SEÇİM ANALİZİ

SEÇİM ANALİZİ

23 Haziran 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi

 

Bu seçimin bilançosu şöyle: Ekrem İmamoğlu: %54. Binali Yıldırım: %45.

31.Mart.2019 seçiminde her iki aday % 48 oy almıştı.

 

Bu seçimde muhalefetin; kibir, israf ve adalet kavramları üzerine kurulu kampanyası kazandı. Bu kavramların pratiğini kısaca analiz edeceğiz.

 

KİBİR

Despotik Görevliler

Kötü kampanya dili, bir oral kibirdir. Kibir, başkasını hiç görmektir. Eşitsizlikçiliktir. Kendisine hiç kimsenin zarar veremeyeceğini düşünmektir. Bir düzeysizlik göstergesidir. Bir metroda çalışan görevliden tutun da en üst düzey yöneticiye kadar herkes, kendilerine hiçbir zarar verilemeyeceği düşüncesinden dolayı despotik davranmaktadır. Eve gelen doğalgaz görevlisi, ev sahibini çok rahatlıkla azarlayabiliyor. Belediye otobüsü şoförüne bir soru sorduğunuzda çok rahatlıkla hakarete uğrayabiliyorsunuz Nereden cesaret alındığı bellidir. Kibirli yönetim biçiminden. Ülkede kibir, bütün bürokraside egemen olmuştur. Bu kişileri şikayet edebileceğiniz bir makam yoktur. Hatta şikayet eden kişi suçlu duruma düşüyor. İllerdeki iktidar milletvekilleri ve parti yöneticileri, o ilin ve ilçelerinin kralları oldular. İstedikleri kişileri terfi ettiriyor ve istedikleri kişileri batırıyorlar. Bütün bunları önleyecek tek kurum en yetkili makamdır ve bu makam “Kendisini siper ederek,” kendi kedisinin bile eleştirilmesine tahammül edemiyor. Suçlu hiçbir personelini cezalandırmıyor. Üstelik şikayet edenler cezalandırılıyor. Bütün yetkililer ve milletvekilleri, sırtlarını Cumhurbaşkanına dayayarak, çok despotik davrandıklarından dolayı insanları iktidara düşman yapıyorlar.

 

Hümanizm

Kibrin zıddı kibarlıktır, hümanizm yani insancıllıktır. Çağımız hümanizm çağıdır. Hümanist olamayana bu çağda bu dünya üzerinde insan muamelesi yapılmıyor. Hümanizm, bütün bürokraside egemen olmalıdır.

 

İSRAF

Haksız Kazanç

“Kıskandıracak kadar yemeyeceksin.”

İsraf kavramıyla ifade edilmek istenen durum, belli kişilere milletin olan devletin parasıyla haksız kazanç sağlayarak zengin edilmeleridir. Halkımız, “Yiyor ama çalışıyor,” sözü ile ifade ettiği, devlet parasının bir miktar yenmesine ses çıkarmıyor ama kendisinin fakir bırakılıp bazılarının zengin edildiği haksız kazancı da kıskanıyor. “Kıskandıracak kadar yemeyeceksin.” Halk, bu yemeyi kıskanmıştır. Herkes, kendi ilinde ve ilçesinde iktidarın milletvekillerinin ve parti mensuplarının ne tür haksız kazanç elde ettiklerini çok iyi biliyor. İktidar milletvekillerinin izin vermediği ekonomik ve bürokratik yaprak sallanamıyor.

 

İdeoloji ve Mideoloji

İktidarın, bir ideolojisi yoktur, mideolojisi vardır. İnsanları kendisine bağlamada tek aparatı var, o da devlet hazinesinin parasıydı. Makam düşkünlerinin mamaya düşkünlüğünü çok iyi biliyor. Onları kendisine kafasıyla değil midesiyle bağlıyor. Mama ile herkesi kendisine bağlayabiliyor. Başkasının hakkını yiyerek haksız kazanç şayialarının ayyuka çıktığı bir dönemde görevinden alınan ve yargılanıp cezalandırılan bir yetkili olmamıştır. Ne de olsa, “Veriyorsak, cebimizden mi veriyoruz,” ilkesi egemendir.

 

Ülkenin bütün il ve ilçelerinde daire fiyatlarının aşırı pahalanmasının temel nedeni şudur: İktidar sayesinde haksız kazançla zengin olanların tek yatırım alanı gayrimenkul olmuştur. Bu pahalılık nedeniyle gelecek nesiller daire sahibi olamayacaklardır.

