FİZİKSELLİKTEN ZİHİNSELLİĞE

FİZİKSELLİKTEN ZİHİNSELLİĞE

 “Korkarak yaşarsan, yalnızca hayatı seyredersin.” Nietzche

Bedenselliğin Bitişi

Çağımız, insan hayatının her alanında doğal fiziksellikten beşeri zihinselliğe geçildiği bir çağdır. Daha önce iletişim, ulaşım, tarım, imalat hatta savaş doğal fiziksel malzeme olan bedenle yapılırdı. Fakat çağımızda bunların hepsi insan ürünü olan beşeri zihinsel ürünlerle yapılmaktadırlar. Bu değişimden elbette her alan olduğu gibi din alanı da etkilenmiştir. Dolayısıyla felsefede dinin tanımı da, bedensellikten zihinselliğe geçmiştir.

 

“Bedensellikten zihinselliğe geçiş, insanlığın doğal maddeden insan üretme uğraşısıdır.”

 

Yazılım adı verdiğimiz işlemle fiziksellik tümden sona ermiş, her şey tamamen zihinselliğe geçmiştir. İlk zihinsel hareket yaratıcı ürün olan motorun bile pabucu dama atıldı, artık insanlık tamamen zihinsel ürün olan dijit ve sinyalle hareket yaratıyor. Cansız mikroçip malzemesi ile canlılık yaratıyor.

 

“Mikroçiplerin egemenliğindeki bir dünyada makrocübbelerin egemenliği hazindir.”

 

Fiziksellik öyle sona ermiştir ki, artık bilgisayarlar sayesinde yazı yazarken bile harflerin biçimlerini doğal ellerimizle yazmıyoruz. Bütün harfler için bütün tuşlara aynı hareket vuruşunu yapıyoruz. Fakat bu tuşların içinde farklı zihinsellik vardır.

 

“Aklın egemenliğindeki bir çağda kılın egemenliğinde olmak, çağdaş zihinselliğe geçemeyip çağdışı bedensellikte kalmaktır.”

 

Doğaya Egemenlik

İnsanlık, nihai hedefi olan ölümsüzlüğe giden yolda doğaya egemen olmayı gerekli görür. Doğaya egemen olabilmeyi, doğal bedensellikten beşeri zihinselliğe geçmekte görür. Çağımızda insanlık, doğallığı aştığına ve zihinselliğe geçtiğine ve doğaya egemen olduğuna inanıyor. Artık çağımız, insanın beşeri düşünme ile ürettiklerinin dünyaya egemen olduğu bir çağdır. Dolayısıyla Tanrı ile bağın, insanın diğer yapısı olan beşeri düşünme ile kurulması gerektiğine inanmış ve bununla kurma aşamasına geçmiştir. Doğanın insana egemen olduğu çağımıza kadar Tanrı ile bağ, insanın biyolojik yapısı olan doğal bedenle fiziksel kurulurdu.

 

“İnsanlığın hedefi; doğala alternatif kendi insanını, dünyasını ve evrenini yaratmaktır.”

ZİHİNSELLİĞE GEÇİŞİN DİNSEL SONUÇLARI

İnsanın, Tanrı Oluşunu İspat Etmesi

İnsanlık zihinselliğe geçişine, motoru icat etmekle inanmıştır. Bu nedenle bu icat aşamasına “Endüstri Devrimi” adını vermiştir. Bu icattan sonra insanlık şöyle demiştir: “Biz tanrıya, malzeme ve hareket ettirici yarattığından dolayı “tanrı” dedik. Bir tane hareket ettirici vardı şimdiye kadar, o da doğal “kalp” idi. Şimdi insan olarak ben de bu doğal hareket ettiriciye alternatif olarak kendi hareket ettiricim olan “motoru” ve ona bağlı malzemeleri yarattım. O halde ben de tanrıyım.” Motoru icat etmekle insan, doğal şeylerin yaratıcısı tanrı (deus)  yanında kendisinin de yaratıcı insan-tanrı (homo deus) olduğunu ispat ettiğine inanmıştır. Artık beşeri lojik şeylerin yaratıcısı tanrı insan vardır.

 

Yaptığı icatlar sayesinde, daha önce tanrıya mal edilen edimleri kendisi yapar hale geldikçe insanlık kurgusal beşeri tanrıyı yadsımaya başlamıştır. Fakat doğal şeylerin yaratıcısı tanrıyı henüz aşamamıştır. Onun yokluğunu halen ispat edememiştir. Bu nedenle doğal şeylerin yaratıcısı tanrıya bir süre daha inanmaya devam edecektir.

 

Tanrı Tasviri

İnsanlık, motor gibi yaptığı diğer lojik ve teknolojik icatlar sayesinde erginlik ve yetkinlik niteliğine kavuşmasıyla birlikte, daha önce insanlığın çocukluk evresinin akıl çapı ile kurguladığı tanrı tasvirinden kurtulmaya başlamıştır. Önceki tanrı tasviri daha çok fizikseldir. Kurtulmayı, çağımızın akıl çapına ulaşan filozoflar sağlamıştır. Filozoflar aştığına göre, demek ki herkes filozofların akıl çapına ulaşabilse, beşeri kurgusal tanrıyı aşacaktır. Bu akıl çapına ulaşamayanlar halen kurgusal beşeri fiziksel tanrıya inanırlar.

