FELSEFE’de TANRI’nın VARLIĞI

FELSEFE’de TANRI’nın VARLIĞI

“Filozoflar; insanlığın hem kafa katmanını oluşturdular hem de onu ele geçirdiler. Felsefe; insanlığın kafa katmanıdır. Herkesi, kafası yönetir.”

 

“Bundan sonra var olmak isteyen, insanlığın kafa katmanını bilmek zorundadır.”

 

“İnsanlık; olgusal gerçek tanrıyı henüz reddetmiyor, ama kurgusal tanrıyı öldürdü.”

 

“Tanrı kavramını insanlık, öbür dünyada değil, bu dünyada var olmak için icat etti.”

 

Zor ve karmaşık bir felsefi argüman örneğini, olabildiğince kolaylaştırarak sunacağız. “Bana ne bu zor işten,” deyip kaçabiliriz. Ama zor şeylere karşı beynimizi zorlamamız gerekir. Kaçınılan her zor iş, daha da büyüyerek karşımıza çıkacaktır. “İhmal ettiğin şey seni imha edebilir.” İşte bin yıldır, zor geldiğinden kaçtığımız “düşünme” işi, önce Osmanlı’yı, bugün de bizi imha edebilecek bir atomik cevher ile ama devasa olarak karşımıza çıkmıştır.

 

“Ne gerek var böyle felsefi zor işler yapmaya! Dine sığın yeter! Ama işte bu felsefe, bugünkü hayatı yarattı ve dine sığınanlara hayat hakkı bırakmıyor.”

 

Felsefi Yöntem

Felsefe; üzerinde düşünme uygulayacağı konunun ilgili olduğu bilim dalının teknik bilgilerini alır. O bilgiler üzerinde mantık disiplini kuralları ve ispat yöntemleri ile sorgulama yapar. Sonunda da soncul çıkarsama yapar. Kutsal metinlere de bu metodu uygular. Kutsal Kitapların, Tanrı konusunda içerdikleri fikir ve bilgi malzemesi üzerinde felsefi yöntemle düşünme yaparak zorunlu soncullara ulaşır.

 

“İnsanlığın; evreni fethettiği bir aşamada, bu konularla üzülerek meşgulüz.”

 “Toplumumuza yazık ediliyor!”

 

Tanrının Ontolojisi

Kutsal Kitapların İddiaları

Semitik Kutsal Kitaplar, Tanrı’nın varlığı (ontolojisi)nı ve evreni Tanrı’nın yarattığını iddia etmezler. Peki bu kitapların iddiası, nedir? Var olan yaratıcı tanrının, kendi tanrıları olduğudur. Bütün teorilerini buna dayandırırlar. Tanrı’nın, kendi tanrıları olduğunu; peygamberlerine mesaj vahyetmiş olduğunu iddia ederler. Ama bu iddialarını ispat edemediklerinden, kabul ettirmek için her türlü sözel ve fiziksel şiddet tehdidi ve savaş eylemlerini kullanırlar. Şirk; gerçek tek tanrıya değil, kendi tek tanrısına ortak koşmaktır.

 

O nedenle, felsefeye göre; onların söylemine dayanarak gerçek tanrının onların tanrısı olduğu kabul edilemez. Bu iddiayı, aşağıda görüleceği üzere felsefi olarak ele alırlar.

 

Aksiyomatik Yöntem

Kutsal Kitaplar, Tanrı’nın varlığını, matematik biliminin yöntemi olan aksiyomatik yöntemi kullanarak, kesin var kabul ederler. Aksiyom; kanıta ihtiyaç duymayan, doğruluğu kabul edilen savdır. Bu Kitapların hepsi, tanrısal düşünmenin egemen olduğu devirlerde geldiler. O devirlerde müesses anlayış, tanrının tartışmasız var olduğu idi. Tanrı’nın yokluğu söz konusu değildi. Bu Kitaplar da, bu aksiyomdan hareketle, tanrının varlığını ispat etmeye çalışmazlar. Tanrının varlığı ve yaratıcılığını iddia etmezler. Çünkü bu iddiaların, insanlar tarafından kabul edilmesinde bir sorun yoktu.

