MÜMİN KİŞİNİN DİNSİZLİK YAPMASININ FELSEFESİ (I)

MÜMİN KİŞİNİN DİNSİZLİK YAPMASININ FELSEFESİ (I)

“Yerde tek adım atmak bir yol yapmadığı gibi tek fikir de zihinde yol yapmaz. Derin bir fiziksel yol yapmak için tekrar tekrar yürürüz. Derin bir zihinsel yol içinse hayatlarımıza egemen olan düşünceleri tekrar tekrar düşünmeliyiz.” Henry David Thoreau (1817-1862)

 

 

Yoğun ve aşırı dinsel simgeselliğin ülke çapında her gün ve günde yirmi dört saat uygulandığı bir ülkede aynı oranda dinsizlik denen hırsızlık, yolsuzluk, haksız kazanç, taciz, tecavüz ve adam öldürmek gibi fiillerin işlenmesinin anlamını felsefi olarak tespit etmeye çalışacağız.

 

Haksız kazanç yollarından biri olduğu için dinin yasakladığı faizin haram olduğunu ısrarla savunan kişi neden hem faiz işi yapar hem de diğer haksız kazanç yollarıyla haksız kazanç elde eder? Her fırsatta başkalarına dinin propagandasını yapan kişi, dinin yasakladığı yalan söylemeyi neden yapar? Namazına titizlik gösteren kişi, kul hakkını neden ihlal eder? Kul hakkı yiyen kişi, namazı gerçekte Allah için mi yoksa çıkar için mi kılıyordur? Allah için kılması mümkün değildir. Çünkü bütün davranışlar, birbirine tutarlı nedene dayanır.

 

Dinsel bir ülkenin basınında çıkan şu haber, “Sayıştay’ın tespit ettiği devasa yolsuzlukların üzerine gidilmemesi, hatta yolsuzlukları yapanların değil de onları tespit eden yetkilinin görevinden alınması,” nedendir?

 

Böyle yüzlerce pratik örneği içeren, “mümin kişinin dinsizlik yapması” konusunu felsefi olarak irdeleyeceğiz. Şunu bilmek gerekir ki, olgu, obje ve olayları sağlıklı okuyup çözümleyerek gerçek anlamını felsefe ortaya koyabilir. Başka hiçbir disiplin bunu ortaya koyamıyor. O nedenle her olgu, obje ve olayın felsefi açılımını filozoflardan okumak gerekir. Neticede felsefe; olgu, obje ve olayı anlayarak tanımak ve tanımlamaktır.

 

“Ezan ve salanın okunmasına ve onları okumadaki aşırı bağırmaya gösterilen aşırı titizliğin binde biri dürüstlüğe gösterilse, o ülkede şikayet edilen yanlışlar yapılamaz.”

 

Hırsızlıkların yapıldığı bir ülkede ezanın aşırı bağırılarak okunması, hırsızlıkları kamufle etmek içindir. Hırsızlığın çoğalmasına orantılı olarak bağırma da artmaktadır. Orada ezan, kesinlikle Allah için okunmuyordur.

 

“Mümin kişinin dinsizlik yapması, güvenilmez karaktere sahip olduğunu gösterir.”

 

AMEL İMANDAN BİR PARÇA MIDIR?

Zihniyet-Davranış Tutarlılığı

Kelam ilminde fikir-eylem ilişkisi, alimler tarafından, “amel, imandan bir cüz müdür?” adıyla tartışılmıştır. Sünni Kelam, amel, imandan bir parça değildir yani iman-amel tutarlılığı gerekmediği düşüncesindedir. Sünni Kelam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre, iman; dil ile ikrar, kalp ile tasdikten ibarettir. Aslında kalp ile tasdik demek, imanla içsel oluşmak demektir. Dil ile söylenmesi, imanın sözel dışavurulması, sadece kalpte kalmaması gerektiğini söylemektir. Malikî, Şafii ve Hanbelî Mezheplerinin iman tarifi şöyledir: Dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve organlarla amel etmektir. Yani pratiği, imanın tanımı arasında görürler. Bütün mezheplere göre amel etmek, imanın tamamlayıcı bir unsurudur ancak, iman etmiş kişi, büyük günah işlese bile dinden çıkmaz.

 

 “Davranışlar, asıl inancın gerçek ifadeleridir.”

