KUTSAL METİNLERDE BAĞIRMANIN ANALİZİ

KUTSAL METİNLERDE BAĞIRMANIN ANALİZİ

“Sesini alçalt! Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” Kuran; Lokman, 19.

 

Önceki yazımızda Türkiye’de kutsal metinlerin ama özellikle ezanın okunmasında sergilenen aşırı uzatma ve müzik özelliklerini analiz etmiştik. Bu yazımızda üçüncü özellik olan bağırmayı felsefi ve bilimsel analiz edeceğiz.

 

KURAN’A GÖRE BAĞIRMAK

Kuran, bağırmayı “eşek anırması” olarak tanımlar. Ayet şöyle der: “Sesini alçalt. Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” Lokman, 19. Bağırmanın eşek sesine benzetilmesi boşuna değildir. Çünkü eşek; anlayışsızlığın ve kabalığın sembolüdür.

 

“Hz. Peygamber, doğal sesi artırdığından ve bağırmaya neden olduğundan ezanın boru ile okunmasını yasaklamıştır.”

Allah İsmini Kullanarak Bağırmak

Bağırılmasını sevmeyen Allah, kendi isminin bulunduğu ezanın bağırılarak okunmasından hoşlanmayacaktır. Bir de Onun ismini eğerek, bükerek, kıvırarak, yayarak bağırmakla söylenmesini hiç hoş karşılamaz. Bağırmak, kabalıktır.

 

İstanbul’un Aksaray, Laleli ve Yenikapı üçgen bölgesi, Türkiye’nin medeniyet fotoğrafını veriyor. Bütün üçüncü dünya ülkelerinden ipini koparmış herkes orada birbirine karışmış. Aynen onların düzeyinde ezan da sunuluyor. Aynen onlar gibi on, onbeş minareden acayip ve garaip ezan bağırmaları birbirine karışarak yükseliyor. Çağdaş imkanların olduğu ama medeniyet düzeyi düşük bir şehir görünmündeki İstanbul’u üçüncü dünya insanları seviyorlar.

 

 İslam’da Ezan

Ezan okumak Kuran’da yoktur. Fıkıh eserlerine göre; ezan, namazın geçerli olması için gerekli bir farz değildir. Bu nedenle ezan okumaksızın kılınan namaz geçerlidir. Ayrıca ezan; vaktin geldiğini bildirmek yani “ilam” içindir, insanlara duyurmak yani “ilan” için değildir. Nitekim Hz. Peygamber, vaktini o belirlediği ve onu bildirmek için Medine’de sadece kendi mescidinde ezan okutmuştur, Müslümanların yaşadığı Medine’nin farklı yerlerin hiçbirinde ezan okutmamıştır. Yani ezanı sosyal milli kimlik sembolü ve simgesi olarak kullanmamıştır.

 

Sala

Sala, ne Kuran’da ne de Hadislerde vardır. Şiilere karşı sonradan uydurulmuş bir şeydir. Fakat orijinali dört satırdır. Ama Türkiye’de ondört satır okunmaktadır. Orijinalinde bulunmayan eklemeler de yapılmaktadır. Canı bağırmak ve bağırma ihtiyacını karşılamak isteyen kişi, onu, otantikliğini bozarak istediği gibi okumaktadır. Böyle başıboş bir din anlayışı olmaz.

 

“Şehirlerde sala okutmak, şehirleri köye çevirmektir.”

 

Kuran Okumak

Çağımızda her şey gibi din uygulaması da akılcı ve bilimsel düşünme ile yapılmak zorundadır. Fakat Türkiye’de bu durum tam tersinedir. Hala dini, eskinin dozajını arttırarak uygulamaktadır. Aslında Kuran’da çağdaş dinin değerleri vardır. Çünkü Kuran, zaten geldiği dönemde eski kalmış din uygulamasını bitirip yeniyi getirmek amacındadır.

 

Araf Suresi, 204. ayette şöyle der: “Kuran okunduğu zaman, onu dinleyin. Susun! Ki merhamet edilesiniz.” Bu ayete dayanarak Fıkıh Kitapları; Kuran okumanın sünnet ama o duyulduğunda onu dinlemenin farz olduğunu belirlediler.

 

Şimdi hoca caminin içerisinde bağırarak Kuran okuyor. Bu bağırmasını hoparlörle de dışarı veriyor. Sanki camiyi kendi stüdyosu veya sahnesi olarak görüyor. Dışarıdaki insanlar bu okunan Kuran’ı dinlemiyor. Bu durumda dinlemeyen ve onu okuyan günahkar oluyor. Hoca sanki kendisi için değil başkaları için Kuran okuyor.  Aslında hoca başkası için değil, kendisi için Kuran okumalıdır. Kendi okuduğunu kendisi dinlemiyor, başkalarının dinlemesini istiyor. Neden okuyor sorusunun cevabı yoktur.

 

Toplumda şu çelişki de vardır: Toplum, bir Kuran ayetini tuvalete sokmayı büyük günah görürken, dışarıya hoparlörle verilen Kuran’ın tuvaletlere kadar girmesine ses çıkarmaz. Çünkü bunda kendi egemenliğini topluma dayatma çıkarı görür. Halbuki Osmanlı, Kuran’ın, ezanın ve salanın, caminin tuvaletinde bile duyulmamasına dikkat ederdi. Şimdiki ezan, sala ve Kuran, okurken aşırı bağırma yoluyla sadece caminin değil, ülkedeki bütün evlerin tuvaletlerine sokulmaktadır.

 

“İslam’a göre; Kuran, ezan ve sala gibi kutsal metinler, müzikli değil, söylev, söylem ve nutuk üslubuyla okunmak zorundadır. Hiç kimse kutsal metinleri müziğin güfte ve beste malzemesi yapamaz.”

SES ÇEŞİTLERİ AÇISINDAN

Brutal Vokal Sesi

Brutal vokal; insan sesiyle çıkartılan acımasız, sert, vahşi ses demektir. Kaos ortamını andırır. Türkiye’de ezanın okunuş biçimi, bağırarak konuşmalar, brutal vokal sınıfına girer. Herhangi bir malı veya hizmeti megafonla bağırarak satan seyyar satıcı da aynı şeyi yapıyor. İleri ülkelerde gündüzleri seyyar satıcıların veya başkalarının megafon ve benzeri ses yükseltici cihazlar kullanmaları, gece saatlerinde yüksek sesle bağırmaları, insanları rahatsız eden gürültü kirliliği üretmeleri nedeniyle yasaklanmıştır. Türkiye’de gecenin ortasında ve sonunda yasak olan böyle brutal vokal bağırmalar ezan adı altında serbest oluyor. Yani, aslında anormal olan eylemler, din için yapılınca normal sayılıyor. Bu durum, dinin anormal bir din olduğu imajını vermektedir.

