HALK ŞİKAYETİ

 

Diyanet

 “Yani niçin bu kadar çok bağırılıyor? Amaç nedir?”

 

Saba Ezanları

Bütün ezanları ama özellikle sabah ezanlarının; aşırı bağırarak, yırtınırcasına okunmasından ülkemizin pek çok yerinden şikayet geliyor. Allah’tan Diyanet, desibeli biraz düşürmüş ama “hala kulak zarları için çok yüksek,” diyorlar. Böyle ezan okuma geleneğimiz yoktur. On yıllık bir geçmişi vardır. Bu rahatsız edici okunuş biçimi, FETÖ’ye övgüler dizmesi basına düşüp görevden alınan Başkan tarafından ülkenin başına bela edildi.

 

“Ezanın okunuş biçimini, kâbus olmaktan çıkarın lütfen!”

 

Aslında halkımız şikayet de demek istemiyor buna, ama çok rahatsız edici olduğunu söylüyorlar. Fakat biz, “Bu okunuş biçiminin dinimize göre de haram olduğunu,” söylediğimizde dertlerini dile getiriyorlar. Mesela Ankara, Çankaya. Mesela İstanbul Üsküdar, Sultanahmet, Kadıköy gibi bütün meydanları. Mesela Davutpaşa-Güngören-Esenler labirent gibi üçgeni.

 

“Halkımız, ezana, ezanı okuyanlardan daha çok saygı gösteriyor.”

 

Ankara’dan gelen bir şikayette; apartmanımızda bu yıl sekiz bebek doğdu. Sabah ezanının ürpertmesiyle çığlıkla uyanıyorlar. Ondan sonra da saatlerce susturamıyoruz bebekleri. Biz de işimize gitmede geç kalıyoruz.

 

“Yanlış, yanlış işler yapanların dostudur.”

 

Halkımız, bir de şunu soruyor: Diyanet Başkanı, kararlarını habire Hz. Peygamberin uygulamalarına dayandırıyor. Peki Hz. Peygamber, Cuma akşamları ve gündüzleri ya da hiç sela okutmuş mudur? Peygamberimiz hiç böyle bağırarak ezan okumuş ve okutmuş mudur?

 

“Bugün sela ve ezan, teolojik değil, ideolojik-politik amaçlı okunuyor.”

 

“Ülkede; ezan adı altında bağırma ile rahatsız edilmeyecek bir karış yer bırakılmadı.”

 

“Halkımızda; Diyanet her an yeni bir bidatla halkımızın huzurunu kaçıracak diye bir anksiyete oluşmuş.”

 

Oral İşkence

Şunu da iletmeliyim: Diyanet; ezan vasıtasıyla Müslüman olan kendi milletine, sanki kafirmiş düşüncesiyle, günde beş kez, sözel şiddet olan oral meydan dayağı çekiyor. Demek ki fırsatını bulsa fiziksel meydan dayağı da çekeceğini gösteriyor.

 

“Ortalıkta ezan, sela adı altında uluorta bağırmak, kamusal ortak alanı bağırmayla doldurmak, Cumhuriyetimizin 100. yılındaki bu çağda Türkiye’ye hiç yakışmıyor.”

 

Kindarlık Aşısı

Şöyle diyor insanlarımız: Ezanın bu okunuş biçimi vasıtasıyla sübliminal yolla; dinin yasakladığı şiddet, nefret ve kindarlık gibi kötü ahlaki davranışlar ve hormonal duygular mı aşılanmak isteniyor bize ve çocuklarımıza?

 

“Ezanın okunuş biçimi, Türk Milletinin kolektif milli karakteri ile çok uyumsuzdur.”

 

Köy hocalarının daha insaflı oldukları söyleniyor. Kasaba, ilçe ve şehir merkezlerine doğru gidildikçe insanfsızca bağırma artıyor, diyorlar. Mesela Samsun ve Urfa Merkezi, vs.

 

“Din, insanlara sadece insani duyguları aşılamak için kullanılmalıdır.”

“Din; sevgi satarak kin ve nefret saçmamalıdır.”

 

“Bırakalım bu gnostiklik ve mistiklikle milleti avutmayı, millete lojikliği öğretelim.”

 

Hoparlörle Namaz

Allah’ın Düşünme Kodları ve Düşünce Formları

Camilerde namazlar, hem de yüksek sesli hoparlörlerle kıldırılıyordu. Ne oldu? Gayretullaha dokundu, Allah camileri elimizden aldı. Çünkü namaz Allah için değil, toplum için kıldırılıyordu. O zamanlarda da bu durumu söylüyorduk ama kulak asılmıyordu. Şimdi de söylüyoruz; hoparlörlerle dua yapmak, Hak için değil, halk için dua yapmaktır. Bu durum da “gayretullaha” dokunuyordur. Allah, bu kez de minareleri, elimizden alacaktır. Bunları, Kuran’dan felsefi perspektifle tanıdığımız kadarıyla; Allah’ın “düşünme kodları (thinking codes)” ve “düşünce formları (thought forms)”na dayanarak söylüyoruz. Bizden söylemesi!

