DİNSEL DÜŞÜNMENİN KARAKTERİ

DİNSEL DÜŞÜNMENİN KARAKTERİ

“Dinsel düşünme ile dindarlık farklı şeylerdir. Çağımızda ve bundan sonra her zaman dindar olunabilir ama artık dinsel düşünme ile olunamaz.”

“Dinsel düşünmeyi aşamamış kişi filozof değil, ancak kelamcı olur.”

 İnsanlık, 18 asırda dinsel düşünmeyi bitirmiş, akılcı ve bilimsel düşünmeye geçmiştir. Bundan sonra var olmak isteyen kişi ve toplumlar bu düşünme biçimini yapmak zorundadır.

Dinsel düşünmenin karakterini, Kelam ve Matüridi’nin düşünüş biçiminin şahsında, felsefi analiz ederek tespit etmeye çalışacağız. Bir akademik makalemizin sonuç bölümünü entelektüel okuyucularımıza uyarlayarak sunuyoruz.

 

Akademik eserlerin sonuç bölümlerini, ana bölümlerde kullanılan malzemenin; çala kalem özeti olarak değil, konunun kuramının çıkarıldığı ve bilim adamının kendi zihinsel-düşünsel kapasitesini ortaya koyduğu bölüm olarak görürürüz. Bilim yapmak kuram yapmak demektir. Kuram yoksa bilim de yoktur. Biz de, bu makalemizin sonuç bölümünde, ana bölümlerde kullandığımız malzemenin kuramını ortaya koymaya çalışacağız.

 

Metafizik Domino Sistemi

Dinsel düşünme olan Ortaçağ düşünüşünün tartışma modelinin sınırları, tanrı, tanrı sözü ve peygamberden oluşan araçların iç içe geçerek interaktif sistemle, birbirini etkileyip sonuç üreten, “metafizik domino” adı verilen bir sistemle çevrilidir. Bu sistemde bu üç unsurdan biri yoksa diğerleri de yoktur. Öncelikle, tanrının varlığı kabul ettirilir. Tanrı’yı kabul ettirebilmek, Onun sözlerinin Tanrı sözü olduğunu kabul ettirmeye bağlıdır. Bu sözlerin, peygamberi kabul ettirmesi gerekir. Üçü birlikte, interaktif sistemle, birbirlerinin varlığını kabul ettirebilmelidir.

 

Ortaçağ dinsel düşünmenin mahiyeti, kapsamı, ilkeleri ve sınırları, din olarak, aslında tanrı tarafından değil, dinadamı kurumu tarafından belitler olarak belirlenmiştir. Din de, Tanrı’nın ürünü olarak insanlara empoze edilmiştir. Dinin, tanrı tarafından geldiği ispatlanmış bilgiye dayanmıyordu. Ama öyle dayatılmış ve kabul ettirilmişti. Ortaçağ skolastik dinsel düşünüş dönemine rastlayan genelde Kelam, özelde ise Matüridi argümanında bu metafizik domino sisteminin özellikleri ayniyle görülür.

 

Sistemsiz Düşünme

Dinsel düşünüşün birinci özelliği sistemsiz olmasıdır. Mantık kuralları uygulanmaksızın yapılan bütün düşünmeler sistemsiz düşünme ve mantıksızdır. Sistemli düşünme, mantık kuralları uygulanarak yapılan düşünmedir. Bütün dinsel düşünmeler sistemsizdir. Matüridi de, argümanında mantık kurallarını ugulayarak düşünme yapmadığından onun düşünmesi de sistemsizdir. Nitekim ileri sürdüğü hiçbir şeyi tanımlamaz. Hiçbir konuda net açıklama yapmaz. Bu nedenle cümleleri çok karmaşık, muğlaktır. Aslında din, insanlığın binlerce yıl boyunca yaptığı sistemsiz düşünmesinin bir ürünüydü. Kelam, savunma ve saldırma üzerine kurulu bir sistemi vardır ama bilim, felsefe ve mantık nazarında geçersizdir.

 

“Dinsel düşünen kişi sistemsiz düşünüyordur. Sistemsiz düşünen ve sistemli düşünemeyen kişiden, çağımızın gerektirdiği sistemli işler beklenemez.”

 

Çağdaş düşünme sistemi olan felsefi, bilimsel ve mantıki düşünüş biçiminde ne savunma ne de saldırma vardır. Sadece ortaya fikir koyma ve bu fikirleri mesnetlendirme vardır, kabul ettirmek için uğraşı, hele de dayatma hiç yoktur. Dini düşünme; Tanrı adı altında kişiler için yapılan bir düşünme iken, felsefe insanlık için yapılan bir düşünmedir. Aslında görünürde tanrı için yapıldığı iddia edilen ve insanlara dayatılan dini düşünme, onu yapanın kimliği ve çıkarı için yapılmaktadır. Çünkü o devirlerde kişisel ve toplumsal kimlik, tanrıya dayalı dinsel idi. Kimliği korumak amacıyla yapıldığından dinsel düşünme, kimliklerin adedi kadar sosyal bölünme doğurmuştur. “Her türlü dayatmada, kişisel haksız çıkar isteği vardır.”

 

“Felsefe sorgular, din savunur, Sorgulamak beyni akışkan yapar, savunmak büzüştürür.”

 

Peşinhüküm

Ortaçağ dinsel düşünmesi, aynı zamanda da sonculları olan öncüllerini, kurgusal peşinhükümler üzerinde devreder. Bunlar, mantık ve matematik belitleri taklit edilerek üretilmişlerdi. Ama mantık ve matematik aksiyomları gibi değildirler. Hem onları oluşturan kurallarla oluşmuyorlar hem de onların kesinlik özelliğini taşımıyorlar. Nitekim dinsel düşünme, “audiatur et altera pars” prensibi gereğini uygulayamıyor ve peşinhükümlerini net bir şekilde tanımlayamıyor. Sonuç cümlesi, öncüllerin yeterince ispatlanmış haklı öncüller olması halinde anlam ifade eder. Eğer öncül ispattan yoksun, öznel bir fikirden ibaret ise, sonuç cümlesi de yanlıştır. Matüridi, Kuran ayetlerine dayandırdığı peşinhüküm öncüllerini kanıtlanmış kabul ederek sonuçlar ortaya koyar. Bu durumda, “kanıtlanmış farzedilen öncül ile varılan sonuç (petitio principii)” mantık hatasını işlemektedir. Yani argümanı, mantıksız temele dayanır.

