TÜRKİYE AKADEMİYASININ FELSEFİ ANALİZİ

TÜRKİYE AKADEMİYASININ FELSEFİ ANALİZİ

08.01.2021

Ülkemizin şu andaki güncel konularından biri, Boğaziçi Üniversitesi örneğinde görüldüğü üzere, “kimin” rektör atanacağıdır. Biz de, bu vesileyle akademiyamızın felsefi analizini yapacağız. Metodumuz; kişisel sübjektif yorum yerine, felsefi ve bilimsel teknik bilgi vermektir.

 

Kişicilik

“Kim” sorusunun cevabı ile meşgul olmak “kişici” olmaktır. Kişicilik, doğal sistemde mevcuttur. Bütün canlılar, varlıklarını; av bulmak ve avcısından korunmak üzerine sürdürürler. O nedenle avını ve avcısını belirlemek için her şeye “kim” sorusuyla bakar. İnsanlıkta da, bu “kim” sorusu, ilk sorulan sorulardandır. Mesela, evreni kim yaptı? “Tanrı” yaptı denildi ve soru bitti.

 

Kişicilik, MÖ on bindeki aşamadır. Fakat MÖ son bin yılda felsefenin doğmasıyla birlikte, başta Thales olmak üzere, kim sorusu sona ermiş; “nedir”, “neden” ve “nasıl” soruları başlamıştır. Yani kişicilikten, kurumculuğa geçilmiştir. İşte halen “kim” sorusu ile meşgul olup kişici olanlar, MÖ on binlerde kalmışlar, son bin yıldaki felsefi düşünüşe geçememişliğin ve “kişici” olunduğunun göstergesidir. Çağdaş ülkelerde; kimin başbakan, devlet başkanı, rektör gibi yönetici olması neden önemsizdir? Çünkü oralarda antikçağ özelliği olan kişicilik değil, çağdaşlığın özelliği olan; kurumculuk, kuralcılık ve sistem, yani insanilik egemendir. Oralarda kişinin değişmesiyle, hiçbir şey değişmez. Hiçbir yetkili kişi, başkasına ve kendisine ülkenin kaynaklarından haksız kazanç sağlayamaz.

 

Devlet, Nimet Kaynağı

Türkiye’de devlet görevleri, birer nimettir, külfet değildir. Devlet makamları sayesinde sosyal ve ekonomik sınıf atlanır; VİP ve zengin olunur. Hayat boyu çalışarak edinilemeyecek, kanuni olabilir, ama haksız kazançlar elde edilir. O nedenle, devlet görevine getirilecek kişinin, avaneden olması önemlidir. Ülkeye para kazandıran değil, parayı harcayan kişi VİP olabiliyor. “Devlet, öncelikle, nimet kaynağı olmaktan çıkarılmalıdır.”

 

Üniversiteler ve 3-İ

Üniversitelerimiz; ihale, inşaat ve istihdamdan oluşan 3-İ ile formüle edilebilen ve sadece paraya taalluk eden işleri yapıyor. Asıl görevi olan “İ”, yani ilim yapılıyor mu? İşte ona bakmak gerekir.

 

Dünya Üniversiteleri Arasına Girmek

Dergilerde Makaleler

Akademik başarılı sayılmak kriteri olarak, akademisyenlerin, bilimsel dergilerde makale yayınlaması istenmektedir. Fakat yayınlattırdığımız, masrafı ve emeği bizim tarafımızdan karşılanan ve hazır sunduğumuz bu bilimsel malzemelerimizden ülkemiz ne kazanıyor?

