HOMEOSTASİS ve TÜRKİYE

HOMEOSTASİS ve TÜRKİYE

“Her insan, kendisini tanımak zorundadır.”

“Doğa bilinmeksizin, insan kendisini tanıyamaz.”

 

Bu evrende en küçük madde atomdan en büyük varlık yıldızlara kadar bütün canlılarda, formları farklı olsa da, norm olarak aynı malzeme, mekanizma, sistem ve hareket mevcuttur. Buna insanın bedeni de dahildir. İnsanlığın ürettiği teknolojik ürünlerde de aynısı vardır. Çünkü insanlık, teknolojik insani ürünler olarak hep doğalın benzerini üretir. Doğalın alternatifini yaratmak amacıyla doğalı tanımak için doğa bilimi çalışır. O nedenle doğal sistemi anlamaksızın insanı anlamak, yani kendimizi tanımak imkansızdır.

 

“İnsanlık, doğal olan her şeyin yapay insani teknolojik alternatifini üretmek istiyor.”

 

Homeostaz

Bilimde, “homeostaz (homeostasis)” adında bir kavram vardır. Antik Grekçe kökenli; “homeo (aynı)” ve “stasi (kalmak, durağanlık)” kelimelerinin bileşimidir, “aynı kalmak” demektir. Canlıların, varlıklarını sürdürmede gerekli olan istikrarı, dengeyi ve sabiteleri korumak işlemidir. Ama aynı zamanda yeni gelişmelerin de dengeli olabilmesini sağlar.

 

“Homeostaz, dengenin ve sistemin bozulmasını önleyen sistemdir.”

 

Gelişmeyi Engellememek

Homeostaz, hem mevcut varlığı sürdürmede dengeyi sağlayarak bozulmayı önler hem de yeni gelişmelere izin verir hatta yeni gelişmelerin de dengeli olmalarını sağlar.

 

Homeostaz, her yerde olduğu gibi, uzayda da vardır ve ona “kozmolojik homeostaz” adı verilir.

O, uzayda da, yeni oluşumları engellemez. Mesela yıldızlar, varlıklarını sürdürmek için “itme” kuvvetiyle birbirlerini iterler ama yeni oluşumlar yapmaları için de birbirlerini “çekim” kuvveti ile çekerler ve homeostaz sayesinde dengeli olmaları sağlanır. Böylece evrenin dengesini sağlayarak gelişmelerine imkan tanır. Homeostaz, atomların ve elektronların da birbirleriyle birleşip tepkimeye girerek yeni moleküler oluşumlara engel olmaz. Çünkü yeni aluşumlar olmazsa, varlıklarını sürdüremezler.

 

Evrende homeostazlı “çekme” gibi temel kuvvet çalışmasaydı galaksiler, yıldızlar, gezegenler oluşamazdı. Hatta biyolojik yaşam olamazdı. Çünkü varlığı sağlayacak olan kimyasal bileşikler oluşamayacaktı. Bütün varlığın temeli olan atomlar da olamayacaktı. Çünkü atomu, temel tanecikleri olan quarklar bir araya gelip proton ve nötronları homeostazla oluştururlar.

 

Türkiye

Türkiye, bilinen bin yıllık tarihi boyunca hep homeostaz sistemini kullanarak içinde yaşadığı çağın gelişmelerine “itme” kuvvetiyle hep karşı çıkan millet olarak bilinir. Olduğu gibi, hep eski haliyle aynı kalmaya çalışır. Tanrısal homeostaz sistemini gelişmek için kullanmaz. Halbuki doğadaki tanrısal sistemde aynı kalmak yoktur, sürekli diyalektik değişim vardır.

 

Kuran’da Diyalektik

“Diyalektik, zıtlarla tepkimeye girmektir.”