 

FELSEFEDE FİKİR-EYLEM İLİŞKİSİ

Potansiyellik ve Aktüellik

Felsefe; fikir-eylem ilişkisini, “potansiyellik” ve “aktüellik” kavramlarıyla ele alır. Aristoteles’e göre varlık; potansiyele ve aktüele göre bölünür. Her şey, sonradan aktüel olmak üzere potansiyeldir. Potansiyellik daima aktüelliği amaçlar. Potansiyelin kendisi, zorunluluk olarak ortaya çıkar. Bu nedenle potansiyellik, kendi başına mevcut değildir. Etkisini gösterdiğinde var olur, çünkü potansiyellik, etki demektir. Zorunlu olarak ortaya çıkmayan potansiyellik, yok hükmündedir.

 

Potansiyellik; bir şeyin pasif bir güç ve kaynak halinde var olmasıdır. Olması, olasılık ve ihtimaldir, fakat açığa çıkmamıştır. “Potansiyel durumda olmak”, salt yokluk ile eylem halindeki varlık arasında orta durumdur. Aktüellik; potansiyel olarak var olan şeyin, aktif eylemsel olarak gerçek bir şekilde açığa çıkması, gerçekleştirilmesidir.

 

KURAN’DA POTANSİYELLİK ve AKTÜELLİK

Kuran’ın, potansiyelliği ve aktüelliği kullandığını ve imanı değil ameli önemli gördüğünü görüyoruz: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” Ankebut, 2. “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” Ali İmran, 142. “Yoksa Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Tevbe, 16. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” Bakara, 155. Kuran, sadece imanla cennete gidilemeyeceğini söyler. İmanın aktüelliğini, sadece ibadetleri ifa etmede değil, bütün davranışlarda arar. Dolayısıyla dindarlık imanda değil, davranışlardadır. Davranış yoksa dindarlığın önemi yoktur.

 

“Dindarlık, uçan uçak gibidir. Arızalandığında kenara çekip tamir etmek imkanı yoktur.”

 

İman ve İslam Ayırımı

Kuran, iman ve İslam durumunu birbirinden ayrıştırır: “Bedevîler, “İnandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama “Boyun eğdik (eslemna)” deyin. İman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Hucurat, 14. Kalp, davranışların yönetim merkezi olarak görülüyor. Davranışları bozuk olanın imanı kalbine inmemiştir.

 

Allah’la Boş ve Anlamsız Bağ

Potansiyel imanlı olup aktüelliğin olmaması, Tanrı’yla boş ve anlamsız iman bağı kurmaktır. Aktüellik, işlevsel bağdır ve potansiyelliğin varlığını deşifre etmek işlevine sahiptir.

 

“Kinetik enerjiye dönüşmeyen potansiyel enerji, “yok (ke en lem yakun)” hükmündedir.”

 

İMANIN FELSEFESİ

Başkasının Dini Yaşamına Karışmak Hastalığı

“Dinsel kişiler, başkalarının diniyle ve donuyla neden çok ilgilenirler?”

 

Dikkat edilirse, dinsel kişiler, başkalarının dini yaşamalarını çok dert edinirler. Habire başkalarına din öğretmeye çalışırlar. Bunun nedeni nedir? Öncelikle bu durum bir sosyo-psikolojik hastalıktır. Genellikle bunu cahil insanlar yapar. Bunu yapmakla cahilliklerini örtbas ederler. Ayrıca çok basit olan dinsel bilgileri çok büyük bilgilermiş gibi, kendisi de onları bildiğinden kendisini alim pozisyonuna konumlandırır. Ayrıca bu basit bilgileri bilmekle kendisini tanrısal-kutsal bir varlık olarak empoze eder.

 

Başkasının diniyle ve donuyla meşgul olmak, mutlaka onda bir kişisel çıkarı olduğundandır. Yoksa başkasının dünya ve ahretini kazanması isteği yoktur. Çünkü geçici olan bu dünya nimetlerini başkasının almaması için binbir türlü entrika çeviren kişi, başkasının ebedi öbür dünya menfaatini elde etmesini istemez.

 

Başkası

İmanın epistemolojik anlamı; inanmak demektir. İnanmak, inanılan şeyle oluşmamaktır. Kişinin, kendisini başkasına bırakmasıdır. Yani dış faktörcü olmaktır. İnanma vasıtasıyla edimde bulunmak demek, kişinin, bir dış faktörle hareket etmesi demektir. Bu nedenle inanan kişi, edimde bulunmada sürekli dış faktörle ilintili olmak zorundadır.

 

Bigayrihi Varlık

Mümin; “başkası ile var olan varlık” olmaktır. Böyle varlık, dışsal faktörle var olan varlıktır. Kendisi olmamışlıktır. Kişilerin, imanlı olmalarını istemek, onların kendileri olmamalarını ve başkası tarafından güdülmelerini istemek demektir. Bu felsefe genellikle, insanları egemenliği altına almak isteyenlerin felsefesidir.