 

Tanrı ile Bağ Kurmak/Religiare

Antik ve çağdaş felsefede din; kişinin tanrı ile bağ kurması şeklinde tamamen zihinsel bir işlem olarak tanımlanır. Mesela G. Agamben dini şöyle tanımlar: “Din; insanların dünyasıyla tanrıların dünyası arasındaki ilişkileri düzenler. Etimolojik olarak din sözcüğü, insani olan ile ilahi olanı birleştiren ve birbirine bağlayan bağ anlamındaki religion, “religare”den türer.” Yani din, iki alanı birleştiren demektir. İşte çağımızdaki zihinsel din budur. İnsanlık, zihinselliğe geçmekle birlikte, bedensel ibadetleri yadsımaya başlamış ve Tanrı ile bağın zihinsel ve idesel kurulması aşamasına geçmiştir.

 

Dua

Bu aşamadan sonra insanlık, dua tanımını da yeniler ve şöyle düzenler: Artık malzemeler iki çeşit olmuştur. Dolayısıyla dua ederken doğal şeylerin yaratıcısı olan tanrıdan sadece doğal şeyler istenebilir. Lojik şeyleri ise insan tanrıdan istemek gerekir. O nedenle doğal şeylerin tanrısından yağmur, çamur, merkep istenebilir ama para ve Mercedes istenemez, çünkü bunlar insan tanrının ürünleridirler. Doğal şeylerin tanrısının böyle ürünleri yoktur. Dolayısıyla lojik şeyleri doğal şeylerin tanrısından istemek demek, o tanrının hırsızlık yapmasını istemek demektir, çünkü o, bunları mülkiyetinde bulunduran insandan gasp ederek başkasına verebilir.

 

KURAN’da ZİHİNSELLİK

Kuran’ın, çağdaş zihinsel din tanımına uyumlu olup olmadığını tespit etmeye çalışacağız. Bu tespitte felsefenin çeşitli disiplinlerini ve metotlarını kullanacağız.

 

“Tümel karakterini tanımaksızın, Kuran’ın tikel konseptlerini ortaya koymak imkansızdır.”

 

Nominalizm/Kavramcılık

Tanrının İsminin Önemsizliği

Kuran, Allah’ın isimlerinin önemsiz olduklarını söyler: “De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” İsra, 110. “Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. En güzel isimler Onundur.” Taha, 8. İsimleri önemsiz görmesi, nominalliği ve imgeselliği yadsıdığını gösterir.  Nominal olduklarından isimlerin ne oldukları değil, Allah’ı zihinsel-değersel işlem olan yüceltmek önemlidir: “O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler Onundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Haşr, 24. Kuran’a göre önemli olan şey, tanrının ismi değil, güzelliktir.

 

Kuran, Tanrı’nın isimlerinin önemsizliğini söylemekle, nominalist ya da adcı değil, kavramcı olduğunu gösterir. Nominalizm; gerçek saymayıp isimleri birer addan ibaret bulan öğretidir. İsimler sadece birer sözden ibarettir ve gerçek değillerdir ve bir varlığın gerçekliğini ifade etmezler. İsimler, insanların, yakıştırdıkları seslerden ibaret birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur. Adlandırma, aynı zamanda Tanrı’yı nesneleştirmedir. Adcılığın zıddı konseptüalizm yani kavramcılıktır. Kavramcılık; varlığı sadece onun özlerini ifade eden kavramlardan ibaret görür. Kavramların genel düşüncelerden ibaret olduğunu düşünür. Kavram, zihinde vardır. Kavramak ancak zihinsel işlemle mümkündür. Kuran’ın, tanrı kavramını düşüncelerden ibaret ve zihinde var gördüğünden kavramcı zihniyete sahip olduğu görülür. Dolayısıyla Kuran’a göre Tanrı, fikirden ibarettir. Çünkü tanrının, isimsel değil, düşüncelerden ibaret kavramsal algılanabileceği gerçeğinin farkındadır.

 

“Kuran için önemli ve değişmez olan şey, Tanrı’nın kavramsal olarak varlığıdır. Tanrı’nın, kavramsallık dışındaki her türlü betimlenme teferruattır ve önemsizdir.”

 

Simgecilik, Sembolizm ve Realizm

Kıblenin Önemsizliği

Kuran, fiziksel sembolik kıbleyi önemsizleştirir: “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, bilendir.” Bakara, 115. Bu ayetle, Allah’ın mekânsal simgeleştirilmesine karşı olduğu görülür. “Bir takım kendini bilmez insanlar, “Müslümanları yönelmekte oldukları kıbleden çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da, Batı da Allah’ındır. Allah dilediği kimseyi doğru yola iletir.” Bakara, 142. Kuran’ın, simgesel kıbleyi önemsizleştirmesi, dinde mevcut müesses simgeselliği sonlandırmak amacında olduğundandır. Bedensel aktivite ile bedeni batıya ya da doğuya döndürmeyi önemsizleştirmesi, dinde bedenselliği sonlandırmak istemesindendir. Allah’ı doğal duyu organlarıyla maddi değil, beşeri düşünlerle manevi algılanmasını ister.

 

“Duyularla algılamak kolaydır. Düşünlerle algılamak zordur.”

 

Asıl Önemli Olan Kıble Değil, Erdemdir

Erdem (virtue, fazilet), akılla düşünmeyle elde edilen bir kalite durumudur. Kuran, erdemi “birr” kelimesi ile ifade eder. Bu nedenle Kuran’a göre önemli olan, tanrının ismi ve kıble gibi maddi simgeler değil, zihinsel bir kalite olan erdemli edimsel sonuçların olduğunu kıble ile ilgili konuda şöyle söyler: “Erdem (birr), yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir. Asıl erdem, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyene ve kölelere verenlerin; salatı yapan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” Bakara, 177. Kuran’a göre önemli olan bedensel hareketler değil, zihinsel kalite olan erdem davranışlardır.