Metalik Sesler

Ezan, elli yıl önceden beri, hoparlör icat edildikten sonra metalik okunmaktadır. Ezanın okunuş biçimi, gökyüzünü metalik ses gürültüsü garnitürüyle çınlatmaktadır. Ezanın okunuşunda bir metalik sesler başıboşluğu ve anarşisi vardır. Ezanın bugün okunuş biçimi bir cinnet halidir. Aslında duyulan şey, ezan değil metalik ses gürültüsüdür. Metalik ezan okumayı, İslam’ın orijinal teolojisi, kültürü ve geleneği yasaklamaktadır.

 

Vapurla Üsküdar’dan Eminönü’ne gidiyordum. Denizin tam ortasında öğlen ezanı okunmaya başladı. Boğazın her iki tarafından onlarca camiden ezan okundu. Durumu analiz etmeye çalıştım. Selatin camileri mikrofonların sesini en üst düzeye çıkarmışlar, ekolu ve stereolu onlarca hoparlörler metalik bağırma sesi çıkarıyor. Müezzinler de ayrıca avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Bu selatin camilerinin baskısı altında kalmak istemeyen zavallı mahalle camileri de seslerini duyurmak için onlara nazire yaparak bağırma yarışına girerek yırtınıyorlar. Ortaya bir ses cümbüşü gürültüsü, cinnet hali çıkıyor. Buna doğal kulakların dayanması mümkün değil. Deniz ortasında bile gürültüden kulakları tıkamak zorunda kalınıyor. Ortaya çıkan durum tam bir cinnet hali idi. Turistler, şaşkınlıkla etrafa bakınırlarken diğer taraftan kulaklarını parmaklarıyla tıkıyorlardı. Aralarından biri “Armageddon” dedi, kıyamet kopuyor sandı. Bu yapılan iş, ezan okumak değildir. Ezan, bu değildir.

 

“Bu işi yaptıran yetkili, yaptırdığı işin adını söylemelidir.”

Android Ses

Android, insansı gibi bir anlam ifade eder. İnsanlar tarafından yapılmış insansı makinelere verilen addır. Günümüzde, organik unsurların da kullanıldığı robot biçimini adlandırmakta kullanılır. Ezanda ve salada doğal insan sesi, insana benzer android robotik metalik sese dönüştürülerek kullanılıyor.

 

Şeytanın ve Meleğin Sesi

Teolojiye göre sesler; şeytanın ve meleğin olmak üzere iki türlüdür. Kutsal metinleri bağırarak okumak, şeytanların seslerini verir. Şeytan sesi insanda doğuştan vardır ve eşeğin, mikrofonla anırması imajını verir. Şeytanın sesi, duygusallığın sesidir. Duygusallık insanda doğal olarak vardır ve animaldır. Şeytanın sesini çıkarmak için emek harcamak ve kazanımlı yetilere ulaşmak gerekmez. Verili olan doğal kaynakla çıkarmak mümkündür.

 

Halbuki kutsal metinler okunurken şeytanların değil, meleklerin seslerini vermelidir. Meleğin sesi, duygusallığın değil, duygululuğun sesidir. Duygululuk, doğal olarak insanda yoktur, düşünme ile üretilir ve hümünaldir. Melek sesi, sonradan kazanılan bir beceridir. Meleklerin sesini verebilme becerisine ulaşmak, emek ve eğitim gerektirir. İşte meleklerin sesini edinmek için emek harcamadan ezan okumak, şeytanların sesini verecektir. Burada da ezana saygıda sahtelik vardır. Çok saygı gösterildiği iddia edilen ezanın melek sesiyle okunması için hiçbir emek harcanmıyor. Emek harcamadan gösterilen saygı, verili olan a priori hormonlarla saygı göstermektir. Bu saygı hümünal değil, animal saygıdır. Bugün okunan ezanda suhulet içeren duygululuğun değil, şiddet içeren doğal duygusallığın gücü kullanılıyor.

 

Ezan diye gürültü dinletiliyor. Niye bağırıyorsun kardeşim? Halbuki ezan insanlara suhulet, huzur, sükunet, ferahlık sunmalıdır. Fakat şimdiki ezan ve sala okunuşu insanlara sinir yaptırıyor, kızgınlık ve huzursuzluk saçıyor. Şiddet ve dövüşme öğretiyor. Çünkü ezan ve sala sanki birileriyle ağız kavgası yapılarak ya da birilerini döverek okunuyor.

 

Ölüm Empozesi

Salada kullanılan keşmekeş ölüm müziği vasıtasıyla insanlara her fırsatta ve her gün ölüm empozesi yapılıyor. Bütün gün ülkede vakitsiz okunan “sala” adı altında halka kolektif ölüm teşviki telkini ve propagandası yapılıyor. Yani “ölüm toplumu” üretiliyor. Ölüm toplumundan budünya toplumu üretilemez. Budünya toplumu olamayan toplumun budünyada başarılı olması imkansızdır.

 

Fakat bu ölüm telkinini yapanlar ölmek istemiyorlar. Nitekim 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü gecesi başta DİB Başkanı olmak üzere yüz bin din görevlisi, bütün gece bir saat aralıklarla, milyonlarca insanın uykularını çalan en yüksek sesle bağırarak “sala” okumayı organize etmek bahanesiyle ölümden kaçmak amacıyla dışarı çıkmamışlardır.

 

BAĞIRMA ÇEŞİTLERİ BAKIMINDAN

Esenler, Davutpaşa ve Güngören üçgeninin ortasında bulunan Üniversitemiz Kampüsünde dinlediğim ezan ve sala okumalarının bağırma çeşitlerini ele alacağız.

 

Gulyabani, Yabanadamı Bağırması

Bazı ezan ve sala okunuşlarında özellikle “a” ve “e” harflerinde, gulyabani ve yabanadamı bağırması ve uluması görülmektedir.

 

Kabadayı Narası

Nara atmak; kabadayıca, efece, ama kabaca yüksek sesle bağırıp çağırmaktır. Bu bağırma, rakiplere gözdağı vermek isteyen kabadayı çağrısıdır. Sarhoş narası, en düşük oktavdan en yükseğine, en yükseğinden en alttakine anında çıkmayı ve inmeyi içeren bağırmadır.

 

Kabadayı narası çeşitlerini, DİB Başkanının 2016 yılında kaydettirdiği ezan kasetinde görmek mümkündür.

 

Ustura Kemal Bağırması

Ustura Kemal, 1918’lerde İstanbul’da bir kabadayıdır. “Heeeyt ulaaaan! Var mı bana yan bakaaaan” gibi öyle nara atardı ki insanlar kaçamaz ve korkudan donup kalırlardı. Bu sokak bağırma kültürü, ezanın ve salanın okunuş biçimine aynen taşınmıştır. Özellikle saladaki “aleyk” kelimesi aynen “heeeeyyytt” gibi okunmaktadır.

 

Normalde ahlaki değerlere göre kötü ve anormal olan bu bağırma, maalesef ezanda ve salada uygulanıyor ve normal görülüyor. Anormal ve suç olan bir hareket, hem de devlet eliyle ve güvencesinde din adı altında yapıldığında normal ve legal görülüyorsa, o devletin ve dinin normal ve legal olduğu hiç kimseye kabul ettirilemez. İnsanlığın, hümanistliğe geçtiği bir çağda oral ve sözel kabalıkla icra edilen bir dinin, insancıllığı iddia edilemez.