 

 Dogma

Dini önkabuller, Mantıksal süzgeçten ya da bilimsel irdelemeden geçirilmemiş birer inanç dogmalarıdırlar. Doğrulukları, denemesiz ve tartışmasız kabul edilen ve asla değişmez sayılan hakikat savları, düşünceleri ve bilgileri olarak görülürler. Özellikle dinin metafizik öğretilerinin tümü böyle dogmadır. Örneğin, “Tanrı ve Tanrı sözünün varlığı, evreni yarattığı” iddiaları böyledir. Bunların doğruluğu ispatlanarak sağlanamayınca, onların üzerinde inşa edilen bütün argüman da şüpheli olmaktadır. Genelde Kelam ve özelde Matüridi’’nin peşinhüküm önkabul öncülleri bu niteliktedir. Dogma, ileri ve geri gitmemek, yerinde saymak demektir.

 

Ortaçağ dönemi dinsel düşünürlerine göre gerçeklik, kutsal kitaplarda dogma halinde mevcuttur. Ellerindeki kutsal kitap nedeniyle, evrende ve ondaki varlıkta var olabilecek gerçeğe zaten sahip olduklarına inandıklarından dolayı yaptıkları birinci şey; ayrıca başka gerçeğe ulaşma ve gerçek üretme çabasında olmamaktır. Bu nedenle bu dönemde yapılan şey, dinin belitsel dogmalarını düzenlemektir. Yaptıkları ikinci şey de; Platon ve Aristo gibi filozofların idesel fikirlerini kullanarak, dini, aklın kavrayabilip kabul edebileceği duruma getirmektir. Kelam da; asla değişmeyen mutlak dini bilgileri kabul eden, bu bilgilerin mutlak hakikat olduğunu, inceleme, tartışma, sorgulama yahut araştırmaya ihtiyacın olmadığını savunan anlayış olduğundan dogmatiktir. Ortaçağ boyunca dini dogmatiklikle dini skolastiklik birlikte var olmuştur.

 

Şüphecilik

Tanrısal otoriteye duyulan inancı ve teosantrik düşünmeyi temele aldığı için, doğal olarak eleştiriye ve şüpheye kesinlikle kapalı olan bir düşünmedir. Merkezinde Tanrı olan bir düşünme geleneğinin, şüpheciliğe imkân tanımayacağı açıktır. Şüpheciliğe ve eleştiriye izin vermeyen düşünmede gelişme olmaz. Matüridi düşüncesi de, vahiy otoritesine duyulan inancı temele aldığı için eleştiriye ve şüpheciliğe kapalı olan bir düşünmedir. Matüridi’de vahye dayanan bir otoriteye saygı duyulması esas olduğundan, bütün bilgi, mahiyeti, kapsamı ve sınırları vahiy otoritesi tarafından belirlenir. Vahiy yoluyla gelmiş olan dini akideleri peşin bir kabulle kabul etmeye dayalı saf imani bir yöntemdir. Bu durumda aklın vazifesi, sadece önceden kabul edilen akidelerin doğruluğu üzerine deliller getirmek olur. Bu, Ortaçağ patristik düşünmenin metodudur.

 

Skolastiklik

Mevcut şeyleri aynen gelecek nesillere aktarmak amacıyla okututulması skolastikliktir. Ortaçağ düşüncesigibi, Kelam da tamamen böyle bir düşünmedir. Bu işleme, statükoyu korumak adı verilir. Bu düşünme, sabitelere dayalı olmaktır. Sabite; önceden belirlenmiş, değişken ve dinamik olmayan, durağan olan değişmezlerdir. Sistemleştirilen bu sabite bilgiler, okullarda bilgi olarak aktarıldığından bu döneme okulculuk anlamında “skolastiklik” denir.

 

Skolastik düşünme, mevcudun dışında bir gerçek aramaz. Hali hazırda varolan durumun sürdürülmesini isteyen ve değiştirilmesine karşı olandır. Gelenekler doğrultusunda hareket eden gelenekçidir. Statükoculuk, kuramsal olarak içinde bulunulan düzeni sorgulamaktan, yanlışını bulmaktan kaçınmak, dolayısıyla doğruyu arama zahmetine katlanmamak demektir. Bu nedenle, yeni bir bilgi ortaya koymaz. Matüridi’nin Kelam argümanı, genel Kelam ilmi gibi, Kuran tarafından belirlenmiş bu çeşit sabite fikirler üzerine kurulu ve onları öğretmek olduğundan gelenekçi, skolastik ve statükocudur. O, sem’i nakillere uygun savunma yaptığından dolayı aynı zamanda konformisttir. Bugün bile hala bin yıl önceki Kelam bilgilerini dayatmak çağdaş skolastikliktir. İşte Türkiye, bugun bunu yapmaktadır. O nedenle de bir adım ileri gidemiyor.

 

MANTIKSAL ANALİZ

Mantık kuralları uygulanmaksızın yapılan bütün düşünmeler sistemsiz düşünme ve mantıksızdır. Mantık disiplininin ilkeleri; özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü halin imkansızlığı, yeter-sebep, gerçekle ilintili ve geçerli olmak gibi ilkelerdir. Sistemsiz yapılan bütün dinsel düşünmeler gibi, Matüridi de, argümanında mantık kurallarını ugulamaz. Sistemsiz düşünmede, mantık hataları yapmak kaçınılmazdır. İddialar, ancak ya çok sağlam kanıtlarla ya da genel geçer kabul edilmiş mantık ilkeleriyle ispat edilebilirler.

 

Mantık, önermelerin bilgisel doğruluk değerleriyle ilgilenmez, sadece akıl yürütmenin doğruluğu formuyla ilgilenir. Yani o, öncüllerden istenilen sonucun zorunlu çıkıp çıkmayacağını inceler. Kullanılacak olan her hangi bir mantık safsatası, iddiadan hedeflenen sonucun zorunlu doğmasını engelleyecektir. Zorunlu doğmayan sonuç, zorlama sonuçtur ve mantıken geçersizdir. Kelam argümanlarının içerdikleri bazı safsataları tespit edeceğiz.

 

Kelamda Mantık Safsataları

“Sistemsiz düşünme ürünü olduklarından, dinsel metinler, mantıksızdırlar.”

 

Mantıkta safsata (logical fallacy); bir düşünceyi ortaya koyarken yapılan mantık yanlışıdır. Sağlam delil yerine, sakat retorik kullanımıdır. Bütün mantık safsatalarının nedeni, argümanı sağlam delille destekleyememektir. Genelde Kelam özelde Matüridi argümanının, mantık disiplininin ilkelerini kullanmadıklarından mantık safsataları ile dolu oldukları görülür. Mantıkta genellikle biçimsel, yöntemsel ve olgusal olmak üzere üç türlü safsata bulunur.

