SELA DÜŞKÜNLÜĞÜNÜN ANALİZİ

SELA DÜŞKÜNLÜĞÜNÜN ANALİZİ

“Diyanet Başkanı; minarelerden istediğini okutuyor, dinlemek istemeyenlere zorunlu dinletiyor. Demokratik ve laik sistemde kamusal ortak alanı dinsel işgal etme ve herkese dayatma hak ve salahiyetini nereden alıyor?”

 

“En zor iş; çağdaş işleri çağdışı insan malzemesiyle yapmaya çalışmaktır.”

 

 “Nedir bu sela düşkünlüğü?”

Analiz; bütünü parçalarına ayırıp parçaların özlerini sentezleyip bütünün özünü bulmaktır.

 

Selanın Kaynağı

“Sela okumak, ölüm ve felaket tellallığıdır.”

 

Antikçağda topluma bir felaketi bildirmek için çan çalınırdı. Fakat çan çalmada kötü ruhların kovulduğuna da inanılırdı. Antikçağ krallıklarında, vatandaş öldüğünde şehir merkezinde çan bir kez, eşraftan biri ölürse iki kez, büyük bir devlet adamı ölünce üç kez, Kral öldüğünde dört kez çalardı. Bir büyük felaket olduğunda çan yedi kez ve uzun uzadıya çalardı.

 

Hangi nedenle olursa olsun, sela okumak, ne Kuran’da ne de Hadislerde vardır. Hatta Kuran, bu çan çalma geleneğini sonlandırmak istemiştir. O nedenle Hz. Peygamber zamanında, kamusal alanda sela okumak yoktur, onun vefatından sonra uydurulmuştur. Müslümanlar, selayı; avcı-toplayıcı zihniyetiyle, sistemini gayrimüslimlerin çan çalmasından, içeriğini de İslam’dan alarak oluşturmuşlardır.

 

“Selanın kendisi de okunuş biçimi de teolojik sorundur.”

 

“Sela” Peygamber için bireysel dua etmek amacıyla üretilmişti. Fakat ölüm ve felaket tellallığı için kullanılır olmuştur. Böylece sela, anlam ve amaç kaymasına uğratılmıştır. Yine de, Peygamber için dua, hoparlörlerle kamusal alanda havalara bağırarak değil, sessizce bireysel olarak doğrudan Allah’a yapılır. Tamamen uydurma/bidat olan “sela”, sadece Türkiye’ye has bir durum olarak; farzmış gibi kamusal alanda okunmaktadır. Ne için okunduğunun dini gerekçesi belli değildir. Okunmasına dini “yeter sebep” sunulamıyor, sunulamaz da. Çünkü dini gerekçesi yoktur. Bu durumu, ne din ile ne de mantıkla meşrulaştırmak mümkündür.

 

“Teknolojik çağda, hala antikçağın iletişim araçlarını kullanmak çok büyük başarıdır.”

 “Tanrı’yla hoparlörle bağ kurulamaz.”

 

“Sadece ağızla var olabilen kişi, sosyal mesafe uygulayamaz.”

 

Diyanet’te şimdi, daha önce bulunmayan bir “sela” kronik hastalığı belirdi. “Sela” okumaya, “namazlara çağırmak” gerekçesini gösteriyordu. Koronavirüs döneminde aynı yönetim, doğru bir karar olarak; Cuma namazının camilerde cemaatle kılınmasını kaldırdı, evlerde de kılınamıyor, yani sela okumanın gerekçesi yok oldu, ama hala, hem de hiç farz olmayan ve camilerde kılınmayan teravih namazı için bile her akşam okuyor. Bağırmak için bahaneler! Dinde yeri olmayan “Sela”, namazların bir farz parçası yapılmaya çalışılıyor. Bidat!

 

Amaç

Amaç; ülkenin Anayasal laik sistemine inat; masum bahanelerle dini, kamusal alana olabildiğince taşırmaktır. Kamusal ortak alanı dinselleştirmektir. Cami içerisinde okunan tekbir ve selavat gibi dini unsurları minarelerden okumaktaki amaç da aynıdır.

 

“Hep ağızla icra edilen ve toplumu uyuşturan bidatlar ihdas ediyoruz. Kolay iş, değil mi? Bir tane de zihinle yapılan ve toplumu dirilten bidat ihdas etsek ya! Zor iş, değil mi?”

“Oral işportacı sömürgeciler, düşün artık milletin sırtından!”