 

Kuran, kıbleyi önemsizleştirmekle simgeci ya da sembolcü değil, realist yani gerçekçi olduğunu gösterir. Realizm ya da gerçekçilik; gözlenenlerdeki gerçeğe önem verir. Onun nazarında gerçekler ön plandadır. Gerçek olmayan her şeyi sahte görür. Bu nedenle gerçekçi olmayan din Klasisizmine bir başkaldırıdır. Realizm ayrıca duygusallığa da karşıdır. Gerçekçiliğin zıddı simgecilik ya da sembolizmdir. Semboller fiziksel ürünlerdir, çünkü fiziksel aygıt olan göz, kulak gibi duyu organlarına hitap ederler.

“Zihinseli fiziksele dökmek donuklaştırır, fizikseli zihinsele dökmek akışkanlaştırır.”

Kuran, Tanrı’nın fiziksel bir yapı olmadığının farkında olması nedeniyle kıbleyi bir sembol görür ve sembolcülük karşısında realist, gerçekçidir. Gerçekçiliğin, simgesel inançlardan ibaret olmadığı düşüncesindedir. Bu düşünceleri nedeniyle Yahudiler ve Hristiyanlar, Kuran’ı dinsel sapkınlık gördü. Yahudilik ve Hristiyanlık gibi bedensel dinlerde dini sembolizm çok önemlidir. Semboller fizikseldir. Fiziksel coğrafik Kıble de insanların elleriyle ürettikleri bir fiziksel semboldür. Simgesellik gerçeklik değil, sahteliktir. Şayet din simgeleştirilirse, varlığın gerçek olmayan yorumu ve sahtenin görüngüsü olur.

 

Kıble belirlemek, Tanrı’yı bir mekana sıkıştırmaktır. Hatta Tanrı’yı arazi ya da bina ile simgeleştirmektir. Bu anlayış, Tanrı’nın mekandan münezzeh olması ilkesi ile paradoks arzeder. Kuran, kıbleyi önemsizleştirmekle, Yahudiliğin ihdas ettiği bu kıble ve onunla Tanrı’yı bu mekansal simgeleştirme anlayışını ortadan kaldırmak ister. Mabetler de Sümerlerin ihdas ettiği, Yahudilerin ve Hristiyanların sürdürdükleri maddi simgelerdir, gerçek tanrıyı ya da tanrının gerçekliğini ifade etmezler hatta tanrının anlamını değiştirirler. Dini, mabetlerle yaşamak, dini maddi simgesel yaşamaktır ki bu dini yaşam sahtedir.

 

“Simgesel dinsel kişi, dini ve tanrıyı madde olarak algılar. Maddenin en değerlisi olarak parayı gördüğünden dini ve tanrıyı para olarak görür.”

 

İBADETLERDE ZİHİNSELLİK

Yahudilik ve Hristiyanlıkta tanrı ile ilişki bedensel ibadetlerle kurulur. Kuran’ın ise, tanrısı Allah’la zihinsel ilişki kurmayı getirmek istediği şu ayetlerde görülür: “Ey inananlar! Allah’ı çokça zikredin.” Ahzab, 41. “Allah’ı zikretmek” kavramı, düşünme işlemi yaparak Allah’ı zihinsel hatırlayıp anmaktır. Yani Allah’la zihinsel ilişki kurmaktır. Zikretmenin, ağızla yapılan sözlü terennüm değil, zihinsel hatırlama ve anma olduğu şu ayette görülür: Allah, der ki: “Beni anın ki ben de sizi anayım.” Bakara, 152. Allah, ağızla anmaz, zihinle anar. “Nüsukler (ritüelleri)inizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın.” Bakara, 200. Ölmüş ataları anmak, ağızla değil, zihinde düşünerek olur.

 

Salat

Kuran, geldiği dönemdeki mevcut müesses bedensel ibadetleri kullanır. Mesela Yahudilerin ve Hristiyanların günlük fiziksel dua (salat) ibadetini aynı anlamda alır ama onun fiziksel ifasını değiştirir. Bu ibadeti içeren ayetlerin sonlarındaki hükümlerde asıl amacını söyler.

 

Etimolojik olarak salat; bağ, ilişki ve iletişim kurmaktır. Fakat dua anlamı da olduğundan dua ile ilişki kurmaktır. Dua, Tanrı’yla ağızla değil, zihinle ilişkidir. Salatla ilgili ayet şöyledir: “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, salatı yap. Çünkü salat, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Ama Allah’ı anmak daha büyüktür. Allah yaptıklarınızı biliyor.” Ankebut, 45. Ayetinde asıl önemli olan bölüm, “ama Allah’ı anmak daha büyüktür,” bölümüdür. “Anmak” zihinsel bir işlemdir. Dolayısıyla Kuran, günlük ibadet olan salatla Allah’la, bedensel değil, zihinsel ilişki ve bağ kurmanın daha önemli olduğunu söyler.

 

Cuma

Kuran, geleneksel Yahudilikte “Şabat” adıyla Cumartesi günleri, Hıristiyanlıkta Pazar günleri ifa edilen “Şükretmek” anlamına gelen “Evharistiya” adlı haftalık müesses ibadetlerin fiziksel uygulamasını ortadan kaldırarak yerine “anma” ile ifa edilen Haftalık Cuma ibadetini getirir: “Ey iman edenler Cuma günü salat bildirildiği zaman Allah’ı anmaya koşun, alışverişi bırakın.” Cuma, 9. Anmak, zihinsel bir işlemdir. Bu ayette haftalık Cuma ibadetinin, mescitte peygamber imamlığında, cemaatle ve ayinsel Kuran okumak, hutbe gibi bedensel ifa edilmesi emri yoktur. Sadece “Allah’ı anmaya koşun,” şeklinde zihinsel bağ kurma emri vardır.