 

“Mantık safsatalarıyla dolu antik din algısı, yeni nesil mantık tarafından reddediliyor.”

“Hayatın bütün alanlarının, sistematik düşünme ürünleriyle yaşandığı çağımızda, sistemsiz düşünme ürünü din ve tanrı anlatımlarına, artık avam tabakaları da inanmıyor.”

 

Biçimsel (Formel) Mantık Safsataları

Biçimsel safsata; mantığın özdeşlik gibi temel ilkelerini uygulamamaktır. Genelde dini, özelde Kelam argümanları da; biçimsel mantıkdışılık içerirler. Çünkü ispatlanmamış ve tanımlanmamış metafizik öncüllerden, fiziki sonuçlar çıkarırlar. Hatta metafizik sonuçlar çıkarmak amacıyla fizik istidlal yolları kullanırlar. Öncüllerin ve sonculların birbirinden çok farklı, hatta birbirinin zıddı olmasıdır. Sonuç doğru olsa bile, öncüllerden o sonuç çıkarılamayacak durumdadır. Öncülleri ve sonculları arasında mantıksal tutarlılık kurmak imkansızdır. Yani kendi içinde tutarsız olan bir yargıdır. İspatlanması gereken temel öncülü mesnetlendirme olarak kullanılan önermeler, istenilen sonucu zorunlu olarak vermiyor. Doğaüstü itikat ve inançlara dayalı argümanlar biçimsel safsata çeşidine girerler. Mesela Matüridi, Mantığın özdeşlik ilkesini uygulamadığından biçimsel safsata içerir. Nitekim terminolojilerinin hiçbirinin tanımlamasını yapmaz. Bu nedenle cümleleri çok karmaşık ve muğlaktır.

 

Yöntemsel Mantık Safsataları

Yöntemsel safsata; iddia yeterli bilimsel ve mantıksal delillerle ispat edilemediğinde başvurulan mantıkdışı eylemlerdir. Bu safsatanın başında “yeter sebep” göstermeme safsatası gelir. Yeter sebep göstermemeye dayalı çok sayıda safsata doğmaktadır.

 

Yeter Sebepsizlik Safsatası

Sahte Neden Safsatası (Fallacy of False Cause)

Mantık disiplininin en önemli kuralı, iddiayı ispatta ve sonuca zorunlu götürmede “yeter sebep” göstermektir. Bu kurala göre; her iddiaya, hedeflenen sonuca zorunlu götüren bir “yeter sebep” göstermek zorunludur. Sonuca zorunlu götüren yeter sebep gösterilmemesi, sonucu geçersiz yapar. Yeter sebepsizlik, temel bir yöntemsel safsatadır. Öncül ile sonuç arasında tutarlı nedensellik ilişkisi kurulmaması durumunda, sahte neden uyduran safsata oluşur. Yeter-sebep ortaya koymamak, akıl yürütme (istidlal)nin “paradoksal akıl yürütme” olduğunu ortaya koyuyor.

 

Matüridinin, iddiasını ispatlamada ve ortaya koyduğu sonuca götürmede kullandığı delillerden hiçbiri mantık açısından geçerli sebep değildir. Kullandığı nedenlerin hemen hepsi mantığa göre sahte nedenlerdir. Mesela sem’î iddiaları, yine sem’î sebeple ispat etmeye çalışır. Kullandığı deliller, iddialarında hedeflediği sonuçlara zorunlu götüren sebepler değillerdir. Sonucu zorunlu üretemediğinden zorlama sonuçlar dayatıyor. Dinsel peşinhükümlerini belit olarak kullanır, ama bunlar mantığın belitleri niteliklerini taşımıyorlar. Çünkü onun belitleri, sem’iyyattan kaynaklanan kendince belit sayılmış öznel belitlerdir. Temel belitler, ilk bilgilerdir ve bu bilgiler eleştiri ve kanıtlamaya kapalıdır, yanlış olmasının düşünülmesi mümkün değildir. Ne türlü bir belitle yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılacağından, dinsel peşinhükümlere dayalı akıl yürütmelerle dinsel sonuçlara varılır, mantıklı sonuçlara varılamaz. Peşinhükümlere dayanan bir düşünme, onların yanlışlığı meydana çıkınca çökerler. Nitekim bu belitler mantık kuralları ve bilimlerle çürütülmektedirler. Matüridi, mantıklı değil de gündelik akla uygun makul sayılabilecek sebepler kullanır.

 

“Her alanda, tutarlı sebep-sonuç ilişkisi olan nedensel düşünmenin egemen olduğu çağımızda, sahte sebeple üretilmiş argümanlar kabul görmüyor artık.”

 

Otorite Gücünü Kullanmak

Yeter sebep göstermemenin en bariz sonucu, öncüllerinin doğru olduğunu, “otorite gücünü kullanmak ya da otoriteye başvurmak” safsatası ile kabul ettirilmeye çalışmaktır. Öncüllerin doğruluğunu, Tanrının otoritesine dayandırmak, böyle bir mantık hatasıdır. Kelam argümanları, “Tanrı” adı altında, tamamen otorite gücüne dayalı argümanlardır. Matüridi, öncül olarak semi delili ortaya koyması, sonra ondan istidlal yoluyla istediği sonucu çıkarmaya çalışması böyle bir mantık safsatasıdır. Kuran’ın bilgi kaynakları olmasa, Matüridi kelam yapamayacak, demektir.

 

Zorlama Sonuç Dayatma Hatası

Sonuç, zorunlu çıkmayınca, çıkarılan sonuç zorlama olur ve mantıken geçersizdir. Bu durmda zorlama sonuç dayatması safsatası işlenir. Kelam mesela; tanrı vardır, kainat yaratıldı, kainatı tanrı yarattı ve bu tanrı kendi tanrısı Allah’tır, şeklindeki peşinhükümsel iddialarını, istediği sonuca zorunlu götürecek “yeter sebep” göstererek ispat etmediğinden, iddialarına gösterdikleri sebeplerin zorunlu sonuçları değil, birer zorlama sonuçturlar.

