HÜMANİZM

HÜMANİZM

 

“Dönen çarkın içerisinde sürekli yürürsün, ama hep aynı yerdesindir.”

 

“İnsanlık boş durmuyor, sürekli gelişiyor. Biz neresindeyiz?”

 

Amacımız; insanlığın kafa katmanındaki gelişmelerden, toplumumuzu haberdar etmektir. Vebalimizden kurtulmaktır. Biz, milletimizin Kıyamete kadar var olmasını istiyoruz, insanlık arenasından erken ayrılarak, yok olmasını istemiyoruz. Allah gecinden versin!

 

Bizim yaptığımız iş, yeni bilgi üretmek değildir. Yeni bilgi üretimini maalesef yapamıyoruz. İnsanlığın üretmiş olduğu var olan; karmaşık, anlaşılması zor bilgiyi önce kendimiz özümseyip algılayıp halkımızın anlayacağı biçimde sunuyoruz. İnsanlık, dün ürettiği hümanizmden, bugün transhümanizme ulaşmıştır. Nedir bunlar? Bunlarla ne amaçlanıyor?

 

Hümanizm

Hümanizm; insancılık, beşeriyetçilik, insan-merkezcilik demektir. Ama bu insancılık; felsefi ve bilimsel bir anlamı ifade eder. Tanrı-merkezciliği geri plana atar hatta reddeder ve insan-merkezciliği esas alır. Bir fiilin değerlendirmesinde “tanrının hoşnutluğu, rızası” değil, “insanın hoşnutluğu” esastır. Dolayısıyla, insanın tanrıvergisi (a priori) doğal biyolojik-fiziki yapısıyla değil, insanlığın ürünü (a posteriori) lojik-zihinsel yapısıyla ilgilenir. Dinsel değil, seküler bir kavramdır. Hümanizm; geniş anlamıyla, şimdiki modern insanın hayat anlayışını ve duygusunu dile getiren bir felsefi ve bilimsel akımdır.

 

Temeli

Hümanizm, Antik Yunan felsefesine dayanır. Gerçi ilk felsefe ile temeli atılan her şey günümüzde egemen olmuş hatta günümüzde egemen olan her gelişmenin temeli, o felsefeye dayanır. MÖ. 6. yüzyılda Milet (Aydın ili)li Thales ve Colophon (İzmir, Menderes ilçesi)lu Ksenophanes (MÖ. 570-480), hümanist düşüncenin yolunu hazırlamıştır. Thales, “kendini bilmeyi” dünyasının merkezine oturtmuştur. Ksenophanes, döneminin tanrılarına inanmayı reddetmiş, kutsallığı evrene ve içindeki varlığa yüklemiştir. Bir asır sonra gelen ve ilk serbest düşünür olarak görülen Anaksagoras (MÖ 500-428), bilimsel yöntemlere katkıda bulunarak evreni anlamanın başka bir yolunu göstermiş oldu. Anaksagoras’ın öğrencisi Perikles (MÖ. 495-429) de, tanrıdan özgür düşünmeyi savunmuştur. Protagoras ve Demokritos da, ruhani varlıkların, doğaüstü bir varlıktan, yani tanrıdan bağımsız olduklarını savunmuştur. Görüldüğü üzere, Hümanizm, temeli atıldıktan iki bin yıl sonra egemen olmaya başlamıştır.

 

Sistemli felsefi akım olarak; 15. yüzyıl İtalya’sındaki Rönesans’ta formüle edilmeye başlanmıştır. Böylece İnsanlık, insanı anlamayı, tanımlamayı ve insani ürün olarak üretmeyi ilk kez ciddi ele almıştır. Rönesans Düşüncesinin; insanı tanımak, tanımlamak ve anlamlandırmak için ürettiği bir kavramdır.

 

İnsanlık, tanrısal düşünme evresinde iken, MÖ 6. asırda ilk felsefenin doğuşundan itibaren, “tanrı merkezli” düşünmeden kopmaya başlamıştı. Fakat ancak 15. asırdan sonra bu kopuşu Rönesans ile tekrar ele aldı, geliştirmeye çalıştı ve ondan 3 asır sonra sonuca ulaştırdı. Tabi bunu başarmaya çalışanlar çok canlar verdiler. Kim aldı bu canları? Tanrının temsilcileri geçinen ama geçmişte kalmış dini kişilikler.