 

Tuhaf Ses/Alliterasyon

Tuhaf ses; sesler arasında balans bulunmayan sestir. Ani tizden ani kalına anında değişir. Alliterasyon; ses yinelemesi ve aynı sesin tekrarıdır. İşte ezan ve salanın okunuş biçiminde bu ikisi de vardır.

Kakafoni

Saçma sapan, keşmekeş, çığlık atar gibi bağırmalar kakafonidir.

 

Tiz Bağırmak

Tiz bağırmak, yüksek ses perdesi ile olur. Yüksek tiz ses perdesinden bağırabilmek, kadınlık ve çocukluktur. Çünkü bu, çocukların ve kadınların ses tellerinin kısa ve ince olmasındandır.

 

ÇIĞIRTKANLIK, DELLALLIK

Çığırtkanlık ve dellallık; bir olayı, bir haberi aşırı uzatarak yüksek sesle çevreye duyurmaktır. Teknolojinin gelişmediği geçmiş çağlarda bir şey duyurulmak ya da bir yere insanları toplamak gerektiğinde çığırtkanlar ve dellallar sokakları dolaşarak anonsla ahaliyi toplarlardı.

 

Ezan ve sala, bugünkü okunuş biçimiyle, tamamen çığırtkanlık ve dellallığa düşürülmüştür. Ezanda “Heyya alessalah” cümlesi, “Namaza gel, namaza” şeklinde okunmaktadır. Saladaki “aleyk” kelimesi “heyyyyt sen” gibi okunmaktadır. Tıpkı, otogarda yolcu çağıran çığırtkanlar gibi. Ya da lokantanın önünde müşteri kapmak için çığırtkanlık yapan gibi. Ya da semt pazarlarındaki pazarcılar gibi. Hepsi müşterinin sadece kendisine gelmesini istediği içindir. Böyle çığırtkanlık, dünyanın başka hiçbir ülkesinde yapılmıyor ve kanunla yasaklanmıştır Türkiye’de de kanunla yasaktır.  Ama dinde serbesttir. Dolayısıyla çığırtkanlık Türkiye’nin dini karakteri yapılmıştır sanki. Bir hoca düşünün, başkasını rahatsız etmeyi hiç düşünmeden istediği yüksek sesle kamuya açık alanlarda ortalıkta çığırtkanlık yapabiliyor bu ülkede. Böyle bir ülkeye ve dine çağımızda çağdaş insanlık, normal gözüyle bakmaz.

 

Neden Çığırtkanlık Yapılır

Neden müezzinler, çığırtkan olmayı ve çığırtkanlığı çok seviyorlar? Menfaatçiliktendir. Kişisel dünyevi çıkarı olduğu içindir. Çağırdığı kişinin çıkarı için yapmaz. Bütün camiler, cemaatin kendisine gelmesini istiyor. Başka camilere gitmelerini istemiyor. Çünkü namazın sonunda camiye yardım toplayacak ve onu istediği gibi harcayacak. İstediği gibi harcayabileceği bir paraya ulaşabilmenin tek yolu namaz çığırtkanlığı yapmaktır.

 

“Halka ver ezanı, al elindeki kazanı.”

TEOLOJİK AÇIDAN HOPARLÖRLE OKUMAK

İslam Açısından Çelişki

Ezanın bugünkü hoparlörle okunuş biçimi; İslam teolojisi açısından yanlışlıklarla doludur. Her şeyden önce Hz. Peygamberin istediği ezan okunuş biçimi manuelliktir, yani doğal sesle okunmasıdır. Çünkü o, sesi metalikleştirdiği için ezanın boru ile okunmasını yasaklamıştır.

 

Minare “ateş yakılan” yer demektir ve Ateşetapan Mecusilerden alınmıştır. Fakat minare, ezanı yüksek yere bedensel ayaklarla çıkıp okumak içindir. Bu nedenle asansörle minareye çıkmak da geçerli değildir. Tıpkı, Kabe’yi tavafı, Safa ve Merve arasındaki “say” gibi ibadetleri yürüyen merdivenle yapmanın, namazı teknolojik aletlerle kılmanın geçerli olmaması gibidir. Namazın sandalyede bile kılınmasına cevaz vermeyen DİB Başkanı, ezanın mikrofonla ve minareye çıkmadan okunmasını teşvik ediyor.

 

Endosomatik ve Ezosomatik

Endosomatik, bir canlının bizzat kendi bedeninin parçası olan içsel aygıtı kullanmasıdır. Ezosomatik ise, canlının, bedenine yabancı bir aygıtı kullanmasıdır. Hz. Peygamber’in, ezanın doğal sesle okunmasını istemesi onun endosomatik olduğunu, boru ile okunmasını yasaklaması ise ezosomatik olmadığını gösterir. Ayrıca ezanın müzikle ve bağırarak okunmasını değil, sadece söylev olarak söylenmesini istemiştir. Türkiye, ezanı hoparlör gibi dışsal bir cihazla okuması nedeniyle ezosomatiktir. Bu açıdan da İslam’a terstir. Yani Türkiye’nin her şeyi olduğu gibi, ezan okuyuşu da İslam’la zıtlık içerir.

 

AHLAK FELSEFESİ AÇISINDAN

Ahlak; kişilerin, başkalarıyla ilişkilerini düzenleyen disiplindir. İlişkilerin temelinde başkasına saygı göstermek ve onu rahatsız etmemek vardır, davranışlarda insani değerler bakımından kaliteli olmaktır. Bu kaliteye Hödomonya/Eudaimonia denir. Ezanın okunuş biçimi, hödomonya açısından da çok değersizdir.

 

Kabul Edilemezin Kabul Ettirilişi

Ahlaki açıdan kabul edilemez bir durumun kabul ettirilmeye çalışılması etik paradokstur. Türkiye, İslam ahlakının kabul etmediği bir ezan okuyuş biçimini din kamuflajıyla kabul edilir yapmaya çalışıyor.

Allah’la Dalga Geçmek

Ezanı bağırarak ve uzatarak okumakta dalga geçmek vardır. Ezanı Allah’la dalga geçer gibi (haşa) okuyan kişi, bu cesareti ve yetkiyi nereden alıyor? Allah’tan almadığı kesindir. Allah buna ne diyor diye bakıyor mu? Allah’ın bu konuda ne söylediği, dalga geçenin umurunda bile değildir. Aslında bu kişi, tanrıya inanmıyordur. Allah’ı kendi dünyevi nefsi çıkarları ve tatminleri için kullanıyordur. Allah’ı hor ve nefsi istediği gibi kullanan kişi Allah’a inanmıyordur. Çünkü kendi isminin bile böyle söylenmesini hoş karşılamayan insan mantığı, böyle davranan kişinin Allah’a inanmadığı sonucunu çıkarır.