 

Kurban

Kurban hakkındaki ayet de Allah’la zihinsel ilişki kurulmasını ister: “Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban edin). Yan üstü yere düştüklerinde (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik. Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız (Allah’tan korkmanız) ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele! “ Hac, 36-7.

 

Bu ayetlerde görüldüğü üzere Kuran, geleneksel fiziksel kurban ritüeline yapısökümcü metodu uygular. Ama yapısalcı metotla da, kurbanların fiziksel boyutu olan etlerinin ve kanlarının Allah’a ulaşmayacaklarını, Ona sadece insanların zihinsel ürünü olan takvalarının ulaşacağını söyleyerek, kurban kesmede fiziksel eylemin yerine zihinsel iletişimi inşa etmeye çalışır. Nitekim Kuran’da kurban kesmek konusunda kesin bir emir yoktur. Bu nedenle alimler tarafından kurbanı kesmek farz değil, ondan bir alt derece emir olan vacip yaptılar.

 

Oruç

Yahudilik ve Hristiyanlıkta var olan oruç ritüelinde de aynı zihinsel dönüşüm görülür: “Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi size de yazıldı. Umulur ki sakınırsınız.” Bakara, 183. “Umulur ki sakınırsınız” cümleciği, oruçtan amacın, Allah’la zihinsel ilişki kurmak olduğunu söylemektedir. Çünkü “sakınmak”, zihinsel bir işlemdir.

 

Hac

Aşağıdaki ayetlerde görüleceği üzere Kuran, Hac ritüelini de fiziksellikten zihinselliğe dönüştürür: “Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden sakının.” Bakara, 197. “Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı anın (zikr) ve O’nu size gösterdiği şekilde anın (zikr). Şüphesiz siz daha önce yanlış gidenlerden idiniz.” Bakara, 198. “Hac nusuklarınızı bitirince, babalarınızı andığınız (zikir) gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah’ı anın.” Bakara, 200. Takva, sakınmak ve anmak fiziksel değil, zihinsel işlerdir.

 

“Kuran, doğal ürün olan beden malzemesi ile değil, insan ürünü olan zihinle tanrısıyla ilişki kurulmasını ister.”

Formalizm/Biçimcilik/Materyalizm

İbadetlerin Biçimi

Kuran, “salat”ın ifa edilmesini yüzlerce ayette emretmiş fakat onun fiziksel biçimini, onun farzları, vacipleri, sünnetleri, mekruhları, namazı bozan şeyler gibi konuları bir tane ayette bile belirtmemiştir. Kuran’ın üslubu gereği, temayı, öneminin ölçüsüyle orantılı olarak tekrar eder. Biçimi önemli olsaydı salatı bir tane ayette belirlerdi ve tekrar ederdi. Bu durum, Kuran’ın formalist (biçimci) olmadığını gösterir. Abdestin şeklini ise bir tane ayette belirtmesi, temizliğe, salatın biçiminden daha fazla önem vermesindendir. İbadetlerdeki biçimle ilgili konular Peygamberin vefatından sonra asırlar içerisinde ciltler dolusu mevzuat halinde üretilmişlerdir. Bu mevzuat, ibadetleri hem formel yaparak zorlaştırmış hem de Allah’la zihinsel ilişki kurmayı ve onunla oluşmayı engellemiştir. Ayrıca bu konulardaki ihtilaflar ortaya birbirine düşman ve birbirini öldüren mezhepler üretmiştir.

 

Bilimin tespitine göre “insan beyni, aynı anda iki şeyle meşgul olamaz”. Fakat namaz kılarken geçerli olan vacipleri ve namazı bozan yüzlerce maddeden oluşan bir mevzuat üretilmiştir. Şimdi insan hem namazı kılmaya ve onda okunacak Kuran’ı okumaya bakacak hem de aynı zamanda onları bozan şeyleri aklından geçirecek. Bu durumda namaz kılması hele de Allah’la ilişki kurması ve ibadette istenen “huşu”nun doğması mümkün değildir. İbadetlerin biçimsel ifası, ibadetleri formalite icabı yapmaktır. Tanrı ile formalite gereği fiziksel bağ kurmaktır. İşleri, formalite icabı yani özsüz sadece biçimleriyle yapmanın sonuç üretmesi düşünülmez.

 

“Biçimsel din, insan tarafından imal edilmiş dindir.”

 

Yapısalcı formalizm; biçimcilik, şekilcilik demektir. Biçimcilik; özü ve içeriği yeterince önemsemeden yalnızca biçim üzerinde durmak, biçime ağırlık vermektir. Şekli, biçimi özden üstün tutar. İbadetlerde fiziksel biçimci olmak, materyalizmdir.

 

İdealizm/Normalizm

İdealizm; varlığı bir nesne değil, fikirlerle algılayan felsefe disiplinidir, aynı zamanda normculuktur. Normculuk; değercilik ve fikircilik yani idealizmdir. Gerçekliğin temelinin, fikir olduğuna inanır. İdeler bireyseldir. Bireyden bağımsız idea olamaz. İşleri fikirlerle ve sonuç üretmek için yapmaktır. İstenen sonucu doğurmaya endeksli olarak işleri normların gerektirdiği gibi yapmaktır. Kuran’ın Allah’la ilişkide formalist değil, idealist ve normalist olduğu görülür. İdesel ilişki, kişinin, bedenini ve kendisini aşıp Allah’la nihai ilgili olmasıdır. Zihinsellik idealizmdir. Hakikatten zihinsel bağ, bireysel sübjektiftir; herkes kendi zihinsel algısına göre bağ kurar. Zihinsel bağ kurmanın bir tane çeşidi olamayacağından tek biçimi olamaz. Dolayısıyla tanrı ile bağ kurmak rölatiftir.

