SİYASET ve DÜŞÜNMEYENLER ETNİSİTESİ

SİYASET ve DÜŞÜNMEYENLER ETNİSİTESİ

“En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaktır.”

 

Düşünmeyenler Etnisitesi

İnsanlar artık fizyolojik ve morfolojik olarak etnik milletlere ayrılmıyor. Zihinsellik çağında zihinsel ve lojik olarak “düşünenler” ve “düşünmeyenler” olarak iki millete ayrılıyor. Türkiye’de öyle elli tane etnisite yoktur, felsefi analize göre bir tane etnisite vardır, o da; “düşünmeyenler etnisitesi”dir. Dünyada filozof ve biliminsanı çıkaran etnisitelerin hepsinden Türkiye’de vardır. Ama burada hiçbirinden filozof ve biliminsanı çıkmıyor. Neden? Ayrıca ülkelerinde bir baltaya sap olamamış ipini sapını koparmışlar bile, Türkiye’ye gelip kolektif dış itibar düşkünlüğünden yararlanarak milleti övüp milletin sırtını sıvazlıyor, ülkeyi yeyip zengin olup gidiyor. Üstelik kendi aç insanları varken, yardımseverlik övgüsü almak yani duygusal fantezileri tatmin etmek uğruna dünyanın her yerine milletin parası saçılıyor.

“Türkiye kadar rahat yenen bir ülke, dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur.”

Asıl Bölücülük

Şimdi bir ülke düşünün ki, iktidara gelen parti, milletin bir kesimini düşman görüyor, ülkenin milletinden görmüyor. Onu açlığa mahkum ediyor. Sanki o ülke iki ayrı milletten oluşuyor. Bu, asıl bölücülüktür. Neden bütün milleti bu ülkenin tek milleti olarak göremiyor? Bu durumda o ülkede tek milletten söz edilemez. Ama harcamak için vergileri herkesten alıyor, ayırım yapmıyor. İktidar değişince, önceki iktidarın yaptıkları sanki düşman tarafından yapılmış gibi silinmeye çalışılıyor? Burada sosyo-psikolojik şizofreni hastalığından başka bir şey yoktur. Neden böyle oluyor? Neden iktidara gelen parti, ülkeyi kendisinin yapmaya çalışıyor? Ülkeye sahip çıkmaya değil, ülkeye sahip olmaya çalışıyor? Neden çağdaş ülkelerde böyle olamıyor?  Bunların üzerinde düşünüp gereğini yapmadan bu ülkede hiçbir şey düzelmeyecektir. Belki her şey daha “güzel” olabilir ama daha “iyi” olamaz. “Güzellik” kozmetiktir ve yüzeyseldir, yapılması kolaydır, çünkü bedensel organlarla ve parayla yapılır. Ama “iyi” olmak kalite işidir ve yapılması zordur. Çünkü kafasal düşünme işlemi gerektirir ve bu kafasallık çok zordur.

 

“Bu ülkede yapılan her işte ayak, kol, ağız ve para boyutu vardır ama kafa boyutu yoktur.”

 

Ülkeyi Yemek ve Düşünmemek

Türkiye’nin siyasal yapısına bir bakın! Ne üzerinde dönüyor? Değişmeyen iki şey; biri ülkeyi yemek, diğeri topluma düşünmeyi öğretmemektir. Bu kısır döngü sürüp gidiyor. Bu durum hiç değişmiyor. Bugüne kadar gelen siyasal iktidarların ortak özelliği, ülkeyi haksız kazançla yemekle suçlanmak  olmuştur. Bu özellik de, hiçbir iktidar döneminde değişmiyor. Bir muhalefet hareketi, yolsuzlukları dile getirerek siyasal iktidar oluyor ama ülkeyi haksız yiyenlerden hesap sormuyor. Ve halk da bu durumu hiç sorgulamıyor, hesaba çekmiyor. Neden?

 

“Şimdi 2019 yılında yapılan seçimde söylemin, “Dürüstlük” olması vahim bir durumdur.”