 

Bunları, yabancı birileri kurama dönüştürüyor ve teknolojik ürünlere döküyor. Biz de bu ürünleri büyük paralarla onlardan satın alıyoruz. Yani yabancıların kazancı için çalışıyoruz. Bu nedenle hiçbir alanda, insanlığın, “bu da Türklerin icadı” diyerek kullandığı bir bilimsel ve felsefi fikir, teknolojik icat üretemiyoruz. Çünkü bilimsel çalışmalarımızı kurama dökemiyoruz. Neticede bilimsel dediğimiz çalışmalardan ülke hiçbir kazanç elde etmiyor. Peki bu çalışmaları niçin yapıyoruz? Ağızla yapılan öğretmenlik ve televizyon kanallarında konuşmalar olmasa, istisnaları hariç, 150 bin akademisyen ne işe yarar? Ülkeye bir kuruş kazandıran, toplumu bir gıdım ileri götüren var mıdır? Artık üniversiteler, dergilerde makalelerle değil, dünya çapında filozof ve bilim adamı üretmekle değer kazanıyorlar.

 

Türkiye’de Profesörlük

Bugün Türkiye’de profesör demek, “boştagezer” demek olmuştur. Profesör olunca, “eylemsiz” kalmakta, yapacak iş kalmamakta ve can sıkılmaktadır. Bürokrasiye ve politikaya atlamaya, televizyon kanallarında, üfürüzma laflarla, kişisel haksız çıkar elde etmek amacıyla, savunma ya da saldırma şeklinde avam düzeyine hitap edip popüler olmaya, böylece halkını sömürmeye çalışılmaktadır. Peki bu millet, bir profesöre 60 yıl neden masraf yapıyor? Millete alanıyla ilgili objektif bilgi vermesi ve onu ileri götürmesi için.

 

Profesör ve Teori Üretmek

Dünya çapındaki profesörler, makale yazanlar değil, alanlarıyla ilgili ortaya teori koyanlardır. Bizde de, profesör olana kadar makale istenmelidir, ama profesör olmada ve sonrasında, makale değil, alanlarıyla ilgili teori üretmeleri istenmelidir.

 

Eskilerle tatmin Aramak

Bir düşünün; bir fizik profesörü, bin yıl önce optik çalışmalar yapmış mesela İbn el-Heysem, teknoloji profesörü el-Cezeri, tıp profesörü İbn Sina gibi antik alimler ile tatmin arıyor. Bu eski alimlerin hiçbiri profesör değillerdi. Şimdi bunlarla avunma arayan profesör, böyle bilimsel çalışmalar yapamadığı için kendisinden utanmıyor. Aşağılık kompleksini eski alimlerle telafiye bakıyor. Neden profesörlerimiz, söylemlerinin doğruluğunu göstermede bizim biliminsanımızı değil de yabancıları referans olarak gösteriyor?

 

Her İlde Üniversite

Toplumlar da, canlı organizmalar gibidirler. Her vücudun bir kafa katmanı vardır. Ülkelerin kafa katmanı üniversitelerdir. Her ilimize üniversite açmakla, her ilimize kafa katmanı kazandırılmıştır. Fakat kafa katmanı fonksiyonunu görememektedir. Bu yapıyla kalındığı sürece de göremeyecektir. Nitekim bırakınız yenilerini, eskileri bile bu fonksiyonu görüyor mu?

 

Modern anlamda sistematik bilim yapılmadığı üniversitelerimize, sistematik bilim yapma metodunu egemen kılıp bilimin öyle yapılmasını sağlamak gerekir. Üniversitelerimize “sistematik düşünme endeksli” modern radikal ameliyat gereklidir.

 

İnovasyon ve Renovasyon

Üniversitelerimiz, Anadolu’daki meslek liselerinin bile yapabildiği, renovasyon ve inovasyon yapmakla meşguller. Bunları değil, bilimsel icat (invensiyon) yapmalıdırlar. Mevcudun ilerisini icat eden lojik bilimsel bilgi üretmelidirler. Üniversite-sanayi işbirliği, ülkenin ihtiyacının çözümü değildir. Kuruluşların, AR-GE merkezleri bunu yapıyor zaten.

 

YAPILMASI GEREKENLER

 Üniversitelere Metot Getirmek

“Bütün büyük davalar, tek kişilik davalardır. Örgüt ve şebeke davaları değildir.”