 

“Kuran’ın zihinsel-idesel ibadet anlayışı, idesel-Tanrı anlayışıyla tutarlılık arz eder.”

Allah’la Logos, Cogito İlişki

Kuran, hazır bulduğu mevcut müesses bedensel ritüelleri devralır. Ancak bunları, hedefine ulaşmada ilk baştaki ön gereklilikler olarak kullanır. İlk başta, Kuran’ın tanrısı Allah’a inanmayan ama bu ritüellere alışık insanlar, bu var olan ritüellerle Ona inanmaya ve Onun hakkında içsel bir kanaate ulaşmaya başlatılırlar. Bu ritüelleri, zihinsel iletişimi üretmeleri için egzersizler olarak görür. Asıl amaç, Allah’la iletişimin, akılla (logos) ve düşünmeye dayalı (cogito) içsel ve zihinsel olmasıdır. Nitekim Allah’ı kavramada aklı ve düşünmeyi kullanmayı emreden yüzlerce ayet vardır. Böylece Kuran, Allah’la iletişimde bedensellikten zihinselliğe geçirerek toplumu dinsel yeniden üretmek istemiştir.

 

Kuran, geldiği dönemdeki mevcut ve müesses bedensel ibadetlerin, zihinsel bir varlık olan Allah’la ilişki kurmada o devirde dahi çağdışı kaldıklarının farkında idi. Çünkü Tanrı ile bedensel ilişki, antik akıl çapının ürettiği arkaik ilişki kurma biçimi idi. Bu nedenle kendi tanrısı Allah’la, bedensel-formel ilişki kurma anlayışını sonlandırmayı, yerine zihinsel-idesel bağ kurmaya geçmeyi hedeflemiştir. Kuran’da kişinin tanrısı ile arasındaki ilişkisi zihinsel-düşünsel ilişkidir. İlişkiyi zihinselleştirme amacı nedeniyle namaz, oruç, kurban ve hac gibi ibadetlerden söz eden ayetlerin sonlarında hep “Allah’la zihinsel ilişki (Allah’ı anma)” kurmanın daha önemli ve değerli olduğunu vurgular. Kıblenin önemsizliğini anlatan ayetlerde görüldüğü gibi, asıl önemli olan eylem, bedenle yapılabilen kıbleye dönmek değil, zihinsel işlemle üretilen erdem (takva)dir. Kişinin Allah’la olan ilişkisini zihinselliğe taşımak, bedensel ibadetleri tedricen sonlandırmak istemektir.

 

“Kuran’ın dini fiziksel, mistik ve duygusal değil, tamamen zihinsel, düşünsel, ideseldir.”

 

Dinin zihinselleşmesi, insanlığın beşeri düşünüşünün gelişimi ile ilgilidir. Ve Kuran’ın bin beş yüz yıl önce ulaştığı bu aşamaya insanlık çizgisi ancak çağımızda ulaşmıştır. Bu nedenle Batı’da çağımızda ulaşılan Protestanlığın ilk kurucusu Kuran’dır. Dolayısıyla Kuran’ın, çağımızın zihinsel ibadet anlayışıyla uyumlu olduğu görülmektedir.

 

“Düşünme işlemi yapmayı zor görenler, ibadetlerin kolay olan bedensel ifasını severler.”

Tanrı ve Rasyonellik

Felsefeye göre insan, biyolojik yani animal ve lojik yani hümünal yapıdan oluşur. Beden doğanın animal, zihin ise insanın hümünal ürünüdür. Kuran, ayetlerden anlaşıldığı üzere, Tanrı ile animal duygusal pathos ilişki istemiyor. Onun yerine beşeri, hümünal rasyon/logos ilişkisi ister. Çünkü Tanrı rasyonel bir varlıktır. Tanrıyla zihinsel bağ kurmak, Tanrıyı rasyonel varlık görmektendir. Çağımızda artık gerçek ile rasyonellik birbirinden ayrılamaz olmuştur. Rasyonelliğe geçilen çağımızda Tanrı ve ibadetler dahil her şey rasyonel olmak zorundadır. İbadet adı altında insanları bedensellikte bırakmaya çalışmak, onları binlerce yıl önceki aşamada bırakmaktır.

 

“Gerçek olan rasyonel, rasyonel olan gerçektir.” Hegel

“Çağımızın insanı, rasyondan ibarettir. Modernizmin tanrısı da rasyonel bir ilkeden başka bir şey değildir.” Paul Tillich

 

Rasyonel zihinsellik arttıkça dinde ibadet ve törenlerle birlikte sihirsel öğeler, gizemler ve şifreler azalmaktadır. İnsanlığın her çağdaki en büyük tehdidi, yeni çağ olmuştur. Yeni çağlar, kendilerine uyum sağlayamayan toplumları hep yok etmişlerdir.

 

KURAN’IN KULLANDIĞI FELSEFİ YÖNTEMLER

Kuran’ın özünü anlayabilmek için öncelikle onun ifade üslubunu ve kullandığı felsefi disiplinleri tanımak gerekir. Biz, Kuran’ın nasıl çalışılmasına dair bir metot göstermek amacıyla Kuran’da tespit ettiğimiz bu üslupların ve disiplinlerin bazılarını ortaya koyacağız. Kuran, üslubu gereği, onun asıl önemli olan paradigmasını ayetlerin son cümlelerinde ortaya koyar. Son cümleden önce söyledikleri, sonuçlar için dayanaklardır. Onun hedefi için dayanakların önemi yoktur.

