SALDIRMAK ve TARTIŞMAK

SALDIRMAK ve TARTIŞMAK

Animallık ve Hümünallık

 

“Dinin en büyük şansızlığı, insanilik, entelektüellik ve ahlakilik açısından insan hurdalarının ve molozlarının ellerinde kalmasıdır.”

 

Türkiye’de sosyal medyaya ve internet web sitelerine bakınca, İslam’ı savunanlar, kendilerinden olmayanlara, toplumu biraz olsun ileri götürmeye çalışanlara, din adı altında hep kin, öfke, nefret ve hakaretle tek taraflı saldırabiliyorlar, karşılıklı tartışmaya hiç girmiyorlar. Bu kişiler neden böyledirler? Bir kişi, hakaret kelimelerini neden çok rahat kullanabiliyor? Bunların karaketerini bilimsel ve felsefi analiz edeceğiz.

“Saldırmak animallık, tartışmak hümünalliktir.”

“Bir kap, içerisinde ne varsa onu döker.”

 

Bu durumun nedenlerini bilimsel ve felsefi analizle bulmaya çalışacağız. Görüngülere bakarak özünü tespit edeceğiz.

“Güçsüz kişi hakaret eder.”

“Samimiyetsiz kişi, uzaktan havlar.”

“Kancık kişi, saldırıp kaçar.”

“Korkak kişi, tehdit eder.”

“Namert kişi, saldırır, dövmeye çalışır.”

“Mert kişi, yüz yüze dövüşür.”

 

DÖVÜŞMEK ve DÖVMEK

Mücadele; esas olarak dövüşmek ya da çarpışmak ve dövmek ya da saldırmak şeklinde ifade edilebilecek iki yolla yapılır. Dövüşmek, çift taraflı karşılıklı, dövmek tek taraflı yapılır.

 

Savaşmak, Çarpışmak

Savaşmak ve çarpışmak, çift taraflı rıza ile karşılıklı yapılır. Nitekim Kuran da şöyle diyor: “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.” Tevbe, 111. Ucunda ölüm bulunan karşılıklı dövüş olan savaşta öldürmek de ölmek de şereftir.

 

Dövmek

Dövmek, tek taraflı yapılır ve hırsızlıktır, galibiyeti bile şerefsizliktir. Genellikle hırsız karaktere sahip kişiler, habersiz ve gafil yakalayıp yumruk atar, saldırır. Nitekim yumruğu atar, kaçar. Çünkü cezasından kaçarak hırsızlık yapar. Mutlaka haksız çıkar için yapılır. Birbiriyle ilişkisi olup da birbirini dövmeye çalışmayan ve birbiriyle didişmeyen iki kişi bulmak zordur. Bu durumun nedenlerini aşağıdaki analizlerle anlamaya çalışacağız.

 

SALDIRGANLIK

Cesaretsiz, Antisosyal Kişilik

Hakaret, dolaylı saldırganlıktır. Cesaretsiz kişiliktir. Genelde çatışmaları çözümlemek için doğrudan yüzleşme yapamayan kişilerdir. Uzaktan hakaret edenler, tıpkı cesaretsizliklerinden dolayı uzaktan havlayan köpekler gibi, dolaylı saldırırlar. Saldırmak, animal davranıştır. Hümünallikte davranış bozukluğudur. Bu tür davranış bozukluğu antisosyal, agresif ve borderline kişilik bozukluğu özellikleri bulunan kişilerde görülür.

 

İnsanilikte saldırmak günah, suç ve ahlaksızlık yapılmıştır. Dolayısıyla saldırgan kişi; hukuk, ahlak, medeniyet, insanilik ve din dışı bir karaktere sahip demektir. Yani insan değil demektir. İnsan, doğada ve ormanda yaşadığı dönemde varlığını sürdürmesi için saldırgan idi. Biyolojik beden milyonlarca yıl insani ortamda yaşasa da yine doğada yaşayacakmış gibi doğar. O nedenle her yavru, animal karakterle doğar. Genleri değişmez. Bu animal karakteri, ancak kendisinde hümünal değerlerin egemenliğiyle değişir.

 

“Dindar olduğunu iddia eden biri, saldırganlık uygulamayı din ile nasıl meşrulaştırıyor acaba?”

 

HAKARET

Sözel Dövme

“Neden din savunucuları hep hakareti kullanıyorlar?”