 

Dinsel düşünme; Tanrının varlığına, sahibi ve yapıcısı bilinmeyen kainatın varlığını, yeter sebep olarak gösterir. Bu amaçla önce kainatın yapılmış (hades) olduğunu ispat etmeye çalışır. Sonra da onu, tanrı adında genel bir yapıcısı (muhdis)nın varlığına yeter sebep olarak kullanır. Ardından bu tanrıyı, kendi tanrısına indirger. “Hudus” adı verdiği bu delili, yaratıcı genel Tanrının ya da kendi özgül ve milli tanrısı Allah’ın varlığının yeter sebep semptomu görmek, mantıken geçersiz yeter değil, sahte sebeptir. Çünkü bu delil, Evrenin yaratılmış olduğu, tanrı ve özellikle spesifik olarak Allah tanrı tarafından yaratıldığı sonucunu zorunlu olarak doğurmuyor. Bu “hudus” delili, Evrenin kendiliğinden olması ya da Tanrıdan başkası tarafından yapılması sonucuna da götürebilme ihtimalini taşımaktadır.

 

“Soyut varlık olan Tanrı’nın varlığına, somut olan kainatın varlığını delil göstermek, mantıken sahte sebeptir.”

 

“Evrenin varlığından üretilen Tanrının varlığı sonucu zorunlu değil, zorlama sonuçtur.”

 

Kişiliğe Hakaret, Ad Hominem

Yeter sebep gösterilmeyip iddia ispat edilemeyince, iddianın doğruluğunu ispat etmede, çoğunlukla “adam karalama” adı verilen “ad hominem” mantık safsatası işlenir. “Argumentum ad hominem”, kişinin herhangi bir konudaki fikri yerine, şahsının hedef alınmasıdır. Bu safsata kişinin kişiliğine hakaret ve korkutmak gibi sözlü şiddet saldırısıdır. Matüridi, kendi fikrine muhalif Müslüman Kelam alimlerine; hayvan, şeytan, şaşkın, ahmak, yalancı, Allah düşmanı, seviyesiz ve cahil gibi kişiliğe hakaret sözlerini sıkça kullanır. Saldırı, kişinin etnik kökeni, mezhebi veya dini görüşü gibi niteliklerine olursa, “niteliksel adam karalama” olur. Matüridi, muhaliflerin dini eğilimini yargılayıp “dalalet ehli” ve “mülhid” gibi tekfir hükmünü vermekle, nitelikli adam karalama safsatasını da işlemektedir.

 

İşlediği daha kötü bir safsata, fiziki şiddet tehdididir: “Ya da acıtacak şekilde döversin.” (KT. 85) “Haber delilini kabul etmeyene, kabul etmesi için; vahşi muamele (muamele vahîşe) yaparsın.” (KT. 89): “İnatçı birine yapılması gereken şey; inatçılığını bırakması için organ kesme türünden vahşi, şiddetli bir elemle eziyete maruz bırakılmasıdır; öyle ki feryat ve figan etsin,” (KT. 84) Aslında inatçı demek, yeter sebep göstererek, karşı tarafı çürütemedi demektir. Bu çeşit hakaret ve tehditleri, Kuran ayetlerine dayandırır. Matüridi, kızmak ve sinirlenmek gibi, duygularını argüman içine katar. Buna da duyguyu kullanma safsatası adı verilir. Bunun yanı sıra, “şiddetli bir elemle eziyete maruz bırakılmalıdır; öyle ki feryat ve figan etsin,” cümlesi, “duyguya başvurma safsatasını” kullandığını göstermektedir. Aslında inatçı demek, karşı tarafı çürütemedi demektir. Bu çeşit hakaret ve tehditleri, Kuran ayetlerine dayandırır. Matüridi, kızmak ve sinirlenmek gibi, duygularını da argümanının içine katar.

 

Aslında “ad hominem” safsatası, Kelamın cedel tipi tartışma modelinden kaynaklanır. Bu tartışmada, tartışılan kişinin görüşlerine saygılı olunmadığı gibi, kişiliğine saldırı esastır. Müslümanların avam tabakasının, başka bir mümini “tekfir” başta olmak üzere, sözel şiddet olan hakaret ve tehdit etmek ve kişiliğe saldırı gibi mantık safsataları kullanmaları, işte bu Kelam metodundan kaynaklanmaktadır. Cedel yönteminde savunma, nefsi savunma olur, fikri savunma olmaz. Suç olan, hakaret ederek sözel şiddet uygulamaktır. Ad hominem, aynı zamanda dayatma safsatasıdır. Kelami tartışmada, sadece karşı tarafın fikirlerini çürütmek yoktur, fikirlerini kabul ettirmek amacıyla onu dayatmada bulunmak vardır. Her türlü safsata, argümanı geçersiz kılmaktadır.

 

“Din anlatıcılarının tekfirci ve hakaretçi olmalarının nedeni, kelam usulüdür.”

“Kelam lakap takar, felsefe isim koyar.” “Kelam kafa alır, felsefe kafa verir.”

 

Suç Unsurları

“Ad hominem, çağımızın hukukunda suçtur.”

 

Ad hominem safsataları, çağımızın hukukunda; kişiliğe hakaret, tehdit, vücut dokunulmazlığı, vücut bütünlüğünü bozma eylemleri görülerek, cezayı gerektiren birer suç yapılmışlardır. Matüridi kelam modeli, muhalif dinden ve mezhepten olanlara here türlü hakaret yapılmasını meşrulaştırmaktadır. Matüridi’nin eserinden anlaşıldığı kadarıyla, onun döneminde, muhaliflere karşı; hakaret, sözel ve fiziki şiddet eylemleri uygulamak, hatta öldürmek suç değildi.

 

“Bölücülük, hakaret gibi sözel ve fiziksel şiddet suç unsurlarıyla dolu Kelam usulüyle din anlatmak artık geçersizdir ve insanları dinden uzaklaştırmaktadır.”

 

Toplum Genelini Referans Gösterme Safsatası (Ad Populum)

Ortaya koyduğu sonucu desteklemek için, toplum genelinin öyle düşündüğüne ya da ona ihtiyaç duymasına ya da örfe atıfta kullanmak, ad populum mantık safsatasıdır. Matüridi de, örfü delil olarak kullanmakla bu mantık safsatasını işlemektedir.