 

Sinestezi ve Metonimi

Kuran, felsefenin sinestezi ve metonimi yöntemlerini kullanır. Sinestezi; bir konunun bir başka konuyla birleştirilerek betimlenmesidir. Yüksek bir konunun, düşük bir kültürün karışımı haline getirilişidir. Farklı tiplerdeki söylemleri daha belirgin kılmak için bunların karıştırılmasıdır. Asıl konuyu dolaylı bir biçimde sunmaktır. Kuran, sinestezi yöntemini şöyle kullanır: Fiziksel ibadet konusunu zihinsel ibadet konusu ile birleştirip birbiriyle karıştırarak asıl konusu olan ibadeti zihinsel betimleyerek sunar. Metonimi; bir şeyin bir parçasının, o şeyin bütününün yerine konmasıdır. Kuran, ibadetlerle ilgili ayetlerin sonlarında “sakınma”, “takva”, ve “anma” gibi parçaları zikrederek, ibadetlerin zihinsel bütününe dönüştürür.

 

Yapısökümcülük/Yapısalcılık

Kuran, yapısökümcülük adlı felsefe metodunu da kullanır. Bu, var olan yapıyı sökmektir. Kuran, geldiği dönemdeki müesses dinlerin bedensel ifa edilen ibadetlerinin yapısını söker. Kuran, zihinsel ibadet yapısı kurmaya çalıştığından yapısalcık felsefe metodunu da kullanır. Yapısalcılık (Structuralism); toplumun analizinde en fazla kullanılan felsefi metottur. Temelde büyük yapılar, sistemler ve oluşumlarla ilgilidir. Yapısalcı hareket çerçevesinde insan davranışları ve olgular, bu büyük sistem ve yapılar aracığıyla incelenmeye ve açıklanmaya çalışılır. Ele alınan nesnenin “kendi başına ve kendi kendisi için” incelenmesidir. Eski yapıların yeni anlamlarını yeniden yapılandırarak inşa etmektir.

Fenomenoloji/Numencilik

Fenomenoloji; görüngüler yoluyla “olgu, obje ve olayların içeriği (numeni)ni ortaya koyan” felsefe metodudur. Numencilik özcülük demektir. Özcülük; (essentialism ya da temel esascılık); Varoluşun karşısında her zaman öze (numen) öncelik veren, gerçekliğe ulaşma yolunda özün varoluşu kat kat aşan bir değeri olduğunu savlayan, bu nedenle de varlıkların varoluşlarını değil de özlerini soruşturmayı önerir. Sosyal fenomenlerin anlaşılmasının anahtarını, şeylerin gerçek tabiatını/mahiyetini (özünü) idrak etmede görür ve bu özün şeylerin zahiri tezahürünün arkasında yattığına inanır.

 

Kuran’ın kullandığı bir başka felsefi metot fenomenoloji ve özcülüktür. Görünen bedensel ibadetler yoluyla onların içerisindeki numen olan “Allah’la zihinsel ilişki” çıkarsamasını yapar. Kuran’daki ibadetlerle ilgili ayetleri felsefe perspektifinden ele alınca, Kuran’ın, din konusunda özcü ya da temel esasçı (essentialist) ya da numenci felsefeye sahip olduğu görülür. Zihinsel ibadet özcülüktür.

 

Kuran’da özden yoksun ya da içeriği önemsenmemiş görüngüselik, “ibadet için ibadet” ilkesi yoktur. Bedensel ibadetlerden Kuran’ın istediği öz, Allah’a itaat, takva, sakınmak, anmak gibi idesel ürünler ve bunlarla yapılan davranışlardır. Kuran, ibadetlerin özünün (numen), Allah’la iletişim kurmak olduğunu söyler. Allah’la ilgili bilgiye ancak özcü düşünmeyle ulaşılabilir. Nitekim salattaki numenin Allah’ın egemenliğine girmek olduğunu söyler: “Bir de, size, “Salatı yapın ve Allah’a karşı gelmekten sakının” diye emredildi. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır.” Enam, 72.

 

“Nitekim Kuran fiziksel ibadetleri ifa etmeyenlere ne hakaret eder ne de ceza verir. İbadetleri ifa etmeyenlerin cehenneme gireceklerini söylemez. Ama Allah’ın emrine girmeyenlere en büyük cezanın verileceğini söyler.”

 

Kuran’ın, mesela namazın bile fiziksel biçimini belirten bir tane ayet içermemesi, ibadetlerin fiziksel görüngüleriyle meşgul olmadığından fenomenci değil, özleri ile meşgul numenci olduğunu gösterir. Zihinselleşmemiş ibadetler, bedensel eylemlerle görüntüde dini davranışlar gösterir ama bu davranışların özü yani numeni dindar olamaz. Zihinselleşmiş din, davranışlarda mutlaka dindar olacaktır, çünkü içi değerlerle dolu olacaktır.

 

SONUÇ

Çağımız, her alanda fiziksellikten zihinselliğe geçilen bir çağdır. Zihinsellik, entelektüellik demektir. Ruhsallık, zihinsellik demektir. İnsanın ruhsal boyutunu, beşeri zihinselliği oluşturur. Beşeri zihinsellik ise fikirlerle oluşur. Kuran, binlerce yıl önceki insanın akıl çapıyla formüle ettiği ve düzenlediği müesses fiziksel ritüel biçimlerini, daha o çağda dahi yeterince eskidiğinden ve arkeolojik kaldığından sonlandırmak ister. Hıristiyanlığın başlattığı ritüellerin bedensellikten çıkarılıp zihinselliğe dönüştürülmeleri işlemini Kuran sürdürmüştür.