 

İnsanlığın, insanı araması ve yeniden üretmesidir, insanın dünyadaki yerinin ne olduğunu ve ne olması gerektiğini insanlığa özgü araştıran ve irdeleyen bir kafa yormadır. Terim olarak ise, 19. yüzyılın başlarında oluşturulur. Yani icat edilen yeni kavram, dört asır sonra bir terminoloji ve akım haline geliyor.

 

“Demokrasi; milletin gücüyle millete işkence yapmak; trajik-komedi değil mi?”

 

“Demokrasi; milletin, kendi kendisine işkence yapması; mazojistlik değil mi?”

 

Dönemsellik

Bütün Kutsal Kitaplar, her ne kadar bir sonraki aşamanın tohumlarını içerirlerse de, temelde geldikleri dönemin paradigmasını içerirler. Bu kitapların hepsi, geleneksel dönemin egemen olduğu dönemde geldiklerinden hümanizm ve transhümanizm aşamasının ahlakına sahip değillerdir. Hümanist düşünceler; Buddha ve Konfüçyüs’te görülür, hatta İslam’da da varlığı kabul edilir. Fakat bunlar, sadece sistemsiz fikirlerdir. Hiçbiri hümanist değildi.

 

Test

Kişi, kendisinin hangi dönemde olduğunu test edebilir. Mesela kişi, milletin olan devlet görevlerine geldiğinde bu pozisyonları millet için değil de kendisi için görüyor ve vatandaşa despotluk taslıyorsa, “Ben vali özelkalemindeyim, seni sürdürürüm, gece evinden aldırırım,” gibi tehditler yapabiliyorsa, milletvekili kendisinin çıkardığı kanunu kendisine uygulayan memuru sürdürüyorsa, polis, “Ben devletim, bana karşı gelemezsin,” diyorsa, din teşkilatı kendi din algısını topluma dayatıyorsa, kişi bağırıyorsa, çocuk cıyaklıyorsa gibi durumlar, o toplum ve devletin, beş bin yıl önceki geleneksel antikçağ dönemi insan yapısında olduğunu gösterir. Çünkü hümanizm insanı, böyle durumları gayri insani yapmıştır. Bu geleneksel insanın, insanlığın geçmekte olduğu transhuman insan döneminde yaşaması imkansızdır.

 

“En zor iş, çağdışı insan malzemesi ile çağdaş işler yapmaktır.”

 

Nesil Eskimesi

18. asırdan itibaren çağımızda gelişim ve değişim çok hızlı ve kısa sürede oluyor. Çağımıza kadarki devirlerde böyle olmuyordu. 18. asra kadar pek radikal değişim olmamıştı. O nedenle nesiller hep aynıydı. Ama şimdi bir nesil dahi, ömrünü tamamlamadan, gelişmeler karşısında eski kalıyor, kullanım tarihi ve modası geçiyor, kullanılmaz oluyor, yeni aşamaya uyumsuz yaşıyor, güncellenemiyor. Ömrünü tamamlayana kadar yaşaması imkansızlaşıyor. Bu durum, yaşamda uyumsuzluk sorunları doğuruyor ve kişi mutsuz bir şekilde yaşayıp ömrünü zorunlu tamamlayıp ölüyor. Güncellemelere uyumlu olmayan eskimiş bilgisayarlar durumuna düşüyor. Yeni gelişmeyi algılayamayan ve anlayamayan bilgisayarın çöplüğe atılması gibi, aynı durumdaki insan da artık atılacaktır. Bilgisayarlar hangi sürede eskiyorsa, insanlar da aynı sürede eskiyor. Yeniliğe uyumsuz bilgisayara, yeni programlar yüklenemiyor, dosyaları açamıyor, mutlaka yenisi ile değiştirilmek zorunda kalınıyor.