 

“İbadetler toplum için değil, Tanrı için yapılır.”

 

Toplu İftarlar

Milletin parasıyla millete toplu iftarlar verip, sanki kendi cebinden ödemiş gibi, kendisine mal eden Belediye Başkanları’nın elinden bu toplu iftarları Allah aldı. Çünkü onlar, iftarları, Allah için değil, oy almak amacıyla milleti kandırmak için düzenliyorlardı. Hala akıllanmayacak mısınız?

 

“İbadetler; sosyolojik ve politik amaçlarla değil, teolojk amaçla yapılır.”

 

Hoparlörle Dua

Şöyle diyenler de var: Minareden dua yapılmaya başlandığından itibaren, koronavirüs hastaları ve ölümleri her geçen gün artıyor. Allah, duaların, Kendisine minarelerden “hoparlörle” iletilmesinden ve bağ kurulmasından razı olmadı herhalde. Tanrı’ya hoparlör aracılığıyla bağ kuran ruhban sınıfı sadece bizde var. Evet, ayetlerde; “İnsana şah damarından daha yakın,” olduğunu söyleyen Allah, Kendisine “hoparlörle” iltisak ve ilsakla dua yapılmasına razı olmaz. Gayretullaha dokunur. Sanki dua, atmosferdeki Allah’a duyurulmaya çalışılıyormuş gibi oluyor. Halbuki evlerin içinde televizyonlardan yapılırsa insanlar huşu içinde tazarru ile “amin” diyebilirler. Üstelik “Minarelerden okunan duaların sözleri anlaşılmıyor.” Üstelik dua çok yavan, duygusuz, ihlassız, itici.

 

“Hoparlörle duaya son verilmelidir.”

 

Evet, dine geç girilince, din alanında kraldan çok kralcı olunuyor. Türk Atasözü: “Sonradan görme, dininden dönme.”

 

“Politika sonradan küskünlere,

kapitalizm sonradan görmelere,

dinler sonradan dönmelere bel bağlar.”

 

Resmi Teknik Direktörlü Dua

Başkan, Ramazan ayı boyunca kendisinin yazdığı duayı minarelerden hoparlörlerle okutacakmış. Böylece güya ülkeye kendi damgasını vuracakmış. Damga vurmak, Devlet gücü ve başkalarının ürünleriyle olmaz, kendi özgün kafa ürünüyle olur.

 

“Anlaşılan Ramazan Ayı boyunca her akşam yarım saat, Allah katında hiçbir değeri olmayan metalik gürültü kirliliğiyle millet bîzar edilecektir.”

 

Sanki kişi, kendi başına dua yapamazmış ve duası kabul olmazmış gibi, resmi teknik direktör ya da insanları coşturan “amigo” yönetiminde dua yaptırılıyor. İşte bu durum, eski Yahudilik ve Hristiyanlıkta vardı. İslam’da kişi, kendi duasını kendisi yapar. Hatta teknik direktörle, yani başkası aracılığıyla yapılan dua kabul olunmaz.

 

“Ruhban sınıfı, var olabilmek için, insanların duasına dadanır.”

“İslam, eski Yahudiliğe ve Hristiyanlığa dönüştürülmüştür.”

 

Dahili Sömürgecilik

Ruhban Sınıfı

Semitik dinler, ruhban sınıfı vasıtasıyla örgütlü hale getirilince, kendi mümin insanlarını sömüren dahili sömürgeci oldular. Tarih, şu tecrübi gerçeği hiç unutmamamızı söyler: Ruhban olsa da olmasa da bir kişi din satıyorsa mutlaka insanları sömürecek, demektir.

 

“Tarih boyunca; ruhban sınıfı hep kendi müminlerini sömürmüştür.”

“Dinler, ganimeti mümin olmayanlardan; ruhban sınıfı mümin olanlardan alırlar.”

“Tarih boyunca; ruhbanlardan insanlara hiçbir hayır gelmemiş hep şer gelmiştir.”

 

Medyaya yansıdığına göre; ruhban sınıfları, insanların dua işini yaptırmayı üstlenmişler. İnsanların hiçbir yarasına merhem olacak yetileri yoktur. Sadece, insanların kazançlarına ganimet olarak almaya bakıyorlar. Koronavirüs salgını nedeniyle habire dua törenleri düzenliyorlar. Tek amaçları, “haksız rol ve pay çalmak” amacıyla, sağlık çalışanlarının kazanımlarından ganimet almaktır. Ganimetçilik sürüyor. İslam, bu sömürgeci örgütlü dini sonlandırmak amacıyla ilk iş olarak, ruhbanlığı kaldırmıştır.

 

“Yani duayı resmi ağız okumazsa, kabul olmaz, oluyor.”

“Başkalarının ürünlerini satmakla var olan kadar değersiz bir sınıf yoktur. Değersiz sınıftan değerli hiçbir şey beklenemez.”