 

Şu andaki iktidar da, önceki iktidarın, “Bankaları 70 milyar dolar” boşalttığını söyleyerek iktidara gelmişti. Peki bu paranın bir kuruşu geri alındı mı, sorumlulardan hesap soruldu mu? Hayır! Şimdi kendisi için trilyonlarca dolar yolsuzluk suçlaması yapılıyor? Gelecek iktidar da milletin paralarını geri almayacak ve hesap sormayacaktır. Sormaz. Çünkü bu ülkenin sahibi yoktur. Demokratik ülkelerde ülkenin sahibi halktır. Halk, ülkesine sahip çıkmazsa, önüne gelen onu talan eder. Peki neden halk böyledir? Halk, seçimlerde, çalınan paraların geri alınıp alınmayacağını sorarak oy vermedikçe durum değişmez. Bu konuyu sosyolojik olarak ele almak gerekir. Toplum, millet, hele de demokrat toplum olmanın nitelikleri vardır. Bir ülkenin paralarına halk sahip çıkmıyorsa, o ülkenin halkı demokratik halk olamamış demektir.

 

Dış Güç

Bir ülke halkı düşünün, istediği partiyi kendisinin iktidara getiremeyeceğine, mutlaka dış güçlerin bunu yaptığına inanıyor. Arkasında dış güç desteğini hissetmediği kişinin arkasından gitmiyor. Halka, “Gelin birlikte bir siyasal halk hareketi yapalım ve halk iktidara gelsin,” önerisinde bulunun, göreceksiniz hiç kimse gelmeyecektir. Çünkü halkın iktidara getirmede kendisine özgüveni yoktur. Şimdi böyle bir halkın, iktidara gelmesi beklenemez. İktidara gelemeyen halk, ülkesinin sahibi olma işlevini göremez.

 

“Bir toplumda dış güççülük varsa, o,  tanrısal ve dinsel düşünmede olan toplumdur.”

 

Halk, bugünkü iktidarı daha iyi olacak düşüncesiyle iktidara getirmişti. Ama hep daha iyi olacak umuduyla yirmi yıl geçti.  Şimdi de yine aynı halk, durumu daha iyi hale gelmediği için bu iktidarı değiştirmek istiyor. Neden? Çünkü ülkenin makûs talihi değişmedi. Hiçbir şey daha iyi olmadı. Bir türlü hiçbir şeyin neden değişmediğini neden sormuyoruz? Değişmez, yine değişmeyecektir. Çünkü kolektif kafa yapısı değişmemiştir. Aynı kafa yapısıyla farklı sonuç üretilemez. Bu durumun, “düşünme” işlemiyle ilintisine bakalım.

 

Düşünmemek

“Katma değeri yüksek değerler, katma değeri yüksek akıllarla üretilir.”

 

Türkiye’nin her sosyal kesimi iktidara gelmişti. En son dinsel kesim kalmıştı. O da geldi. Şimdi geride iktidara gelecek olan hiçbir kesim kalmadı. Hepsi, her bakımdan birbirlerine muhalif olabilirler. Ama bir tek şeyde müttefiktirler. O da; topluma “düşünmeyi öğretmemek”tir. Düşünemeyen topluma dış güç, iktidar empoze edebilir. İç güçler onu istedikleri gibi manipüle edebilirler. Hepsi birlikte ülkeyi yiyebilir.

 

Şunu herkesin bilmesi şarttır: Bu ülkede düşünmenin ve çağdaş düşünmenin ne olduğu ve nasıl yapıldığı bilinmiyor ve yapılmıyor. Peki nasıl var olacağız? Bu çağda varlık; çağdaş akılcı ve bilimsel düşünme ile icatlar yaparak sürdürülebiliyor. Bizde bu yokken biz varlığımızı nasıl sürdüreceğiz? Önce düşünmeyi, sonra da çağdaş akılcı ve bilimsel düşünmeyi öğrenmeden, onu yapmadan ve onunla ürünler üretmeden artık bu dünya üzerinde varlığı sürdürmek imkansızdır. Bu gidişle işsizlik çok daha fazla artacaktır. Fiyatalar daha artacaktır. Millet karnını dahi doyuramayacaktır. İktidardaki kişilerin değişmesiyle bir şey değişmez. Kafanın değişmesi şarttır. Bu ülke, farklı kafa yetiştirmiyor. Soru şudur: Bu ülke nereden ve nasıl para kazanacaktır?

 

“Türkiye kafa katmanına geçmediği sürece hiçbir şey değişmeyecektir.”