 

Bacon (1561-1626) ve Üniversiteler

 “İşte Bacon, tek kişi, çağımızdaki icatları yapabilen üniversite konseptini icat etmiştir.”

 

Bacon’un getirdiği yeni üniversite metodunu ve onu nasıl getirdiğine kısaca bakalım. Bacon, ortaçağda dinsel düşünmenin egemen olduğu üniversiteleri, bu patinajdan şöyle çıkarmış ve modern bilim metodunu getirmiştir: O, öncelikle, insanların, o zamana kadar sistematik bilim yapmama yanlışına neden düşmüş olduklarını araştırmakla işe başladı. Bunun temelindeki sebep, üniversitelerde dinsel skolastik düşünüşün egemen olmasıydı. Çünkü bu düşünüş biçimi, doğadaki gerçek ve doğru bilgiyle doğaya hakim olmak yerine, varlık hakkında “dinsel ve tanrısal” adı verilmiş spekülatif ve gerçek olmayan bilgi içeren birkaç eski kitaba güvenmeyi öğretiyordu. Kullanılan yöntem, aslında Aristo’nun mantığı idi.

 

Bacon, bu Aristo mantığının, yeni “buluşlar için yeterli” bir araç olmadığına işaret etti. Çünkü bu yöntemde hızla, spekülatif algılardan genel bilimsel önermelere yükselinirdi. Oradan, kıyaslarla, ortak terim bulunarak kanıtlamalar yapılırdı. Halbuki bu genel önermeler kanıtlanmış değillerdi. Şu halde, algılardan başlayarak araştırmaya ve düşünmeye dayalı olarak adım adım genel kavramlara yükselmek gerekir. Ancak, düşünme, kendi başına bırakılırsa, gerekli sabrı gösteremez. Nasıl yardımcısız el, çok az şey yapmak gücüne sahipse ve araç onun gücünü artırabiliyorsa, aynı biçimde yöntem, zihne uygulandığında onu hazırlar ve daha güçlü kılar. Yani ilk iş olarak, bilime bir metot getirmek gerekirdi ve onu da getirdi.

 

BİLİM

Doğa Bilimi (Science) ve Lojik Bilim (Logy)

“Bilimin nasıl yapıldığı bilinmedikçe bilim üretilemez.”

Çağımızda bilimler; doğa ve lojik olmak üzere iki çeşit olmuştur. Doğa Bilimi: var olan olgu, obje ve olayı tanımak ve tanımlamaktır. Bu bilimde keşif vardır. Lojik bilim; “logos” denilen beşeri akıl vasıtasıyla üretilen bilimdir. Doğada var olmayan olgu, obje ve olayı üretmektir. Bunda icat vardır. “Ülkemizde doğa ve lojik bilim ayırımının bile yapılamadığı görülüyor.”

 

Çağımızda insan hayatı, insanın beşeri aklı olan “logos” ile düşünerek ürettiği lojik bilimlerin icat ürünleri ile dönmektedir. Teknoloji, bu lojik bilimlerin sadece bir tanesidir. Düşünme işlemi yapıp aklının mevcut çapını genişletemeyenler, lojik icatlar yapamazlar. Çağımızda varlığını sürdürmek isteyen toplumlar, lojik bilgi üreten biliminsanları ve düşünürler yetiştirmelidirler.

 

Bilim-Felsefe İlişkisi

“Felsefe yoksa bilim de yoktur.”

“Felsefe, bilimin gideceği yolu açan dozerdir.”

 

Bilim ile felsefenin ilişkisi birçok boyutta mevcuttur. Felsefe bilimsiz, bilim de felsefesiz olamaz. Felsefe, bilimin en başlangıcında ve bittiği yerde mutlaka vardır. Mesela, doğa ve lojik bilimin her ikisinde de felsefe gereklidir. Her şeyden önce, bilim yapmanın temel ilkelerini ve metodunu felsefe belirler ve sorgulayarak sürekli geliştirir. Ayrıca bilimsel çalışmalardan çıkan sonuçları rasyonelleştirir. Sonuçların makul ve mantıklı olup olmadıklarının sağlamasını yapar. Bilim-felsefe ilişkisi en net olarak, bilimsel kuram yapma işleminde kendisini gösterir. Her bilim dalının her konusunun kuramı yapılmak zorundadır. Bunu yapabilmek felsefe ile mümkündür.