İktidar tahakkümünü insanlara dayatmak amacıyla, kimsenin itirazına aldırmaksızın, dinin kullanılması işte böyle yapılıyor. İşte siyasal ve ekonomik çıkarlar amacıyla kullanmak için, dine böyle girdi ve oksidasyonlar yapıldı asırlardır ve neticede dinin bütün rezervleri tüketildi. Şimdi musluktan gelen çakıl taşları kullanılıyor.

 

“Ehli hal; hali ile anlatan ve ehli kal; ağzı ile anlatan, diye kavram vardır.”

 

“Dini, ağızla satmak, dinin öğrenilmesini önler. Din; duyarak değil, okuyarak öğrenilir.”

 

Bu sela düşkünlüğü, ayrıca her bahanede kullanılıyor. Hazarda ve seferde, tasada ve neşede, felaket ve felahda okunuyor. Hemen her gün ve her günün her saatinde sela okunuyor. Diyanet, selanın otantik formatını da bozdu. “A” ve “E” gibi sesli harflere gelince, kendisini buluyor ve kaptırıyor, tecvit ilminin limitlerini takmadan, Allah vergisi nefesle kontrolsüz aşırı uzatarak bağırıyor. Bir din, bu kadar da istismar edilemez ki! Allah akıl, fikir versin!

 

“Sela bahanesiyle Diyanet, insanlara kafalarını dinleme ve düşünme fırsatı bırakmıyor.”

 

“Her türlü vatandaşa ait olan kamusal ortak alanı hor kullanma hakkı nereden alınıyor?

“İnsanlık; teknolojiyi, dünyayı ve uzayı işlemek için kullanırken biz, kendi insanımızı ağızla huzursuz etmek için kullanıyoruz.”

 

“Din kullanılarak geri bırakılan toplumlar, bundan sonra yaşayamayacaklar.”

“Dine ahret yatırımı yapanlar, dinin yok olmasını istemezler.”

 

“Ölüm, en zor işlerin çözümü için gereklidir. En zor işler, ölümle çözülür. Ölmeyi istiyorsan, insanlık için çözülmeyi bekleyen zor bir iş seç ve onun için öl ki, ölümün insanlık için bir işe yarasın ve insanlığa katkın olmuş olsun.”

 

Filozof ve Biliminsanları

“Felsefe, mevcutla boğuşarak yapılır. İlk felsefe, o zaman egemen olan Tanrısal düşünme nedeniyle, tanrılarla boğuşularak doğmuştur.”

 

“Mevcut aşılmaksızın mevcudun ilerisine geçilemez.”

“Mevcudun ilerisine, aklın mevcut çapı genişletilmekle geçilir. Aklın mevcut çapı, okuyup düşünmekle genişletilir.”

 

“Boğuşma yoksa yaşamın sürdürülmesi yoktur. Uzayda bile kozmik yaşam devasa doğal boğuşma ile sürmektedir.”

 

“İnsanlık, varlığını sürdürmeyi, animallıktan çıkarıp, hümünal zihinsel boğuşmaya taşımıştır. Artık zihinsel boğuşmayı yapamayanlar, varlıklarını sürdüremeyeceklerdir.”

 

Filozof Yokluğu

“Filozof ve biliminsanlarının, sadece felsefe ve bilim yapma görevleri yoktur. Ülkelerinin ve dünyanın yanlışlarına da müdahale etmek sorumlulukları vardır. Tarih boyunca böyle olmuştur.” Teorik Fizikçi, filozof A. Einstein (1879-1955)

 

Bir ülkede çok sayıda siyasal ve sosyal yanlışların çok miktarda yapılabiliyor olması, orada gerçek filozof ve bilim insanlarının yokluğundandır. Bir ülkede fazla değil, on adet böyle şahsiyetler olduğunda ne politikacılar ne de halk yanlış yapabilir ne de keyfi davranabilir. Ne de çobansız köyde değneksiz dolaşabilir. Filozof ve bilim insanları, bir ülkenin kafa katmanıdır. Bu kişilerin fonksiyonundan yoksun ülkeler, kafasız (acephale) kalmış demektir. Vücudun organları, kafanın kontrolü olmaksızın hareket ediyorlar demektir. Düşünme olmaksızın; hüdainabit, doğaçlama, kendiliğinden hareket ediyorlardır.