 

Eğer Kuran, Allah’ın kitabı olarak kabul ediliyorsa, Allah, diyalog halinde diyalektik sistemi kullanır. O nedenle Kuran’daki ayetlerin çoğu, “müşrik ve kafir” diye tanımladığı kişilerin söz ve fiilleridir. Nitekim bu ayetlerin sentaksı, “Müşrikler dedi ki…, Allah onlara diyor ki…” şeklindedir. Allah, kafir dediği kişileri muhatap kabul etmiş, onlarla diyalog halinde diyalektiğe girmiştir. Hatta onların sözlerini kitabına almış, onlar okunarak kendisine ibadet yapılmasını kabul etmiştir.

 

Şimdi anlamını anlayarak Kuran okuyan ya da dinleyen kişinin beyni farkına varmadan diyalektik düşünme yapar. Yani çapraz kontak kurarak çalışır. Anlamını anlamadan okumak ya da dinlemek, beynin hücrelerini kümeler halinde donuklaştırır ve düz kontak çalıştırır. Düz kontakla milyarlarca nöron bağ kurarken, çapraz kontakla trilyonlara varan kontaklar kurulur. Şimdi milyarlarca kontak kuran beyin, trilyonlarca kontak kuran beyinle baş edemez. Nitekim edemiyor. Çapraz kontak çalışan beyinlerin yaptıkları bir tane icadı yapamıyor. Doğada her şey, zıtlarıyla tepkimeye girerek oluşur ve varlığını, yenileyerek sürdürür.

 

“Doğa eğer Tanrının eseriyse, Tanrı’nın doğadaki her şeyde sistemi diyalektiktir.”

 

İnsani Duygu Homeostazı, Psikolojik Homeostaz

“Türkiye, insanlığın insani duygu homeostazı olabilir.”

 

İnsanlık, teknolojikleştikçe insani duygulardan zorunlu olarak uzaklaşmaktadır. Fakat tamamen teknolojikleşmediği sürece, insani duygulara ihtiyacı olacaktır. Türkiye, kendisi değişimi beceremeyecekse, insanlığın “insani duygu homeostazı” yani “psikolojik homeostaz” görevini görebilir. Bu görevi ifa edebilmesi için öncelikle bu insani duygularla kendisi oluşmalıdır.

 

“Türkiye, insanlığın, insani duygu ihtiyacını karşılamaya talip olabilirler.”

 

Bilindiği üzere insanda doğal ve insani olmak üzere iki türlü duygu vardır. Doğal duygular, biyolojik bedende, biyolojik varlığı sürdürmek amacıyla “a priori” yani verili olarak hazır varlardır. Ama bunlar animal duygulardır. Bu duyguları edinmek için bir eğitime gerek yoktur. Diğeri hümünal, insani duygulardır. Bu duygular, doğal bedende mevcut değillerdir. İnsanlığın “a posteriori” yani sonradan ürettiği kazanımlı duygulardır. Onları edinmek için eğitime gerek vardır. Hatta eğitim vermek de yeterli değildir, duygularla oluşmak için zihinsel boğuşma yapılmalıdır. “Bir şeyle zihinsel boğuşma yoksa onunla oluşma da yoktur.”

 

Gelişmelere Engel Olmamak

Türkiye, bu “insani duygu homeostaz” görevini görürken, insanlığın, felsefe gibi, diğer organlarının fonksiyonlarını görmelerine ve gelişmelerine engel olmamaya dikkat etmelidir. Vücuttaki homeostaz sistemi, bırakınız vücudun diğer organlarının çalışmalarını ve gelişmelerini engellemeyi, bilakis onların fonksiyonlarını görmelerinde başta ısı olmak üzere, dengeyi sağlamak için vardır. O nedenle Türkiye, dini ve milli karakterini, insanlığın gelişmesine engel olmak için değil, bilakis dengeli biçimde gerçekleşmesi için kullanmalıdırlar. Çünkü vücut gibi, insanlık da gelişmezse, homeostaz sistemi de yok olmaya mahkumdur.