 

Yeni şeyleri elle yapmak yenilenmek değildir. Yenilenmek, kafanın yenilenmesidir. Bilgisayarın bedeni olan donanımının değil, kafası olan yazılımının yeni olması önemlidir.

Yenilenmek kaportasal değil, motorsal bir iştir.

 

“Artık nesiller, çok çabuk eskiyorlar.”

“Artık eski kalarak var olmak imkanı yoktur.”

“İnsan; anlayan, anlamlandıran ve anlam yükleyendir.”

“Bir polis öldürüldüğünde, eğer toplum üzülüyorsa, polis görevini yapıyor demektir.”

 

  1. asırdan sonra işler koldan kafaya geçti. Şimdi sadece kolla iş yapabilene yapabileceği iş kalmadı. Kafasal işi de yapamıyor. Böyle kişi, felç olmuş kişidir. Ona nüzul, inme inmiştir.

 

Tanrı’dan Medet Beklemek

Yeni gelişmelere uyum sağlayamadığından eski kalan kişi, varlığını sürdürebilmek amacıyla mecburen dine sarılıyor, Tanrıdan medet bekliyor. Ama medet gelmiyor ama gelecek umuduyla hala çağdaşlaşmamak için direniyor. Onun durumu, denize düşenin, yılana sarılması gibidir. Dine sarıldıkça geride kalıyor, geride kaldıkça çağdan uzaklaşıyor. Ne yapsın zavallı! Onu sömüren siyasal güçler tarafından geri bırakılmış, kendisi de menfaatine geldiğinden ona uymuş. Ama sonuçta eskimiş. Gidecektir! Ne yaparsa yapsın gidecektir!

 

Bu durum, gerçek bir hadiseyi hatırlattı: Bu hadise İstanbul Boğaziçi’nde gerçekleşti. Kendisini, evliyalardan gören biri, sabah namazını kıldı. Namazın ardından, denize mayo ile giren bir kadının evini bastı. Polis bunu yakaladı. Karakola gitmemek için ayaklarıyla direndi. O arada caminin imamını gördü. Polis, suçunu oradakilere söyledi. Az önce arkasında namaz kıldığı imam da oradaydı. Allah adına iş yaptığı düşüncesiyle, gözlerini dört açmış yalvararak, imamdan medet bekledi. Ama imam, “ne yapalım, yapmasaydın, ben sana medet olamam,” demek için kaşlarını kaldırdı, onunla hiç ilgilenmedi. Karakolu boyladı. Kendi ürettiğin belayla kendi başına kalırsın, kimse gelmez!

 

Geleneksel ve Hümanist Ahlak

“Bir dönemin ahlakı, o dönemin insan tanımıdır.”

 

Hümanizm öncesi ahlak, geleneksel-dinsel ahlaktır. Bu ahlak, kişilerin keyfiliğine bırakılır. Geleneksel ahlakta, ahlak sorunu çözülemediğinden insanlar, hem kendileriyle hem de birbirleriyle boğuşur. Ahlaksız davranan kişi yine insan görülür. Hümanizmle birlikte ahlaksızlık, animallık, ahlaksız davrananlar; insan değil, insanlaşmamış animal olarak görülür olmuştur. O nedenle hümanizmin egemen olduğu ülkelerde, hümanizm ahlakı gereği insancıl olmayanlar mesela yolsuzluk ve dürüstsüzlük gibi ahlaksızlık yapanlar insan olarak görülmez ve kamu görevlerine gelemezler. Ama geleneksel-dinsel ahlakın egemen olduğu ülkelerde yolsuzluk yapmak gibi ahlaksızlıkları işleyenler her türlü en üst kamu görevlerine gelirler.