 

“Değersize değer verdikçe değer kaybedersin.”

“Kutsal Kitaplara göre; sanki insan, dünyada sadece insanlarla ve tanrı ile ilişki için vardır.”

 

Mantıksal Çıkarım

Mantıksal çıkarım; mantık kurallarıyla ulaşılan sonuçlardır. Mantık, tutarlı çıkarım yapmaktır. Felsefe nazarında; her iddia, mantık kurallarıyla iddia ve ispat edilmelidir.

 

Özdeşlik İlkesi

 “Yeter sebep, sonuca zorunlu götürmelidir. Zorlama ile götürmemelidir.”

 

Kutsal kitaplar, iddialarını mantık kurallarıyla ispat etmiyorlar. Her şeyden önce, varsayımında bulundukları; tanrı ve yaratma gibi kavramlarının, mantığın özdeşlik ilkesi gereği, tanımlarını yapmıyorlar.

 

Yeter Sebep

Mantık kurallarına göre; her iddiaya, hedeflenen sonuca zorunlu götüren bir “yeter sebep” göstermek zorunludur. Sonuca zorunlu götürmeyen sebep, geçersiz ve ona dayalı sonuç zorlama olur. Zorlama sonuç, mantıken geçersizdir. Kutsal Kitapların; tanrı vardır, evreni tanrı yarattı ve bu tanrı kendi tanrılarıdır, şeklindeki iddialarını, istedikleri sonuca zorunlu götürecek “yeter sebep” göstererek ispat etmezler.

 

Tanrının Varlığı, Ontolojisi

“Tanrının varlığı, ispatlanmamış bir aksiyomdur.”

 

Tanrı’nın varlığının nedeni nedir? Tanrı ne için vardır?  Kutsal Kitaplara göre; Evrenin varlığı, tanrının varlığı nedenine dayanır, ama Tanrı’nın varlık nedeni (raison d’etre)nin ne olduğunu söylemezler. Filozoflar, bu nedenin söylenmemesini, bu kitapların gerçek tanrıdan gelmediklerinin bir delili olarak görürler. Şayet bu kitaplar, tanrıdan gelmiş olsalardı; Tanrı, kendisinin varlık nedenini anlatırdı.

 

“Bütün insanlardan dahi olsa aldığın statü değil, senin bıraktığın tortu değerlidir.”

 

Rastlantı ve Nedensellik

Yani Tanrı rastgele meydana gelmiştir. Halbuki evrendeki her şey neden-sonuç ilişkisiyle gerçekleşiyor. Eğer bu sistem tanrınınsa, tanrının varlığının da, kendi sistemi gereği, bir neden-sonuç ilişkisine dayalı olması gerekir. Tanrı’nın varlığına ve evrenin yaratıldığına bir “yeter neden” göstermemeleri nedeniyle, nedensellik değil, “rastlantı” düşüncesine sahip oldukları görülür. Yani tanrı, önceden planlanan ve belirlenen bir nedenle var değildir, rastlantı sonucu ortaya çıkmıştır. Rastlantı; nedensellik kuralını kabul etmeyen görüştür. Yani her olayın, bir nedeninin olması gerekmez. Nedensellik; olay ve olguların ve her sonucun bir nedeni olması gerektiği düşüncesidir. Her sonuç bir nedene dayanır.

“Rastlantı düşüncesi, önceden belirleme olan “kaderin” varlığı ile çelişir.”

 

İspat Yöntemleri

“Filozoflar, Kutsal Kitapların iddialarını, ispat yöntemleriyle irdelerler.”

 

a- Olmayana Erişme Yöntemi

Bu yöntemde hipotezin doğru, fakat sonucun, iddiada ifade edildiği gibi doğru olmamasıdır. Kutsal Kitaplar, Tanrının varlığını ve yaratıcılığını ispatta kozmolojik kanıt kullanırlar. Bu kanıt, felsefeye göre; “olmayana erişme yöntemini” kullanmaktır. Doğru olan evrenin varlığı hipotezinden, tanrının varlığı şeklindeki yanlış sonuca varmaktır. Dolayısıyla doğru hipotez kullanarak yanlış sonuca ulaşılmaktadır.

