EURONEWS SÖYLEŞİSİ

Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ’nin 22.03.2019 tarihinde EURONEWS’TE Bir Kısmı Yayımlanan Röportajının tam Metni

 

 

Soru: 1- Din faktörünün Türkiye siyasetinde ve özellikle 31 Mart yerel seçimlerinin neresinde olduğunu düşünüyorsunuz? Niye cami siyasi propagandanın merkezi oluyor?

 

Kahveci:

Türkiye’de esas olarak iki tane sosyal kimlik vardır. Sosyal çatışma da temelde bunların arasındadır. Biri çağdaşlık, diğeri gelenekselliktir. Çağdaş kesim, kimliğini “Atatürk” ile, geleneksel kesim ise “din” ile ifade etmektedir. Bu ikilik, her kesimde kendisini gösterir. Mesela milliyetçi kesimde de. Milliyetçi kesim derken Türk milliyetçiliğinde ve Kürt milliyetçiliğinde. Türk milliyetçileri, çağdaş ve geleneksel olarak ikiye ayrılır. Geleneksel milliyetçiler, kendilerini etnik Türkçülükle, ama çağdaş milliyetçiler Atatürk ile ifade ederler. Çağdaş Kürt milliyetçiler de Atatürk’te buluşur. Aslında HDP tabanı Atatürkçüdür. Çünkü onlar çağdaş görürler kendilerini; dolayısıyla laik görürler kendilerini. Atatürk’te buluşurlar. Türkiye’de İslamcıları; yine bu eksen üzerinde beyaz İslamcılar ve siyah İslamcılar olarak ikiye ayırmak gerekir. Erbakan ve ekibi beyaz İslamcılar idi. Yani daha çağdaş idiler. İşte bu dört siyasal partinin “Millet İttifakı” adıyla buluşma noktası Atatürk, yani çağdaşlıktır. Türkiye’nin siyaset sosyolojisi budur.

 

Türkiye’de din, Cumhuriyet Devletinin üzerine kurulmuş olan çağdaş ulusal kimlikle sorunu olanlar tarafından bir muhalefet ideolojisi olarak da kullanılıyor. Yani çağdaşlaşamayanlar, dini, gelenekselliklerine alet ediyorlar. Dinin siyasete alet edilmesi, temelini burada buluyor. Teolojik olarak dinler zaten alet edilmek için üretilmişler ve onun için vardırlar. Dinler, her şeyden önce insanla tanrı arasında bir alet olarak üretilmişlerdir. Tanrı ayrı, din ayrı bir şeydir aslında. Din, alet işlevini görmediğinde yok olur gider. Alet edilmek, dinlerin ontolojik; var olma nedenidir. Yani “rason detr” ya da “reason of existence”dır.

 

Türkiye’de din, çağdaşlıkla sorunu olan siyasal iktidarlar tarafından tüm toplumun “kolektif kimliği” yapılmak istenir. Ama devlet sistemi, çağdaşlığı hedeflediğinden Atatürkçülüğü yeğliyor. Yani devlet ile iktidar arasında böyle bir tansiyon mevcuttur.

 

Soru: 2- Seçmen, tercihini belirlerken din sizce ne kadar etkili? Ve bu belirleyicilik tarihsel olarak ne zaman başladı?

 

Kahveci:

Dinin, Türkiye siyasetinde kullanılması, yani siyasal İslamcılık, N. Erbakan ile başlamıştır. O, kendi dinsel siyasal problemini toplumun dinsel problemi yapmayı başarmıştır. Fakat sonunda iktidara getirdiği zihniyete o da bunun faturasını ödedi ve şimdiki ardılları da ödüyor.

 

Aslında din, seçmenin tercihinde pek etkin değil ama muhafazakarlık daha doğrusu geleneksellik etkin görünüyor. Bunun nedeni, muhafazakarlığın, gelenekselliği ifade etmesidir. Halkın, “muhafazakarlıktan” kast ettiği anlam, siyasetçinin, kendisinden birinin olmasıdır. Bunun halk için önemi ise, kendisinden olan birine, değişim zorunda kalarak farklı bir protokol uygulamaksızın kolay ulaşabilmesidir. Dinsel görünen siyasetçiyi halk kendisinin düzeyinde ve kendisinden biri görüyor; üstteki bir sosyal ve entelektüel sınıftan, ilerideki bir düzeyden, yani kendisine yabancı görmüyor. Çağdaşlığı kendisinden ileride bir düzey olarak gördüğü için çağdaşlığı da kendisine yabancı görüyor. Fakat çağdaşlığın ürünlerini kullanmayı seviyor. Ama bunlardan kendisi çağdaşlaşmaksızın yararlanmak istiyor. Halk, kendisine çağdaşlaşma işi çıkmasını sevmez çünkü çağdaşlaşmanın zor bir iş olduğunu bilir. Halk, kendisi olduğu gibi kalsın gelişmesin ama gelişmiş nimetlerden yararlansın ister. Sosyal psikoloji böyledir.