 

“Herkes, toplumuna ve insanlığa ne kazandırdığıyla kendisini ölçmesi gerekir.”

“Büyük iş yaptığını idda eden kişinin; yaptığı işin insanlık için tüketici mi üretici mi olduğuna bakmak gerekir.”

 

“Kendi milletini sömürenler mi, yoksa hayatını ve kazancını insanlık için harcayanlar mı tarihe geçiyor?”

 

“Yaptığın işin karşılığını hayatında alırsan, o, senin ölümünle yok olur gider. Ama ölümden sonra alırsan, o, kıyamete kadar yaşar. Tercih meselesi!”

 

Halkın Söylemi

Minarelerin, çeşitli bahanelerle dini motifler kullanılarak milletin rahatsız edilmesinden çok şikayetler vardır. Şikayet edenler, dindar insanlardır. Hatta “dinin böyle hor kullanılması işi, hükümete oy kaybettirmede ancak bir FETÖ stratejisi olabilir, çünkü hükümete kızgınlık üretiyor, “Bizden söylemesi!” diyorlar.

 

Nitekim 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü gecesi, darbe başarısız olunca, selayı, zamanın Başkanı, sabaha kadar aralıksız aşırı bağırtarak ulusal çapta kamusallaştırarak milletin başına bela etmişti. Başkan, gerekçe olarak, elli yıl önce babasından görmesini, söylemişti. Başkan, Belki de kamuflaj için selayı öyle okuttu, çünkü onun, FETÖ’ye yazılı aşırı hamdu senalı övgüleri basına düşmüştü. Hemen ardından da görevden alınmıştı. Kendisini atayan kişi tarafından görevden alınan belki de ilk ve tek Başkan olarak tarihe geçme vasfını kazanmıştı.

Fakat bu “sela” stratejisi halen sürdürülüyor.

 

“Diyanet Başkanı, bunları söyleyenlere neden aldırmıyor? Onları bu ülkenin vatandaşı görmüyor demektir.”

 

Sayın Cumhurbaşkanının “bağırmayın” demesine rağmen bağırılıyor:

Basında haber: Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2019 yılında gençlere, Hazret-i Lokman’ın, evladına öğütlerine harfiyen uyma tavsiyesinde bulundu. Şöyle dedi: Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, Rabbimizin bize emrettiği bu öğütleri sizlere kısaca hatırlatmak istiyorum: “Allah’a şirk koşma, annene ve babana saygılı ol. Namazını dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten sakın. Başına gelenlere sabret. Küçümseyerek, insanlardan yüz çevirme. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, büyüklük taslama. Mutedil ol, sesini alçalt.” Lokman Suresi. Sayın Cumhurbaşkanı, “Ben alçaltamıyorum ama beni mazur görün,” ifadelerini kullandı. Bu öğütlerden uzaklaşan gençlerin, rüzgârda uçuşan yapraklar gibi savrulmalarının, hatta terör örgütlerinin ağlarına takılmalarının kaçınılmaz olduğunu da vurguladı.

 

CAHİLLİK

“Kimseye hiçbir şey öğretemem, sadece onların düşünmelerini sağlayabilirim.” Sokrates

 

“Cahillik; bilmemek değil, bilmeyi reddetmek (ignorance) ve bilgi ile oluşmamaktır.”

“Oluşmak, zihinsel boğuşmayı gerektirir.”

“Zihinsel boğuşma, öğrenilenler üzerinde düşünme işlemi yapmakla olur.”

 

“Cahil kişi, düşünmez.”

 

 “Cahil kişi, doğruyu aramaz; kendisini doğrunun kendisi görür.”

“Cahil kendisini uydurmaz, kendisine uydurur.”

“Cahil her şeyi bilir ama yanlış bilir.”

 

“Cahil kişi için doğru; kişisel çıkarına uygun olandır.”

“Cahil; takdir etmesini bilmez, ya tasdik eder ya da reddeder.”

“Hayatında, bir konuda bir kitabı baştan sona okumamış ve düşünmemiş kişi, cahildir.”

“Cahilden saygı beklenemez, çünkü saygı ile oluşmamıştır.”

 

“Herkes her konuda alim olamaz. Herkes, bazı konularda cahildir.”

“Cahil kişi; bilmemesinden değil, dinlememesinden anlaşılır.”

“Cahil kişinin beyin reseptörleri çalışmıyordur; bağ kuramaz ve bağ kurulamazdır.”