 

Karşılıklı tartışmaktan korkan kişi, hakaret eder. Hakaret, tek taraflı sözel saldırmak ve dövmektir. Fikre karşı hakaretle karşılık vermek animallık, şerefsizlik, adilik ve namertliktir. Hakaret, kişinin başkasını hakir yani değersiz görmesidir. Aslında asıl değersiz olan kişi hakaret eden kişidir. Çünkü hakaret değersizliktir. Fikirle değil, çirkef ağızla karşılık vermektir. Bir kap, içindekini döker. Kaliteli ve değerli insan istese de değersiz şeyler dökemez. Çünkü onun içeriği kalitelidir. Kalitesiz insan da istese de kaliteli şeyler dökemez. “İnsan, karşısındakini kendisi gibi görürmüş.”

 

“Herkes şakilesine (omurgasına, yapısına, karakterine) göre hareket eder.” Ayet: İsra, 84.

 

Ad Hominem

Çağımızda artık fiziksel dövmek de dövüşmek de suç yapılmıştır. Çünkü bunlar, çağımızın akıl çapı nazarında irrasyonel ve animallıktır. Artık zihinsel dövüşmek vardır. Zihinsel dövüşmek, fikre karşı fikirle karşılık vermektir. Fikre karşı fikirle değil de, kişiliğe saldırmak, hakaret etmek “ad hominem” olarak adlandırılır, sözel dövmektir ve suçtur.

 

Üçü Birarada; Yargı, Hüküm ve İnfaz

Sözel dövmenin bir diğer çeşidi; yargı, hüküm ve infazdan oluşan üçü birarada sistemini kullanmaktır. Karşı fikir ve bilgi getiremeyen kişi, muhatap kişi hakkında hemen hüküm verir ve kişiyi kendince mahkum eder. Kişi, üzerinde ilmi çalışma yapmadığı bir konuda, kulaktan dolma bilgilerle kesin sonuçlara ulaşmamalıdır. Üzerinde çalışma yapmadığı bir konuda ilk kez duyduğu bilgiler üzerinde hüküm vermek değil, soru sorarak onu öğrenmeye çalışmalıdır. Yani bir kişi, ilk kez duyduğu bilgiler hakkında nasıl hüküm verebilir ki! Yani haddini aşmamalıdır. Seni Allah sevsin diye mi yapıyorsun bunu? Kuran şöyle söyler: “Haddinizi aşmayın’ Allah, haddini aşanları sevmez.” Bakara, 190. Sen Allah için değil, kendi mamanın için yapıyorsun bunu.

 

Bağırmak

Bağırmak da animal saldırmaktır. Yapılması gereken şeyi insani rasyonel yollarla yapamayıp muhatabın duygularına baskı uygulamaktır. Bir ülke düşünün; tartışmalar ve işler bağırarak sözlü şiddet ve saldırganlıkla yapılıyor. Devlet vatandaşına, anne-baba çocuğuna, amir memuruna, yönetici halkına, din adamı Müslümanlara bağırıyor. Çocuklar bağırarak konuşuyor. Bağırmak, sözlü şiddet uygulamaktır. Şimdi normal işlerin ve dinin dahi, şiddet uygulanarak icra edildiği bir ülkede neden şiddet var diye sorulamaz. Böyle bir ülkede insani hayat yaşanamaz. Bağırmak çağımızda yasaktır çünkü hakaret, şiddet ve tehdit suçudur.

 

Bağırmak; geleneksel ile modernlik arasında “araf” ya da “arasat”ta kalmışların iletişim usulüdür. Gelenekseller bağırmaz, çünkü onlarda itaat sistemi vardır. Modern kişiler de bağırmaz, çünkü onlarda medenilik, insanileşme ve saygı vardır. Bağıranlar, ne geleneksel ne de modern kişilerdir. Vahşilikle insanilik arasında, iki arada bir derede kalmışlardır.

“Çocukları ağlayan ve bağıran toplumlardan icatçı çıkmıyor.”

 

SOSYAL HAYATTA DÖVME ÖRNEKLERİ

Ambulans şoförü, eline geçirdiği sireni, yolu açmak için değil halkı dövmek için kullanıyor. Trafikte araba kornası, sorunu çözmek için değil dövmek duygusuyla çalınıyor. Gazete köşe yazarı, köşesini halkı aydınlatmak ve bilgilendirmek için değil, birilerini dövmek için kullanıyor. Erkekçe fikir çatışmasına ve çarpışmasına girsene! Niye kalleşçe kaçamak saldırıyorsun! Vatandaşı dövüyorsun!

