FİLOZOF PETER L. BERGER

FİLOZOF PETER L. BERGER

 (1929-2017)

Avusturya doğumlu Amerikalı sosyolog, teolog ve filozoftur. Hem genel sosyoloji, hem de din sosyolojisi alanında fenomenolojik sosyoloji ekolünün önde gelen bir temsilcisidir.

                                                                                  

Tarih boyunca, yeniçağları hep düşünürler üretmişlerdir. Çağımızı da filozoflar üretiyorlar. Her yeniçağın insan tanımını, her alandaki felsefesini, ahlakını hatta din anlayışını, hepsini aynı düzeyde tutarlı olacak şekilde onlar belirliyorlar. Bir alanda çağdaş olup diğerlerinde geçmişte kalmaya yer yoktur.

 

“Filozofların ortaya attığı fikir mutlaka yürüyor. Ondan geri gidiş olmuyor. O nedenle, o fikre karşı direnmek yerine, onu anlamaya ve özümsemeye çalışmak gerekir.”

 

Kitabı: “Kutsal Şemsiye (The Sacred Canopy)”

 

Bu kitapta; insanlığın gelişimine paralel olarak yeni din hakkında teorik denemede bulunur. Şu sistematik görüşleri ve tespitleri ortaya koyar: “Kitab-ı Mukaddes’in takdim ettiği Tanrı anlayışı; felsefi, bilimsel akılcılık ve modern bilimler açısından kabul edilemezdir.”

 

Şöyle devam eder: “Teolojik düşüncenin özüne en tehlikeli meydan okumalar; beşeri bilimler; özellikle tarih ve psikolojiden gelmiştir. Tarihin meydan okuması, psikolojiye nazaran daha ciddidir. Tarih; Hıristiyanlığın, Tevrat ve İncil’de yer alan bilgilerin farklı kaynaklarının bulunduğunu tespit etti. Onların, tam anlamıyla yazarlarına dayalı izafi, rölatif, göreceli olduğunu ortaya koydu. Hz. İsa’nın hayatı hakkındaki rivayetlerin çelişkilerle dolu olduğunu buldu. Kutsal Kitapların, Tanrı değil, insan yazmaları olduğunu tespit etti. Özellikle Freud’tan sonraki Psikoloji ise, dinin, Tanrı’nın değil, insan arzu ve ihtiyaçlarının görkemli bir yansıtması olduğunu tespit etti.

 

Sosyolojinin, teolojiye meydan okumasının en önemli tarafı; “ilahiyatçının, çağdaş toplumda bir lüzumsuz azınlık statüsü işgal ettiğini” göstermesidir. Artık ilahiyat çalışmaları bitmiştir, ilahiyat çalışmalarına gerek yoktur.”

“Geçmiş teolojik malzemenin suyu sıkılıp alınmış, bakterileşmiş posası kalmıştır. Bu posayı satmak, insanları zehirlemektir.”

 

“İnsanlık nerede, biz neredeyiz! İnsanlık ne ile meşgul biz ne ile meşgulüz!”

“İnsanlığın, ortaçağda teoloji çöplüğüne attığı malzemelerle din üretmeye çalışıyoruz.”

 

“Yeni bir çağda eski kalmak, bir insan için en kötü durumdur.”

“Yeniçağda eski kalanın, var olmak için dini kullanması beyhude çabadır.”

“Yabancı çağda, ülkede, dilde ve dinde yaşamak çok zordur.”

 

“Tarih boyunca insanlığın sürekli kafa katmanı olmuştur. Her dönemin fikir ve bilgilerini bu katman üretmiştir. Bu ürünlerine bakarak, her dönemin kafa katmanının niteliği belli olur. Şimdiki kafa katmanı da ürettikleriyle belli oluyor.”