 

Modern Bilim Yapmanın Aşamaları

“Bilimin nasıl yapıldığı bilinmeden bilim yapılıyor.”

 

a- Olgusal Süreç/Tanıma/Betimleme (Description)

Bilim yapmanın ilk aşaması olgu, obje ve olayı tanımadır. Analiz ve tahlil yapılan laboratuar aşmasıdır. Sadece içerikler hakkındaki bilgiyi ortaya çıkarır. Sadece bu aşamada kalmak, bilim değil, “laborantlık” yapmaktır. Analizleri, yine yabancıların icat ettikleri teknolojik cihazlarla yapıyoruz. Bütün üniversitelerimiz çok pahalı analiz cihazlarıyla doludur. Biz de bu cihazları kullanım pratisyenliğinde başarılıyızdır. Fakat gerisi ve sonuç yok.

 

“El, kol, ağız ve para boyutu olan pratisyenlikte başarılıyız, ama teorik kafa boyutunda yokuz.”

 

b- Kuramsal Süreç/Açıklama/Tanımlama (Prescription)

Bilim yapmanın ikinci ve asıl aşaması, kuram yapmaktır. Olgu, obje ve olay bilgisi; kuramsal veya teorik bilgi düzeyine geçerse, bilimsel bilgi olur. Bu aşamada, insan aklı ve düşünmesi devreye girer. Kuram yapmak, sistematik soyut düşünme yapabilmekle olur.

 

Üniversitelerimizde bilim felsefesinin söylediği şekilde bilim yapılmıyor. Hatta bilim felsefesi okumaksızın profesör olunabiliyor. Türkiye, 150.000 akademisyene sahip olmasına rağmen, felsefi fikir ve bilimsel bilgi icadı yapamamasının nedeni, sistematik soyut düşünme işlemi yaparak kuram üretememesidir. Kuramın nasıl yapıldığı, diğer bütün bilgilerden önce, mutlaka her akademisyen tarafından öğrenilmelidir. “Kuramsız bilim, laborantlıktır.”

 

“Laborantlığın bilim sayıldığı ülkede bilim icat edilemeyecektir.”

 

TEMEL SORUNLAR

Türkiye, her alanda yaptığı gibi, bütün sorunların dal, budak ve yapraklarıyla meşguldür. Gövde ve kökle meşgul olamıyor. Herhalde kafa çapı ona yetmiyor. Türkiye, sorun çözme amacında değildir. Satmak amacıyla, sürekli sorun olsun istiyor. Sorun satarak, ülke sömürülüyor. Kişicilikle davranıp kim rektör olmuştan önce, temel sorunlarla ilgilenmek gerekir. Bu temel sorunlar sürdüğü sürece kimin rektör olduğunun hiçbir önemi yoktur. Kim gelirse gelsin hiçbir şey değişmeyecektir. Daha önce de değişmedi, şimdi de değişmeyecektir. Ülkenin her alandaki insan malzemesinin kalitesi bellidir.

 

Başka Alanlarda Ahkam Kesmek

Yörüngesizlik, Alansızlık

Atomun içindeki çekirdekler gibi en küçüğünden, yıldızlar gibi en büyüğüne kadar doğadaki her şeyin bir yörüngesi yani alanı vardır. Her şey, yörüngesinin içerisinde fonksiyonunu icra eder. Yörüngenin dışına çıkılması, felakettir. Mesela; bir hücrenin, yörüngesinden çıkması kanseri üretir. Yıldızın, yörüngesinden çıkması, serseri mayın gibi çarpıp dünyayı yok eder.