 

“Başkasının yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanırmış.” Türk Atasözü

 

Adam yumruğu Ankara’da sallıyor, ama kaçıyor, soluğu 150 km. uzakta alıyor. Orada yakalanınca yaptığını inkar ediyor. Demek ki sen yumruğun gelmeyeceği yere yumruk attın. Yumruk yemeye tahammülün yoksa başkasına yumruk atma. Senin çekmekten kaçındığın acıyı başkasına tattırmak namertliktir. Sen, attığın yumruk başarıya ulaşsa onu inkar ettiğin için ondan elde edeceğin kazancın, haksız kazanç olacaktır. Adamın, hayvan hırsızlığından mahkumiyeti varmış. Dövmenin hırsızlıkla tutarlılık arz ettiğini teyit ediyor. İslam Hukukuna göre bir hayvanın değeri kadar mal çalanın eli kesilir. Bu ülkede şeriat geçerli olsaydı o kişinin eli kesilmiş olacaktı ve yumruğu atamayacaktı.

“Cezası kadar cesaretinin olmadığı suçu işleme!”

RESMİ HAYATTA DÖVME ÖRNEKLERİ

Devletin, Vatandaşını Dövmesi

Türkiye’de devlet de vatandaşını dövme sistemiyle çalışıyor. Öyle bir çeşitle dövüyor ki bu, hiçbir literatürde bulunmaz. Devletin dövmelerine itirazdan sonuç almak olanaksızdır. Vatandaşına cezayı yazarak dövüyor. “Haksızsam git mahkemeye, haklı çıkarsan dayağımı geri verirsin,” diyor. Eğer dövmede haksız ise kendisi hiçbir şey ödemiyor. Vatandaşın o arada çektiği acılar ne olacak? Bir devlet düşünün; sürekli vatandaşı vergilerle nasıl döverimin yollarını düşünüyor. Vatandaşın sürekli kullanmak zorunda kaldığı poşetten bile vergi alarak dövmeye bakıyor. Vatandaşın hiçbir sıkıntısını çözmüyor. Vatandaşın itirazını kabul etmiyor, muhatap almıyor Tek taraflı dövüyor. Böyle bir devlet anlayışının çağımızda yeri yoktur. Bu tavır, hiçbir çağdaş devlette yoktur. İngiltere’de polisi şikayet için, polis olmayan bağımsız sivil bir merci (Independant Police Complaint Authority) vardır.

 

“Milletin, kendisinin dövülmesini önlesin diye beslediği devlet, milleti dövüyor.”

Cariye Efendisini Doğuracak

Polis, memur, işçi, herhangi bir görevli de devlet gücüyle vatandaşı hakaretle dövüyor. Ama dövüşmüyor. Dövme kalleşliği var. Zaafı bulup yumruk sallıyor. Ve başvurup sonuç alacağınız hiçbir merci yoktur. Devletin elinde olan milletin gücüyle milleti dövmek adiliktir. Çünkü o gücü, milleti koruman ve milletin hizmetçiliğini yapman için sana millet vermiştir. Hizmetçi, efendisinin efendisi oluyor. Bir hadisi şerif var, ben onu ancak Türkiye’de devlet uygulamasının bilincine varınca anladım. Peygamberimiz şöyle diyor: “Bir gün gelecek, cariye, efendisini doğuracak.”

“Milletin gücü ile milleti dövüyorsun. Adamsan o gücü bırak gel döv bakalım!”

Devletin Meydan Ezanları

Desibel Dayağı

İstanbul’daki Sultanahmet ve Üsküdar gibi şehrin bütün meydanlarında iki merkez camiinden karşılıklı düet halinde aşırı ve envai çeşit bağırmalarla, yüksek desibelli ve uzatmayla ezanlar okunuyor. Her bir camide ezan iki kez, böylece dört ezan okunmaktadır. Hz. Peygamber zamanında ezanın orijinalinde, şimdi ezanda iki kez okunan cümleler bile tek okunuyordu. Bu cümleleri ikiye Emeviler çıkarmıştır. Düet halindeki ezanlarla devlet, halka her gün beş kez “desibel meydan dayağı” atıyor. En az 90 desibelle dövüyor, hem de ekolu ve stereolu yankısı ile. Ezanda halk, Allah ile dövülüyor. Neden ve niçin yapıyorsun bunu? Meşruiyet gerekçen nedir? Dini kaynaklardaki nedeni nedir? Amacın nedir? Ne üretmek istiyorsun ve ne üretiyorsun? Hiçbir dini gerekçesi ve mesnedi yoktur. Neden ise, tamamen siyasaldır. Güya ülkede dinin egemen olduğu gösteriliyor. Din, bağırmakla değil, sevgi, hak ve hukukla egemen kılınır. Din, bağırmayı yasaklıyor. Ayet: “Sesini alçalt. Şüphesiz seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” Lokman, 19. Halkını döverek değil de severek okusana!