 

Ülkenin Parasının Sahibinin Millet Olduğu Bilinci

Televizyonda genç başörtülü kızların, “Bizim paramızı Suriyelilere harcadı, bize sormadı,” sözü, devletin parasının milletin parası olduğu bilincinin varlığını yeni nesilde görmek umut vericidir. Devletin parasına millet sahip çıkmak zorundadır çünkü demokraside o para milletindir ve tek sahibi millettir. Millet, parasına sahip çıkmazsa, parasını iktidar yetkililerinden koruma durumu ile karşı karşıya kalır. Yani paranı, emanet ettiğin yetkililerden koruma durumunda kalmak, olacak şey değildir.

 

ADALET

Devlet kurumlarına bir haksızlığı gidermek için başvuramıyorsunuz. Başvursanız da sonuç değişmiyor. Devlet kurumlarına normal işinizin bile düşmesini istemiyorsunuz. Devlet kurumlarının yöneticilerine karşı hakkını arayacağın bir merci kalmamıştır. Yetkililerin görev ihmallerine karşı mahkemelere güvenle başvuramıyorsunuz. Devlet kurumları, iktidardaki kişiler için vardır. İktidardaki kişilerin, vatandaşa karşı işledikleri suçlar yanlarında kalıyor. Ama normal vatandaş, iktidardakilere karşı bir suç işlediğinde en ağır ceza ile cezalandırılıyor.

Adalet ne demektir? Muadiliyet demektir. Yani herkese eşdeğer işlem demektir.

 

Devlet kurumunun ihmali eleştirilince, karşısına hemen devlet çıkarılıyor. Devletin itibarını zedelemek suçundan dava açılıyor. Halbuki ihmali yapan kurum değil, yetkili kişidir. Kişi, devlet değildir. Hesabı kişi vermelidir. Çünkü o görevin nimetini kurum değil, yetkili kişi yiyor. Üstelik çağdaş siyasal sisteme göre; sadece devlet yetkilisi değil devlet dahi eleştirilebilir. Kişi-devlet özdeşleştirmesi çağımız öncesi monarşi sistemidir. Demokrasi, bu sistemin tam zıddıdır. Devlet kurumları tümden ve yeniden vatandaş için çalışmak üzere çağdaş normlara göre restore edilmelidir. Şimdi bu kurumlar, iktidar gücü olanlar için çalışıyor. İktidar gücü olanlar için devlet kurumları seferber oluyor. Vatandaşın yüzüne bakılmıyor bile. Bir tek devlet yetkilisi için trafiği kapamak amacıyla trafik polisleri seferber olurken, tıkanan yolu binlerce vatandaş için açmak amacıyla kimsenin kılı kıpırdamıyor.

 

CİMER adında bir şikayet mercii kurulmuştur. Takdir ediyoruz. Ama oraya başvurup sonuç alan olmuyor. Ben de denedim ve sonuç alamadım. Bu kurum sadece havale işlevi görüyor, şikayetleri, şikayet edilen kuruma gönderiyor. O kurum da kendisini savunuyor. İşlem orada bitiyor, ama sorun çözülmüyor. Bu kurum işlevsel hale getirilmelidir. Son on beş yıl, Cumhuriyet tarihinin en eleştirisiz iktidar dönemi olmuştur. Ne mahkemeler ne de medya, iktidarı ve kurumlarını eleştirebildi. Bütün devlet kurumları, tarihin en rahat ve kendi başınabuyruk, denetimsiz dönemini yaşamıştır. Peki ülkenin başı göğe mi erdi? Hayır! Bilakis bütün kurumlar dejenerasyona uğradı.

 

DİNSEL MUHALEFET

Dinseller, iktidara gelince biterler.

Tarih boyunca görülmüştür ki, dinsel kişiler çok başarılı muhalefet etme kişileridirler. Fakat iktidara geldiklerinde başarısız olmuşlardır. Muhalefet etmek, eksikliklerle mevcut iktidara saldırmadır. Fakat iktidar, icraattır. Asıl kapasite icraatta ortaya çıkar. Türkiye’de siyasal iktidarın tümü bir kişinin eline geçene kadar iktidar dahi olsa iktidar muhalefet gibi davrandı. Fakat bütün yetkiler bir kişinin eline geçince iktidar olundu. İşte bitişin dışavurmaya başladığı an o an olmuştur. Yine muhalefete devam etme sadedinde bu kez başarısızlıklar dış güçlerin üzerine atıldı ama bu bahane para etmedi. Dinsel kişilerin muhalefette başarılı olup iktidarda başarısız olmalarının temeli, Kutsal Kitapların karakterinde bulunur.