 

Ülkemizin akademiyasına bir bakalım. Profesör olunduğu halde, alanında yörünge edinilmediği görülür, yani vakumda hareket eden “bağımsız ve serbest” ya da  “yöresizleşmiş” elektronlarda olduğu gibi, “yörüngesizlik” egemendir. O nedenle, Profesör dahi, kendi alanında konuşmuyor. Hep başka alanlarda at koşturuyorlar. Özellikle din alanında at koşturuluyor. Din, “serbest atış alanı” olarak görülüyor. Yani insanlığın 18. asırda aştığı dinsel düşünmede olduğunu gösteriyor.

“Dinsel düşünmeyi aşmamış kişi, düşünür ve biliminsanı olamaz, ancak Kelamcı olur.”

 

Akademiyamızda öncelikle bu temel sorun çözülmelidir.

 

Mesela; Din Eğitimi profesörü, tefsir yapıyor. Tefsirci ve Tasavvufçu, fıkıh ve Kelam yapıyor. Kelamcı, Fıkıhçı ve Hadisçinin ne yaptığı belli değildir. Durum, diğer alanlarda da farklı değildir. Kalp profesörü, enfeksiyon ve koronavirüs alanında ahkam kesiyor. Çağdaş ülkelerde virüs alanında, mikrobiyoloji viroloğu konuşur. Nöroloji, fizik, astronomi, tıp profesörü dahi, sosyal konular ve özellikle din alanlarında ahkam kesiyor, Kelam yapıyor. Kendi alanında ahkam kesemiyor. Kendi alanında spekülasyon yapsa kredi kaybedecektir.

 

Topluma katkı sağlayacak ve onu ileri götürecek bir ürün verilemiyor. Nitekim alanlarında, bırakınız dünya çapında, ülke çapında dahi otorite olmayı başaramamışlardır. Elbette takdir edilecek bireysel çabalar mevcuttur, ama kolektif bir karakter kazanmamıştır. Herkesin kendi alanında kuram üretmesi şarttır.

 

Nakliyecilik

Tırcılık

Şu anda üniversiteler, yabancıların ürettikleri bilgilerin nakliyeciliğini yapmaktadırlar. Yük nakliyeciliği yapan tırcılıktan farklı değillerdir. Tırcılık, ülkeye para kazandırıyor. Biz de onunla geçiniyoruz. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Fakat akademiya, yaptığı nakliyecilikle ülkeye para kazandırmadığı gibi, kendi toplumunu sömürüyor. Akademiya, bir an önce özgün felsefi fikir ve bilimsel bilgi icadı yapabilir hale gelmelidir.

 

Bilim Yapmada Kafa Boyutunun Yokluğu

Kuram Üretme Merkezi

Türkiye, kısa vadeli çözüm olarak; üniversitelerde üretilen laborantlık vasfındaki bilimsel çalışmalardan ülkeye kazanç sağlayacak teknolojik icat yapabilmek için bunları kurama dönüştürecek bir “Kuram Üretme Merkezi” kurmalıdır.

 

Kuram Yapmalarının İstenmesi

Profesörlerden, alanlarıyla ilgili sistematik düşünme işlemiyle üretilebilen kuram üretmeleri istenmelidir. Bu nedenle öncelikle sistematik düşünme ve kuram yapmayı öğrenmelidirler. Bu alanda; “Sistematik Düşünme” ve “Kuram Yapma” adlı kitapları öneririz.

 

Kuram, Teori Yapmak

Türkiye’de bilimsel çalışmalar, kafa boyutu istemeyen ve işin kolayı seçilerek elle yapılan laborantlık aşaması ile yapılıyor. Bilimsel dediğimiz çalışmalarımıza, kuram yapamadığımızdan bilimsellik vasfını kazandıramıyoruz. Kendi üniversitelerinde üretilen bilimsel malzemeyi, ne kendi eğitim sistemindeki müfredatlarında ne de sanayisinde kullanmaktadır. Biz işlerin para, kol, emek ve hamallık boyutunda varız ama kafa, yani düşünme boyutunda yokuzdur.