 

Müslümanlar

Müslümanlar, başlangıçta, İbranilerden aldıkları hazır teolojik felsefe ile dünya liderliğine soyundular. Bölgesel başarılı oldular. Uzun süre imparatorluklar da kurdular. Ama onu aşıp çağlarına göre kendi özgün felsefelerini üretemediklerinden yok olup gittiler. Halen de hala bu başlangıç İbrani teolojik felsefe ile var olmaya çalışıyorlar. Fakat bu İbrani teolojik felsefeyi, yine İbranilerin çağdaş filozofları ve biliminsanları sona erdirdi ve onu ortaçağın teoloji çöplüğüne attılar. Çağımız insanlığını oluşturan tamamen yeni felsefeler ve bilimler üretiyorlar.

 

Müslümanlar, beşeri kafa ile üretilen teorinin pratiğe dökülmüş, özellikle teknolojik silah ürünlerini tekrar üreterek insanlığa rakip olacakları hayalindeler. Artık “silah” döneminin bittiğinin bile farkında değillerdir. Artık silahla yapılabilecek bir iş yoktur. “Uyanalım!” Hala uyanmayacak mıyız?” Uyanamayız, çünkü bu uyanma doğal gözlerle değil, beşer ürünü akılladır, o da bizde yoktur henüz.

 

Süpergüç

Çağımız öncesi devirlerde devletler süpergüç oluyorlardı. Çünkü insanın ağız, el ve kol gücüyle süpergüç olunabiliniyordu. Bu gücü daha iyi organize edebilenler, devrinin süpergücü oluyordu. O nedenle süpergüç sürekli el değiştiriyordu. Ama çağımızda süpergüç el değiştirmeyecektir. Neden?

 

Çağımızda süpergüç olmak kafa gücüne geçti. Artık hiçbir devlet ya da devletler süpergüç olamaz. Bir de artık insanların süpergüç olması sona ermiş, “insanlığın süpergücü”ne geçilmiştir. Bu da kafa ile olmaktadır. O nedenle artık kafa gücü kimdeyse, insanlığın süpergücü o olacaktır. İnsanlığın kafası, filozoflar ve teorik bilim insanlarıdır. Bu kişiler, sadece bir devletten ve milletten çıkmayacak, bütün milletlerden çıkacaktır. Bundan sonra “filozoflar ve biliminsanları devleti” olacaktır. İşte bu kişiler, dünyaya ve uzaya sahip olacaklardır. Biz de yeni neslimize, bu kafa katmanına dahil olmalarını öneriyoruz. Buna dahil olabilmek için, “Alanının biliminsanı sonra da mutlaka düşünürü” olmak şarttır.

 

“Artık insanların kafa katmanından oluşan insanlık milleti doğuyor.”

 

Elon Musk ve devlet başkanları gibi kişiler, bu teorisyenlerin pratisyenleridir. Pratisyenlerin pek önemi yoktur artık. Kafa işi yapmak zor iştir; ne para ne de siyasal ve askeri güçle yapılabiliyor.

 

“Biz; hala sela ve ezan bahanesiyle, ses dozajını sonuna kadar kullanarak hoparlörlü ağızla milleti avutan ve uyuşturan işler yapmaya devam edelim!”

 

Akşam Ezanı

“Artık ezanlar, ezan için okunmuyor.”

Halk farkına varamıyor. Zaten bu farkına varamaması sürekli istismar ediliyor. Ama farkına varanlar, topluma farkı sunmalıdırlar. İşte bir tanesi: Şimdi yeni bir Akşam ezanı okuma trendi çıktı. Akşam ezanının hızlı okunması için, dinin kesin emri vardır. Fakat şimdi, diğer ezanlar gibi, yavaş yavaş, aheste aheste, aralarda uzun fasılalar ve uzatılarak okunmaya başlandı. Yani ezanı istismar etmek için ne gerekiyorsa yapılıyor.