 

Fiziksel olarak ülkenin her tarafı mabet doldurulduğu, fiziksel oral olarak herkes dini, dilinden düşürmediği halde ortalıkta Allah’ın egemenliği, toplumsal ahlak ve dindarlık neden görülmüyor? Çünkü dindarlık, bedensel spor hareketleriyle değil, ancak zihni işlemekle olur.

 

“Arzularımız o kadar şiddetlidir ki bazen birbirimizi parçalamak isteriz. Ama topluluk duygusu bizi durdurur. Lütfen not edin: İşte bu, neredeyse ahlakın tanımıdır.” Nietzche

 

Zihinsel İşlem ve Oluşmak

İnsan, zihinsel işlem uygulamadan aldığı şeyleri öğrenemiyor ve onunla oluşamıyor. Çünkü öğrenme alınan verilerin beynimizdeki kimyasallarla tepkimeye girmesiyle oluyor. Bu tepkime de sadece zihinsel boğuşma ile oluyor. Bu nedenle zihinsel işlem uygulanmayan Tanrı fikri ile oluşulamıyor. Dolayısıyla Tanrı’nın fiziksel algılandığı, zihinsel algılanmadığı toplumlarda normel/değersel dindarlık olmuyor. Geleneksel dinlerde Tanrı ile bağ ve ilişki fiziksel ibadetlerle kurulur.

 

Allah’la İlişkide Fiziksellik ve Zihinsellik

Bedensel ibadet yapmak demek, Tanrı’nın verdiği doğal verili (a priori) bedensel malzeme ile Tanrı ile ilişki kurmak demektir. Zihinsel ibadet yapmak demek, kazanımlı (a posteriori) olan insanın ürünü zihniyle ürettiği idelerle ilişki kurmak demektir. Tanrı kendisine, kendisinin verdiği bedensel malzeme ile değil, insanın ürettiği beşeri zihinsel malzeme ile ilişki kurmasını istemektedir. Çünkü doğal malzemenin değeri yoktur, çünkü doğal duygular (pathos) ile anlar. Tanrı, doğal zihinle algılanamaz. Anlama, algılama ve anlamlandırma gücü yoktur. Bu güç ancak insani ürün olan beşeri zihinsel (logos, cogito) yapısında vardır.

 

Din ve teoloji soyut bir şeydir. Soyut şeyler, ontolojik olarak, zihinle üretilen fikirlerle oluşurlar. Dolayısıyla tanrıyı, peygamberi, dini ve ibadetleri maddi-bedenselleştirmeyi kabul etmez. Zihinsel varlık olan Tanrı ile ancak zihinsel iletişim kurulabilir. Fiziksel bir varlık olmadığından Tanrı ile fiziksel bağ kurmak zaten mümkün değildir. Kuran, zihinsel ibadet ilişkisiyle, insanın zihinsel özgürlüğe sahip tam müstakil birey olmasını ister. Başkalarının algıladıkları ilişki biçimleriyle ve algılarla insanların “aşılanmış hafızalar” olmalarını istemez. Aşılanmış hafızalarla, bireysel sorumluluklar özgün ifa edilemez.

 

“Zihinsellik, kendilik ve tam özgür birey olmaktır.”

 

Tanrıyla bedensel bağ kurmak Tanrıyı fiziksel insani obje, antropomorfik (kişi tanrı/personal god) bir varlık olarak algılamaktır. İnsanın önünde ayakta hazır ol vaziyette durmak, rüküya gidecek kadar yarım eğilmek ve ayaklara kapanacak şekilde tam secdeye gitmek, bir insan monark yöneticiye görsel ve fiziksel itaat etme göstergeleridirler. Bu, gerçek itaat değildir. Gerçek itaat, itaat edilen kişinin emirlerini harfiyyen ifa etmektir. Bu fiziksel itaatin aynısını Tanrı’ya uygulamak çağımız rasyonunun çapının irrasyonel gördüğü bir fenomendir. Kuran, o devirde var olan Tanrı’ya ruku ve secde yapılması uygulamasını alır. Ama bu rükünleri salatın içerisine dahil etmemesi, zihinsel ibadet konsepti ile tutarlılık arz eder.

 

“Namaz kullanılarak, bir monarka tabiiyet eğitimi verilen insanlarla demokrasi uygulanamaz, ancak şeyhlik sistemi uygulanabilir. Çünkü Tanrıya diye verilen bu eğitim, insana devredilir.”

 

Bedensel ibadet, Tanrı’yı, bir nesneye dönüştürerek kişinin kendi amacı doğrultusunda kullanmaktır. Fiziksel ibadet, Tanrı’yı fiziğin içerisinde görmektir. Mekandan münezzeh olan Tanrı’ya mekan ve zemin belirlemektir.

 

Kuran ve Hadis

Düşünme işlemi yapamayanlar, dini, zihinci olan Kuran’dan öğrenmeyi istemezler. Bu kişiler üstelik Kuran’ı yadsırlar ve ondan hiç ayet okumazlar. Kuran yerine hadisleri tercih ederler. Çünkü dini, fiziksel olarak algılayanlar ve Kuran’a aykırı olarak fiziksel din üretmek isteyenler Kuran’a aykırı çok sayıda hadis uydurmuşlardır. Kuran’da ana hatları verilmeyen bütün dinsel düzenlemeleri içeren hadisler uydurma olmak zorundadır. Bunlardan biri ibadetlerin fiziksel biçimleridir. Şayet ibadetlerin biçimiyle ilgili ayet yoksa o konudaki hadisler uydurmadır. Kuran için önemli olsaydı, ibadetlerin biçimlerine değinen mutlaka bir tane ayet olurdu. Sahih hadisleri uydurma olanlardan ayırma kriteri şudur:

 

“Hadisler, mutlaka Kuran’da ana hatları belirtilen bir konunun tefsiri olmak zorundadır. Kuran’da çerçeve paradigması belirtilmeyen bir konuyu düzenleyen hadisler uydurmadır.”