 

Siyasal iktidar vasıtasıyla ülkeyi haksız kazançla yemek mümkün olduğundan iktidara gelmek Türkiye’de çok önemli ve değerli olacaktır. Neden çağdaş ülkelerde siyaset önemli değildir? Çünkü orada siyasal iktidar vasıtasıyla ülkeyi haksız kazançla yemek imkansızdır.

 

Çağımızın Güç Unsurları

Çağımızın güç unsurları ve üretilişi şöyledir: En sonda finans, kapital ve para vardır. Onu sanayi üretir. Sanayiyi teknoloji üretir. Teknolojiyi bilim üretir. Bilimi günümüzde loji üretiyor. Lojiyi de sistematik düşünme olan felsefe üretmektedir. Dolayısıyla felsefe yapamayan bir ülke, sonuçta parayı üretemeyecektir. Bu ülkenin akademiyası bile henüz “loji”nin ne olduğunu bile bilmiyor. Bırakın halk katmanının bilmesini. Eğitim Fakültesi hocaları, çocuklarına hümünalca kibar konuşmayı, başkalarını rahatsız eden animalca bağırmamayı öğretemiyor, nerede kaldı onların yetiştirdiği öğretmenlerin çocuklarımıza insanlığı öğretmeleri. İşte başkalarını rahatsız ettiğine aldırmadan susturucusuz egzozu bağırtan kişiler, bu öğretmenlerin öğrencileri olan kişilerdir.

 

Türkiye’nin akademik çalışmalarında dahi düşünme işleminin yapılması istenmiyor. Mesela yüksek lisans öğrencisinden istenen akademik çalışmanın, profesör olmada da aynısı isteniyor. Bütün akademik terfi süresince toplam on saat düşünme işlemi ürünü istenmiyor. Fakat icatları yapan elin oğlu, günde on saat okuma ve on saat da onun üzerinde düşünme işlemi yapıyor. İcatlar böyle yapılıyor. Artık icatlar, düşünme işlemiyle yapılıyor.

 

Oral, Ağız Sektörü

Atalarımız, “lafla peynir gemisi yürümez,” demiş. Bu gerçek bugün tamamen egemendir ama yetkililer ülkeyi ağızla yönetiyor. Sadece yetkililer değil, herkes işini ağızla yapıyor. Her iş, “ağız sektörüne” dönüştürülmüştür. Din dahi artık ağız sektörü yapılmıştır. En büyük paralar, ülke ağızla sömürülerek kazanılıyor. Türkiye, ağızla sömürülüyor. Ülkeye bir kuruş katkı yapmayanlar, ülkeyi ağızla sömürüyorlar. İşler ağızla yapılabilseydi, onları bizden daha iyi yapan olamazdı. Bu durumun değişmesi şarttır. Ağızla ancak kendi milletini kandırabilirsin. Dışarıya hiçbir şey yaptıramazsın. Habire ödersin hiçbir kuruş kazanamazsın.

 

“Elin oğlu, işlerin yapılmasını bedenden kafaya taşıdı. Artık bütün işler, kafa ile yapılıyor.”

 

Türkiye’de başta akademiyaya ve sonra da tüm topluma çağdaş beşeri sistematik düşünmeyi öğretmek zorundayız. Halk, zor olan düşünme işleminden kaçarak, yönetici kişileri değiştirmekle büyük çağdaş değişimler olsun istiyor. Halkın, kendisi bu zor işlemi yapmadan hiçbir şeyin daha iyi olamayacağını kesinlikle bilmelidir.

 

O nedenle bir an önce “Felsefe Üniversitesi” kurulmalıdır.

 

Bizden söylemesi: “Kiralık kapitalle kapitalizm, kiralık felsefe ile bağımsızlık olmaz.”

 

Türkiye’nin temel ihtiyacı; başlangıcını Atatürk’ün yaptığı düşünsel devrimi tamamlamaktır. Bu yapılmadıkça hiçbir şey daha iyi olamayacaktır.

 

Türkiye’de Düşünmeme Atmosferi

Zoon Akustik

Türkiye’nin sosyal atmosferi düşünmeyi engelleme üzerine kuruludur. Düşünme yapabilmek için sessiz ve sakin ortamın varlığı şarttır. Fakat Türkiye, felsefenin tabiriyle bir “zoon akustik” yani gürültü toplumunun egemenliğindedir. Ülkenin gecesi ve gündüzü resmi ve özel ulusal bir gürültü altındadır. Bu atmosferde düşünme işlemi yapmak isteseniz dahi yapamazsınız. Çünkü dikkatinizi toplama şansınız yoktur. Üniversite kampüsleri bile gürültü bakımından kasaba meydanlarına döndürüldü.