 

Biri, birisini, ismini eğerek, bükerek ve kıvırarak, uzatarak ve bağırarak çağırsa, isim sahibi, “dalga mı geçiyorsun?” diyerek kızar. İsminin, ezanda böyle okunmasından dolayı Allah’ın kızdığı kesindir. Dalga geçme anormaliteliğinin din adı altında normal görülmesi, o toplumun din ve tanrı algısının anormal olduğuna dair insanlık entelektüel piyasasında kanaat oluşur. Ezanda bir tek harfte dakikalarca ağzı, dikey ve yatay yayarak, kıvırarak, eğerek, bükerek bağırmalı doğaçlama nağmelerle Allah’ın ismi aşırı miktarda uzatılarak söyleniyor. Bu tavır, dalga geçme durumuna düşmektir. Ezan okurken, “a” sesli harfinde fireni boşalan kamyon gibi, nefsinin arzusunun coşkusuna kapılarak kontrolsüz kaptırıp gidiyor.

 

“Ben” simgesi, aktörün karakterini ve erdemini gösterir. Dini aktör, ahlaken herkese örnek ve herkesten daha çok ahlaka dikkat eden ahlaksal yetiye sahip olmalıdır. Ahlaki açıdan kabul edilmeyen davranışlarda bulunmamalıdır.

 

BAŞKASINI RAHATSIZ ETMEK

Ezan okumada en önemli negatiflik, başkasını sözlü rahatsız eder şekilde okunmasıdır. Ezan okurken başkasını rahatsız etme özgürlüğü nereden alınıyor? Her şeyden önce bir kişi, başkasını rahatsız etmeyi düşünmüyorsa ondan din adamı olmaz. Medeni insanlar, bir şey yapacakları zaman, dinin de emri gereği olan, “Sizi rahatsız ediyor muyum?” diye sorar. Ezan okurken başkasını rahatsız etme tutumu; bir insanın, başta insanlar olmak üzere başka bir canlının ziyanına karşı sevinç duymasıdır. Bu davranış, medeni toplumda olumsuz bir davranış ve psikolojik hastalık görülür. Bu tutumu gösteren insanlar, ruhsal sorunlara sahiptirler. Bu tutum, bencilliğin ve ego karmaşasının bir ürünüdür. Bağırmada kendisini kontrol edemeyen kişiden din adamı olmaz.

 

Başkasını Rahatsız Etmek Kavramının Yokluğu

Biyo-din Anlayışı

Başkasını din için rahatsız etmemeyi düşünmemek, Biyo-din anlayışından kaynaklanır. Biyo-din anlayışı, dini bedensel eylemlerden ibaret görmektir. Dini; bedene ve bedensel duyu organlarına hitap ederek işlemektir. Bu anlayış, dini biyolojik görmek ve din nedeniyle başkasının bedenine hükmetmektir. Devletin görevi; insanların rahatsız edilmelerini önlemek iken devlet görevlilerinin kendileri, insanları rahatsız ettiği bir devlet anlayışı bu çağda çağdışıdır. İnsanlara insanları rahatsız etmemeyi öğretmekle görevli resmi din adamları başka herkesten daha çok insanları rahatsız ediyor. İnsanları rahatsız etmeyi önlemekle görevli devletin polisi, gece yarısında arabasının sirenini bağırtarak ve kornasını çalarak başkalarını herkesten daha çok rahatsız edebiliyor bu ülkede. Başkasını rahatsız etmeyi düşünmeyen kişi, beşeri-hümünal düşünmeyi yapmayan kişidir. Animal düşünme yapan din adamlarına sahip olması, bir din için en büyük şansızlıktır.

 

Bir DİB Başkanı ve dinadamı düşünün; gecenin saat dördünde, apartmanlarla minare arasında beş metre mesafe var, aniden ve apansız en yüksek sesiyle bağırarak ve ses seviyesi en yüksek açılmış, ekolu ve stereolu hoparlörlerle dakikalarca bağırarak ezan okuyor veya okutuyor. Namazla mükellef olmayıp uyuyan çocukların ürkerek uyanmalarını, yaşlıları, hastaları, hatta ezanın kendilerine hitap etmediği normal insanları, sesin apartmanlarda yaptığı aşırı yankının ne denli rahatsız ettiğini düşünmüyor veya düşünemiyor. Böyle din adamı olan dinin, insancıl bir din olduğuna hiç kimse inanmaz. Çağımızda düşünmeyen kişi, ne insan ne medeni ne de dindar olabilir. Çocuklar, bu bağırmadan korktuklarını söylüyorlar. Ansızın bağırarak başlanılan ezan, herkesi ürkütüyor.

 

Başında insancıl olmayan bir başrahibin olduğu bir din hangi İslamofobiyi giderebilir? Şimdi ambulans şoföründen, egzosunu bağırtan sürücüden farkı olmayan başrahip, onlara nasıl başkalarını rahatsız etmemeyi öğretecek? Zaten vaazlarda başkasını rahatsız etmemekten söz etmiyorlar. Bağırarak ezan okumada, başkasını rahatsız etme ve başkasına bundan rahatsız olma özgürlüğü tanımama hakkını kendinde görmektir. Bu hak, nereden alınıyor? Dinden mi alınıyor? O zaman dinde de bu hastalıklar var demektir. Aynı şekilde, ibadet eden kişi, ibadet etmeye giderken ve ibadet ederken başkasını rahatsız etmek hakkına sahip görür kendisini. Bu ne biçim ibadettir? O zaman dinin, huzur ve sukun sağladığı iddia edilemez.

 

ŞİDDET BAKIMINDAN

Oral Şiddet

Başkasını rahatsız etmenin en kötü yolu şiddet uygulamaktır. Bağırmak; baskı, stres ve gürültü sözlü/oral şiddettir. Oral şiddet; düşman gördüğüne veya istemediği bir şeyi yaptırmak istediği kişiye baskı uygulamak içindir. Bu toplumda eline bir imkan geçiren, toplumunu bağırma ile oral dövüyor. Eline siren geçiren ambulans ve diğer araçların sürücüleri de toplumunu bağırmayla dövüyor. Bazıları, aracının susturucusunu çıkarıp egzosunu bağırarak baskı ve şiddet uyguluyor. Düşünme işlemi yapamadığından kafası ile başkalarını etkileyemeyen, ellerini de kullanıp şiddet uygulayamayan, bağırmakla şiddet uygular.

 

Bir din düşünün ki; Kuran okunması, vaazları, ezan okunuşu gibi bütün hizmetleri bağırmakla icra ediliyorsa o ülkede şiddet yaygın olacaktır. Bağırarak ezan okumak, ülke çapında devlet eliyle yaygın ve örgün sözlü şiddet eğitimidir. Şiddetin devlet eliyle empoze edildiği bir toplumdan şiddetin sadır olmasından şikayet etmek çelişkidir ve samimiyetsizliktir. Bu şikayet sonuç vermez. Bu şifahi şiddet, toplumun alt katmanlarında fiziki şiddete evrilecektir. Doktora, geç geldi diye ambulansa, itfaiyeye, kocanın karısına, hocanın öğrencisine, trafikte sürücüler birbirine fiziki şiddet uygulamaları önlenemez. Soruna temelinden bakmak gerekir, sonuçları ve sonları gidermeye çalışmakla bu hastalık tedavi edilemez.