 

Milli Karakter

Millilik demek, bir toplumun sahip olduğu “devamlı davranışları”nı ifade eder. Türkiye’de yaşayan bütün dinsel, mezhepsel ve etnik unsurların ortak milli karakteri aynıdır. Bu milli karakter aynılığı nedeniyle Türkiye’de farklı din, mezhep ve etnisiteden olmanın bir anlamı yoktur. Sonuçta millet demek; aynı duygu ve karakterde olmak demektir. Her konuda tamamen aynı olmaları gerekmiyor. Hiçbir milletin fertleri birbirinin tamamen aynısı değildir, aralarında hayli farklılıklar vardır.

 

“İnsanlığın varlığı için her milletin sahip olduğu farklı milli karakterlere ihtiyaç vardır.”

 

O nedenle her millet, karakterinin gereğini yaparak insanlığın varlığını sürdürmesine katkı vermek zorundadır. Her millet, insanlığın bir organının görevini görmektedir. Bir milletin katkı eksikliği, varlıkta “ontolojik” negatif sonuçları görülecektir. Tıpkı bir toplumda her bireyin kendi cevherini, toplumsal dengeli yaşam için kullanması gerektiği gibidir. Bir tek kişilik cevher eksikliğinin dahi negatif sonuçları toplumsal yaşamda görülecektir. Türkler, insani duygularda ve pratiklerde iyidirler. Ama beyin korteksinin yaptığı düşünme ve icatlarda yoklar.

“Sadece kendisi için yaşayanlar, ölünceye kadar yaşarlar.”

“İnsanlık için yaşayanlar, insanlığın sonuna kadar yaşarlar.”

 

Türkiye’nin Milli Karakteri

“Türkiye’nin, dünyadaki mazlumlara sahip çıkması, milli karakterinin dışa vurumudur.”

 

Türkiye’nin milli karakter özellikleri şöyle özetlenir: Özgür, bağımsız ve egemen olmak. Misafirperverlik. Mazluma yardım. Acıma duygusu. Ama bunların yanında “homeostaz” karakteri de vardır.

 

Tarihsel sosyolojik analizler, Türkiye’nin, eski halinde olduğu gibi kalmak istediği, değişmek istemediği şeklindeki bir başka milli karakter özelliğini tespit ediyorlar. Nitekim tarihi boyunca yeni bir gelişmeye öncülük eden kişilerini, gerek bilim gerekse felsefe tarihi tespit etmez. Kültüründe de “icat çıkarma” ve “eski köye yeni adet getirme” gibi söylemlerin bulunması, homeostaz yapının halenki göstergeleridir.

 

Hatta dini konularda bile, homeostaz yapısı gereği, mesela bin yıl önce “içtihat kapısının kapandığını” en çok Türkiye savunur. Bugünkü yeni nesil ile bin yıl önceki neslin dini konuları algılayışı arasında pek bir fark görülmez.

 

“Neticede, din, dini yaşama değil, dini yaşatma derneği gibi kullanılır olur.”

“Türkiye eğitim sisteminin en büyük başarısı, yeni nesilleri eskileri gibi yetiştirmektir.”

 

Homeostaz, statiklik, yerinde saymak, durağanlık demektir. Statik olanların algı kalıpları da statik olur. O nedenle her şeyi yaptığı gibi, dini de statik algı kalıplarına dökerek algılayacak ve yorumlayacaktır. Hatta dini, içinde bulunduğu statikliğini meşrulaştırmak için kullanacaktır. O nedenle, kendisini dine değil, dini kendisine uyduracaktır. Dini, gelişmelere engel kullanacaktır.

 

“Çağdaşlaşmak isteyen kişi ve toplumlar, öncelikle akıl çaplarını genişletmelidirler.”

“Gelişmelere engel din yorumu Tanrı’nın sistemine aykırıdır. Böyle din yorumu, Tanrı’nın dini olamaz. Ancak Tanrı işportacılarının dini olabilir.”