“Cahil kişi, düşmansız yaşayamaz.”

“Kaya parçasını üfleyerek şişiremezsin.”

 

“Cahile laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordur.” Türk Atasözü

“Cahile laf anlatmak, ısırganla taharet etmeye benzer.” Türk Atasözü

“Cahil kişi pişkin olur, etkilenmez.”

 

 “Acı patlıcana kırağı çalmaz.” Türk Atasözü

“Cahil, inatçı olur.”

“Cahil insan kendisinin bile düşmanı iken, başkasına dost olması nasıl beklenir.” Sokrat

 

“Sadece bir iyi vardır, bilgi. Sadece bir kötü vardır, cehalet.” Sokrates

 

 

“BİR TOPLUM İÇİN EN BÜYÜK FELAKET, CEHALET ve DÜŞÜNMEME KATMANINI ÜLKEDE EGEMEN KILMAKTIR.”

 

Ölüm Satmak

“Başkasının ürününü satmak kabzımallıktır.”

 

“Sela okumak, insanlara Tanrı ürünü ölüm satmaktır.”

 

“Dinin bu kadar çok alınıp satıldığı bir ülke, bundan sonra varlığını sürdüremez.”

 

Sela okumak; ölüm korkusu (tanatofobi) olan insanlara, bu korkularını istismar etmek amacıyla, ölüm satmak ve ölüm eğitimi vermektir. Fakat bu eğitimi veren kişilerde şöyle bir çelişki hatta samimiyetsizlik vardır; mesela koronavirüs salgınında, ölmemek ve yaşamak için aşı ve ilaç bekliyorlar. Peki kimden bekliyorlar? Ölüm eğitimi almamış kişilerden. Peki kim bu kişiler? Müslüman olmayanlar ya da Müslüman olup da, ölüm için değil yaşam için çalışanlardır. Peki ölüm için değil de yaşam için çalışan böyle insanlar olmasa, ölüm eğitimi veren kişiler, kimden aşı ve ilaç edinecekler? Üstelik mademki ölüm için yaşıyorlar, neden yaşamak için aşı ve ilaç bekliyorlar ki? İşte bu durum, sahtelerin, kendi milletini, “ölüm işportacılığı”yla sömürmeleridir. “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı,” demiş atalarımız böyle sahte kişiler için. Müslümanların, böyle sahte kişi (pseudo persona)lerin telkinlerinden ve sömürmelerinden kurtarılmaları şarttır. Ey millet! Sömürtme kendini! Deniz bitmiş, hala farkında değil misin?

 

“Endişelerinizden kurtulmak istiyorsanız, yaşamaktan en çok korktuğunuz şeyin bir gün başınıza geleceğini kabullenin.” Sokrates

 

Yaşamayı Öğretmek

İnsanlara ölüm eğitimi verildiğinde, yaşamayı öğrenemiyorlar. İşte koronavirüs gibi felaket durumunda evde yaşamayı bilmiyor oluyorlar. Ayrıca insanlarınıza, içinde yaşadıkları çağa göre nasıl yaşayabilecekleri öğretilmelidir. Fakat şimdi tam tersi olarak, din adı altında geçmişte nasıl yaşanabileceği öğretiliyor. Geçmiştekilerin bugünü yaşayamayacakları gibi, bugünkülerin de geçmişi yaşamalarının imkansız olduğunu akledemeyen yetkililere sahip olması bir toplum için en büyük şansızlıktır. Bugünün nasıl yaşanacağını öğretmek gerekir. İşte bugünkü yaşamı öğretme acizliği, sela ve vaazlarla ölüm eğitimi vererek telafi ediliyor.

 

Hz. Ali: “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacağı çağa göre yetiştirin.” Yani bugün, Hz. Ali’de görülen, 1500 yıl önceki düzeyden daha geride olmak bir toplum için en büyük felakettir.

 

Toplumsal Ölüm

Bireysel konuları, toplumsallaştırmamak gerekir. Mesela ölüm, bireysel bir meseledir. Bunu toplumsallaştırmak olmaz. Bireyler ölür, toplumlar ölmez. Şimdi bireysel ölüm meselesini, yüz binlerce minareden milyonlarca hoparlörlerle bir kişi dahi hariç bırakılmaksızın toplumun tümüne ölüm eğitimi veren “sela” okumak, toplumun ölmesine katkıda bulunmak demektir. Yanlıştır. Bireyler ölür ama toplumlar yaşamalıdır. O nedenle topluma nasıl ölüneceği değil, nasıl yaşanabileceği öğretilmelidir.