 

Dış Güç

Bigayrihi varlık olan kişi dış güçlerle var olan varlıktır. Kendi öz-güçleri ile var değildir. Çünkü kendi öz-güçleri yoktur. Zaten kendi öz-gücü olmayanlar, dış güçle var olurlar. Bu dış güçler; halkın, tanrının, dış devletlerin ya da kendi devletinin gücü olabilir. Bu güçlere sahip olduklarında gangester, bu güçleri olmadıklarında süt dökmüş kedi kesilirler.

 

“Bigayrihi kişi, var olmadığı halde varmış gibi davranan öznedir. Bedenleşmiş hayalettir.”

Bizatihi Varlık

Öz-Güç

Bizatihi varlık demek; başkası ile değil, “kendisiyle var olan varlık” demektir. Böyle varlık olmak, içsel oluşma ile mümkündür. Kendisi olmuşluktur. Bizatihi varlık, kendi öz gücü ile var olan varlıktır. Bu kişi, dış güce ihtiyaç duymaz. Çünkü dış gücü yoksa da kendisi vardır. Dış güç, kişiden alınsa da o hala vardır. İnsanın bir tek öz-gücü vardır, o da; beşeri zihinsel, entelektüel güçtür. Onu kişiden hiç kimse alamaz ve her gittiğ yerde o güç, o kişi iledir.

 

İMANIN FENOMENOLOJİK ANALİZİ

Fenomenoloji; görüngüler (fenomenler)e bakarak görünmeyen özü  (numen) tespit etmekle meşgul olan bir felsefi disiplindir.

 

“Kişilerin davranışları, karakterlerindeki numenin fenomenidir.”

Gerçek İnançtan Yoksun Olmak

İnandığı halde, inancının aksini icra etmek, kişinin derinliklerinde yani kalbinde gerçek imanın yokluğunun göstergesidir. Fakat neden kişi, imansızlık yapmasına rağmen inançsız olmaktan korkar? Eğer, “suçu işlerim, Allah’ın öbürdünyada vereceği cezayı çekerim,” şeklinde söz söylemesinin gerçekçi olduğunu, dünyada suç işlediğinde cezadan kurtulmak için suçunu itiraf etmesi, ortaya koyar. Ama eğer yakalandığında suçunu inkar ediyorsa, o söyleminde samimi değildir. Peki inancının zıddını yapan kişi neden hala inanıyordur?

 

İmandan Değil, Davranıştan Zevk Almak

İmanının zıddını yapan kişi; inandığı şeyden değil, imanının zıddı olan nesneden haz duymaktadır. İman zihinsel bir işlemdir. İmandan haz duyabilmek için zihinsel zevk almayı bilmek gerekir. Zihinsel zevk, düşünme işlemi ile alınır.

 

“Neden imanlı kişide libidinal duygular ve egotizm Tanrı’dan daha etkili olur?”

 

Aslında İnanmamak

Bahis Oynamak

Böyle bir kişide kesinlikle Allah’a iman değil, içgüdüye iman egemendir. Onda Tanrı değil, nefsi egemendir. Aslında gerçekten inanmıyordur. “Şayet varsa” diye inanıyordur. Buna “bahis oynamak” adı verilir. Yani ahıret varsa, oradaki kayba uğramamak ve oradaki kazançları elde etmek için inanıyordur. Aslında gerçekte inanmadığı halde, şayet öbürdünya varsa, bahis oynayarak orayı da kaybetmemek anlayışıdır. Bu durumda insanı harekete geçiren itki, tanrı değil, çıkar oluyor.

 

 “İman-eylem paradoksundaki kişi, kafir olmadan dinsiz olmanın yolunu arıyordur.”

 

İnancın Varolduğunu Varsaymak

İnancın işe yaraması için, bu inancın nihai bir garantörünün olması gerekir. Fakat bu garantör hep ertelenir, uzakta tutulur. İnancın işlemesi için tam olarak inanan öznenin varolması gerekir. Aksi takdirde bu inanç, varolduğu varsayılan bir inançtır.

 

MENFAATÇİLİK

Çıkara Dayalı İman

Çıkarı için inanan kişinin imanı, çıkara dayalı imandır. O nedenle, din yasaklamış olsa da, çıkarına olan her şeyi yapar. Aslında bu kişinin tanrıya imanı, çıkara dayalı imandır. Allah’a, evreni yaratma becerisini gösterdiğinden hak ettiği için inanma değildir.