 

Peki neden kolay ulaşacak siyasetçiye? Mutlaka torpil içindir. Haklı veya haksız kazanç elde edebilmek olanağı bulması içindir. Çünkü Türkiye devlet işleyişinde sistem ve kurumsallık egemen değildir. Çünkü Türkiye’de hayat, sistem üzerinde değil, yetkili kişilerle dönüyor. Yani kişi ve kişicilik egemendir. Hakkınızı sistemin iç dinamikleriyle elde edemiyorsunuz. Sistem egen olmadığı için haksız kazanç olasılığı da var oluyor. Bir yetkili kişinin iki dudağı arasındadır kaderiniz. Bir ülkede haksız kazanç elde etme olasılığının varlığı, dürüstlüğün ve eleman kalitesizliğinin temel sebebidir.

 

Yani seçmen, önce siyasal partinin kendi çıkarına uygun olup olmadığına bakıyor. Kendi çıkarına uygunsa, dini, çıkarını meşrulaştırıcı alet olarak kullanıyor. Belki de böylece bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Yani “hem sevap hem kebap duble menfaat” almak istiyor. Yani hem bu dünyayı hem de Tanrıyı memnun ederek ahreti kazanmak istiyordur. Dinselliğin karakterinde duble menfaatçilik vardır.

 

Soru: 3- Seçimde dinin / inançların / muhafazakarlığın en ön plandaki belirleyici argüman oluşu sadece iktidarla ilgili değil bütün siyasi partiler nezdinde de dikkat çeken bir konu. Son olarak CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu’nun “Yasin” okumasının ardından hemen hemen her partiden birçok adayın dindar görüntüsü verme çabasını nasıl okumak gerek? Dinin siyasileştirildiğini, “istismar edildiğini” düşünüyor musunuz?

 

Kahveci:

Özellikle Semitik dinlerin hepsi zaten siyasaldır. Hepsi siyasal egemenlik elde etme temeli üzerine kuruludurlar. Ama çağımızda dinin siyasal amaçlı kullanılması yasaklandığından dinin siyasete alet edilmesi sorunu doğmuştur. Daha önce sorun değildi.

 

Türkiye’nin düşünsel olarak kolektif yapısı” insanlığın Ortaçağındadır. Yani ontolojisi teolojiktir, antropolojik değildir. Çağımıza kadarki evrede insanlık; varlığını, bütün varlığı, jeolojiyi ve kozmolojiyi velhasıl her şeyi, din ile algılıyordu. Kendisi de dinseldi. Çünkü dinden başka bir kavram yoktu. Ancak 18. asırdan sonra dinden başka kavramlar icat edildi ve hayatın her alanı için başka kavramlar üretildi. Mesela laiklik, ulus, birey, insan hakları, eşitlik, demokrasi gibi hayatın her alanıyla ilgili bağımsız kavramlar üretildi.

 

Türkiye’de seçmen, dinin istismar edilmesini istiyor. Laiklere karşı olması, laiklerin dini satmayı engellemelerinden dolayı idi. Dinsel iktidarı istemesinin nedeni, din satabilme imkanına kavuşmak idi. Şimdi siyasetçiler de seçmen de dini rahatlıkla satabiliyor. Satarak ülkeyi zahmet çekmeden kolayca ve çokça yiyebiliyorlar.

 

Türkiye halen 18. asır öncesi geleneksel ve dinsel aşamada olduğu için “varlığı” ve her alanı, işte kendi ve siyasetçi kişi varlığını, siyasal ve geleneksel alanı “din” ile algılayabiliyor ve çözümleyebiliyor. Başka algılama aygıtları ve kavramları yok. Başka kavramları dinden bağımsız algılayamıyor. Her şeyi dini algı kalıplarına indirgeyerek algılayabiliyor. Demokrasiyi, dinsel sistem olan monarşinin kalıplarına dökerek algılıyor. İnsanlar, her şeyi sahip oldukları algı kalıplarına dökerek algılarlar. Algı kalıpları eski ise, en modern şeyi de eski algı kalıplarıyla algılayacaktır.