 

Düşünme

Değişme, zihinsel düşünme işlemi gerektirir. Şu bir gerçektir ki, düşünme işlemi yapmayanlar hiçbir değişim ve gelişim yapamayacaklardır. Sadece canlılarda bulunan taklit yetisini kullanarak gözle başkasından edindikleri bedensel hareketleri yapmayı, kulakla başkasından öğrendikleri bilgileri sürdürürler. Düşünmeyen toplumlar düşünür üretemeyeceklerdir. Düşünür üretemeyen toplumlar, kaportasal çağdaş ya da dindar olabilirler ama hiçbir zaman motorsal çağdaş ya da dindar olamayacaklardır. Motorsal olarak homeostaz kalacaklardır. Motorsal homeostazlar, doğal seleksiyon kanunu gereği ayıklanıyorlar. İçinde yaşanılan çağla motorsal oluşamama durumunda, yaşamda büyük çatışkıların da doğması kaçınılmazdır. O nedenle her türlü ilişkide sürekli didişme ve sürtüşme yaşanacaktır. Zihinle çözülmesi gereken sorunları hiçbir zaman çözemeyecektir. Şu kesindir ki, çağımız düşünme çağıdır, bütün konu ve sorunlar düşünseldir. “Türkiye, düşünme gerektiren hiçbir sorunu çözemiyor.”

 

İnsani Duygululuk

İnsani duygululuk Türkiye’nin milli karakterinde vardır. Zaten Türkiye, bu duygularla bilinir.

Türkiye, insani duygu şeklindeki milli karakteri Kuran’dan ve İslam dininden gelmiyor. Nitekim bu insani duyguların bütün Müslümanlarda değil de sadece Türkiye’de görülmesi, bunun en önemli göstergesidir. Türkiye’nin, Kuran yerine Hz. Peygamberin Hadislerini tercih etmesi, işte bu milli karakterlerine uygun ve onu meşrulaştıran bir “Türkiye dini” yaratmak içindir. Aslında hadislerle üretilen din, Türkiye’nin kültürünün ve karakterinin gösterenidir.

 

“Türkiye’nin, Kuran’dan değil de Hadislerden din üretmesinin ontolojik nedeni vardır.”

“Türkiye, kıssaları Kuran’dan, fikirleri Hadislerden alır.”

 

Türk Müziği ve İnsani Duygular

 “Her konuyu anlayabilmek için, ona onun felsefe disiplini ile bakmak gerekir.”

 

Türkiye’nin insani duyguları; türkü, şarkı hatta pop müziğinin sözlerinde ve melodisinde görülür.

Mesela ülkenin bir uçtan diğer ucuna; Güney Doğu’dan “Kar mı yağmış şu Harput’un başına” ve Karadeniz’den “Çift jandarma geliyor kaymakam konağından” adlı türkülerini ele alalım. Bunların sözleri, aynı insani duygunun ülkenin her yerinde dolaylı olarak edebi ifade edilişidir.

 

“Türk müziğinde, insani duyguların, doğal duyguları etkilemesi vardır.”

 

Melodi ve Duygu Birliği

“Felsefe şöyle der; bana melodini söyle, sana senin kim olduğunu söyleyeyim.”

 

Melodilerini ele alalım; insani duyguyu tellere bile söyletmektedir. Her ikisinden de ülkenin her bölgesinin insanının duyguları etkilenmektedir. Duygu birliği vardır çünkü. Aynı insani duygu melodileri Türkiye’nin her bölgesinin müziğinde vardır. O nedenle, bilimsel olarak, Türkiye’de farklı sosyal topluluklardan söz edilemiyor. Çünkü insanları aynı millet yapan unsur, duygu birliğidir. Duygu, hem sosyal dilin hem de kimlik ve kültürün ifadesidir. Başka milletlerin müziklerinde bu insani duygu özellikleri yoktur.

 

İnsanlık, şikayet ettiği; ahlaken kötü, hukuken suç, sosyolojik olarak ayıp, dinen günah diye nitelendirdiği fiillerin işlemesini istemiyor. Bütün dinler, hukuklar, ahlaklar hep insanlığın üretmek istediği insan tipinin özelliklerini içerirler.