 

Sabahın köründe herkes uykuda iken stereolu ve ekolu hoparlörün ses ayarını sonuna kadar açıp kendi sesini de avazı çıktığı kadar bağırarak ezan okumak bu çağda nasıl izah edilebilir? Ezanda oral, sözlü şiddet için kullanılan “Allahu Ekber” cümlesi, silahla uygulanan fiziksel şiddet için kullanılacaktır. Sözle şiddetin marş malzemesi yapılan “Allah, Resul, Muhammed”, insan öldürmek için bayrak malzemesi yapılacaktır.

 

Ezanın okunuş biçimi; okuyanların ve buna müsaade eden yetkililerin, bunu kabul eden dinleyenlerin, dolayısıyla bir toplumun kolektif din anlayışını yansıtır. Dinin şiddet içerikli oluşu, toplumun şiddet düşkünü olduğunun göstergesidir.

 

Çağımızda bir toplumda yapılan işler, hele de devlet eliyle yapılıyorsa mutlaka şu özellikleri içermelidir: İnsanların “beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu sağlığına uygun olmak. Sağlam bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne sahip kılmak. İnsan haklarına saygılı olmaktır.” Hiç kimseyi rahatsız etmemek. İşte devletin ezan okutuş biçimiyle, ezanla ilgili olan ve olmayan herkese tümden zorla uyguladığı eğitim şiddet eğitimidir. Topluma gerginlik eğitimi verilmektedir.

 

DİL FELSEFESİ AÇISINDAN

Arapça Alfabe ve Bağırmak

Arapça’da “elif”, “vav”, ve “ya” gibi uzun sesli ve diftong harflerinin bulunması uzatarak bağırmaya çok müsaittir. Fonolojik olarak, insanlar arası iletişimin ağızla ve bağırarak yapıldığı bir dönemde bağırmada uzatma harfleri önemli rol oynar. Mesela yabanadamı, gulyabani sesleri Arapça alfabe ile çıkarılabilir. Arapça, doğuşu itibariyle, mensup olduğu Sami diller gibi, insanlığın oldukça erken bebeklik ve çocukluk dönemlerinde üretilmiştir. İnsanlığın oral dönemine rastlar. Oral dönemde iletişim bağırmakla yapılırdı. Dolayısıyla Türkçeye nazaran daha doğal dildir. Çünkü Türkçe alfabe, insanlığın insani gelişiminin çok daha sonralarında doğmuştur, bu nedenle daha medenidir. Türkçe alfabesi bağırmaya, haykırmaya müsait değildir.

 

Dilin Öldürülmesi

Bağırmak, dilin öz anlamını ve temsil ettiği kimliği öldürmektir. Dili öldürmek, öldürülen kelimeyi gerçekliğin dışına atmaktır. “Allah” ve “Muhammed” kelimelerinin bağırılarak okunması, onların gerçekliklerini öldürmektir.

 

Dil ve İnsan

İnsanı hayvandan ayıran şey dildir. Dil, insanın psikofizik yapısında olan doğuştan gelen doğal bir veri değildir. Tarihsel bir üründür. Dil öğesi çıkarılacak olursa, insan ile hayvan arasındaki farkı doğuran, hayvanla insan arasında köprü görecek bir konuşmayan insan (homo alalus) doğar. Bu durum; insanın hayvanlaşması, bir insan-hayvan olmasıdır. (Giorgio Agamben, Açıklık, 41) Bu, Farabi’ye göre hayvanımsı İnsandır.

 

KANUN AÇISINDAN EZANIN OKUNUŞ GÜRÜLTÜSÜ

Devletimiz, çağdaş insanlık felsefesini, hem Anayasa’ya hem medeni hukuka almıştır. Anayasamızın 56/1. maddesine göre “herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”  Yine 17. maddesinde “herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Maddeler, sadece ezana inananları değil, ona inanmayanları da içerir.

 

Benzer bir düzenleme, “Gürültü” başlıklı 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 22’nci 36. maddelerinde yer almaktadır. Buna göre; “Başkalarının huzur ve sükûnunu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye, elli Türk Lirası idari para cezası verilir.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmının yedinci bölümünü oluşturan “Hürriyete Karşı Suçlar” arasında 123. maddede kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu düzenlenmiştir. 183. maddesinde düzenlenen gürültüye neden olma suçu da şu şekildedir: “İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.”

 

Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 14’üncü maddesinin “şehir ve kasabalarda gerek mesken içinde ve gerek dışında saat 24’ten sonra her ne suretle olursa olsun civar halkının rahat ve huzurunu bozacak surette gürültü yapanlar polisçe menolunur,” seklinde fıkra vardır.

 

Çevre ve Orman Bakanlığı, 4 Haziran 2010, Cuma, Sayı: 2760 ile “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği”ni çıkarmıştır. Bu yönetmelikte Diyanet’e de ezan okumada kanunlara uyulmasını sağlama yükümlülüğü getirmiştir. Madde 8b) “Diyanet İşleri Başkanlığı; dini tesislerde ses yükseltici kullanımından çevreye yayılan sesin kontrolüne ilişkin esasların belirlenmesiyle, ilgili hususlarda gerekli tedbirleri alır.” Maddesi ile Diyanet’e ezanların gürültü rahatsızlığını önlemesi görevini vermiştir.

 

Fakat Başkan, İslamistliği ve belli kesime yaranarak kişisel çıkar elde etmek gibi nedenlerle, milyonlarca insanın rahatsız edilme günahını ve suçunu hiç sıkılmadan bu görevini ihlal ederek işlemektedir. DİB Başkanı suç işliyor, bürokrat anarşik davranıyor; kanun, nizam dinlemiyor. Fakat Türkiye’de din adı altında suç işlemek erdemlik görülür.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, gerek sağlıklı bir çevrede yaşamak gerekse gürültüye maruz kalmama hakları, Sözleşmenin 8. maddesi kapsamında ele almıştır.

 

Şiddet Uygulamak Suçtur

Bir insanın başka birisine çeşitli biçimlerde istemediği şeyleri yapmaya zorlaması, yani şiddet kullanması, çeşitli yasal düzenlemelerle yasaklanmıştır. TCK kapsamında da değerlendirilmektedir. Yasanın 477. maddesine göre; “her kim idaresi altında bulunan veya büyütmek, okutmak veya bir meslek ve sanat öğretmek için kendisine tevdi olunan şahsın üzerinde haiz olduğu terbiye etmek hakkını veya itaat ettirmek salâhiyetini suiistimal ile o şahsın sıhhatini muhtel veya bir tehlikeye maruz olmasına sebep olursa onsekiz aya kadar hapsolunur”. Aynı yasanın 478. maddesinde ise, “12 yaşına kadar olan çocuklara fena muamelede bulunanlar otuz aya kadar hapsolunur” denmektedir. 12 yaşındaki çocuklar, namazla mükellef değildir. Onlara ezanı zorla dinletmek, bu kanuna göre suçtur. Türkiye nüfusunun % 30’u yani 25 milyonu çocuktur.