 

Aslında dini de ezan gibi oral sloganlarla algılayabiliyor. Milliyetçiliği de “bayrak” gibi görsel sembollerle algılıyor ve ifade ediyor. Yani milliyetçiliği ve dinselliği audio-visual türdendir. Zihinsel değildir.

 

Ekrem İmamoğlu da, “Ben çağdaşım ama muhafazakarım, yani sizden farklı değilim,” demek ve “Kuran okumakla” da çağdaşlığının, dinsel olduğunu göstermek istiyor halka. Cumhuriyetin kurucuları zihinsel çağdaştılar. Fakat zaman geçtikçe bu zihinsel çağdaşlıkta irtifa kaybedilerek halkın düzeyine inildi. Yani çağdaş kesim, düşünsellikte geleneksel kesimin düzeyine indi.

 

Aslında toplumun bugünkü çağdaşı da motorsal olarak geleneksellerden farklı değildir. Çünkü çağdaşlığı tekeline alan kesim de düşünsel işlem yaparak motoru, yani aklını çağdaş akıl çapına ve düşünüş biçimine ulaştırmış değildir. Aslında kaportasal yani görüngüsel çağdaştır. Fikirsel değil, sezgisel ve duygusal çağdaştır. Yani numenal (özde) değil, fenomenal (görüngüsel) çağdaştır. Aslında bu ülkede hiç kimse, hiç kimseden öz olarak farklı değildir. Ayrıca halka “sizi çağdaşlaştırmak için uğraşmayacağım. Çağdaşlaşmadan da çağdaşlığın nimetlerini size sağlayacağım,” diyor. Daha önceki CHP, halkı çağdaşlaştırmak için uğraşıyordu. Yeni CHP ile, aslında bu uğraşıdan vaz geçildiği, dinsel kesimin de CHP iktidarlarında da devletin nimetlerini elde edebileceği” söylenmek isteniyor. CHP, muhafazakar kesimden de oy almak istiyor. Alabilmesinin yolu budur. Böylece oy da alır.

 

Türkiye, çağdaşlaşmaktan umudunu kesmiş görünüyor. Çağdaşlaştırmak isteyenler, sonunda pes ettiler ve halkın düzeyine indiler. Aslında çağdaşlaştırıcılar da rahatladı. Çünkü onlar için de zor idi çağdaşlaşmak. Onlar da Atatürk’ü aşamadıkları için mecburen çağdaş davranmak zorunda idiler, kendileri çağdaşlaşmadıkları halde. Şimdi onlar da bu zorunluluktan kurtuldular.

 

Halk, çağdaş yollarla para kazanamayacağını ve geçinemeyeceğini biliyor. O nedenle siyasal iktidar çok değerli oluyor. Çünkü siyasal iktidar sayesinde ülkenin hazır nimetlerini elde ederek hem geçinmek hem de zengin olmak mümkün oluyor. Çağdaş ülkelerde siyasal iktidar pek önemli değildir. Çünkü iktidar sayesinde devlet nimetlerini elde etmek olasılığı yoktur. Üstelik o ülkelerde kimin iktidara geleceğinin de hiçbir önemi yoktur. Çünkü iktidardaki kişinin, sistem dışı iş yapması olasılığı yoktur. İktidardaki kişi ne kendisine ne de başkasına sistem dışından bir rant sağlayabilir. Ama Türkiye’de tam tersidir. O nedenle “kişi” çok önemlidir. Aslında kişicilik MÖ 10.000’lerdeki “tanrısal düşünme” biçiminin karakteridir.

 

Türkiye’de her kesim iktidara geldi. En sonunda dinci opsiyonu da kullanıldı. Ama hiçbir zaman ne yazılı çağdaş sistem uygulandı ne de yolsuzluk yok oldu. Hiçbiri demokrasiyi uygulamadı. Türkiye’de neden demokrasi uygulanamıyor? Bu soru çok önemlidir. Ne yöneticiler uyguluyor ne de halk bunu sorguluyor. Çünkü motorsal olarak çağdaşlaşamadılar. “En zor iş, çağdışı insan malzemesiyle çağdaş işler yapmaktır.”