 

Müslümanlar ve Türkiye’nin Ahlak Anlayışı

Müslümanlar ve Türkiye, insanlığın, Transhümanizm aşamasına geçmeye başladığı bir dönemde, hala hümanizm öncesi geleneksel dönem ahlakındadır. O nedenle hala “İslam ahlakı” diyerek, geleneksel ahlakla meşguldürler. Hala o dönem ahlakını anlatırlar. Gelenekselliği, yani kendisini aşamamıştır. Halbuki insanlık, hümanizm dönemine girdikten sonra insani sistemlilik ve düzenlilik, dürüstlük, insan hakları gibi değerler egemen kılındığından geleneksel ahlakın kötülükleri anlatılmaz. Bizde hala geleneksel ahlakın kötülüklerinin anlatılmasının nedeni, hümanist insanilik ahlakına geçememiş olmamızdır.

Fetih ve Ganimet Sistemi

“Hiçbir yanlış, sürdürülebilir değildir.”

 

Her dönemin ahlakına göre suçlar da farklılaşır. Mesela başka milletlerin malını yağmalamak, hümanizm dönemi suçudur. Bir önceki dönem olan Geleneksel-dinsel ahlak in suç değildi. O nedenle, hümanizm öncesinde, meşru “fetih” sistemi nedeniyle başkalarının mallarını, kadınlarını, ülkelerini yağmalayıp almak helal idi. Fetih sistemi, helal “ganimet” adı altında başkalarının mallarını yağmalamak idi. Bütün dinler ve kutsal kitaplar, o devrin insanilik tanımına göre bunu meşru görürler. Ama hümanist insanilik tanımı; “fetih” ve ganimet sistemini irrasyonel, gayri insani ve çok kötü görüyor, o nedenle yasaklanmıştır. Geleneksel aşamada kalanlar, başka ülkeleri fethedemediklerinden kendi ülkelerini yağmalarlar.

 

“Hala geleneksel dönemde kalıp hümanizm aşamasına dahi çıkamayanlar, transhümanizm aşamasında hiç var olamazlar.”

İslam Dünyası ve Düşünme

İslam dünyası, düşünme konusunda, işte halen MÖ 10 binlerdeki geleneksel-tanrısal düşünme dönemindedir. Halen tanrı-merkezlidir ama öyle bir düşünme de yapmıyor. Sadece o düşünme biçimi ile üretilmiş antik hazır bilgileri kullanıyor. Halen İslam dünyasının dinadamı olmayan yöneticileri, geçmişin dinadamları fonksiyonunu görüyor ve Müslümanların, tanrı-merkezli düşünmeden çıkıp insan-merkezli düşünmeye geçmelerini önlüyor. Müslümanlardan da, bu yolda kafasını veren düşünürler çıkmıyor. Hazır nimetlerden yararlanmak amacıyla, yöneticilerinin isteğine boyun eğiyorlar. Gerçi boyun eğmede zorluk çekmiyorlar, çünkü onu aşacak zihinselliğe ulaşamadılar. O zihinselliğe ulaşmış insanı, kendisini ortaya koymaktan hiç kimse ve hiçbir şey durduramaz. Nitekim tarih boyunca o tür kişileri, canlarını almak dahi durduramamıştır. Şövalye ruhu gerekir! Şov, al ye ruhuyla Olmaz!

 

“İnsanlığa katkı yapmayıp sadece kendisi için yaşayanlar, dünyaya gübre olarak bu dünyadan gideceklerdir.”

 

“Avcı-toplayıcı işportacı kişi; piyasa değeri yapmış kişileri, kendi milletini sömürmek için satar. Bir kesim; Allah, peygamber ve din büyüklerini, bir kesim de; Atatürk, Nazım Hikmet gibileri satıyor. Aslında bu ülkede farklı insan değil, aynı insanın farklı versiyonu vardır.”

 

“Sela ile ölüm aşısı yapılan insanlar, koronavirüs belasının üstesinden gelemezler.”

“Yumruk yiyene kadar, herkesin bir stratejisi vardır.” Mike Tyson (Boksör)

“Tarih boyunca krallar; ölmemek amacıyla, iktidarı elde tutmak için kendi milletini ya kendisi öldürmüş ya da birbirlerine ve düşmanlarına öldürtmüşlerdir.”

 

 

Türkü

“Dağlar Dağladı Beni”

Neşet Ertaş

Dağlar dağladı beni

Gören ağladı beni

Ayırdı zalim felek

Derde bağladı beni.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.