 

Hominizasyon İşlemi; Hümünal, Animal

“Animal kişinin demokrat olması imkansızdır, sadece diktatör olabilir, çünkü ikinci kişiyle ortaklık ve bağ kurmayı bilmez ve beceremez.”

 

“Animal insana acırsan, acırsın ve acınırsın.”

“Hayvan senden korkarsa kaçar, ona acırsan ve senden korkmazsa seni parçalar.”

İnsanın içinde bulunduğu doğal bedeninden insan üretmek için insanlık, insanlaştırma demek olan “hominizasyon” adında bir işlem üretmiştir. Bütün dinler, ahlaklar, hukuklar hep bunun içindir. Dolayısıyla insan üretebilmek için insanlara mutlaka hominizasyon işlemi uygulanmalıdır. Bu işlem uygulanmazsa “hümünal” değil, “insan görünümlü “animal” olunur.

İnsan, insanlaşmadığı takdirde, vücudunda hazır bulunan doğal animal sistemi uygular.

 

İnsanlara milli karakterin akkültürasyonu yapılabilmesi için milli karakter hominizasyon işlemi uygulanmalıdır. Bütün eğitim kurumları ve mabetleri, birbirleriyle tutarlı bir şekilde eğitimi vermelidirler. Bu karakter, kamusal ortak alanda egemen kılınmalıdır. Eğitimin hiçbir kademesinde hominizasyon işlemi yapılmayan ülkede bireylerde milli karakter egemen değildir. Bireysel olarak karakteri kötü olur. Kibar davrandığınız kişiden kabalık, insanca davrandığınız kişiden hayvanlık görmek, bu kötü karakterin en bariz göstergesidir. “Bu nedenle, özellikle yetkili hiçbir birey denetimsiz bırakılmamalıdır.”

 

Animal kişi, her gördüğü kişiye, doğal sistemde olduğu gibi, kendisinin “avı” veya “avcısı” olarak bakar. O, iki adet davranış biçimi bilir. Avını çekmek, avcısını itmektir. Eğer bir şey avı veya avcısı değilse, ona itibar etmez. İnsana insanca saygı göstermeyi bilmez.

“Milli karakteri, mazluma sahip çıkmak olan toplumun bireysel karakteri, kendi mazlumuna zulmetmeye dönmüştür.”

“İnsaniliğe ve gelişmeye engel olan bireysel karakter, ülkede egemen olamamalıdır.”

 

Atatürk

İşte Atatürk’ün bu konuda da önemi ortaya çıkıyor. O, Türk tarihinde ilk olarak, Türk milletinin geleneği ve kimliğini, yani homeostaz özelliğini koruyarak zihinsel çağdaşlaşma girişimi yapmıştır. Böylece Türk milletini insanlığın ana akım medeniyet çizgisine katmaya çalışmıştır. Ama maalesef, bir asırdır, gereğini yapmak yerine, ona direnmenin ve düşman olmanın faturasını ödeme zamanı gelmiştir.

“Atatürk’e din bahanesiyle düşmanlığın temel sebebi; tarihinde zihinsellikle işi olmamışlara, var olmaları için şart olan çağdaş zihinsellik işi çıkarmasıdır.”

“Sadece kendisi için yaşayan ve insanlığa zihinsel katkısı olmayan kişi ve toplumlara insanlık, bundan sonra yaşama hakkı vermeyecektir.”

“İnsanlık; önce insanla sonra da dünyayla boğuşmayı halletti. Şimdi uzayla boğuşuyor. Bu aşamada hala hem de kendi insanıyla boğuşmayı halledememiş toplumlar var olamazlar.”

“Artık dünyadan değil, uzaydan geçinme aşamasına geçilmektedir.”

“Din, dünyada varlığını gerçekleştiremeyenlerin teselli edicisi olarak kullanılmamalıdır.”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.