 

“İnsanlık fethederken halen galaksileri, biz fethediyoruz hala Gazalileri.”

 

Hudus Delili

Kelam Disiplini’nin, “eserden müessire” giden “Hudûs” delili de; Evrenin yaratılmışlığı ve her yaratılmışın bir yaratıcısının olacağı ve bu yaratıcının Kuran’ın tanrısı Allah olduğu peşinhükmüne dayanır. Hudus kanıtı, Aristo mantığındaki, “her eserin bir yapıcısı vardır,” genellemesine dayalıdır. Aristo’nun bu genellemesi, insanın “yapma sistemi” için geçerlidir. Doğanın ve Tanrının sisteminde böyle bir genellemenin varlığı ve yokluğu bilinmiyor.

 

“Tanrı; insanlığın zihinsel zevkli anlam ve duygularının ürünüdür. Onu maddi bir şeye indirgemek, bunların zevkini öldürür. Müzik sözlerindeki anlamlar ve melodilerdeki duygular gibidir. Onları tatmin edecek hiçbir maddi sevgili yoktur.”

Tanrının Varlığının Evrenin Varlığına Bağlanması

Tanrı’nın varlığı, evrenin varlığına bağlanırsa, tanrı, evreni var etmek için vardır, var olması için başka sebep yoktur, demektir. Evrenin varlığı, Tanrı’nın varlığının nedeni olması, teolojik sorun doğurur. Bu durumda evren yoksa tanrı da yoktur sonucu ortaya çıkar. Evrenin varlığı, tanrının varlığının göstergesi olabilir, ama o, Onun varlığı için bir neden olmayabilir. Evrensiz olarak, tanrının varlığının bir “yeter nedeni” olmalıdır.

 

b- Dolaylı İspat Yöntemi

Sonucun yanlış olduğunu kabul edip, hipotezin de yanlış olduğuna gitmektir. Evrenin varlığının, tanrının varlığının delili olması hükmünü yanlış gördüklerinden, tanrının varlığının hipotezinin yanlış olduğu sonucuna giderler. Böylece tanrının yokluğu, dolaylı ispat yöntemiyle ispat edilmiş oluyor. Tanrının varlığı bir yanlış soncul olarak alınırsa, evrenin yaratıldığı hipotezi de yanlıştır. Evrenin yaratıldığı hipotezi doğru ise, onu yaratan tanrının varlığı sonucu da doğrudur. Ama evrenin yaratıldığı ispat edilen bir doğru değildir. Ya da tanrının varlığı hipotezi doğru ise, evrenin de yaratıldığı sonucu doğrudur.

 

“İşte insanlık, varlığın gerçekliğini tanıyabilmek için pek çok metot icat etmiştir.”

 

c- Doğrudan İspat Yöntemi

Kutsal Kitaplar, doğrudan ispat yöntemini kullanırlar. Doğrudan ispat; varsayım doğru ise, çıkarılan sonuç da doğrudur. Evren doğru ise, onu tanrının yarattığı da doğrudur. Fakat evreni, tanrının yarattığı iddiası önermesi doğru olması gerekir ki, tanrının varlığı çıkarımı da doğru olabilsin. Doğrudan ispattır. Evrenin, tanrı tarafından yaratıldığı iddiası doğru kabul edilince, tanrının varlığı sonucu da doğrudan doğru çıkmaktadır.

 

Genelde; tanrının yarattığı iddiasının doğru olup olmadığı bilinmiyor. O nedenle bu iddia ne yanlışlanabilir ne de doğrulanabilirdir. Tanrının yarattığı iddiası, ilk etapta doğru olmasının olası olduğunu gösteriyor. Fakat sonucun doğruluğunu kanıtlama gösterir.

 

“Kutsal kitaplar, kanıtlama yapmazlar.”