Amaç; dinin bu ülkede iktidarda olduğunu sürekli duyurmak, siyasal egemenliği din vasıtasıyla dayatarak sürdürmek ve iktidarda olmanın tek amacı olan israfı örtmektir. Ezanın okunuş biçimi, namaz dışında her türlü amaçla okunduğunu gösteriyor.

“Ver ezanı, al kazanı.”

Halbuki aynı devletin kanunu şöyle diyor: “Gürültü; gündüz zamanı 70, akşam zamanı 63, geceleyin ise 55 desibel sınırlarını aşamaz.” Kanun, gece zamanını; 20.00-08 saatleri arası olarak tanımlamıştır. Akşam, yatsı ve sabah ezanları gecenin içindedir. Gece ve gündüz ezanlar, 80-90 desibel ile okunuyor. Ezanın okunması sorun haline getiriliyor ve ezan anlaşılmıyor, sadece bağırmak duyuluyor. Bilim, 70 desibel üstü vertigo hastalığı yapar diyor.

FELSEFİ ANALİZ

Animal Saldırganlık

Saldırganlık animallıktır. Çünkü animal duygular ve dürtüler kontrol edilemediğinde hormonların dürtmesiyle olur. Hakaret, kızma, bağırma, animal-dürtüsel saldırganlıktır. Bir ülkede saldırganlığın başat olmasının temel nedeni, insanların hümünal yapılamamasıdır. Hakaret edenler kesinlikle animal dürtüleriyle davranan yapıdadır.

Antropomorf ve Antropofor İnsan

Felsefe henüz insanlaşmamış insana insan görünümlü hayvan anlamında antropomorf, insanlaşmakta olan hayvana ise antropofor diyor. Bu tanım, davranışlarına bakarak kişinin, hayvana mı insana mı yakın olduğunu ortaya koyar. Eğer hayvani saldırganlık davranışları gösteriyorsa o kişi, insanlaşmakta olan insan görünümlü hayvandır.

 

“Saldırgan kişi, lojik değil, biyolojik insandır.”

 

İçeriksiz-Ruhsuz İnsan

Felsefede “ruh”, insan anlamında kullanılır. Eğer bir kişi, insani değerlerden yoksunsa ona içeriksiz ve ruhsuz insan diyor. Yani o, insan olamamıştır.

 

Mamacılık

İnsan dahil bütün canlıların biyolojik bedenleri, saldırganlık üzerine programlıdır. Varlıklarını sürdürmeleri için böyle gerekli görülmüştür. Çünkü her canlının yemi, bir başka canlının bedenidir. Bütün canlılar, varlıklarını sürdürmek amacıyla yem bulmaları nedeniyle yaşamlarını belirli bir alanda geçirir. Alanlarına girmek isteyenleri, mamalarına tehdit olarak görür ve onlara karşı tehdit gösterisinde bulunurlar. Şimdi birinin, “dini koruyorum” bahanesiyle, fikirlerini tehdit gördüğü kişiye fiziksel ya da sözel saldırmasının asıl nedeni, o kişiyi, kendisinin “mama” alanına girmek isteyen olarak görmesidir. O nedenle, diğer hayvanların yaptıkları gibi, hakaret türü saldırılarla tehdit gösterisinde bulunur. Çünkü o kişi başarılı olursa, kendisinin mama kaynağı yok olacak diye düşünür. Halbuki Kuran, hiç kimseye “dini koruma” görevi vermemiştir. Dini bizzat Allah’ın koruyacağını söylüyor.

 

“Mamacı dinci, kesinlikle gerçek dindar değildir. Çünkü gerçek dini ne uygular ne de onun için canını verir. Onun nazarında din, vermek için değil, almak için vardır.”