 

 “Biyolojik problemlere, teolojik çözüm olmaz.”

 

Allah’ın Gücüne Gidiyor

Biyolojik hastalık olan koronavirüse şifa bulmak amacıyla; Ramazan Ayı boyunca yatsı vakti minarelerden hoparlörle; sela, selavat, tekbir ve duadan oluşan ağızla “potpuri” okunuyor. Bu okuma; mantıken, bilimsel olarak ve dinen yanlıştır. Her şeyden önce, bilimsel olarak; biyolojik bozukluklar, ağızla tedavi edilemez. Bu potpuri okunuşu, koronavirüs hasta sayısını azaltmayacaktır. Bu okuma, düşünme kodlar (thinking codes)ını ve düşünce formlar (thought forms)ını Kuran’dan, tanıdığımız Allah’ın gücüne gidiyor. Allah, bu hoparlörle okumalardan razı değildir.

Şifa için dua yapmak, ama şifayı dua yapmayandan beklemek, mantıksızlıktır.

 

Minarelerden Allah’a hoparlörle potpuri okunuşuna son verilmelidir.

 

Avcı-Toplayıcılık

Din Tüccarlığı

Bütün dinlerin dinadamları, tarih boyunca her dönemin milletinin avcı-toplayıcılığı işini yapmışlardır. Hep milletlerinin avcı-toplayıcıları olmuşlardır. Yani kendi milletlerini yemişlerdir. Yani kendilerini, kendi milletlerine baktırtmışlardır. Yani milletlerini, kendilerinin hizmetçileri yapmışlardır. Bunu nasıl başarmışlardır? Tanrı ya da Peygamber ürünü metinleri, evliya, şeyh, din alimi gibi şahsiyetlere, kendi cahil, çoğu zaman da tamahkar milletinin nazarında piyasa değeri yaptırtarak başarmışlardır. Bu avcı-toplayıcılarının kendilerinin hiçbir ürünü yoktur. Eğer sattıkları bu dini malzeme olmasaydı, açlıktan ölürlerdi. Çünkü beceriksiz, tembel ve canı çok tatlı olan insan tipleri, bu din tüccarlığı sektörünü hem oluşturmuşlar hem de satmışlardır. İslam din tüccarları, milletine bin yıl Allah, Kuran, Peygamber ve Hadis sattı, İmamı Azam sattı. Ölüm sattı. Cennet ve cehennem sattı. Ezan, sela, selavat, tekbir sattı. Halen de satıyor.

 

Peki bin yıl sonra şimdi ne oldu? Türk deyimi: “Geçti Bor’un pazarı, sür merkebi Niğde’ye.” Faturayı her zaman av öder, avcılar ödemezler. Şimdi faturayı millet ödüyor. Daha da çok ödeyecektir. Avcılar, kral hayatı yaşamaya devam ediyor. Ama bazı avcıları, Allah’tan koronavirüs götürüyor.

 

“Kişi, uygulamayı sevmediği dini ve ahlakı neden başkasına severek anlatır?”

 

“Dini, satma yetkisini kendisinde görebilen kişi, Allah’a gerçekten inanıyor mudur?”

 

 

Kitap

Max Müller (1823-1900)

Kitap: “Dinin Kökeni ve Gelişimi”

Müller’e göre; “insanın ilk dini, doğaya tapınma şeklinde ortaya çıkmıştır. İnsanlar, doğayı tanrılaştırmışlardır.” Animizm, Totemizm ve Fetişizme işaret eder.

 

 

Türkü

“Metanet Aşısı”

Yol Dayanır mı?

Musa Eroğlu

 

Yürü be yüreğini sevdiğim,  Yürüyen yiğide yol dayanır mı?

Yobasını, tövbesini sevdiğim, Yürüyen yiğide yol dayanır mı?

Ala dağdan Torosları açta gel, Uraklardan soğuk sular içte gel

Binboğadan yiğitleri seçte gel, Yürüyen aslana yol dayanır mı?

Yürüyen yiğide yol dayanırmı, Durmak yakışırmı eroğlu ere

Yürü be kardeşim yürü ha bire, Çağırdım Ali’ye pir oğlu pire

Yürüyen yiğide yol dayanırmı, Yürüyen aslana yol dayanır mı?

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.