“İnsanlığın binlerce yıl mücadele ederek çağımızda kurtulduğu antik ruhbanlığın biz, bu çağda tam içine düştük.”

 

Nanemolla

Osmanlı’da, din adamı ve din alimlerine halk, “nanemolla” derdi. Nane, en muhannat bitkidir. Muhannat; küçük bir fiziksel acıya veya hastalığa dayanamayan kişi demektir. Mollaların canı çok tatlıdır. İnsanlara, Allah’a kavuşmayı satarlar ama kendileri ölmeyi hiç sevmezler. Hastalanıp hastaneye giderken, insanlara, “dua edin de iyileşeyim,” diye talepte bulunurlar. “Hazır fırsat düştü, dua edin de iyileşmeyeyim ve Allah’a kavuşayım,” demezler. Allah’a kavuşmaktan kaçmak için, bir süre ayet ve hadis gerekçesi bulurlar.

 

“Bu nanemollalar insanlara ölüm satarak onları sömürürler ve bu dünyada kral hayatı yaşarlar ama ölümden ilk önce onlar kaçarlar.”

“Allah hiç kimseyi ölümle imtihan etmesin! En kötü sınav, ölümdür.”

“Sokağa çıkma yasağını delen kişi, polise nasıl yalan bahaneler üretiyorsa, bu nanemollalar da ölümden kurtulup kavuşmamak için Allah’a öyle yalan bahaneler uydururlar.”

 

“Hem kişi, kendisinin dindar-maneviyatlı olduğunu iddia edecek hem de ağzından salya-sümük şirret, çirkef hakaret sözleri saçılacak!”

 

Diyanet’e Güven Meselesi

İşte Diyanet, son on yıldır, özellikle son iki başkan döneminde, böyle dinen yanlış dincilik anlayışıyla işler yaptığı için, müthiş güven kaybediyor. Bu güveni kaybettirenler, daha önceki Diyanet’e; “Atatürk’ün laik, dinsiz Diyaneti,” diyorlardı. Fakat onlardan önceki dönemlerde Diyanet’e güven, % 70, 80’lerde idi. Bunların döneminde düşürüldüğü hale bakalım:

 

Diyanetin kendisi, ilk kez, Ocak 2013 tarihinde, vatandaşlar arasında yaptığı ankette; bazı vakit namazlarına gidenler yüzde 20.8; Cuma namazlarına gidenler yüzde 17.7. Ramazan’da, kutsal gün ve gecelerde camiye gidenler yüzde 27.2 olarak belirlendi. Yalnızca bayram namazlarına gidenlerin oranı da sadece yüzde 4.4 oldu. 7 yıl sonra ama son 10 yıllık dönem içerisinde, Şimdi Başkan dönemine giren Ocak 20202’de yapılan ankette; Diyanet’e halk güveni % 2.1’dir, % 98’in güveni yoktur ve Diyanet’in yetkililerini sorguladığı görlüyor.

 

“İşte bu güven eksikliği, hoparlörlere kuvvet, gürültüyle örtbas edilmeye çalışılıyor”.

 

Şimdi Diyanet, bu Ramazan potpurisini, yedi yıl önceki bu % 27 için mi okuyacak? Yoksa bugünkü % 2.1’in gönlünü hoş etmek için mi? Yani Başkan, işine geldiği için halkın %2’sini dinliyor, işine gelmediğinde % 98’ini önemsemiyor ve kulak asmıyor? Neden onlara dayatma uyguluyor? Başkan şöyle düşünebilir: “Halk güveni bizim için önemli değildir. Bizim için önemli olan, arkamızın kuvvetli olmasıdır.”

 

Tükenmişlik Sendromu

Atatürk’ün, toplumu çağdaşlaştırmak gibi yüce idealle kurduğu güzelim Diyanet Teşkilatı, toplumu geriye götürmek için çalışır hale geldi. Diyanet misyonsuz bırakıldı. Fonksiyon ve misyon aranıyor. Sokağa çıkma yasağında dahi “evde kal” anonslarını üstlenmiş.

 

Bu zihinsel çağda, fiziksel işlerle misyon ve fonksiyon olmaz. Ne hallere düşürüldü son on yıldır. Son on yıldır Başkan olanların kendileri, Teşkilatı tarihe gömen ve gömülenler olacaklardır. Şu anda tükenmişlik sendromunu yaşanıyor.

 

“Yazık ediliyor, Atatürk’ün, yüksek ideallerle kurduğu Diyanet’e”

 

Diyanet’ten sosyal medya atağı!

Diyanet, Ramazan ayı dolayısıyla, sosyal medya atağı yapacakmış. Ne anlatacak ki? Sosyal medya internetinde bulunmayan bir bilgisi varmış sanki!

 

Not

Şikayeti olanlar ve yanlışa karşı kanuni mücadele vermek isteyenler, CİMER’e başvurmalıdırlar. Çünkü CİMER, şikayetleri dinliyor.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.