 

DESİBEL AÇISINDAN

Desibel, ses şiddeti birimidir. Sesin havayolu ile yayılmasında havadaki gaz moleküllerinin titreşimi ile atmosferik basınçta meydana gelen değişiklik, ses şiddeti olarak adlandırılır. Birimi desibel (dB)dir. 80 dB, yüksek sesle konuşmadır. 90 dB, kuvvetlice bağırmadır. 140 dB ağrı eşiğidir. Ses seviye üst sınırı 85 dbA’dır. İstenmeyen düzeydeki sese gürültü denir. 80 db (A) gürültüdür ve bu aşıldığında kulak koruyucuları kullanılmalıdır. Normal insanın konuşması 50-60 desibel gücüne eşittir. Ezan ve sala, en az 200 desibelle okunuyor.

 

Dış faktörler de ayrıca, ses dalgalarının hızı üzerinde bir dizi etkiler yaratır. Örneğin rüzgar, sesi uzaklara taşır. Gece ve gündüzün sıcaklık farkları da ses dalgalarını etkiler. Bir tek ezan böyle hava şartlarında en az on kilometrelik bir alanda etkili oluyor. Her kilometrede bir ezan okunduğunda doğan ezan gürültü kirliliği tahammül edilmez hal alıyor.

 

SOSYOLOJİK AÇIDAN

Bağırmak, bir ülkenin kolektif bilincini, bütün toplumsal özelliklerini, sanatını, insancıllığını, din anlayışını, ahlakını, siyasal ve sosyal zihniyetini ifade eder.

 

Bağırma Toplumu/ Zoon Akustik

Ezan, ilahi, kaside, Kuran neden bağırılarak okunur? Vaazlar neden bağırarak verilir? Cumhurbaşkanı, Başbakan, Parti başkanları, milletvekilleri Meclis’te, diğer konuşmacılar neden bağırırlar? Arabalar egzoslarını, ambulanslar sirenlerini neden son seslerini kullanarak bağırtırlar? İnsanlar bütün işlerini neden bağırarak yaparlar? Türkiye neden bağırma toplumudur? Çünkü toplumda toplumsal egemen davranış biçimi bağırmaktır. Toplumsal bağırmak, toplumun bağırma toplumu ya da zoon akustik olduğunu gösterir.

 

“Kutsal metinlerde bağırmanın meşrulaştırılması, bağırmayı toplumun nazarında suç olmaktan çıkarır.”

 

Gürültü kirliliği Açısından

Gürültü kirliliği veya diğer adıyla ses kirliliği, insan veya hayvan yaşamını olumsuz etkileyen, dengesini bozan her türlü insan, hayvan ya da makine kaynaklı ses oluşumudur. Gürültü olarak adlandırılan her türlü ses, insan sağlığını fizyolojik ve psikolojik olarak bozar. İstenmeyen bu sesler sinir, saldırganlık, hipertansiyon, yüksek stres, kulak çınlaması ya da kulak uğuldaması, duyma kaybı, uyku bozuklukları gibi pek çok sonuç doğurabilir. Bu sonuçlar içinde, stres ve hipertansiyon ciddi sağlık sorunlarına kapı açabilirken, kulak çınlamaları ve uğuldamaları unutkanlığa, ciddi ruhsal bunalımlara ve kimi zaman panik ataklara neden olabilir.

 

Akustik Gürültü Açısından

Yüksek seviyeye ulaşmış elektronik cihazlarla yapılan herhangi bir ses, akustik gürültüdür. Buna endüstriyel gürültü ya da insan yapısı gürültü de denilmektedir. Fabrika, atölye, trafo merkezi ve benzeri elektrikli araç kullanan tesislerin yol açtığı gürültüdür. Endüstriyel bölgeler ve kent merkezlerinde en büyük gürültü bu gürültüdür. Türkiye’deki elektronik mikrofonlarla yüksek seviyede sesli ezan okunuş biçimi, akustik gürültü doğuruyor.

 

Çok Sayıda Ezan ve Şebeke Gürültüsü

Aynı anda çok sayıda ezanın elektronik ses aletleriyle yüksek sesle okunuşu, ezanların birbirine karışmasıyla şebeke gürültüsü doğuruyor. Ezan okunmasındaki karmaşada görüldüğü üzere, ülkenin sistem koyamadığını görülmektedir. Ezanı okumak ağızla yapılan doğal vergi bedensel bir iştir, sistem koymak ise kafa işidir. İşte Türkiye, işlerin kafasal boyutunda acizdir.

Çağdaşlık

Türkiye çağdaşlaşmak istiyorsa, öncelikle toplumsal bağlarını; din, mezhep, etnisite, cinsiyet, sosyal ve ekonomik tabaka, ideoloji gibi çağımız öncesi unsurlar yerine çağımızın “insancıllığı” unsuru ile oluşturmalıdır.

 

Çağımızın toplumsal bağı, kültürel farklılıklara yer vermektedir ama insancıllığa aykırı davranış farklılıklarına yer vermemektedir. Yani kültürel heterojenlik ama davranış homojenliği gerekir. Nitekim Batı’da bile farklı kültürlerin, kendi bölgelerini oluşturmalarına, restorantlar açmalarına müsaade edilmekte ama medeni olmayan davranışlara izin verilmemektedir. Çağımızın tek homojen ve sabit kimliği, insanlığın çağımızda akılcı ve bilimsel düşünüş biçimi ile ürettiği “hümanizm”dir.

 

İnsanlık nereye, Türkiye nereye gidiyor. İnsanlık, dünyada gidilebilecek ileriyi bitirmiş, uzaya gidiyor. Türkiye, dünyanın yarı yolunu dahi gidememiş, geçtiği yolu geri gidiyor.

 

Ramazan Davulu

Bir din algısı düşünün, bütün ibadetlerinde başkalarını rahatsız eden gürültü içeriyor. İdare hukukunun temel kavramlarından birisi “kamu düzeni” kavramıdır. Medeni bir toplumda kamu düzeni, “bireylerin güvenlik, huzur ve sağlık içinde yasamaları durumu” olarak tanımlanır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, kamu düzeni kavramının “kamu güvenliği”, “kamu huzuru” ve “genel sağlık” olmak üzere üç unsuru vardır.

 

Ülkemizde Ramazan aylarında geceleri, saat 03.00’te sokakta davul çalınmakta, özellikle de davulcu, pencerelerin altına gelince tokmağını daha güçlü vurmaktadır. Keza sabah saat 05.00’te ekolu ve steorolu hoparlörle okunan sabah ezanı bebeğinizi uyandırabilmektedir. Örnekleri çeşitlendirmek mümkündür. Bu rahatsızlık vermeler din adı altında yapılmakta ve sonra da çıkıp dinimizin insanları rahatsız etmemek için var olduğu safsatası hiç utanılmadan söylenmektedir. Bunu söyleyenler, maalesef ülkemizde dinin en üst makamlarına gelebiliyor.