 

Bilinmeyene Başvurma Safsatası (Argumentum ad Ignorantiam)

Hikmet, Bilinmezlik

Metafizik önermeler, tutarlı sebep-sonuç ilişkisi içermediklerinden ne felsefi ne de bilimsel kabul edilirler. Sistemsiz düşünme ile üretilmiş spekülatif önermeler olarak görülürler. Metafizik konular, nedensellik değil, “niçin” sorusunun cevabı olan, ereksellik ya da gerekircilik yani amaç üzerine kuruludurlar. Evrendeki her şeyin, insanlar tarafından bilinmeyen, ilahi bir kudret dahilinde belirlenen bir gayesinin mevcut olduğu düşüncesi vardır. Buna, “hikmet” deniliyor. Kelam ve Matüridi, iddiasını ispatlayamadığını düşündüğünde, hikmet adı verilen, bilinmeyene başvurma mantık hatasını kullanıyor. Fakat hikmeti tanımlamıyor. Kendisi de hikmetin ne olduğunu ve nelerin hikmet olduğunu bilmediği görülüyor. Hikmet dediği şeyler de, herhalde insanlara olan faydaları içeriyor. Hikmet, bin yıldır hiçbir şey üretmedi.

 

“Hikmet; bilgi elde etme kaynağı ve metodu olmayan serbest atış alanıdır.”

Olgusal Safsataları

Olgusal safsata; doğruluğu ispat edilmemiş bilgi malzemesi kullanmaktır. Bir argümanda dinsel bilgi kullanmak, mantık nazarında olgusal safsatadır. Çünkü bu bilginin doğruluğu ispatlanmamıştır. Din bilgisinin temel mantığı; evreni ve insanı yaratan aşkın varlık olan tanrı, en doğru bilgiye sahiptir iddiasıdır. Dinsel bilginin özellikleri şöyle sıralanabilir; doğruluğu kesin olarak ispatlanmış değildir, inanca dayanır, dogmatiktir, öznel ve görelidir. Bu bilgi, tanrı ile inanan arasında bir inanç bağı olması bakımından zaten öznel ve görelidir. Nitekim dinsel bilgi, aynı dine, aynı dinin içinde aynı mezhebe, aynı mezheb içinde farklı alimlere göre göreli ve öznel olduğu görülür. Fizik yasalarının ötesinde bir yaklaşım olduğu için metafizik (fizikötesi) bilgiler olarak değerlendirilir. Dini bilginin doğruluk değeri; bilimselliğe uygunlukta aranmaz. Bilimsel bilgi, din bilgisine uymuyorsa, yanlışlık, dini bilgide değil bilimsel bilgidedir. Kelam ve Matüridi, dinsel bilgi türünü kullanır. Bu dini bilginin özellikleri, aynı zamanda gündelik bilginin özellikleri ile aynıdır. Aslında gündelik bilgiye dinsellik vasfı verilmiştir. Gündelik bilgi, avam tabakası bilgisidir. Nitekim dini bilgi, eğitimsiz halk tabakalarınca anlaşılır ve kabul edilir. Zaten genel olarak Kelamın, özel olarak ise Matüridi kelamının öncelikli amacı, akaid ilmi tarafından belirlenen inanç paradigması doğrultusunda sıradan insanları etkileyerek istenilen şekilde davranmalarını sağlamaktır.

 

“Bugün, felsefi değil de Kelam gibi, dinsel düşünmeyi topluma dayatmak, onu bin yıl öncesinin öncesine götürmek demektir.”

 

Zıt Malzemeyi Karıştırmak

Sentetik Bilgi

Dini düşünme; dini savunmak ve muhaliflere saldırmak amacıyla; evrende bulunan birbirine tamamen zıt maddi ve manevi bütün malzemeyi hizmetinde kullanmak amacıyla, duyu organı olan göz ile elde edilen fiziğin ekzoterik-görüngüsel (dışsal, harici) somut malzemesini, dinin metafizik ezoterik (içsel, batıni) unsurlarını, birbiriyle tepkimeye sokarak karıştırır. Bu bilgi, sentetik bilgidir. Bunu yaparken mantık disiplininin ilkelerini kullanır görünür ama kullanmaz. Dini, düşünme yeni bir fikir ve bilgi üretmez, avcı-toplayıcı zihniyetiyle, başkaları tarafından üretilmiş hazır malzemeyi kendi haksız çıkarı için kullanır.

 

Absürd, Saçma

Mantık kurallarına göre geçerli argüman ve çıkarım yapılmayınca, mutlaka mantıksal safsata adı verilen mantık dışılıklar ya da hatalı çıkarımlar ortaya çıkacaktır. Bu boş, temelsiz çıkarımlara, “saçma (absurd)” denilir. Sistemli usa aykırı olan her şey saçmadır. Us, mantık ilkeleriyle çalışır. Saçma; doğru ile yanlış arasında yer aldığından yanlış ile karıştırılmamalıdır. Saçmanın bir anlamı vardır fakat yanlıştır, anlamsız değildir. Her yanlış saçma olmayabilir. Kelam argümanındaki öğeler, mantık açısından birbiriyle bağdaşık değildirler. Mantıken saçma olabilirler ama yanlış olmayabilirler.

 

Nonsequitur ve Aporia

Türemez ve Çıkmaz

Paradoksal akıl yürütme sonucunda ortaya çıkacak olan sonuçlara Latince, “nonsequitor” adı verilir. Geçerli bir çıkarımdan yoksun olup, sonucu öncüllerinden mantıksal kurallara göre türemeyen çıkarımlardır. Öncüllerden zorunlu olarak çıkmayan sonuçları zorlama ile çıkarmaktır ve mantıksal yanıltmacadır. Böyle sonuçlar için kullanılan bir başka mantık terimi; bir düşüncede sonuca varamama ya da çözülemez açmaz ve çıkmaz anlamındaki “aporia” terimidir. Kelam metinleri, bu iki mantıksızlığı da içerirler. Tanrı hem evrenin yaratıcısı hem de bir insan-krala benzetilerek tanımlanıyor. Sanki insan-kralın izdüşümü (izomorfizm) olarak gösteriliyor. Hükümdarlık gibi insani fonksiyonları nedeniyle homomorfik tanımlanır. Bu durumda, Mantığın “üçüncü halin olanaksızlığı” kuralına takılmaktadır. Tanrı ya yaratıcıdır ya da kraldır, hem yaratıcı hem kral olamaz. Homomorfik tanrı tanımının; mantıksal nonsequiter ve aporia üretmesi kaçılmazdır.

 

TARTIŞMA MODELİ AÇISINDAN ANALİZİ

Bilimsel ve Felsefi Tartışma

Kedlam tartışma biçiminin karakterini analiz edip ne tür bir tartışma olduğunu tespit edeceğiz.