 

ANTROPOLOJİK ANALİZ

Homo Habilis

Ses İle İletişim

Bebek, 0-2 yaş evresinde biyolojik yani tam animal davranır. Dört ayak üzerinde yürür. Henüz dili olmadığından, bağırarak iletişim kurar, saldırgandır. Bağıran ve saldırgan kişi, bu açıdan insanın 0-2 yaş aralığında olan kişidir. İnsanlık da, ilk 3 milyon yılını böyle tam animal yaşamıştır. Dört ayak üzerinde yürümüştür. İletişimi biyolojik organ olan ağızla bağırarak kuruyordu. Dolayısıyla saldırgan kişi, insanlığın 2 milyon yıl önceki dört ayak üzerinde yürüdüğü homo habilis insan aşamasındadır aynı zamanda.

 

“Saldıran kişi, 2 milyon yıl önceki dört ayak üzerinde yürüyen homo habilis ve iki yaşından küçük bebek düzeyindedir.”

 

Homo Erektus

Dil İle İletişim

İnsanlık, günümüzden önceki 2 milyon yıldan itibaren, çocuğun 2 yaş sonrasındaki evresinde olduğu gibi, “homo erektus” olarak iki ayak üzerinde yürümeye, dili icat etmeye ve konuşarak iletişim kurmaya başlamıştır. Bu gelişmeler, Plaistosençağı adı verilen buzulçağda olmuştur. Latince “dik insan” anlamındaki “homo erektus” insanı olmuştur. İki ayak üzerinde yürümekle artık insan, elleriyle iş tutmaya ve farklı aletler yapmaya başlamış oldu. Pratik ve somut düşünerek alet yapıp bunları kullanıyordu. Alet yapan aletler yapmayı da başarmıştır. Ardından dili üretmiştir.

 

“2 yaşından sonra, dil ile değil de bağırmakla iletişim kurmak animallıktır.”

 

Tembellik, Kolaycılık ve Tutuculuk

Toplumsal yok olmanın en önemli nedenleri; tembellik, kolaycılık ve yerinde saymak olan tutuculuktur. Homo Erectus 500.000 yıl yaşadı ama sonunda yok oldu. Yok olmasında “tembelliğin”, “kolaycılığın” ve “tutuculuğun” önemli rol oynadığı tespit edildi. Geleceği düşünemiyorlardı. Onlarda merak duygusu yoktu. Aletlerini yapmak için kamplarının yakınlarında, kolaylıkla bulabilecekleri taşları kullanıyorlardı. Yaşadıkları sahadan kısa bir mesafe uzaklıkta, küçük bir tepenin arkasında kaliteli taşlardan oluşan bir kayalık mevcut olmasına rağmen, tembelliklerinden ve kolaycılıklarından dolayı, tepeye doğru çıkmak yerine yalnızca aşağı doğru yuvarlanan ve orada duran yumuşak taşları kullanmışlardı. Dolayısıyla, sonraki insanlar tarafından kullanılan sert taşlardan alet yapamadılar. Yani bir hayli kalitesiz aletler yapmışlar ve avladıkları da o derece kalitesiz şeyler olmuştur. Yalnızca tembel ve kolaycı değillerdi, aynı zamanda tutuculardı. Hep aynı aletleri ve şeyleri yapmayı sürdürüyorlardı, hiçbir değişim ve ilerleme kaydetmiyorlardı.

 

“Yok olmak istemeyen ve varlığını sürdürmek isteyen toplumlar; mutlaka tembellerin, hazır yiyicilerin, kolaycıların ve tutucuların topluma egemen olmalarını önlemek zorundadırlar.”

Homo Sapiens (Tek Akıllı İnsan)

Yaklaşık 200.000 yıl öncesinden itibaren insanlık, homo erektustan homo sapiense geçmeye başlar. Homo sapiens, somut düşünme yapmaya başlayan biyolojik tek akıllı insandır. İnsanlığın bu evresi, insan yavrusunun 12 yaşına kadarki evresine denk düşer. Bugün de sadece somut düşünen insan hala tek akıllı olan homo sapiens aşamasında demektir. Somut düşünmek; tekil beyin lobuyla otomatik doğal düşünme yapmaktır. Sadece lobla düşünenler, kişiselci olurlar. Çünkü gördüğü şeyi cisimsel olarak algılar, anlamsal ve isimsel olarak algılayamaz.