 

EVRENSELLİK AÇISINDAN

Şimdi bir DİB Başkanı düşünün ki, bu gürültü ve insanları rahatsız etme suçlarını işliyor, bu kişi hangi yüzle insanlara ahlaklı ve dürüst olmalarını, kul hakkı yememelerini, başkalarını rahatsız etmemelerini söyleyebilir ki! Halkını kandırabiliyor ama dünya entelektüel kamuoyunu kandıramadığı için onlar, İslamofobiye ve ezanofobiye kapılmaktadırlar.

Ezanofobi

Türkiye’de ezanın okunuş biçimi, ezanofobiyi doğuruyor. Çocuklarımız bile, bu bağırmadan korktuklarını söylerler. Ansızın bağırarak başlanılan ezan, herkesi ürkütüyor. Sadece bu sebep bile Türkiye’nin AB’ye üç bin yılda girememesine yeter çağdaş nedendir. İnsanlara huzur ve sükun vermesi beklenen ezan; huzursuzluk, şiddet ve baskı unsuru kişiliksizliğine düşürülmektedir. Böyle kötü hasletlerin kullanıldığı bir dinin, insanlara iyi ahlaki hasletler öğretebileceğini bugünün insan akıl çapı rasyonel görmez.

 

İslamofobi

Başkasını rahatsız etme gibi sonuçlar doğuran ezan ve salanın mikrofonla aşırı bağırarak ve uzatılarak okunuş biçiminin sözlü şiddet doğurması, din adı altında sözlü ve fiziki şiddet uygulanabileceğini gösterir. Bu durumda, Müslüman olmayanların İslamofobi korkusuna kapılmaları haklılık kazanmaktadır. Aslında yabancıların İslamofobi değil, Müslümanofobisi vardır. Böyle İslamlı olmayıp, İslamcı dinin olduğu bir ülke bu korkuya malzeme sağlamaktadır. Yani DİB Başkanının, bu uygulaması Fenomonelojik okununca, “İslam için sözlü ve fiziki şiddet uygulanabilir” numenine sahip olduğunu dışavurmaktadır.

 

“Hem İslam adı altında ezanla, çocuk ve bebekler dahil hiçbir birey hariç tutulmamak üzere, gecenin ortasında, ulusal çapta işitsel şiddet uygulamak, hem de İslam’ın şiddet dini olmadığını iddia etmek Psikolojiye göre manyaklık, Mantık disiplinine göre ise saçmalıktır. Böyle bir durumda olan özneye insanlık değer vermeyecektir.”

SİYASET FELSEFESİ AÇISINDAN

Gösteri Toplumu/Yoğun ve yaygın Gösteri

Guy Debord (1931-1994), gösteriyi yoğun ve yaygın olmak üzere ikiye ayırır. Yoğun gösterinin toplumun ufak bir kesimini, yaygın gösterinin ise toplumun büyük bölümünü etkisi altına alacağını ileri sürer. Ezanın aşırı bağırılarak okunmasında yaygın gösteri ile toplumun bütünün egemenlik altına alınması amacı yatar. Ezanın bu okunuş biçimi ayrıca, Allah için değil, tamamen toplumu egemenlik altına alarak sömürmek amaçlıdır.

 

Dini, toplumda gösteri olarak kullanmak, İslam’ın kabul etmediği bir durumdur. Çünkü bunda toplumu zorla etki altına almak amacı vardır. Bu durumda özgür irade devre dışı kalır. Halbuki İslam, kişilerin hiçbir dış baskı olmaksızın kendi özgür iradeleriyle inanmalarını ister.

 

Ezanda Dayatma Tahakküm

Ezanın okunuş biçiminde, bir ideolojinin tahakkümünün topluma dayatılması vardır. Ezan örneği, Türkiye’de eline resmi olanak geçiren kişilerin zihniyetlerini, zevklerini ve kendilerini başkalarına “dayatma” ve tahakküm histeri hastalığına sahip olduklarını gösteriyor. Sevdiği müziği ve zevkini, avazı çıktığınca bağırarak herkesi egemenliği altına alıp başkalarına dinlemelerini dayatmak gibidir. Başkasının, bundan rahatsız olma lüksü yoktur. Şikayet edeceğiniz bir merci de yoktur. Merci vardır ama sonuç kesinlikle alınamaz. Şimdi bu insanlardan demokrasi olmaz.

 

DİB Başkanının İkiyüzlülüğü

Diyanet’in yayın organı Diyanet Tv’de 1.8.2016 tarih ve 17.45 saatinde bir program yapıldı. Programda konuşmacı bayan, yüksek sesle ve bağırarak konuşmanın kabalık ve medeniyetsizlik olduğu, kavgacılık içerdiği, kendisiyle ilgilenilmesinin istendiği gibi özelliklerini sayarak kötülüğünü anlattı. Dinimizin, bağırmayı yasakladığını söyledi.

 

Fakat dinin yasakladığı bu bağırma fiilini herkesten önce DİB Başkanı ihlal ediyor. İşte bu oksimoronluk, çifte kişiliktir. Dışarıya medeni görünmek için çağın biliminin tespitlerini söylem olarak sattırır ama içeride tam zıddını uygular. Aslında uyguladığı şey, onun asıl yapısıdır. DİB Başkanı, medyasında böyle söyletirken, kendisinin kaydettirdiği ezan ve sala kasetlerinde okuyucu aşırı bağırıyor, sözlü şiddet uyguluyor. Bu çelişkiyi T. Paine çözümler.

 

Paine (1737-1809)

Aydınlanma döneminin en önemli düşünürlerinden Thomas Paine, adeta bu ezan okunuş biçimini okutan DİB Başkanını anlatır gibi şöyle der: “Yahudi ve Hıristiyan gibi tüm din kurumları; insanlığı korkutarak esir eden, gücü ve kazancı tekelleştirme amacı güden insan icatlarından başka bir şey değildir. İmansızlık, sadece inanç veya inançsızlıktan ibaret değildir; inanmadığı şeye inanmış gibi görünmeyi de kapsar. Kendi kendini kandırmanın toplumda yarattığı ahlaki bozulmayı hesaplamak mümkün değildir. Bir insan mesleki inancını, gerçekte inanmadığı şeylerin hizmetine sunacak kadar ahlakını kaybetmiş ve aklının iffetini satışa çıkarmışsa her türlü suçu işlemeye açık hale gelmiştir. Bir şeylere sahip olmak için bir din adamı rolüne bürünebilir ve bu rolü başarıyla sürdürebilmek için yalan yere yemin etmeye başlar. Ahlakı yıkmaya yönelik daha tehlikeli bir davranış olabilir mi?” (Akıl Çağı, 4.)