Geçerli nizami tartışma, bilimsel ve felsefi tartışmadır. Felsefeye göre nizami tartışma; belli mantık kurallarına ve yöntemlere uyularak, diyalog şeklinde, istisnasız olarak her türlü fikri sorgulamak, değeri ve geçerliliği üzerine irdeleme yapmaktır. Sadece ortaya fikir koyma ve bu fikirleri mesnetlendirme vardır, kabul ettirmek için dayatma hatta uğraşı bile yoktur. Bu tartışma; ağız kavgalarının gerçekleşmediği, karşı tarafa saldırının, laf sokmanın, hakaret ve küfürlerin kullanılmadığı tartışmadır. Duygulara değil, düşünlere hitap etmeye yöneliktir.  Kişilerin değil, fikirlerin çatışmasıdır. Bilimsel ve felsefi tartışmalarda mantık disiplininin kurallarına uymak ve mantık hatalarına düşmemek esastır. Bu sebeple, tartışma kuralları ve mantık hatalar (safsatalar)ı iyi bilinmelidir. Tartışmada gaye; öncelikle, “gerçeğe ulaşmak”tır. İkinci olarak, bir konuda insanlığı geriye götürmek veya yerinde saydırmak değil, ileri götürmektir.

 

Kelam Tartışma Modeli

Cedel ve Müşareke

Kelam ilminin kullandığı “cedel” adı verilen tartışma modelinin analizini yapalım. Cedel ve cidal; ağız kavgası şeklinde didişme, tartışma demektir. Her türlü tartışma gibi, iki kişi arasında yapılır. Ama Arapça gramerin, “el-müşâreke beyne’l isneyn” dediği “mufâ’ale” babından olan iki kişi arasında ortaklık ya da diyalog ifade eden “mücadele” değildir. Karşılıklı tartışmanın kurallarını içermez. Karşı tarafa kavga ve çatışma (quarrel) şeklinde tek taraflı saldırma tartışmasıdır. Kendi fikirlerini sorgulamaz, savunur, muhalif fikirleri çürütür. Karşı karşıya gelmeksizin uzaktan saldırır. Cedel modeli; akideyi savunmak ve muhaliflere saldırmak şeklinde iki bölümden oluşur. Aslında Kuran’da uygulanan ve Peygamberlere yapmaları emredilen sözel savunma ve saldırma eylemidir. Kuran’da mahiyeti ve sınırları belirlenen bir akılcılıkla, İslâmî ilkeleri temellendirmedir. Cedel, her hangi geçerli bir tartışma türüne girmemektedir. Mantık hataları ve suç unsurlarıyla dolu, geçersiz bir tartışmadır.

 

Kelamın kullandığı cedel tartışma usulü, münazara gibi, iki kişi arasında kuralları belirlenmiş diyalog şeklinde karşılıklı yapılan geçerli nizami bir tartışma değildir. Savunma yapması nedeniyle münazaraya benzemektedir. Çünkü münazara; herhangi bir konu ya da tez ve antitez üzerinde zıt düşüncelerin karşılıklı olarak savunulmasıdır. Fakat muhaliflere saldırması nedeniyle, münazaraya benzememektedir, çünkü münazarada saldırma yoktur. Cedel; monolog şeklinde, karşı tarafa tek taraflı saldırma tarzı tartışmadır. Bir diğer tabirle, karşılıklı dövüşme değil, uzaktan tek taraflı dövme usulüdür.

 

Kelam, bir münakaşa türü tartışmaya da benzemektedir. Kökeni nakş olan münakaşa; bir şeyi daha alacalı renklere boyamak, daha göz alıcı hale getirmek demektir. Münakaşa; en az iki kişi arasında meydana gelir ama kuralları olmayan kontrolsüz ve sert bir şekilde fikir beyan edilmesidir. Bir çeşit ağız kavgası şeklinde bir tartışmadır. Karşılıklı sözlü ya da yazılı çekişmektir. Amaç, doğruyu bulmak değil, kendi doğrusunu dayatmaktır. Münakaşada amaç, doğruların ortaya çıkması değildir. Tarafların derdi, birbirine galebe çalmak amacıyla egoların çatışması ve çarpışmasıdı. Saldırmada ego devreye girmiş demektir. Münakaşalarda kişilerin doğrusu kendisinedir. Karşısındaki kişi yada kişilerin fikri önemli değildir. Kelamın, özellikle muhaliflerine saldırma bölümü, münazaa türü tartışma özelliklerini taşır. Münazaa; iki taraf arasında ağız kavgası, çekişme ve düşmanlıktır. İhtilâf ve anlaşmazlık ifade eder. Kelam, aynı dinden ve mezhepten olsalar dahi, muhaliflerini düşman olarak görmektedir.

 

Kelam, tartışma uslubu açısından polemiğe benzemektedir. Polemik kelimesi, Yunanca, “savaş” ve polemikos; savaşçı, saldırgan demektir. Polemik; belirli bir inanç ile ilgili gerçeğin ortaya çıkartma veya kurma ve oluşturma amacıyla tartışılan argümandır. Polemik genellikle sert tartışma, zıtlaşma ve atışma olarak münazaa şeklinde gerçekleşir. Kelam, tahmin anlamında spekülatiflik özelliği taşır. Tahmin; akla, sezgiye ya da birtakım verilere dayanarak, bir olayı ve durumu kestirmedir. Kesin doğruluk değil, zan ya da doksa ifade etmektedir. Doksa, varlığa dair basmakalıp düşünceler, yaygın klişeler içerir. Gerçekliğe dair yanlış tanıma, tasavvur ve tahayyül anlamlarını kendisinde toplar. Elde var olan bilgi kullanılarak istenilen “çıkarım” yapılır. Tahmin edilen şey; bir nicelik ise kestirim, bir anlam ise yorum, bir bilimsel olgu ise hipotezdir. Kelamın tahminleri, kesin bilgiler değil, kesin bilgi diye kabul edilen anlamsal yorumlardır. Matüridi, mantık disiplini nazarında ihtimallik vasfına sahip kabul edilen sem’î öncülleri kesin doğru kabul edip argümanını onların üzerinde inşa etmektedir. Dolayısıyla sonuçlar da zorunlu olarak ihtimal niteliğinde olmaktadır. Doğrulanmış kesin bilgilerle değil de, doksa türü kanaatlerle çalıştığından dolayı Kelam, gerçeğin gerçek olmayan izahıdır. Matüridi, argümanını, avam nazarında normal ve doğal kılarak meşrulaştıran yaygın yerleşik hakim kanaatler ve basmakalıp klişe düşüncelerle inşa etmektedir.

