TÜRKİYE ve FELSEFE

 

TÜRKİYE ve FELSEFE

“Türkiye’nin, hala ne ilk ne de çağdaş filozoflar gibi bir filozofu neden yoktur?”

 

Akademiya, Kafa Katmanı

 

“Türkiye’de sosyal, siyasal, ekonomik, akademik, dinsel bütün kavgaların tek nedeni; ülkeyi yiyebilmektir.”

 “Türkiye’de felsefeyi savunanların kendilerinin bir tane pratik felsefe eseri yoktur.”

150 bin akademisyeni olan Türkiye’nin, böyle bir tane akım üreten ya da ona bir katkı yapan bir kişisi var mıdır? Olamaz, çünkü düşünme yapmak bilinmiyor. Türkiye, bilim adamı ve düşünür değil, üniversite öğretmeni yetiştirmek amacındadır. Bir ülke düşünün ki, kafa katmanını işgal edenler, kafasal iş yapmıyor. Kafasal işleri, eliyle ve ağzıyla yapıyor.

 

Önceki dönemlerde, siyasal iktidarı ele geçiren kesim, ülkenin akademik ve bürokratik en üst makamların ve unvanların hepsini aynı kişiler alıyordu. Kişiler aynı zamanda hem akademik profesörlüğü hem de bürokratik bakanlık ve müsteşarlığı alabiliyordu. Başkaları alamıyordu. Liyakat önemli değildi. Şimdi de bir başka kesim aynı şeyi yapıyor. Bakıyoruz, adam hem en üst bürokratik makamda hem de bu arada hızla doktor, doçent ve profesör olmuş. Makamda olan kişiye akademik unvan veremeyecek akademisyen yoktur bu ülkede.

Gücün karşısında ezilmek ve eğilmek!

 

Kişi profesör olana kadar, işlenen zihniyle birlikte yüzünün morfolojisi değişmelidir. Yüzü yontulur, yüzünde akademik çizgiler oluşur. Ama şimdi öyle değil; yüz hiç yontulmamış kütük ya da kaya parçası gibi, ama unvanı profesör olmuş. Çünkü hiç zihinsel işlem yapmamış. Zihniyle hiç bağ kurmamış, zihnini hiç işlememiş. Zihninin fizyolojisi hiç değişmemiş ki yüzünün morfolojisi değişsin! Her şey bağ kurmakla gerçekleşir. Akademisyenlik, bilgi üzerinde düşünme işlemi yaparak zihinle uzun süre bağ kurmakla olur. Zihinle hiç bağ kurmaksızın akademisyen olunuyor bu ülkede. Bu ülkede zihinle değil, bilgisayarda elle kes-yapıştır yaparak formalite icabını yerine getirmekle akademisyen olunuyor. O nedenle unvan sahipleri, içi boş olduğundan kuru kibir (büyüklenme) yüklüdürler. İçi dolu olsa, kibre gerek kalmaz, kebir (büyük) olur zaten. “Boş başak dik durur.” Kafası boş olan kişi kendini beğenir; çevresine yüksekten bakar; iri laflar eder. Onlar da bitiyor! Az kaldı! Kafa ile değil de elle bilim yapanların sonu gelmiştir!

 

Artık başkalarının fikir ve bilgi ürünlerinin işportacılığı ile bilim adamı olmak sona ermektedir. Artık kişinin kendisinin fikir ve bilgi üretmesi ve bunları üretenlere iş vardır. Artık bütün bilgi cep telefonunda herkeste mevcuttur. Onları öğretmek için aracıya gerek yok. Bilimi kafa ile yapmayanlara yer kalmayacaktır.

 

Basında Haber:

“Uluslararası makalede, Türkiye üniversite rektörleriyle ilgili sonuç: “Bilim yerine tweet üretmişler.” “Uluslararası Higher Education Dergisi”, şu tespiti yapmıştır: Türkiye üniversite rektörleri, bilimsel üretim yerine, “tweet” atmakla meşguldürler ve tweetlerinde, hükümet üyelerine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlılıklarını yansıtmaktadırlar. 02.06.2020

 

Bu ülkede işte 150 bin akademisyen var olup bir tane bilimsel icadın olmamasının sebebi ortaya çıkmış oluyor. Olsun bakalım!

 

“Avam düzeyi işler yaparak kafa katmanı nimetlerle ülkeyi yemenin mümkün olduğu ülke, bundan sonra varlığını sürdüremez.”

 

İbn-i Heysem (965-1040)

Bugün bir kuram üretemeyen akademisyenler, bin yıl önce yaşamış, Müslüman bilimadamı Ibn Heysem gibi, şahsiyetlerin propagandasını yaparak kendi eksikliğini örtmeye çalışıyorlar.

