İNSANLIĞIN EGEMENLİĞİ

İNSANLIĞIN EGEMENLİĞİ

“Bizler farkında değiliz, ama insanlığın sahibi, insanlığın ve dünyanın varlığını dert ediniyor ve yaşaması için gerekli tedbirleri alıyor.”

 

“İnsanlığın, sahipsiz bıraktığı hiçbir konu yoktur.”

 

“İnsanlığın egemenliği, doğallığın sona erişidir.”

 

İçinde bulunduğumuz antroposen, yani insançağını iki açıdan ele almak gerekir. Biri; insanın dünyanın jeolojik çağını değiştirmesi, diğeri; insanlığın kendi ürünü teknolojik hayatın egemenliği olmak üzere iki boyutludur. Bu bakışa bütüncü (holistic) yaklaşım adı verilir.

 

Bütüncü Yaklaşım (Holistic Paradigm)

Bütüncü yaklaşım; birbiri ile ilintili ve eklemlenmiş birimlerin bir arada değerlendirilmesidir.

Disiplinler arası düşünme ve aralarında yatay bağlantılar kurabilmektir. Antropoloji, ekoloji, ekonomi, felsefe, sosyoloji, psikoloji, din, dinsel antropoloji, nöroloji gibi disiplinlerde kullanılır. Antroposen bir ekolojik konu olmasına rağmen, ekonomik, ve dinsel gibi sosyolojik sonuçlarıyla iç içedir.

 

“İnsançağında, doğal sistem değil, insanlığın sistemi geçerlidir.”

 

2019 Yılı

Nüfus Sorunu

Antroposen bilim dalı, artık insan nüfusu ile ilgilenmektedir. O, konunun teorisini belirlemektedir. Bu teorinin pratisyenliğini yapmak üzere, Antroposen Çalışma Grubu (AWG) adlı bir organizasyon kurulmuştur. Bu organizsayon, 2019 Mayıs ayında, “Hızla artan bir insan nüfusu” konusunu ele almıştır. Koronavirüsten nefes alır almaz, bu konuya, bir problem olarak el atacaktır. Antroposen, insan nüfusu ile artık iki açıdan ilgilenir. Her iki durumda da nüfusu sorun olarak görür. Biri; eğer insan şimdiki gibi kalabalık nüfusu geçindirmek için mevcut sistemi devam ettirirse, dünyanın jeolojik durumu değişecek, kaynakları tükenecek ve yaşanmaz hale gelecektir. O nedenle mevcut sistemin sonladırılması gerekir.

 

Geçim Sıkıntısı

İkinci olarak; insanlığın ürettiği teknolojik hayat nedeniyle, artık işleri yapmak için insana ihtiyaç kalmıyor. Artık el, kol, ayak, ağız gibi bedensel iş yapmak sona eriyor. Bu nedenle; önce ayak, sonra el ve kol işlerini, daha sonra ağızla iş yapan pratisyenler olmak üzere insanların çoğunluğuna iş olmayacaktır, işsiz kalacak ve geçinemeyecektir. Sadece teknoloji ve elektronik sektöründe işgücüne ihtiyaç olacaktır.

 

“Mevcut insan nüfusu eritilene kadar geçimleri sağlanmalıdır.”

“Ağız ile beyin arasındaki beş santimlik mesafeyi beş bin yıldır katedemedik.”

“Kıl ile akıl arasındaki bir harfi, bir türlü aşamadık.”

 

Pratisyenlik ve Teorisyenlik

İnsanlığı; biri teorisyenler, diğeri onların pratisyenleri oluşturur. Ama insanlığın bugününün ve geleceğinin yolunu filozoflar açarlar. O nedenle geleceği öngörmek isteyen, insanlığın kafa katmanında dolaşmalıdır; yani insanlığın teorisyenleri olan felsefeyi ve bilimlerin filozoflarını izlemelidir. Fakat gelecek, onların eserlerinin görünen kısımlarında değil, satırlarının içerisinde gizlidir. Çünkü onlar, yaptıklarını insanlar için yaptıklarını söylerler ama aslında insanlığın hedefini gerçekleştirmek için yaparlar. O nedenle kullandıkları “insan için” sözünü, “insanlık için” şeklinde anlamak gerekir.

 

Pratisyenlerin ve pratisyen bilim insanlarının pratikleri, teorisyenlerin teorilerinin uygulamaya dökülüşüdür. Her pratiğin teorisyeni vardır. O nedenle bir pratiğin, teorisini bilmek gerekir. Bu teoriyi icat edenler önemlidir, onu pratiğe dökenlerin önemi pek yoktur.

 

Bizim ülkedeki bilim insanları, dünya pratisyenlerinin pratiklerinin nakliyecileridirler. Yani onlar biliminsanı değil, başkalarının ürettikleri bazı bilgileri öğrenen ve nakleden bilgin, yani “alim” olabilirler. O nedenle bizimkileri izlemekle hiçbir gerçeğin farkına varamayız. Pratisyenlik; doğa vergisi olan; el, kol, ayak yani bedenle iş yapmaktır. Teorisyenlik ise, insan ürünü olan zihin (intellect)le iş yapmaktır. Sadece kafa ile yapılabilen bilim ve felsefeyi bile biz kafa ile değil, elle yapıyoruz.