 

Soru: 4- Seçmene belirli adaylara/partilere oy verilmezse ‘ahiretini kaybeder’ dendiğini, oy vermenin bir dini vecibe gibi gösterildiğini görüyoruz ve bunun Ortaçağ Avrupası’nda cennetten yer pazarlanmasına benzetildiğini görüyoruz. AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Kasım Gülpınar, ‘Erdoğan’ı desteklemenin imanın gereği’ olduğunu söyledi ve “Yarın mahşerde Allah’ın karşısına çıktığınız zaman, Allah o emaneti bize verdiğinizden dolayı size inşallah hiçbir hesap sormayacak” demişti. Sizin bu konuda görüşlerinizi alabilir miyim?

 

Kahveci:

Semitik Kutsal Kitaplar, zaten ahret satışı üzerine kuruludurlar. Mensuplarına yaptırtmak istedikleri budünyalık şeyleri, ahret ücreti vaadi ile yaptırırlar. Bu kitaplar, dünyada siyasal egemenliği ele geçirme yolunda tanrıyı siyasete alet ederler.

 

İnsanlık dinsel düşünme evresini 18. asırda Batı’da aştı ve “Akılcı ve Bilimsel Düşünme” biçimine ulaştı. Türkiye, düşünüş biçimi olarak Ortaçağın “dinsel düşünme” biçimindedir. Bu nedenle bugünü ve geleceği okuyamadığından “geriye bakış” adı verilen bir yapı kullanarak her şeyi geçmişteki anlamlarla anlamaya çalışıyor. İşte siyasetçiler, kendi kişisel çıkarları için geride bıraktırdıkları toplumsal zihniyeti siyasal istismar ediyorlar. Yani asıl istismar ettikleri din kamuflajı altında, toplumun bu dinsel düşünüş biçimidir.

 

Türkiye’de akılcı ve bilimsel düşünme biçimi egemen değildir. O nedenle Avrupa’da hatta bütün insanlıkta çağımıza kadar geçerli olan “ahret emlakçılığı” yapmak Türkiye’de şimdi geçerlidir. Ahret arazisi satarak bu dünya arazisi almak. Aslında toplum, dinsel söylemlerden dolayı oy vermiyor. Seçmen de, seçeceği siyasetçi sayesinde ahret satarak bu ülkenin dünya arazisini alabilir miyim diye bakıyor.

 

Siyasetçiler, camilerde avam tabakasına verilen din vaazları ile paralel söylemler söylüyorlar halka. Böylece aslında yine “biz sizden biriyiz,” imajını vermeye çalışıyorlar. “İktidardayız ama sizden uzaklaşmadık,” diyorlar. Tekrar iktidara gelmekle de yine sizden uzaklaşmayacağız diyorlar. Bize ulaşabileceksiniz. Yani size yine torpil yapacağız, devlette olan milletin nimetleri kolayca sizin olacaktır, diyorlar. Seçmen, dürüstlük istemiyor ki. Dinin ahlak ve kul hakkı kurallarının egemen olmasını istemiyor ki.

 

Soru: 5- Siyasi propagandalarda dini temaların kullanılması seçmenler nezdinde gerçekten etkili oluyor mu, neden?          

 

Kahveci:

Türkiye’de dini temaların kullanılması seçmen nezdinde etkili olmuyor. Çünkü seçmen dindarlığına göre adaya oy vermiyor. Dindar da aramıyor. Kul hakkı yedirmeyen dindara da oy vermiyor. Haksız kazancı reddetmiyorlar. Yukarıda söylediğim gibi, seçmen, adayın kendisine ulaşabilirliğine, onu kullanabilirliğine bakıyor. Türkiye’de dinsel görüntü vererek haksız kazançlar elde edildiği bir gerçektir. Cuma namazları bu amaçla kullanılmaktadır. Haksız kazançları elde edenler Cuma namazı kılıyorlar. Cuma namazlarında yetkililer ve vatandaş birbirine “Biz birbirimizdeniz,” görüntüsü vererek, birlikte devletin nimetlerini torpille ve haksız bir şekilde elde ettiklerini biliyoruz. Bütün amaç devleti yemektir. Devlet görevlisi hem kendisi hem de vatandaşın devleti yemesine imkan sağlıyor, birlikte devleti yiyor. Devletini yiyen bir devlet olur mu?

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.