 

Bütün bilimsel gelişmeler, teorilerle olmaktadır ve biz hiçbirinde yokuzdur. Bugün; dünyasal bilimler; Darwin’in “Evrim Teorisi”, uzaysal bilimler ise; Albert Einstein’ın “İzafiyet Teorisi” ve onlardan kaynaklı binlerce teori ile yapılmaktadır. Son bir asırda, on binlerce bilimsel ve felsefi kavram, bilgi, fikir, terminoloji keşfi ve icadı yapıldı. Neden hiçbirini biz yapamadık? Çünkü teori yapamıyoruz. Çünkü üniversitelerimizin biliminde sistematik düşünme yapılmıyor.

 

Sistematik Düşünme Öğretilmelidir

Üniversitelerimizde sistematik düşünme yapılmıyor. Öncelikle bunun öğretilmesi gerekir. Başkalarının ürettikleri ve alanımız dışındaki bilgileri sadece genel kültür kabilinden okuyarak, üzerinde derinlemesine sistematik düşünme yapmadığımız konularda ahkam kesmemek gerekir.

“Bütün eğitim kademelerinde sistematik düşünme egemen kılınmalıdır.” Sistematik düşünme, mantık kurallarıyla yapıldığından, her akademisyen mantık disiplinini bilmelidir.

 

İCAT YAPMAK (İnvensiyon)

“Türkiye’nin, bilimsel bilgi icat eden biliminsanı neden yoktur?”

Teknolojik icatların nasıl yapıldığı konusunda akademik çalışma yapılmalıdır. Bildiğimiz kadarıyla bu icatlar, icat edilen yeni bilimsel bilgilerle yapılıyor. Yani teknolojinin know-how malzemesi, bilimdir. Bilimsel bilgi icatları da felsefe sayesinde yapılabiliyor. Dolayısıyla felsefe yoksa bilimsel ve teknolojik icatlar yapılamayacaktır.

 

Fikir Üretmek

 “Türkiye’nin felsefi fikir icat eden filozofu neden yoktur?”

Yeni fikirleri, düşünürler üretir. Türkiye, ne 2500 yıl önceki antik, ne de günümüzün modern filozofları gibi filozof neden üretemediği konusu üzerinde düşünmelidir. Türkiye’de bilim üretilememesinin nedeni, bilimle uğraşanların felsefe, yani sistematik düşünme yapmayı bilmemeleri ve kuram üretememeleridir. Üniversitelerimizin mevcut eğitim ve öğretim sistemi, düşünür üretmeye yönelik değildir, hatta tam tersi, mevcut düşünürlüğü öldürmeye yöneliktir. Teori üretmeden bilim yapan kişi, pratisyendir. Artık pratisyen değil, teorisyene ihtiyaç vardır.

 

 “Hangi alanda olursan ol, o alanın önce biliminsanı sonra da mutlaka düşünürü ol!”

“Ülkemizin asıl beka sorunu, düşünme işlemini yapamayışımızdır.”

“Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefe ile bağımsızlık olmaz.”

 

Düşünür Yetiştirmek

Akademisyenlerden düşünür olmayı isteyen yetenekli kişiler tespit edilip yetiştirilmelidir. Kendilerine en üst düzey bürokratlara verilen VİP gibi maddi ve manevi olanaklar verilmelidir. Böylece hiçbir hayat kaygısı ve özentisi olmaksızın hayatları boyunca düşünme işlemi yapabilsinler, düşünür olabilsinler ve toplumlarını Kıyamete kadar yaşatabilsinler.

 

“Bilimin, yöneticilikten değersiz görüldüğü ülkede bilim üretilemez.”

“Kıdemli profesörlere, yöneticilere verildiği gibi, VİP imkanları verilmelidir.”

