, sahip çıkmak zihniyetidir.”

 

İnsanlığın Derin Devleti

İnsanı insanlıktan ayırmak gerekir. İnsan başka, insanlık ise başka bir şeydir. İnsan somut, insanlık soyut bir varlıktır. İnsanlık, insanlar tarafından oluşturulur. Ama insanlık, et ve kemikten oluşan insanlar tarafından değil, insanların düşünürlerinin beşeri zihinleriyle üretilir. İşte bu düşünürler, insanlığın, dolayısıyla dünyanın derin devleti olmayı tekellerine almışlardır. Dünyanın başka her hangi bir ülkesindeki derin devlet, bu ana derin devletin vasalıdır, kendi ülkesinin değil.

 

“İnsanlık; felsefe ve bilimi, insanlığın hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla yapıyor. İnsanlara konforlu hayat sağlamak için değil.”

İnsanlığın Hedefi ve Felsefe

İnsanlık adına hareket ettiklerini düşünen kişiler, felsefe, bilim ve teknolojiyi sürekli ellerinde bulundurmak gerektiğine inanırlar. O nedenle sürekli felsefe ve bilim yaparak ileri aşama teknolojileri onlar icat etmeye çalışırlar. Çünkü bu hedefin, ancak insanlığın kafa ürünleri tarafından gerçekleştirilebileceğini bilirler. Çünkü bilirler ki, felsefe yoksa bilim ve teknoloji de yoktur. Teknoloji yoksa insanlığın hedeflerine ulaşamayacaklardır. O nedenle onların derdi ekonomi ya da para değildir. Ekonomi ve para onların hedefi için bir amaç değil, bir araçtır.

 

“Şunu bilelim ki, tarih boyunca insanlık ve onun yaşamı, düşünürlerin ve filozofların ürünüdür.”

“Felsefe ve bilim kimdeyse, insanlığın sahibi odur.”

 

Bütün dünya ülkelerinde insanlığın bu derin devletine bağlı örgütler vardır. Bu örgütlerin hepsi, insanlığın bu hedefinin ekseni etrafında merkezlendirilmişlerdir.

 

Tanrı ile Sözleşme

İnsanlığın ve Evrenin Mülkiyeti

İşte insanlık kavramını bazı insanlar ellerine geçirdiler. Kendilerini, insanlıkla özdeşleştirmişlerdir. Bu insanlar, sahip olmak amacıyla insanlığın ve evrenin mülkiyetine “sahip çıkma” ve “göz kulak olma” görevini ifa etmeye dair Tanrı ile sözleşme yapmışlardır. Bu görevi, bir kaç bin yıldır sürdürmektedirler. Biz ne yapıyoruz kardeşim! Sadece hakaret!

 

Kıyametin Kopması

Kıyametin kopması olayını, insanlığın ölmesi için değil, ölümsüzlüğü ideali için icat ettiler. Evrene sonsuz, ebedi bir şekilde sahip olmak için icat ettiler. Evrendeki bütün kara parçalarını birleştirmeye talip olmak gibi kendilerine zor bir işin çıkması için icat ettiler.

 

Müslümanlar ise, Kıyamete, dünyadaki hayatın zorluklarından kurtulmak, kolay, zahmetsiz ve hazır hayata ulaşmak ideali için inanırlar. O nedenle Müslümanlar ölmek için yaşarlar. İnsanlığın sahipleri ise insanlığın yani kendilerinin yaşaması için ölürler.

 

İnsanlığın tekelcileri şu felsefeye inanırlar:

Spinoza (1632-1677): “Bireyin, kendisinden daha kalıcı bir ideadan pay alması, ölümsüzlüğüdür.”

 

“Esenliğimiz elimizin altında olsaydı ve büyük emekler harcamadan bulunabilseydi, neredeyse herkes tarafından nasıl ihmal edilebilirdi ki? Ama tüm seçkin şeyler, nadir oldukları kadar zorludurlar da.” Spinoza

 

“Aklını kullanmaktan aciz olanlar sadece bedenlerini kullanırlar. Ama başkasının aklına itaat ederler. Bunlar doğal olarak köledirler. Bunlar, özgürlüklerini hayatları karşılığında ceza olarak verdiler.” John Locke (1632-1704)

 

“Din adamları, insanlık için zararlıdır ve her zaman batıl inançların ya da coşkunluğun doruklarına çıkma peşindedirler.” David Hume (1711-1776)

“Din, soyut tanrının somutlaştırılmasıdır. Din adamı ise, tanrının insanlaştırılmasıdır.”

“Büyük bir şey başarmanın ilk koşulu, kamunun görüşünden bağımsız olmaktır.” Hegel 1770-1831

“Birisine itaate alıştırılan kişi, başkalarının iradelerine de itaat eder hale gelir.” Hegel

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.