 

Somut Düşünmek

Animal davranış olan saldırmanın temel nedeni somut düşünmedir. Somut düşünmek için eğitim almaya gerek yoktur, çünkü o, bedende biyolojik olarak mevcut olan nöronlarla yapılır. Somut düşünenler, somut şeylerle yaşarlar. Gerçekleri zihinsel olarak soyut anlamlarla algılayamazlar. Hayatın somut sorunlarını yine somut yollarla çözmeye çalışırlar. Sorunları çözdüklerini sanırlar, ama gerçekte çözmemişlerdir. Kapsamlı yorumları, geriye ve ileriye yönelik akıl yürütmeleri yapamazlar. Geçiştirici (palyatif) çözümler yeğlerler. Geçmişe ve geleceğe bakmak akıllarına bile gelmez. Gelse de, bakma becerileri yoktur. Bu nedenledir ki, böyle toplumların sorunları çözülmez, hatta asırlarca “tekerrür” edip durur. Bundan dolayı somut düşünen toplumlar, “Tarih tekerrürden ibarettir,” derler. Çağdaş insan, sorunlarını soyut düşünme sistemi çerçevesinde çözmeye çalışır ve tarihi, tekerrür olarak görmez.

Anlatıcının söylediği fikirleri anlayamadığından, fikirsel soyut sonuçlar çıkaramaz. Konuyu somutlaştırarak kişiselleştirir. Soyut fikirler değil, kendisinin somut maddi varlığını ortaya koyar. Yani zihinsel tartışmayla çatışmaz, fiziksel döver. Fikirlere kafa ile üretilen yapay fikirlerle değil, doğal aygıt olan ağızla yapılan kişiliğe hakaretle ve hüküm vermekle karşı çıkar. Soyut düşünme yapmayan insanın beyni, hayvanınkinden farklı olmaz. Hayvanlar da somut düşünür, çünkü ide ve fikir üretmesi için beyindeki nörolojik geçiş yolları (reentrance) kapalıdır.

 

“Saldırgan kişi, mutlaka somut düşünen kişidir.”

 

2 Yaş Sonrası Çocuk

2 yaş sonrasında çocuk, bebekliğinde belleğine kaydettiği geçmişe ait bilgileri kullanmaya başlar. Dili yeni kullanmaya başlar. Dil ile iletişim kurmaya geçer. Bu evrede dış dünya, çocuk için duygusal olarak algılanabildiği ölçüde vardır. Nesneleri ancak doğal duygusal olarak algılar. Nesnelere inançlar atfetmeye başlar. Güncel gerçekliği anlamak için imgelem (tasarlama)i yardıma çağırır. İki tasarım arasında kıyaslama yapamaz. Çocuk gördüğünü tanır ve ister. Ancak dört yaşında gayet yeterli bilgiye sahip olduğunu bildiği bir durumu hayal etmeye, imgeleminde iki tasarımı, yani ötekinin bilgilerini ve kendi sahip olduğu bilgileri kıyaslamaya başlar.

 

Şimdi, yeni fikirleri kendisine tehdit olarak gören kişi, 2 yaşındaki çocuğun beynine sahiptir. Çünkü geçmişte belleğine kaydettiği bilgi kayıtlarının egemenliği altında otomatik ve somut hareket ediyor. Sadece onları anlayabiliyor. Beynine daha önce kendiliğinden kaydedilen imgelere inançlar atfediyor. Fakat onları yeni imgelerle kıyaslayarak düşünemiyor. Dilini yeni kullanmaya başladığı için, ancak kulaktan öğrendiği tehditkâr hakaretleri biliyor, dili entelektüel tartışma yapabilecek düzeyde değildir.

 

Sezgisel Düşünme

Mantığını kullanamayan kişi, 2-6 yaş arasındaki beyin gibi, sezgisel düşünme yapabilen kişidir. Sezgi; mantıksal muhakemeye başvurmama olarak tanımlanır. Doğal yapılan somut düşünmelerden biridir. Bu yaşlarda çocuk, mantığı olmadan kuralsızca sezgilerine dayanarak açıklamalar yapar. Çoğu zaman, “rasyonel” olan her şeye karşı gelir. Bilime göre sezgisel düşünme, beynin epifiz bezine yakın bir bölgesinde gerçekleşir. Alnımızın ortası yani kaşlarımızın arasındaki bölgeyle aynı hizadadır. Fikirle karşılık veremeyen ve hakaret eden kişi, sezgisel düşünen kişidir. Kaşlarını çatar.