 

Felsefe Dedikodusu

“Felsefe Tarihi”

Felsefenin nasıl yapıldığını açıklayan, felsefecilerimiz tarafından Türkçe yazılmış bir kitap yoktur. Türkiye’de hep; başka filozofların ne dedikleri ve ne zaman öldüklerini öğreten felsefe dedikodusu denilen “Felsefe Tarihi” okutulur. Bir konu üzerinde bir felsefi akımın perspektifi ile yapılmış ve felsefecilerimiz tarafından yazılmış bir tane özgün felsefi eser yoktur. Halbuki pratik felsefe yapılışı öğretilmeli ve yapılmalıdır.

“Her işin el, kol ve ağızla nakliyeciliğini yapıyoruz, zihinsel imalatçılığını yapamıyoruz.”

 

Düşünme Öğretimi

0-6 Yaşlar

Bilimin tespitine göre; insan bilinci 0-6 yaşları arasında oluşuyor. Bu yaşlarda yetişilen ortam çok önemlidir. Bu yaşlarda düşünme ile yetişmeyen çocuk, öylece profesör olacaktır ve ondan düşünme ürünü beklenemeyecektir. Bu yaşlarda bilinci düşünme ile oluşan çocuklar, icatlar yapabileceklerdir. Düşünmeme ile oluşan bilinç, düşünme ile oluşan bilinçle baş edemez.

 

Bu yaşlarda düşünmesi ketlenen ve üstüne üstlük bütün eğitim süresince katmerleştirilen bu yapı ile profesör olunuyor. Sistematik düşünmenin ne olduğunu hiç bilmeyen ve hayatında hiç yapmayan kişiden fikirsel ve bilimsel icatlar bekleniyor. Ortaöğretim öğrencilerimiz, ne zaman PISA sınavlarında başarılı olabilir hale gelir, o zaman akademisyenler kuram üretebilir ve icat yapabilir aşamaya gelebilirler. Bu sınavlarda başarılı olmak isteniyorsa, herkese, üç yaşında başlamak üzere, bütün eğitim aşamalarında her yaşa uygun “beşeri sistematik düşünme” yapmak öğretilmelidir.

 

12 Yaş

Piaget’in teorisine göre; çocuklar, 12 yaşına kadar, somut işlemler ve mantıklı düşünmenin somut bölümünü yapabilirler. Bu yaşından itibaren, yani ergenlik döneminde de, “beşeri mantıklı düşünmenin soyut” bölümüyle ilgili beceriler edinebilmeye başlarlar. İşte bu yaşa kadar çocuk, ileride yapacağı soyut düşünmeye altyapı olarak somut düşünme öğrenmelidir. Bu yaştan sonra da sistematik soyut düşünme öğretilmelidir.

 

“12 yaşına kadar dinsel eğitim verilen kişilerden teorisyen mucit üremeyecektir.”

 

O nedenle 12 yaşına kadar çocuğun beynine; tanrı, din ve üç harfliler gibi soyut şeyler verilmemelidir. Bunlar, 12 yaşından sonra verilmelidir. Çünkü beyin, bu yaşa kadar oluşmakta ve 25 yaşına kadar da gelişmektedir. Oluşum döneminde beyne yabancı verilerin verilmesi, beynin çarpık oluşmasına neden olmaktadır.

 

“İşimize geleni değil, bilimsel olanı yapmalıyız.”

 

İlk ve ortaöğretim süresince düşünmeyi hiç öğrenmemiş ve yapmamış öğrencilere üniversitede düşünme isteyen sosyal ve felsefe anlatmaya çalışıyoruz. Anlaşma sorunu yaşıyoruz. Halbuki üniversiteye gelen öğrenci en az on beş yıl düşünme işlemi yapmış olması gerekir.

 

 

FELSEFE ÜNİVERSİTESİ KURULMASI

 “Üretilmiş bilgilerin nakliyeciliği için değil, bilgi imalatı için üniversite kurulmalıdır.”