 

Koşullu Önerme

Kutsal Kitaplar, koşullu önerme kullanırlar. Yani evrenin varlığının, Tanrının varlığına götürmesi koşulludur. Koşullu önermenin işaret ettiği sonuca ulaşmak şarttır. Koşullu sonuç kesin doğru kabul edilen iddiadır ve bunun kanıtlanmasına gerek duyulmaz. Tanrının varlığı da böyle bir iddiadır. Koşullu önerme, tümdengelimci düşünmedir.

 

“İşte filozoflar, böyle zor zihinsel işler yapıyorlar.”

 

Soyut Tanrı’ya Somut Delil

Soyut; beş duyu organından biriyle algılanamayan, maddesi olmayan, kavramsal düşünme ile var olan varlıklardır. Somut; beş duyu organıyla algılanabilen şeydir. Tanrı kavramı, insan aklıyla üretilmiş soyutlama bir kavramdır. İspatı, deney ve gözlemlere dayanmadığı için soyut bir yapıya sahiptir. İspatı, soyut şeyin ispatının kurallarıyla yapılır. Felsefe, kutsal Kitaplarının, Tanrı ve yaratma hakkında kullandıkları bilgi malzemesini mantıksal yöntemle sorgulayarak, doğru olup olmayacağını tespit etmeye çalışır.

 

“Tanrının varlığına evreni delil göstermek, soyut olanı somut olanla ispat işlemidir.”

 

“Soyut şey, somut eser verebilir mi? Ya da somut eser veren şey, soyut olur mu?”

 “Tanrıyı, evren gibi somut maddi bir şeyle ilintilemek, tanrıyı öldürür.”

 

“İnsanlığın bugün ulaştığı zihinsel düzey, tanrılara yapılan ibadetlerin hiçbirinin gerçek tanrıya yapılamayacağı düşüncesindedir.”

 

Milli Tanrı

Evreni, tanrının yarattığı ne malumdur? Yarattıysa bile, bu tanrının, onların tanrısı olduğu ne malumdur? Bu iddiaların yeter sebebi gösterilmiyor. Belki evren, birisi tarafından yapılmadı, kendiliğinden oluştu. Ya da tanrı değil de başkası tarafından yapıldı. Her Kutsal Kitap, aynı tanrının olmasına rağmen, birbirlerinden ayrışmak amacıyla, tanrıyı kendilerine mal ederler. Ayrışma nedeniyle Tanrıya, kendi dillerinde bir isim verirler. Böylece Tanrıyı millileştirirler.

 

İbraniler, İbranice “Yahowa (Hay, Diri, Yaşayan)” özel ismi vererek tanrıyı, evrensel tanrıyı sadece İbrani kabilesinin milli tanrısı yapmak ister. Hristiyanlık, tanrısına, bir özel isim vermemiş, “Tanrı (Deus), Efendi (Lord)” gibi cins isim olarak kullanmıştır. Bu konu, teolojik olarak incelenmelidir. İslam ise, tanrıya, Arapça “Allah” özel ismini vererek millileştirmiş, ama Onu evrensel tanrı yapmak istemiştir.

 

“Evrenin yapılışını, Aristo mantığı ile Tanrı’ya mal etmek, Tanrı’yı insanileştirmektir.”

 

“Manevi duyguyu, hiçbir madde kuşatamaz.”

 

“İnsanlık; duygularını tatmin etsin diye, insanı elinden geldiğince süsledi ama olmadı.”

 

“Islanacağın yağmur, önünü göremeyeceğin sis, yorulacağın sarp yokuş lazımdır.”

 

“Hiçbir hedef, ona giden yollardan daha zevkli değildir.”

 “Tanrı’nın varlığı ve yokluğu iddiası, bilgiye dayanmadığından, ikisi de agnostik iddiadır.”

 

 

Kutsal Kitaplar ve Tanrı’nın Düzeyi

“İnsanlığın değil 1500 yıl önceki, bir milyon yıl sonraki akıl düzeyi dahi, Tanrı’nın son düzeyi olamaz.”