 

Soyutları Öğretme Yaşı

İnsan beyni, genelde 12 yaşına kadar somut düşünme yapar, soyut düşünme yapamaz. Bu nedenle bu yaşa kadar çocuklara, objelerin maddi-somut bilgileri verilmelidir. Somut varlıklar öğretilmelidir. Tanrı, cin, şeytan, ölüm, ahret ve peri gibi soyut anlamlar öğretilmemelidir. Çünkü çocuk bu yaşa kadar soyut şeyleri algılayamaz.

 

“Hakaretle saldıranlar, kesinlikle sezgisel düşünme evresinde olan kişilerdir. Rasyonel şeylere karşı çıkarlar.”

 

Homo Sapiens Sapiens (Çift Akıllı İnsan)

İnsanlık, soyut düşünme yapmaya başlamasıyla “homo sapiens sapiens” yani çift akıllı insan aşamasına geçmeye başlamıştır. İnsanlığın bu evresi, insanın somut düşünmenin yanında soyut düşünme yapmaya başladığı 12 yaş sonrası ergenlik dönemine karşılık geliyor. Bu evre, biyolojik aklın yanısıra beşeri akla sahip olmaya da başlanan evredir. İnsanlık 50.000 yıl önce girdiği çift akıllı insan aşamasında dinsel inançları ve ritüelleri icat etmiştir. Sanatı da bu evrede icat etmiştir.

 

Soyut Düşünme

İnsanda soyut düşünme, 12 yaş sonrasında, ergenlik dönemi ile birlikte başlar. Bu düşünme öğretilme ile elde edilir. Fakat bugün bile Türkiye’nin hiçbir eğitim kademesinde soyut düşünme öğretilmiyor. Bu nedenle insanımız somut düşünme ile yaşıyor. Soyut düşünemeyenin beyni, 12 yaş öncesindedir. İnsanı, diğer canlılardan ve insanları birbirinden ayıran tek özellik, soyut düşünme yapmaktır.

 

Soyut düşünme; insanın ürettiği beşeri bir düşünmedir. Manevi yani anlamsal düşünmedir. Bir olayı anlamsal olarak farklı, varsayımsal ve değişkenlerle çok boyutlu düşünme esnekliğidir. Beşeri-soyut düşünme ile üretilen bilgi ve fikirlerle kavramsal algılamadır. Analiz, tümevarımla sentez ve çıkarımlar yapmadır. Var olan maddi varlığı, yapay-beşeri anlamsal yani manevi varlığa dönüştürmektir. Sorgulama yapmaktır; neden-sonuç ilişkisini kurabilmektir. Soyut düşünmeyi beceremeyen, aslında hayvanlar gibi, yapılan teknik ve semantik icatları taklitle uygulayabilir ama hiçbir şeyi icat edemez. Pratik bilim yapar, ama teorik ve kuramsal bilim ve felsefe yapamaz. Çünkü anlamı anlamak olan kuram yapamaz. O nedenle de argüman inşa edemez, çocukluğunda sokakta ya da evde kulakla öğrendiği hakaretleri kullanır. İnsan için önemli olan edim, bilgi ve fikir gibi soyut-yapay bir şey icat etmektir. Lojik (akıl olan logosa ait) icatları yapan kişiler, beynini tümden kullanıp çok boyutlu soyut düşünenlerdir.

 

“Soyut düşünen kişi saldırgan olamaz.”

 

Somut ve Soyut

Somut ve soyut kavramlarının daha iyi anlaşılması için biraz açıklamayı gerekli görüyoruz. Somut; varlığın maddi-cisimsel yapısıdır. Soyut ise; onun anlamsal-isimsel yapısıdır. Somut doğaldır, soyut ise insan ürünü yapaydır. Mesela ağaç, doğa ürünü cisim olarak somuttur. Ancak isim olarak ağaç, insan ürünü soyuttur. Soyut manevidir yani anlamsaldır. Bu nedenle bir şeyi anlamak ve ona anlam eklemektir. İnsan da bedensel olarak doğa ürünü somut, isim olarak insan ürünü soyut varlıktır. Bu nedenle insanlık nazarında insanın bedeni değil, insanın ürettiği insan anlamı insandır. İşte insan ne kadar soyut anlam anlıyor ve üretiyorsa o kadar insandır. Somut şeyler doğal duyu organlarına ve duygulara, soyut şeyler ise yapay akıl ve zihin organlarına ve düşünlere hitap eder.