 

Doğal-Biyolojik Tartışma Sistemi

İtme-Çekme Sistemi, Emme-Basma Usulü, Tepkimeye Girme

Cedel modelini bir de doğal sistemle analiz edelim. Kelamın uyguladığı savunma ve saldırma sistemi, doğadaki bütün canlıların; varlığını sürdürmek için yemini avlamak için saldırmak ve avcısına yem olmamak için savunmak amacıyla kullandıkları doğal sistemdir. Doğal sistemde kişisel çıkar sağlamak amacı vardır. Doğal sistemi öğrenmek için eğitime, belli kuralları uygulamak için zorlanmaya gerek yoktur. İçgüdülerin doğaçlama otomatik yaptırması yeterlidir. Evrendeki bütün biyolojik, jeolojik ve kozmolojik gibi doğal sistemler; emme-basma, itme, çekme ve zıt malzemelerin birbirleriyle tepkimeye girme işlemleriyle çalışır. Bütün doğal malzeme itme ve çekme sistemiyle çalışır. Canlıların kalpleri emme ve basma sistemiyle çalışır. Güneş; itme-çekme sistemiyle çalışır. İtme sistemi vasıtasıyla, ışığını ve ısısını yüzlerce kilometre uzağa gönderebiliyor ama çekim gücü nedeniyle de içindeki malzemenin birden boşalıp gitmesini önlüyor. Yani doğal sistem, temelde saldırma ve savunma ama tepkimeye girme sistemidir. Kelamda savunma ve saldırma vardır ama zıt fikirlerle tepkimeye girme yoktur.

 

İmpulse ve İnhibasyon (Ketleme)

Canlıların biyolojik doğal beyni, inhibasyon ve impulse sistemiyle çalışır. Duyu organlarının getirdiği her veri hemen beyne alınmaz. İnhibasyon (ketleme) adı verilen ve bir tür eleştiri olan saldırma ve savunma mekanizmasından geçirilir. Bu mikrodenetleyici fonksiyonu gören kimyasal moleküllere “inhibitör” adı verilir. İnhibitörler, yeni veriyi, beyne alırken, av ve avcı düşüncesiyle, önce, otomatik itiraz kabilinden negatif açıdan ele alır, yorumlar, inhibasyon (fililtre) işlemiyle denetler, filtreler, ondan sonra beyne alırlar. Filitrelemeyi yaparken, yeni veriyi, diğer organlardan gelen verilerle ve önceden hafızada depolanmış olanlarla karşılaştırır, kendi peşinhükümlerine uyumlu verileri alır. Alınmaya uygun görülenler, beynin anlayabileceği mesajlara dönüştürülmek için reseptörler içerisinde bulunan “impuls”lara çevrilerek beyne alınırlar. İmpuls, beynin algıladığı sinyallerdir. Bilgisayarda aynı işlem, dışarıdan gelen bir veriyi denetleyen ve sonucunda da veri elde eden mikrodenetleyici adı verilen bir aygıtla yapılır. Varlığı sürdürmek amacıyla çalışan doğal bir savunma mekanizması olan inhibasyon, düşünme alanında; önceden bilinçaltına yüklenmiş klişelerin dışına çıkmamaktır. Kelamın cedel sistemi, işte bu doğal inhibasyon sistemine benzerdir.

 

Otomatik itiraz, Negatifçilik

Doğal biyolojik düşünen insan, beyninde programlanmışın dışında ve belleğinde bulunmayan bir veri ile karşılaşınca inhibasyon uygular; verinin önce negatif yönlerine bakarak otomatik karşı çıkar ve itiraz eder. Sonra onları inceler, gerekli gördüklerini ve işine gelenleri alır. Negatifçi kişidir ve her şeyin önce negatif boyutunu görür. Bu kişinin objektif düşünme yapması imkansızdır. Baskılama, engelleme, yasak gibi yolları kullanan kişi de, aslında beyindeki bu doğal düşünme olan inhibasyon (ketleme)u uyguluyordur. İnhibasyoncu kişiler, beyninde programlanmışın dışında farklı düşünme işlemi yapamayacaklarından akıl çapları gelişemez ve gelişmelere engel olurlar. Eğer bir kişi, gelişmelere ve farklılıklara karşı ise, mutlaka doğal düşünen inhibasyoncudur.

 

Eski Tartışma Sistem

18. asır, insanlıkta radikal kırılmanın yaşanmaya başlandığı asırdır. Özellikle 18. asra kadar insanlık, insanın üzerinde doğallığın egemenliği nedeniyle tartışmalarını; saldırma ve savunma şeklinde doğal-biyolojik sistemle yapmıştır. Fakat bu asırdan sonra, insanlık, insaniliğinin ve doğaya egemenliğinin artması sonucu, hemen her alanda doğallık terk etmeye başlamıştır. İnsanlık bu doğal savunma ve saldırmaya dayalı tartışma sistemini de özellikle ilmi alanda terk etti. Artık saldırma yoktur. Savunma da, temellendirme ile yapılır. Delillendirme ile destekleme vardır. Kendi fikrini savunmaya ve karşı tarafı çürütmeye çalışmaz. Karşı tarafa hakaret, hele de ad hominem adı verilen kişinin kişiliğine hakaret yoktur. Hatta hakaretin her çeşidini suç yapmıştır. Bin yıl önceki Kelam ve Matüridi argümanlarında eski doğal tartışma usulü kullanılmıştır. Bu usul bugün geçersizdir.

 

 “Mantık hataları, bölücülük ve suç unsurlarıyla dolu kelam usulüyle din anlatmak artık geçersizdir ve insanları dinden uzaklaştırmaktadır.”

 

Tevhid ve Tefrik

“Kelam, bölücü ve dışlayıcıdır.”

Her çalışmada sorulması gereken soru; ne üretilmek istendiğidir. Matüridi, Kelam argümanıyla ne üretmek istiyor sorusuna, felsefi eleştiri neticesinde tespit etiğimiz doğası sonucu cevabımız;  kendi inançlarını evrensel yapmaktır. Bunu amaçladığını, eserine “Kitabu’t Tevhid” ismini vermesi gösterir. Tevhid, evrensel olma iddiasıdır. Evrensel olmanın anlamı; bütün insanlar için genel geçer olmak demektir. Fakat bir dinin ve onun da içinde daha dar kapsamda bir mezhebin ve onun tek kişilik söylemlerinin evrensel olmaları imkansızdır. Bir şeyin tüm insanlarda ve her zamanda geçerli olabilmesi için, o şeyin sübjektif olmaması, tüm insanlığın bilimsel ortak aklı tarafından kabul görmesi gerekir. Ancak bilimsel metotla ulaşılan sonuçlar herkesin ortak evrensel yasaları olabilir. Matüridi bağlamında, durum böyle değildir; onun düşüncelerine çok sayıda mezhep ve düşünürlerin itirazı vardır. Fikirleri, sağlamadığından, kendisi zorlama sonuçla tevhidi sağladığı iddiasında bulunuyor. Yani tevhidi, kendisinden menkuldür.