İbn el-Heysem, o devrin şartlarında; hem din alimi, fen bilimcisi, matematikçi ve deneyci hem de optik alanında kuramları olan düşünür idi. Senin neyin var? Modern avcı-toplayıcılık!

 

“Müflis tüccar, eski defterleri karıştırırmış.”

 

 

TÜRKİYE’de SİYASET

“Türkiye’de filozof yetişmesini, hep siyasetçiler, dini kullanarak engellemişlerdir.”

 

“Türkiye, geçmişte ülkeyi yemek için birbirlerine karşı verilmiş iktidar kavgalarının geridönüşüm kavgasını, yine ülkeyi yiyebilmek için yapıyor.”

 

“Sivil siyasetçilerin amacı ne ise, darbeci askerlerin de amacı o idi; ülkeyi yiyebilmek.”

 

“Birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar, ülkeyi yemede aynı safta buluşabiliyorlar.”

 

İşte basında taze bir haber: 27.05.2020

“Eski Başbakanlardan birinin oğluna ait şirketin Sarıyer Kilyos’taki 30 bin metrekarelik arazinin imarı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, 21 Mayıs 2020’de değiştirilerek inşaat hakkı arttırıldı ve “turizm tesis alanı” ilan edildi. Arazinin tamamı, 3. derece doğal sit alanı sınırları içerisinde. 4 bin 586 metrekarelik inşaat alanı, 5 kat arttırılarak 24 bin metrekareye çıkarıldı. Tepki çeken imar değişikliği ile ilgili yeni bir ayrıntı ortaya çıktı; arazi üzerinde bir bankanın 1.8 milyon Euro’luk ve 100 milyon liralık ipoteği mevcuttur. Bu eski başbakanın, referandumda ve seçimlerde iktidar Partisinin konvoylarında neden boy gösterdiği belli oldu.”

“Ver ona mamayı ve makamı, çalsın sana istediğin makamı.”

 

Ülkede iktidardaki kesimler değişiyor ama sistemler ve işlemler değişmiyor. Bu ülkenin her kesiminin ortak kolektif amacının; ülkeyi yemek olduğu açığa çıkıyor. Bu ülkede hiç kimsenin hiç kimseden farkı yoktur. Herkes, aynı şeyin değişik görüngüsel versiyonudur.

 

Basında haber: “Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü, tebdili kıyafetle denetlediği üniversitenin hastanesinde yolsuzluğu ortaya çıkardı. Tek kullanımlık olan cihazların yeniymiş gibi tekrar üniversiteye satıldığını tespit etti.” 31.05.2020

 

Türkiye’nin Üniversitesi ve özel şirketleri, eski Başbakanından farklı değilmiş. Ortak kolektif hedef: Ülkeyi yemektir. Bu ülkede kim kimden farklıymış?

 

TEVFİK FİKRET (1867-1914)

Hem Padişahı hem de iktidardaki İttihat ve Terakki’nin ülkeyi yemelerini eleştirmekten çekinmeyen Tevfik Fikret, “Han-ı Yağma” şiiri ile 1912’de, zamanın ülkeyi yeme yolsuzluklarını dile getirmişti. O zamanın iktidardaki yiyicileri yok oldu, silinip gittiler, ama Tevfik Fikret hala yaşıyor. Biz de hatırasını yâd ediyoruz.

 

Han-ı Yağma Şiiri

Bu sofracık, efendiler ki, iltikama muntazır

Huzurunuzda titriyor, bu milletin hayatıdır;

Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

 

Efendiler pek açsınız, bu, çehrenizde bellidir

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?

Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!

Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

 

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say

Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,

Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;

Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay…

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

 

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar

Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.

Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.

Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

 

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını

Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini

Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.

Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini…

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

 

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!

Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

 

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

 

“Aynı durum halen aynen devam ediyor, değil mi? Peki neden? Bunun üzerinde halk düşünmelidir. Boşuna sahte ağlama ey halk! Çünkü bunun sebebi, senin kolektif zihniyetindir. Ama şunu hiç unutma; hep aç kalacak olan sensin!”

 

Bu ülke; Allah, Kuran, Peygamber sayesinde Sultan Alparslan, Osmanlının kurucuları Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi gibi şahsiyetler tarafından alınıp bize miras verilmiştir. Felsefe ve bilimin, “potansiyellik ve aktüellik” konusunun bulgusu şudur: “Bu ülkeyi haksız yiyenlerde, bu değerlere ve şahsiyetlere kesinlikle inanç ve saygı bulunamaz.”

 

 

Müzik

“Yürüyorum Dikenlerin Üstünde”

Deniz Toprak’tan

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.