 

Bir din bu kadar hor kullanılamaz ki! Bir din ki, yasakladığı şekilde kullanılıyor. Bu nasıl bir dinselliktir? Bilimin tespiti şudur: Kişi, bir şeyi hor kullanıyorsa, ona kesinlikle inanmıyordur. Ezanlarda, devletin kendisinin koyduğu desibel kanununu neden kendisi ihlal ediyor?

 

Artık ezan ve vatan türküleri okumak, bayrak edebiyatı gibi ağızla yapılan işlerle ülke elde tutulamaz. Aklımızı başımıza devşirelim! Gerekli olan, kafa katmanına geçelim!

 

“Artık ağızla değil, düşünme icatlarıyla var olunabilinir.”

 

Susturucusuz egzoz bağırmasını önleyemeyen otorite, hiçbir şeyi önleyemez. Devletin kendisi, ezan bahanesiyle, hoparlörlerle bağırıyor.” “Ezan oku, bağırma!”

 

Hoparlör

Hoparlör; elektrik akımı değişimlerini ses titreşimlerine çevirerek ses üreten alettir. Yüksek ses yapan demektir. İlk hoparlör 1924-1925 yıllarında yapılmıştır. Ses, sinyalleri büyütülürken bir değişime uğratırlar, daha fazla gürültü oluştururlar.

 

Hoparlör, doğal organlar olan ağız ve kulak kullanılarak iletişim için icat edilmişti. Ama şimdi insanlık, giderek doğal organlarla her türlü iş yapmayı aşmıştır. Artık iletişimi, doğal organlarla değil, icat ettiği elektronik aygıtlarla yapıyor. İnsanlık, posthuman ve transhuman gibi gelişmelere paralel olarak her işini ve iletişimini çağdaşlaştırıyor. Bu gelişmelerin yaşandığı bir çağda, hala eski yolları, hem de din alanında kullanmakta ısrar etmek yanlıştır. Filozof Berger’de gördüğümüz üzere, din de çağımıza göre yeniden tanımlanıyor. İşte Berger gibi beşeri zihinsel düşünme ürünü kuramlar üretemeyenler, Allah vergisi doğal organları çağdışı zihniyetle kullanırlar.

 

Odyofil; yüksek sese meraklı ve hevesli kimselere denir. Sesi, “high-end ses” adı verilen en yüksek ölçüde kullanmayı sevmektir. Arabasında, evinde müziğin sesini aşırı açarak dinlemek magandalığıdır. Hatta sesi eşzamanlı olarak tekrar üreten stereo da kullanmaktır.

 

Odyofil

“Toplum, geri bırakılıyor ve tahrik ediliyor.”

 

Artık hoparlörü icat edenler hem de kamusal alanda kullanmıyor. İcadından bir asır sonra hoparlörü hem de aşırı ölçüsüz şekilde hem de sessiz ve nötr olması gereken kamusal ortak alanda kullanan sadece Türkiye’nin din teşkilatıdır. Ne hoparlör ne de onunla okuduğun şeyler, senin icadındır. İkisi de başkalarının icatlarıdır. Sen sadece onları taklit ediyorsun. Taklitçiler, aşağılık komplekslerini telafi etmek için kraldan çok kralcı olurlar. Yani dozajı artırırlar. 100 bini aşkın camide en az bir milyon adet her yöne (omnidirectional) stereolu hoparlör kullanılıyor. Gün geçtikçe dozaj artırılıyor. Hoparlörleri daha uzun süre kullanmak amacıyla, ezana eklemeler yapılıyor. Önce sela eklenmişti, şimdi selevat, tekbir ve tehililler eklendi. Yarın ne eklenecek belli değildir. Tam bir odyofil davranışı. Yani bunu yapmakla ne üretmek isteniyor? Bütün bu yanlışları yaparken, dinin emirleri de ihlal ediliyor.

 

“İlerlemeyi ifade eden teknolojiyi, geri kalmak için kullanmak, büyük başarıdır.”

“Geride kalmayı dindar olmakla özdeşleştirmek topluma yapılan en büyük kötülüktür.”