 

“Bu ülkede, iyi insan olma şansınız yoktur.”

 

Şimdi gürültü manzarasına bir bakalım: Sabah saat sekizde sala okuma ile gürültü başlıyor. Vakitli vakitsiz bütün gün boyunca sala okunuyor. Cuma akşamları ve sabahları güya Cuma bahanesiyle resmi sala okumaları. Her biri yarım saat süren aşırı bağırmalı günde beş kez ezanlar. Cami dışına verilen Kuran okumaları ve ayinler. Yani sürekli “aaaa”, “eee” ve “iii” harfli bağırmalar.

 

O arada çocuk cıyaklamaları ve ağlamaları. Ambulans sirenleri. Çakar ve korna çalmaları ve araç driftleri. Susturucusuz egzoz bağırmaları. Trafik gürültüsü. İnsan bağırmaları. Seçim mitingleri ve araç anonsları. Seyyar satıcı çığırtkanlığı, vs. Bütün bunlar aşırı bağırmalarla yapılıyor. Gece boyunca köpek sürülerinin havlamaları. Horoz ötüşleri. Yani gürültü, çeşitli bahanelerle gece ve gündüz sürekli sağlanıyor. Sessiz bir dakika bile bulmak imkansızdır. Sanki “düşünmeyin” deniyor. Bu ülkede kendinizi düşünmeye vermeniz mümkün değildir.

 

Bağırmamak, ülkenin her insanına öğretilmeli ve egemen kılınmalıdır. İnsanlık entelektüel piyasası, bağıran insanı “animal” görmektedir. Ülkeyi çağdaş anlamda yönetemiyoruz. İleri ülkelerin şehirlerinde gürültü olmaz, hele köpek sürüleri hiç görülmez. Şehirde hayvan olmaz. O nedenle şehirlerimizde inek bakımı yasaklanmıştır. Şehirlerarası yollara konan “hayvan çıkabilir” levhası, şehirlerin içlerine konmalıdır.

 

Öncelikle Türkiye’nin sosyal atmosferini “düşünme yapmaya” uygun sessizliğe kavuşturmak şarttır. Şimdi bu gürültülerin hiçbiri, düşünme işlemini yapan ülkelerde mevcut değildir. İşte icatların oralarda yapılabiliyor olması boşuna değildir. Her şey bir bütündür.

 

Bir devlet düşünün ki, bilim; “kesintisiz 6 saat uyumak gerekir,” ve felsefe de “kesintisiz on saat düşünmek gerekir,” derken, devlet, ezanı ve salayı bahane ederek bunları devlet eliyle ihlal ediyor. Ne gündüz ne de gece buna izin veriyor. Böyle bir devlet anlayışıyla ne sağlıklı ne de düşünen bir toplum olunur.

İstanbul Valiliği Gürültü Denetlemesi

İstanbul Valiliği’nin, 01.07.2019 tarihinde yayınladığı duyuru şöyledir: Deniz araçlarının gürültü değerleri, 03 Temmuz 2019 tarihine kadar Çevre Mevzuatının öngördüğü sınırlara uygun hale getirilecektir. Gürültünün; gündüz zaman diliminde 70, akşam zaman diliminde 63, gece zaman diliminde 55 desibel sınırlarını aşıp aşmadığını kontrol edecektir. Bu düzenleme, boğazdaki yalılardakileri rahatsız ediyor. Ama düşünenleri rahatsız eden gürültü neden önlenmiyor? Aynı kanun, minare hoparlörlerine neden uygulanmıyor? Kanun genel değil midir? Din adı altında olunca kanunsuzluk serbest midir? Din de, bu gürültüye izin vermiyor. Yaptığımız ölçümlerde minare hoparlörlerinden gece ve gündüz 80 desibelin üzerinde hem de ekolu ve stereolu yankılı gürültü çıkıyor.

“Devlet nazarında en değersiz şeyin düşünmek olduğu, düşünmeyi önleyen gürültüyü devlet eliyle her gün defalarca yapması göstermektedir. O zaman düşünme ürünü icatların yapılmasını beklemeyecek ki zaten öyle bir derdinin olmadığı görülüyor.”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.