 

“Süpergüç devletlerin başkanları dahi pratisyendirler, insanlığın geleceğini bilmezler.”

 

Dünyada üretilen pratiklere bakarak, belki sadece bugünü anlamak mümkündür ama geleceği anlamak imkansızdır. Ama bugünü anlamak için de onun teorisini anlamak gerekir. O nedenle konuları tek tek alıp, teorisyenlerinin katmanında gezinmek gerekir. Konuları tek tek bilmeksizin, toptancı davranarak, gelecek, bütüncül olarak öngörülemez. İşte teorileri anlamak için felsefe bilmek gerekir.

 

“Bundan sonra var olmak isteyen, mutlaka bir alanın teorisyeni olmak zorundadır.”

 

Yeniçağların Ayak Sesleri

Felsefe

Bugünün ve geleceğin yeniçağlarının ayak seslerinin başlangıcı, 2500 yıl önce doğan, sistematik düşünme olan felsefe ile doğmuştur. İnsanlığın ürettiği bütün gelişmeler, işte bu felsefe ile başlamıştır. Çünkü felsefe, insanlık demek idi. Bizler, bu seslere bin yıl kulak tıkadık, halen de tıkıyoruz. Devam edelim!

 

“Osmanlı’nın batmasının temel nedeni; işte bu kulak tıkamak olmuştur.”

 

Motorun İcadı

Taşeron Tanrının Sonu

“Motorun icadı, insanlığın, sistemsiz düşünmenin tasvir ettiği taşeron Tanrıdan yakasını kurtarmasının devrimidir. İnsanlık şimdi, sistemli düşünme ile, gerçek tanrıyı tanıyor.”

 

“Müslümanlar, bu taşeron tanrı tasvirini hala aşamadılar.”

“Bugünkü zihinsel aşamaya ulaşan insanlık, insanı öldürdüğü için tanrıya kızıyor.”

 

Her yeniçağ, egemenliğini tam kurmadan, ayak sesleri çok önceden gelmeye başlar. Bugünün yeniçağının ayak sesleri de, 1673’te, içten yanmalı motorların öncülü sayılan motorun icadı ve onun doğurduğu Sanayi Devrimi ile gelmeye başlamıştı. Bu motor, Paris’te fizikçi Christiaan Huygens ve asistanı Denis Papin tarafından geliştirildi. Bu ses, giderek arttı. Bir asır sonra, İsviçreli François Isaac de Rivaz 1775’lere doğru buharlı birçok otomobil yaparak bu sesi arttırdı. Bu ses, yüz yıl sonra, 1867 yılında Paris’te Nikolaus Otto ile ayyuka çıktı. Neticede 1875 yılından itibaren içten yanmalı motorlar, 145 yıldır sürekli geliştirilerek üretiliyor. “Bu icatlar yapılırken biz ne yapıyorduk?”

 

“İnovasyon ya da renovasyonla değil, invensiyon (icat)la meşgul olmamız gerekir.”

 

“Biz yeniçağların böyle ayak seslerini nedense hiç duymadık. Peki şimdi egemenliğini kuran yeniçağın ayak seslerini duyabiliyor muyuz? Duyamayız, çünkü bu duyma doğal kulakla değil, beşeri zihinle yapılabiliyor ve o da bizde halen de yoktur.”

 

Kitap

James Frazer (1854-1941)

İskoç sosyal antropolog, filozof, yazar ve halk bilimcidir.

 

Kitapları:

“Büyü ve Din”

“Altın Dal”

“İnsan-tanrı ve Ölümsüzlük”

 

Frazer Şöyle der: “İnsan ömrünün uzunluğu, ruhunun boyu ile orantılıdır. Erken ölen çocukların ruhu kısadır.”

Hiçbir filozof ve biliminsanı, yaptığının karşılığını hayatta iken almaz. İşte bud durumu ifade etmek için şöyle der: “Hayatımızı, asla öğrenilemeyecek ya da öğrenilebilse bile buna değmeyecek bir şeyi öğrenmeye çalışarak boşa harcamakla görevlendirilmişsek elimizden ne gelir?’”

 

Tespitimiz şöyledir: “Karşılığını hayatta iken aldığın şey senin ölümünle birlikte o da yok olur gider. Ama karşılığını öldükten sonra aldığın şey, seninle birlikte Kıyamete kadar yaşar. Tercih senindir!”

 

Müzik

“Unutamam Seni”

Gün gelir de beni, unutursun demiştin

Kalbimdeki bu, derdi uyutursun demiştin

Ne ben seni unutabildim,

Ne bu gönlümü avutabildim, Ne bu derdimi uyutabildim

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.