 

Türkiye’de toplumu geride bırakmak için Din teşkilatı çok yoğun bir şekilde kullanılıyor. Kullananlar kendi açılarından haklı olabilirler, çünkü geride kalmış kişiler, o makamlara gelmelerini, toplumun geride kalmasına borçludurlar. Çağdaş bir toplumda geride kalmış kişiler o makamlara gelemezler.

 

“Çağdışı kalmayı, dindarlık görmek, sadece dini bitirir.”

 

Bilimin tespiti şudur: Aşırı ses sinir bozar. Fakat hoparlörleri aşırı sesle kullananlar, parasını milletin ödediği ses geçirmez camları olan devlet lojmanlarında oturuyorlar. Onlar bu gürültüyü duymuyorlar. Ses geçirmez cam alamayan zavallı fakir gariban halk bunun çilesini çekiyor. Zaten herkesin bütün muhatap kitlesi bu fakir halktır. Çünkü din vasıtasıyla, ekonomik ve siyasal olarak o sömürülebiliyor.

 

Bir din düşünün ki, hem de bu çağda, bağırmakla icra ediliyor. Çağımızda bağırmak, hümünallik dışı ve animallık görüldüğünden vahşilik ve suçtur. Böyle yaptığın sürece insanlık seni insan olarak görmeyecektir.

 

Aslında Allah da bağırmayı yasaklıyor.

Ayet: “Yürüyüşünde mütevazi ol! Sesini alçalt (bağırma)! Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşek sesidir.” Kuran, Lokman, 19

Yine Hz. Peygamber, ezanın, ses yükseltici olan “boru” ile okunmasını yasaklamıştır.

Yani amacın nedir?

 

Basında Türkiye

İşte bir milyon civarında hoparlörle, günde beş kez din satılan ülkeden bazı manzaralar:

“Doğa harikası yayla, çöplüğe döndü. Niğde’nin Ulukışla İlçesi Bolkar Dağları eteklerinde bulunan 2 bin 500 rakımlı Meydan Yaylası, vatandaşların piknik sonrası bıraktıkları atıklar nedeniyle çöp yığınlarıyla doldu.” 10.06.2020. Bu insanlar, bu ülkenin bu çağdaki insan profilini ortaya koyuyor. Ne tür insandır bu? Hangi kategoriye girer? İnsanlığın, transhuman aşamaya geçmekte olduğu bir çağda, holosen çağının doğal akılla animal davranan antropomorf  (insan görünümlü hayvan) insana yer olmayacaktır artık. Bunu herkesin bilmesi ve kendisini yeni insana uydurması gerekir. Yani bu çağda böyle insanlara hayat hakkı yoktur. Bu düzeyde ve bu yapıdaki insanlar, çöp yapacak parayı dahi bulamayacaklardır.

 

“Biz, ortalığı ağızla ve elle çöpe boğmada çok başarılıyız.”

                  

Basında haber: “Sokak hayvanlarının barınaklarını çaldılar: Kocaeli’nin Derince ilçesinde sokak hayvanları için konulan barınaklardan 8’i, çalındı.” 11.06.2020

 

“Bursa’da bir genç, kendisine 5 lira vermeyen şahsı göğsünden bıçaklandı.” 11.06.2020

 

Bir de belediyeden örnek: “Adrese teslim ihale sonucunda, en fazla 1 lira olması gereken 100.000 adet maske için 289.000 liradan anlaşmaya varıldı.” 12.06.2020

 

Müzik

“İşte Geldik Gidiyoruz”

Cem Karaca

Bir çiviyi çakar gibi, Vura vura günlere

Dört nala gidiyoruz, Bizi bekleyen yere

Halimize şükran mı, İsyan mı etmeli?

Bütün ömür bir rüyaysa, Uyanıp kalkmamalı mı?

İşte geldik gidiyoruz, Bilinmez bir diyara

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.