 

Dünyada, bilgi icadı yapan bütün sosyal ve fen bilimlerinin felsefeleri mevcuttur. Bu nedenle her alanda icatlar yapabilmektedirler. Bizde bir tanesi bile yoktur. Aramızdaki mesafeyi kısaltmanın en pratik yolu, “Felsefe Üniversitesi” kurmaktır. Kolektif zihinsel gelişme, bütün alanların eşzamanlı, eşbağlantılı korelasyon şeklinde gelişmesiyle mümkündür.

 

Önce mevcut akademisyenlere alanlarının düşünme becerisi kazandırılacaktır. Mesela fizik akademisyenine fizik düşünme yetisi kazandırılmaksızın, onu teorik fizikçi yapmaksızın, ondan mevcudun ilerisinde bir fiziksel icat beklenemez. Mevcudun ilerisinde icat yapabilmek ancak aklın ve bilimin mevcut çapını sistematik düşünme yaparak genişletmekle mümkündür.

 

Bu üniversite için sessiz bir yer gereklidir. “Heybeliada’daki Senatoryum” ya da “Deniz Lisesi” binaları uygundur. Bu üniversite, bütün Türk ve İslam dünyasının umudu olacaktır. Çağımızda ve bundan sonra varlığı sürdürmek için başka çıkar yol yoktur. Muzdarip olunan, fikir üretememe ve icat yapamama sorununu ancak bu üniversite çözebilir.

 

Çağımızın Asli Güç Unsurları

Çağımızın asli güç unsurları şunlardır: 1- Finans, kapital, para, 2- Sanayi, 3- Teknoloji, 4- Loji, 5- Bilim, 6- Felsefe, Düşünme. Bu güç unsurları, en sondan en başa doğru birbirini üretirler. Bunu şöyle açıklamak mümkündür: Parayı sanayi, sanayiyi teknoloji, teknolojiyi loji, lojiyi bilim, bilimi de sistematik düşünmenin en üst dozajı olan felsefe üretir. “Felsefe, bilimin gittiği yolu açan dozerdir. Felsefe yoksa bilim de olamayacaktır. Bilim olmayınca para da kazanılamayacaktır.” Bu güç unsurlarını icat edemeyen toplumlar artık varlıklarını sürdüremezler ve hiçbirini Türkiye icat edemiyor. Artık her icat, oturulduğu yerde sistematik düşünme ile yapılıyor ve hayat bunlarla dönüyor.

 

 “Kendimizi avutmayalım! Felsefe yapamayan kişi ve toplumlar para kazanamazlar.”

 

“150 bin akademisyenimiz var, ama felsefesini okuduğumuz bir filozofumuz, bilimsel kuramını okuduğumuz bir biliminsanımız var mıdır?

 

Başkasıcılık Hastalığı

Ülkemizde, felsefenin, “başkasıcılık” adı verdiği bir sosyo-psikolojik hastalık vardır. Yani kendisiyle değil, başkasıyla meşgul olmak. İki türlü semptom gösterir. Biri; kendisini, başkasının dini ve donu denilebilecek mahremiyetine dahi burnunu sokmak hak ve yetkisine sahip görmektir. Diğeri; kendisini hariç tutarak; başkasını kötü, suçlu ve layık olmamak görmektir. Herkes birbirini böyle görünce, herkes aynıdır demektir. Bu hastalığın nedeni, insanda doğallığın egemen olmasıdır. Doğada av ve avcı gibi başkasına dayalı olduğundan varlığı sürdürebilmek için başkasıcı olmak şarttır. Ama insanilikte, durum bunun tam zıddıdır.

 

Ülkenin eğitim sistemi, layık ve kaliteli ürün üretmiyorsa, kişisel çaba harcayanlar hariç, herkes kolektif olarak kalitesiz olacak ve onun göstergesi; ülkenin harcadığından daha çok kazanmaması ve cari açık vermesidir. Ülkeye “kuruş” kazandıran olmaz. Herkes harcayan olur.

 

Hep, kişi başına düşen milli gelirden söz edilir. Peki kişi başına düşen milli gider? Her bir kişinin ülkeye maliyeti ve bunun kimin karşıladığı? Dış borç!

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.