 

Meta Fetişizmi

Meta fetişizmi, metaya tapmaktır. Meta fetişistinden Tanrı fetişisti olmaz. Hem meta fetişisti hem de tanrı fetişisti olunmaz. Ya biri vardır ya da diğeri. İkisi bir arada bulunmaz. Buna Mantık disiplininde “üçüncü halin imkansızlığı” kuralı denir.

 

Kar-Zarar Düşüncesi

Yakın Kazanç-Uzak Kazanç

İnandığı şeyi yapmamak, kişide yaptığı işi kar-zarar düşüncesi ile yapmaktır. Yakın kazanç ile uzak kazanç arasında tercihte, yakın kazancı tercih etmek vardır. Yani dünyadaki yakın kazancı, Allah’ın ahrette vereceği uzak kazanca tercih etmektir.

 

İnancın Maddileşmesi

İman-amel zıtlığı, imanla eylem arasındaki devasa uçurumu gösterir. Bu durum, en sevilen şeyin iman değil, çıkarların olması durumunda ortaya çıkar. Eğer iman-eylem, teori-praksis paradoksuna prim veriyor hatta onu cezalandırmıyorsa, toplum da aynı yapıdadır demektir. İnançları uğrunda canlarını verme pahasına icraat yapanlar, aslında inançlı ve kişilikli karakteri içerirler. Tevhit budur.

 

Fantazmatik Boyut

Fantazma, fantezi demektir. Fantezi; hayal, düş demektir. Gerçekte olmadığı hâlde var gibi gösterilendir. Neticede kişinin hayali, onun asıl gerçeği olan şeydir. İmanlı olup yolsuzluk yapan kişinin, asıl gerçeği iman değil, hayalindeki gerçeği olan tam anlamıyla çıkardır.

 

Tilki Kurnazlığı

Buna tilki kurnazlığı adı verilir. Bütün hayvanlar, tuzaklara iki ayakları ile yakalanırken tilki dört ayağı ile kapılırmış. Çünkü bütün hayvanlar temkinli davranarak iki ayaklarıyla tuzağa dalarken tilki, “Hepsi benim olsun,” diye düşünerek kapana dört ayağı ile dalarmış. Kişinin, aslında gerçekten inanmadığı, tilki kurnazlığıyla, “Hem dünya hem de ahret “benim olsun,” diye düşünerek davranır. “Hem sevap hem kebap duble menfaat.”

 

Kuran şöyle der: “Sen, ancak ondan korkanları uyarırsın.” Naziat, 45

 

“Devlet imkanlarıyla kral hayatı yaşamak. Sonradan görme, dininden dönmeliktir.”

Persona Maskesi

Persona sözcüğü, tiyatro oyuncularının çeşitli rolleri canlandırırken taktıkları maske anlamına gelir. Analitik psikolojide bu sözcük kişinin, kendisi olmayan bir karakteri yaşaması demektir. Bir başka deyişle, persona toplumun onayını sağlamak amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da takındığı kimliktir. İman-eylem zıtlığı, persona maskesi durumudur.

 

“Dincilerde din, bütün kötülüklerinin maskesidir.”

 

İşte Türkiye’de din kurumu, dini yaşamada, Türk toplumunun toplumsal persona dini hayat yaşamasına neden olmaktadır. Türk toplumunun, dini, gerçek değil sahte yaşamasının nedeni işte ona dayatılan bu dinsel persona durumudur. Personasının egemenliği altına girmiş kişi ve toplum, kendisine yabancılaşır ve aşırı gelişmiş personasıyla kişiliğinin azgelişmiş bölümleri arasındaki çatışmadan ötürü sürekli bir gerilim yaşar.

 

Dünyevi Ceza Almaktan Kurtulmak

Suçu cesaretle işleyen kişi, yakalanıp ceza çekeceğinde neden suçunu inkar edecek kadar cesaretsizdir? Eğer ceza çekecek kadar cesaretli değilsen, neden suçu işliyorsun ki? Kazandığın şey kadar cesaretli değilsen, o kazandığın şeyi hak etmiyorsundur. Hak etmediğin şey senin olmaz ve sen onunla oluşmazsın ki!

 

Fetişist İnkar

Allah’a inandığını iddia ettiği halde yaptığı suçu inkar eden kişi, fetişist inkar yapmaktadır. Fetişist inkar maddeye tapma nedeniyle yapılan inkardır. Yani Tanrı’ya değil de maddeye aşırı inancıdır. Tanrı’ya değil de maddeye olan aşırı inancından dolayı inkar etmektedir. Allah’ın cezasına fetişist derecede inanmamaktadır. Yaptığı eylemin sorumluluklarını üstlenmeyi reddetmektir.