 

Devletin Ezan Okutması

Bir kişi, en az on camide yirmi minarede ve yüz hoparlörden ezan duymak zorunda bırakılmaktadır. Bir devlet ve iktidar neden böyle ezan okutmayı kendisine görev edinir? Nedeni ve gerekçesi nedir? Tanrı’ya tapmayı sağlamak için. Peki devlet, insanların tanrıya tapmalarını neden dert edinir? Bu soruyu akılcı ve bilimsel düşünme cevaplar. Sokrates (MÖ. 469-399), iki bin beş yüz yıl önce şunu tespit etmişti: “İlahlara tapınma, devlete yapılan bir itaat görevinden başka bir şey değildir.”

 

Halbuki İslam’a göre ezan farz değildir. Farz olan ibadet, namazdır. Bu nedenle ezan okunmaksızın namaz geçerlidir. Namazı camide kılmak da farz değildir. Evde ezan duyulmadan da namaz geçerlidir. Şimdi bir devlet, farz olmayan ezanı duymayı herkese dayatıyor ama farz olan namazın kılınmasını kimseye dayatmıyor.

 

SONUÇ

Mikrofonla bağırma imkanı olmasaydı, ezanın okunması önemli görülmeyecekti. Hiç kimse onlarca merdiven çıkıp yüksek minarelerde ezan okumayacaktı. O zaman, ezanın İslam’da önemli olmadığı tezi işlenecekti. Aynı anda on beş, yirmi ezan duyulmaktadır. Ortalık ve nötr olması gereken kamusal ortak alan, ezan kamuflajlı ulusal çapta bağırma sözlü ilahi terörüne dönüyor. Öyle acayip ve garaip sesler çıkartarak okuyanlar var ki izahı mümkün değildir. Mesela bir tanesi, sanki varil içerisinden ezan okumaktadır. Bu arada düzgün okuyan tek tük kişi de çıkıyor. Onları tebrik ediyoruz.

 

Gökyüzü sesten yanıyor. Ezanlar birbirine karışıyor. Sanki insan kovanına mikrofon tutulmuş gibi oluyor. Ezan vakti, ortak alan ve her birey dört taraftan metalik gürültü ablukasına alınıyor. Dışarıda durmak imkansız olduğu gibi, evde bile psikolojinin ve kulakların bozulmaması imkansız oluyor. Evlerde oturmak, okullarda ders yapmak olanaksızlaşıyor. Bir de buna vakitsiz sala ekleniyor. Yani kafayı dinleyecek, düşünme yapacak bir vakit bulmak mümkün olmuyor. Ve bu devlet eliyle yapılıyor. Yani vatandaşını rahatsız eden bir devlet çıkıyor ortaya. Bu rahatsız etme hakkı ve yetkisi nereden alınıyor? İnsan libidosunun arzunun coşkusuna kapılınca nasıl bağırıldığı sadece bu ezan ve sala okunuş biçiminde görülebilir.

 

Ezan, mikrofonla aşırı bağırmakla özdeşleştirilmiştir. Böyle her hangi bir bağırma duyulunca insanlar, “ezan mı okunuyor?” diye etrafa bakınıyor ve soruyor. Böyle ezan kaseti doldurtan ve okutan DİB Başkanı, medeniyet düzeyi açısından, susturucusuz egzozu bağırtan kişinin düzeyinden ve davranışından farkı yoktur. Biri egzozla yaptığını, diğeri ağızla yapıyor. Bir Din Başkanı düşünün ki, bu yüksek sesle insanları rahatsız etmeye ve kul hakkını yemeye sebep olduğunu hiç önemsemiyor ya da düşünemiyor.

 

Şimdi bakıyorsunuz, “sala” adı altında vakitli vakitsiz biri aniden ortalıkta “aaaaaaaa” diye hoparlörle bağırıyor. Bir ölümün ya da cumanın veya kandilin gelişi haberini verecek. Bağırmaksızın bu haber verilemez mi? İlla da haberden önce bağırmak mı gerekiyor? Bu çağda böyle bir din anlayışı çok ilkel kalmaktadır. Bunun düzeltilmesi şarttır. Bunu düzeltmek, bütün Müslümanların sorumluluğudur ve dine de büyük hizmet olacaktır. Hele “sala” ne Kuran’da ne de Peygamber döneminde vardır. Emeviler’in uydurmasıdır.

 

Bu bağırmayı, din adı altında değil de başka nedenle yapan kişi ya delidir diye akıl hastanesine ya da suçludur diye hapishaneye atılır. Şimdi normalde anormal olan bir şeyin normal görüldüğü din, normal bir din görülmez. Müslümanlar, Kutsal metinleri ve ezanı müzikli bağırarak okunmayı, önce Yahudilerden sonra da Kiliseden almışlardır. Bu uygulamayı Hz. Peygamber ortadan kaldırmak istemiştir.

 

Hz. Peygamberin, Kuran’ı ve ezanı müziğin söz ya da güfte malzemesi yaptığı hiç vaki değildir. Onları bağırarak hiç okumamış ve okutmamıştır. Onları söylev, söylem ve nutuk olarak söylemiştir. Ayrıca ezanda mesela “Eşhedu en lailahe illallah” gibi cümleleri, tekrarlamamıştır, bir kere söyletmiştir. Bu tekrar, Emeviler tarafından uydurulmuştur.

 

Bir ülkede ezanın okunuş biçimi, o ülkenin din kesiminin sanat, medeniyet, hümanistlik, insan hakları, ahlak, dindarlık, algı ve idrak gibi manevi düzeyinin dışavurumudur.

 

Kutsal metinlerin bağırılarak okunmasından dindar halk da rahatsızdır ama ses çıkarmıyorlar. Gerek cami içinde gerekse cami dışındaki bu bağırmadan rahatsız olan çok sayıda dindar kişi bana şikayetlerini bildirmektedirler.

 

“Ezanın ve salanın böyle bağırılarak okunmasının gerekçesi nedir?”

 

“Bir ülkenin ortak alanı, dinde temeli bulunmayan “sala” adı altında ulu orta bağırmayla esir alınabiliyorsa, o ülkenin dindar, medeni ve insancıl olduğu hiçbir disiplinle meşrulaştırılamaz.”

 

“Bir devlet; ezan ve sala adı altında, ülke çapında ve ulusal çapta, halkına her gün sürekli sözlü şiddet uygulama hakkını nereden alıyor?”

 

Türkiye’de ezan ve sala okunuş biçimi ve ülke çapındaki bağırma gürültüsü dünyanın başka hiçbir ülkesinde yoktur. Bunun nedeni nedir?

 

İslam’ın Katolikleştirilişi

Hristiyanlığın Ortaçağ boyunca yaşadığı Katolikleşmeyi şimdi İslam yaşıyor. Uygulamada aynı özellikler görülüyor. Hristiyanlar bundan “İncil’e Dönüş” akımıyla ürettiği Protestanlıkla başardı. İslam dünyasında da “Kuran’a Dönüş” hareketleri, İslam’ı bu katolikleşmekten kurtarmak için Protestanlık hareketi olarak görülebilir.

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.