 

 “Din, iktidara gelince biter.”

Kutsal kitaplar, siyasal iktidarı ele geçirme yolunda muhalefet stratejilerini içeren kitaplardır ve peygamberler muhalefette iken gelmişlerdir. Peygamberin iktidarda olduğu dönemde gelen kutsal kitap yoktur. O nedenle iktidar dönemi söylemleri ve siyasetleri yoktur. O nedenle dinler, iktidara geldiklerinde tükenirler. O nedenle dini siyasete karıştırmamak gerekir. Sonunda din kaybeder. Dinsel toplumlarda siyasal iktidar, insanlarına karşı galibiyet sağlamakla elde edilir. Kendi insanını ikna etmekle. Fakat dinsel iktidarlar, ülke dışında bir galibiyet elde edemezler. İktidara gelebilme en büyük başarı görülüyor. Halbuki bu, başarı değildir, çünkü zaten aynı düzeyde olan halkı ikna ederek iktidara geliniyor. Ülke dışındaki bir mücadelede bir galibiyet al bakalım! Bizde en üst makamlara gelebilenlerin, ileri ülkelerde hangi görevlere gelebileceklerini bir irdeleyelim.

 

EN ÖNEMLİ DEĞİŞİM

Bilgisayar Değişecek

İktidarın, “Bize düşen, İstanbullu seçmenin tekrarladığı dersi; doğru dinlemek, doğru okumak, doğru anlamak, gereğini doğru yapmaktır,” gibi sözlerle durum değişecek değildir. Çünkü bilgisayar eskidir, mevcut bilgisayarın güncel versiyonla değişmesi şarttır.

 

Türkiye’nin istediği değişim, mevcut bilgisayarın yapabileceği bir değişim değildir. İstendiği kadar mevcut insan havuzunun içinde kişi değişiklikleri yapılsın hiçbir şey değişmeyecektir. İktidardaki insan malzemesi ömrünü tamamlamıştır. Zaten geçmişte kalmış insan malzemesi idi, bir deneme yapıldı ve uygulamalı olarak öyle olduğu laboratuvarda ortaya çıktı. “Geriye giderek ileri gidilemez.” Son yirmi yılda doğan nesil, mevcut iktidarı beğenmiyor. Bu beğenmeme, eski nesil bilgisayar ile yeni nesil bilgisayar uyumsuzluğundan (incompitability) kaynaklanıyor.

 

Kişicilik Değişecek

Kişiciliğin iksiri, gizemi kayboldu. Çağımız kişici değil, kurumcu, kuralcı ve sistemci bir çağdır. Hala kişilerin değişmesiyle bir şeylerin değişeceğini beklemek, kişici olma anlayışının sürdüğünü gösterir. Kişicilik yok olmak zorundadır.

 

Peki Ne Değişecek?

Yeni iktidarla sadece yüzeysel görüngüsel değişimler olur. Medeniyet ve çağdaşlık görünümü gelir. Türkiye, bu iktidar öncesindeki normale döner. Ama unutmayalım ki bu anormal duruma, o normal durumdan geldik. Çünkü kolektif akıl çapı değişip çağdaşlaşmamıştı. İnsan malzemesinin motoru yani zihinsel yapısı çağdaş akılcı ve bilimsel düşünmeyi yapabilir hale gelmedikçe temelde hiçbir şey değişmez. Eğer ileri dünyadaki toplumsal çağdaş nimetleri istiyorsak toplumsal aklımızı onlar gibi çağdaşlaştırmak zorundayız.

 

Soru şudur: Türkiye bu çağda nereden ve nasıl para kazanacak?

Soru çok basit ama cevabı çok zordur. Aslında cevabı da kolaydır ama uygulaması imkansız anlamda zordur. Çünkü çağdaş dünyada para, düşünme işlemiyle yapılan icatlarla kazanılıyor. Türkiye, halen bırakın çağdaş düşünmeyi, basit beşeri düşünmeyi bile öğretmiyor ve yapamıyor. Değişmesi gereken durum, işte bu düşünme durumudur.

 

O nedenle öncelikle bir “Felsefe Üniversitesi” kurulmalıdır.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.