 

Kutsal Kitaplar, Tanrının son düzeyini içermezler. Çünkü her şeyden önce onlar, geldikleri dönemlerdeki muhatap insan kitlesinin algısına hitap etmişlerdir. O kitlenin algı düzeyi, hele de bugüne nazaran, çok düşüktü. Bugünkü insanlığın algı düzeyi bile, gerçek Tanrı’nın olması gerekene kıyasla çok düşüktür. Çünkü bugünkü algı düzeyi, henüz doğadaki tanrısal düzeye dahi ulaşamamıştır. O nedenle bir sözün, Kutsal Kitapta var olması, mutlaka nihai kesin doğrudur ve Tanrı’nın son düzeyinin sözüdür, demek değildir.

 

Amaç

Kutsal Kitaplar, kullandıkları fikir ve bilgi malzemesinin doğruluğunu onaylamak amacında değillerdir. Onların amacı; muhatap kitlenin zaten doğru diye bildiği bütün maddi ve manevi şeylerin yapıcılığını kendi tanrılarına mal edip, Onun egemenliğini muhatap kitle üzerinde tesis etmektir. Yani diyorlar ki, “Madem doğrularınız bunlardır, bunların yapıcısı benim tanrımdır. O halde Onu kabul edin!”

 

“İnsanlık; her şeyini kendisi yapan varlıktır.”

 

 “Kişi; bir partide ya da bir kurumda görev yapıyor, sonra ayrılıyor; mahrem bilgileri medyada ifşa ediyor. Bu kişi, eşinden ayrılınca da aynısını yapar. Mahrem bilgileri ifşa eden kişi, en karaktersiz kişidir.”

 

“Herkesin; ülkenin onlarca yıl eğitimi için harcadığı alanda geldiği aşamadan, ne kazanacağına ve kaybedeceğine bakmaksızın, görevini yapmak vebali vardır.”

 

“Bir aile evladına niçin harcama yapar? Bir gün gelsin de ailesine görevini yapsın diye.”

 

Osmanlı

“İnsanlığın çağdaş kesitini doğuran kafa katmanı Batılı değildir. Hasbelkader orada yaşadılar. Batılı olsalardı, Batı toplumu onları yabancı görmez, yok etmek istemezdi.”

 

Osmanlı, insanlığın teorik katmanını, Batı’nın pratisyen katmanından ayrıştıramamıştı. O devirdeki insanlığın kafa katmanı Batı’da idi, nasıl ki daha önce Doğuda idiyse. Osmanlı, Batıya “kefere ve fecere” diyerek iki katmanı birbirine karıştırmıştı. Tabi ki bu karıştırma normal idi. Çünkü bu ayrıştırmayı yapması gereken Osmanlının kafa katmanı yoktu. Bugün de bizde yok maalesef. Ama o katmanı, ulema ve müderris takımı işgal ediyordu. Ama umeradan farklı değillerdi. Umera, olaylara pratik açıdan bakar, çünkü somut düşünür,  ama ulema, teorik açıdan bakmak zorundaydı. Ama bakamadı, çünkü teoriyi anlayamıyordu. Anlayamıyordu, çünkü soyut düşünme yapamıyordu, o da somut düşünme yapabiliyordu. Bütün canlılar somut düşünür, sadece insan olan soyut düşünür. Çok üzgünüz, ama bu durumlar bugün de devam ediyor ülkemizde.

 

“Osmanlı; insanlığı, insandan ayrıştıramamıştı. Hala da ayrıştıramadık.”

 

“Gürültücü toplumlar (zoon akustik)dan filozof çıkmaz.”

 

Müzik

“Güzel Seni Çok Özledim”

Arif Sağ

 

Bir mendil aldım dereden, Yolum geçmez yar buradan,

Binbir derdim var Yaradan, Güzel seni çok özledim,

Üç ay oldu yol gözlerim, Hakikattir bu sözlerim.

Bahar çiçek açar dalda, ömür geçer hep bu yolda

Benim gönlüm değil malda, Güzel seni çok özledim.

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.