 

Aphanisis

Felsefeye göre; “Eylem, kendi taşıyıcısını yani failini, radikal bir biçimde dönüştürür. Bir eylemden sonra kişi, daha önceki haliyle aynı değildir. Bu anlamda öznenin, eylemin içinden geçtiği söylenebilir. Özne, eylemin içinde imha edilir ve bunun sonucu yeniden doğar ya da doğmaz. Değiştirmeyen eylem, öznenin geçici bir tutulmasını, aphanisis’ini içerir ama dönüşmesini içermez.” Kişiyi dönüştürmeyen ritüel, aphanasistir.

 

DÜŞÜNME ve İMAN

Zihinsel Boğuşma

Duygular somuttur, Tanrı ise soyuttur. Animal durumda somut, soyuta galip gelir. Soyutu somuta galip getirmek, hümünal soyut düşünme yapabilmeyi gerektirir. İman demek, soyutu somuta galip getirmek ve kişide egemen kılmak demektir. Bunu ancak beşeri zihinsel düşünme yapmakla gerçekleştirmek mümkündür. Çünkü bir şeyle beşeri zihinsel boğuşma yapılmazsa onunla oluşulmaz. Somut düşünme biyolojik-animal, soyut düşünme ise lojik-hümünal düşünmedir. Aslında iman, biyolojik bedende mevcut değildir, soyut zihindedir. Soyut düşünemeyen kişi, iman sahibi de olamaz. Beşeri soyut düşünme yapamayan kişinin imandan kastettiği şey; doğal korku ve umut duygularından başka bir şey değildir.

 

“Yaptığın yardım, ötekini çalışıp kazanmak hazzından mahrum bırakıyorsa, bu yardım ahlaken kötüdür.”

Yüklenmiş, Kes-Yapıştır İman

Zihinsel düşünme işlemi yapmaksızın edinilen iman, “yüklenmiş ya da kes-yapıştır iman”dır. Başkasından taklit edilerek ve duyularak hazır edinilen, indirilmiş, a priori, başkasının imanıdır. Kişinin kendisinin imanı değildir. Bu imana, Kelam ilmi, “taklidi iman” adı verir. Böyle bir imanla oluşmak imkansızdır. Çünkü iman üzerinde zihinsel işlemle boğuşma yapılmamıştır. İnsan, zihinsel boğuşma yapmaksızın edindiği şeyle oluşamıyor. Kuran’ın, “düşünme” üzerinde ısrarla durması, başta Allah’a olmak üzere söylemlerine imanı zihinsele dönüştürmek istemesindendir. Bu imana “tahkiki iman” yani kazanımlı a posteriori iman adı verilir. Kuran, ibadetleri dahi, mesela fiziksel namazı, Allah’la zihinsel ilişki kurmak için bir araç olarak kullanır: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, salatı yap. Çünkü salat, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Ama Allah’ı zikretmek (düşünmek) daha büyüktür. Allah yaptıklarınızı biliyor.” Ankebut, 45. Allah’ı zikretmek, zihinsel düşünme işlemidir.

 

“Gerçek iman, inandığımız şeyde değil yaptığımız şeyde konumlanmıştır.”

 

Sahte İman

Homo dupleks kişiliklerin tek derdi, mahkemeden kurtulmaktır. O nedenle cesaretle ve imanla işledikleri suçlarını yakalandıklarında çok rahat inkar ederler, itiraf edemezler. Onların cesareti ve imanı, yakalanana ve mahkumiyetle karşılaşana kadardır. Onlar gerçek imanlı değildirler. Onlar pseudo yani sahte iman sahibidirler. Onlar yaptıklarının tam tersini söyleyebilir, söylediklerinin tam tersini yapabilir karaktere sahiptirler. İman, tamamen davranışlarla ilgili bir şeydir.

 

“Dindar olduğunu davranışlarıyla değil de söylemiyle göstermeye çalışan kişiden uzak durmak gerekir. Çünkü mutlaka haksız kazanççıdır.”

 

Sokma İman

Türkiye’deki iman, sokma imandır, özümsenmemiştir. Çünkü insanlara iman, dışarıdan enjekte edilmektedir. İman, dışarıdan cd takarak edinilmez. İmanın özümsenmesi, kişinin, imanı zihinsel işlem yaparak edinmesine bağlıdır. Sokma iman, atasözümüzün dediği gibi yedi adım gidiyor. İman, haksız kazanç elde etme imkanı doğana kadar gidiyor ondan sonra yok oluyor. Atasözü: “Sokma akıl yedi adım gider.”

 

“Dindarlık başka, dincilik başka şeydir. Dinin emirlerini uygulamadığı halde mümin olduğunu iddia eden kişi, dindar değil, dinci kişidir.”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.