 

Aksi takdirde uydurma hadisleri ayırt etmek mümkün değildir.

 

TÜRKİYE’NİN İBADET TİPİ

 “Türkiye’nin bugünkü dini, bedenseldir.”

 

Türkiye, entelektüel tarih sahnesine çıkmada çok geç kalmıştır. Bu nedenle entelektüelliğin her alanında olduğu gibi, din alanında da insanlığı geriden izlemektedir. Arkaik Yahudilik ve Hristiyanlığı izleyerek, Kuran’ın konseptine aykırı olan Allah’la ilişkiyi zihinsel değil, fiziksel algılamakta ve uygulamaktadır. Böylece İslam’ı Arkaik Yahudiliğe ve Hristiyanlığa benzetmektedir. Dini, hala bedenle uygulamaktadır.

 

“Bugün Türkiye’de yaşatılan din, zihinsel özcü değil, devletçiliğin diktesi formel dindir.”

 

Türkiye, ilköğretim, lise, imam-hatip, Kuran kursları ve üniversite gibi eğitim sisteminin bütününde gerçek dinin felsefesi ile alakası olmayan düşünmeye ve yeniliğe kapalı, kafaları donuklaştıran uydurma birkaç sayfalık kaportasal din eğitimi veriyor. Ve bu din, son din algısı olarak kabul ettiriliyor. Bu din algısıyla yetişen nesiller, felsefi ve bilimsel gelişmeye çok kapalılar ve onun önünde engel fonksiyonu görüyorlar. Toplumun geleceği heba ediliyor.

 

Türkiye’nin Kafa Katmanı

İnsanlık, 18. asırdan sonra fiziksellikten zihinselliğe geçmekle işler koldan kafaya geçmiştir. Osmanlı’nın çöküşünün temel nedeni, asırlarca ihmal ettiği düşünme işlemini yapmamak neticesinde, işlerini yapmada koldan kafaya geçememesidir. Osmanlı’nın kafa katmanını işgal edenler, en basit kafa ürünü olan tüfeği dahi icat edememişlerdi. Çünkü düşünmediler.

 

“Osmanlı, işler koldan kafaya geçince, jantların üzerine oturdu.”

 

Türkiye halen de koldan kafaya geçememiştir. Bütün işlerini, teorisyenlikle değil başkalarının ürettiği teorilerin pratisyenliğiyle yapmaktadır. Bu nedenle başka kafaların eskimiş icatlarını tekrar üretmeye devam ediyor. Kendisi bir tane icat yapamıyor. Din alanında da bir fikir icadı yapamıyor. Artık her alandaki icatlar, kafa ile düşünme işlemi ile yapılıyor. Türkiye’nin kafa katmanı halen düşünme işlemini bilmiyor ve yapamıyor.

 

Türkiye’nin sosyo-dini analizi şunu tespit eder: Türkiye, düşünme gerektiren işleri sevmiyor, düşünme istemeyen fiziksel işleri seviyor. Bu nedenle oluşulması için düşünme gerektiren dindarlığı sevmiyor. Düşünmemeyi ve geçmişte kalmayı meşrulaştırdığı ve telafi ettiği sanısıyla, fiziksel simge ve sembol dinini kullanıyor.

 

Not

Türkiye’nin, varlığını sürdürebilmesi, kolay yol olan geçmişin etkisizleşmiş fiziksel simgeleri ve sembollerini temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp kullanmasıyla değil, yapılması zor olan çağımızın zihinselliğine ulaşmasıyla mümkündür. Çağımızın çizgisini oluşturan dünyanın hemen bitişiğinde çağın gerisinde kalanlara insanlık çizgisi, varlığını sürdürmeye izin vermez.

 

“Ucuz etin yahnisi acı olur.”

 

Türkiye şimdiki haliyle çağın düşünsel çizgisine ulaşamadığı için insanlık çizgisine yabancı ve tehdit görülmekte ve bu nedenle yok edilmek istenmektedir. Türkiye, çağımızın çizgisini yakalarsa yabancı görülemeyecektir.

 

“Türkiye, bir an önce bu zihinsellik konusuna el atmalıdır.”

“Unutmayalım ki, toplumların çağdaş düşünürünün çok olması durumunda şehidi az, düşünürü az olması durumunda şehidi çok olacaktır.”

Akılcı ve Bilimsel Düşünme

Akılcı ve bilimsel düşünme sistemi ile Kuran’ın nasıl çalışılması gerektiğine dair bir örnek sunduk. “Akılcı ve bilimsel düşünme”, üzerinde düşünme yapılacak konunun, ilgili olduğu bilim dallarının, o konu hakkında tespit ettikleri bilimsel teknik bilgiler üzerinde felsefi disiplin ve metotlarla düşünme yapmaktır. Başka yolla, İslam asrın idrakine söyletilemez.

 

Türkiye, antik Mezopotamya kültürünü, İslam dinidir diye toplumuna öğrettiği sürece günümüzde ahlaksızlık ve suç sayılan çağdışı animal fiillerin işlenmesini önleyemez.

 

“Türkiye, her gün yaşadığı çağdışı animal suçların işlenmesinden kurtulmak istiyorsa, bir an önce topluma çağdaş akılcı ve bilimsel düşünmeyi öğretmeli ve onunla hayat yaşamasını sağlamalıdır.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.