 

Zihinsel Dövüşme

Karşılıklı fikirlerle tartışma yapmak, zihinsel-soyut dövüşmedir. Soyut düşünemeyen insan, davranış konusunda, somut düşünen canlılardan farklı değildir. O nedenle zihinsel dövüşemez, hayvanlar gibi fiziksel dövüşür. Onun akıl çapı, insanın soyut düşünme yapmaya başladığı 12 yaşından küçüktür demektir. Yalnızca duyu organlarına tanıdık gelen ve duyu organları vasıtasıyla kolay elde edilen şeylere ilişkin bir doğal-nörolojik tepkisel davranma kapasitesi vardır. Bu davranış, somut davranıştır. Soyutlama yapamayanların; ayırt etme, karşılaştırma, anlama, dil kullanma ya da sağlıklı biçimde akıl yürütme ve yargılama yetkinliğine sahip olmaları oldukça güçtür. Tartışma yapamayanlar ve hakaret edenler, kesinlikle soyut düşünme yapamıyorlardır.

 

“Soyut düşünebilen kişi, fikirlerle zihinsel çatışır, fiziksel çatışmaz. Somut düşünen kişi, hayvanlar gibi, doğal organlarla fiziksel çatışır.”

DİN İŞPORTACILIĞI

Müslümanların çağdaşlaşmasına en büyük engel, dünyevi kişisel çıkarları ve halkı sömürmek için “din işportacılığı” ya da “din esnaflığı” yapanlardır. Bu kişiler, dinin ritüel mevzuatını ve birkaç tane kelam konusunu ince düşünmeden yoksun kalın çizgilerle tekellerine almışlar, meta yapmışlar satıyorlar. Bu kişiler, ilahiyat alanında ne eğitim almışlar ne de bir sınav geçmişlerdir ne de üzerinde soyut düşünme işlemi yapmışlardır. Bu alanların yetkilileri olan ilahiyat akademisyenlerini, bu metalarına dokundurtmamaya çalışıyorlar. Böylece onların akademik çalışma yapmalarını animal içerikli hakaretlerle sözümona önlemeye çalışıyorlar. Onların derdi, dinin yaşaması değil, kendi din metalarının yok olmamasıdır. O nedenle mamalarına tehdit oluşturan kişileri düşman görürler ve onlarla uğraşırlar, dine tehdit oluşturanları tehdit görmezler ve onlarla uğraşmazlar.

 

“Müslümanlar, çağdaşlaşmak istiyorlarsa, bunu önlemeye çalışan öncelikle akıl çapı iki milyon yıl öncesinde kalmış bu din işportacısı kişileri mutlaka önlemelidir.”

 

Modern Avcı-Toplayıcılık

Bu din işportacıları kişiler, çağımız standartlarında kafasal ürün üretemeyip, dini yiyerek geçinen hatta zengin olan ve kral hayatı yaşayabilen, insanlığın modern avcı-toplayıcılarıdır. Bu kişiler İslam’ın, insanlığın yüzkarasıdırlar.

 

“Türkiye’ye resmi ve özel din işportacılığı egemendir.”

 

Dahili Sömürgeciler

Bütün dinlerin işportacıları, tarih boyunca din ile hep ülkelerinin ve milletlerin en önemli iç sömürgecileri olmuşlardır. Yabancıları hiç sömürememişlerdir. İnsanlarına ahreti ve sadaka vermeyi satarlar, ama kendileri dünya lüksüne ve haksız kazanççılığa çok düşkündürler. Kendi insanını sömürmeye felsefede “ekonomik ensest ilişki” adı veriliyor. Neden din işportacıları hep haksız kazanççı oluyorlar?

 

“Din işportacılarının tek derdi vardır o da; dünyevi makam, mevki, para ve mamadır.”

 

En büyük sömürgecilik, ülkenin arazisini sömürmektir. Bugün Türkiye, ülke arazilerine rant yaptırarak, çoğunlukla yabancılara satarak, kolay ve çok para kazanıp geçiniyor. Yine kolay ve çok para kazanmak için ucuz işgücü olarak ülkeye milyonlarca mülteci alınıyor. Böylelikle ülke, peyderpey bizim olmaktan çıkıyor.

 

Bu işleme, “kendi vücudunu yemek” adı verilir. Bu durum, insanların kendilerini işleyerek ve değerli yaparak kazanç elde etmelerini önlemektedir. Ülke arazisi tükenince, para kazanamamakla karşı karşıya gelinecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.