 

Her tevhid iddiası, mutlaka bölünme olan tefrik doğuruyor. Peşinhükümlerden oluşan tevhidin zorunlu sonucu, tefrika ve zorbalıktır, çünkü tek inanç algısını dayatır. Farklı algılar kabul edilemezdir. Nitekim bütün mezheplerin, muhalif paradigmalara “sapıklık (dalalet)”la hükmetmeleri, tefrikanın ve zorbalığın göstergesidir. Ortaçağ dinsel düşünme tartışmalarının usulü; kendi inançları nazarından muhatapları ilzam etme, yani zorlama, muhaliflerin açıklamalarını reddetme şeklinde idi. Kelam ve Matüridi de, aynı dinsel tartışma usulünü uygulayarak muhataplarını kendi düşünceleriyle ilzam (zorlama) etmeye, muhaliflerin fikirlerini reddetmeye çalışmıştır. Dinsel düşünme, kendi inancını doğru, başkasınınkini yanlış kabul eden düşünmedir. Başkasının, kendisinin doğrularına inanmasını sağlamak amaçlıdır. Dini düşünür, bir meseleyi etraflıca irdeleyip anlayarak gerçeği bulmayı hedefleyen bir kuram ortaya koymak amacında değildir. Başkalarına bir doktrin dayatma amacındadır. Başkasına mümin ve kafir hükmü verebilmektedir. Halbuki düşünüre düşen görev, filozof ve bilim insanlarının yaptıkları gibi, hiç kimseyi ilzam etmeksizin kuramını ortaya koyup kenara çekilmektir. Matüridi, dayatmacılığın göstergesi olarak; fikirlerini kabul etmediğinden inatçı olarak vasıflandırdığı muhalif kişiye, el ve ayaklarının kesilmesi gibi fiziksel ceza uygulanmasını söyler.

 

Kelam ilmi bölücülük ilmidir. Nitekim Müslümanların itikad alanında kafa katmanını işgal eden alimleri, tarih boyunca ve bugün de, Müslüman toplumu hep bölmüşlerdir. Önce kendileri gibi Müslüman ama kendilerine muhalif alimleri; zındık, kafir, mülhid, dalalet, bidat ilan ederek bölmüşlerdir. Bu bölme amacıyla Müslüman düşünme gruplarına; seneviye, kaderiye, cebriye, mutezile, Karamite gibi yüzlerce lakap takmışlardır. Bu isimler, bu grupların kendileri tarafından kendilerine verilmiş isimler değillerdir. Kelamcıların hepsi de, kendisini “tevhid ehli”, ötekini “teşrik ehli” olarak nitelemişlerdir. Hepsi birbirini böyle dışlayınca herkes dışlanmış olmaktadır. İçlenmiş kalan tek kesim, cahil avam halk tabakası olmuştur. Halk da, alimlerin bölücülüğü yüzünden, bir başka bölücülük olan tarikat şeyhlerinin elinde kalmışlar ve birbirine düşman olarak bölünmüştür. Kelam metodu bugün de devam etmektedir.

 

Ortaçağda din alimlerinin mezhep kurmak istemelerinin temel nedeni; dini kullanarak, kendilerine hizmet ettirmek amacıyla avam tabakasını egemenlikleri altına alıp sömürmektir. Dini tarikat ve cemaat kurmakta da aynı amaç sözkonusudur. Siyasal organizasyon kurmakta da aynı amaç birliği vardır. Buna “dahili sömürgecilik” adı verilir.

 

Müstakil birey olmanın ve düşünme özgürlüğünün egemen olduğu çağımızda, artık bir alimin tanrı ve din algısının bütün insanlara dayatılması kabul görmüyor. Ayrıca bir alimin algısının gerçek algı olduğu nereden malumdur?

 

Din anlatımında bu kelam metodu sürdüğü sürece, Müslümanlar arasında bölünme, dışlama ve düşmanlık amip gibi çoğalır. Bu çoğalma; büyüme, gelişme, ilerleme ve yaraların onarılmasını sağlayan mitoz bölünme değildir. Bakteri ve kanser hücrelerinde görülen birbirini yiyen amitoz bölünmedir.

 

Müslümanların bugün bile, tek vücut millet olamamalarının, milletler hatta bir millet içerisinde bireyler olarak birbirlerini düşman görmelerinin nedeni de böylece ortaya çıkıyordur.

 

“Din anlatıcılarının tekfirci ve hakaretçi olmalarının nedeni, kelam usulüdür.”

“Kelam isim takar, felsefe isim koyar.” “Kelam kafa alır, felsefe kafa verir.”

 

Dinsel Düşünmeden Çıkış

Nominalizm

“Deizmin temeli, 9. asırda atılmıştır.”

 

Ortaçağ boyunca insanlık düşün dünyasında bin yıl egemen olan dinsel düşünmenin yanında, kısmen de olsa, sorgulayıcı ve soyut düşünme yapmakta olan Hristiyan keşiş düşünürler vardı. Sorgulayıcı düşünme, farkına varılmadan beyni geliştirir ve mutlaka içinde bulunulan mevcut düzeyi aştırır.  İşte bu sorgulamacı düşünme, 12. asırdan itibaren, kısır döngü skolastik dinsel düşünmeyi sona erdirecek, çağımızın bilimsel ve teknolojik icatlarını yaptıracak felsefi düşünmeyi başlatır. Yeni bir fikir, bazen uzun zaman sonra da olsa, mutlaka bir yeni fikir üretir.

 

Bu yeni düşünmenin başında, kurucusu olarak, Fransız Teolog-filozof Peter Abelard (1079-1142)’in hocası Fransız teolog-filozof Roscellinus Compendiensis (1050-1125) görülen, “nominalizm (adcılık)” düşüncesi gelir. O, belki de, Johannes Scottus Erigena (810-887)’nın; “Tanrı’nın gerçekte varlığı bilinemezdir, Tanrı, ancak kısmen simgeler aracılığıyla bilinebilir. Simgeler ise, Tanrı’nın kendisi değildir,” şeklindeki fikrini alıp formüle ederek Nominalizmi kurmuştur. Nominalizm, tümelleri, insanların, nesnelere bakarak buldukları ortak özeliklerinden hareketle dile getirdikleri isimlerden ibaret görür. Tümellerin gerçek olmadıklarını, birer addan ibaret olduklarını öne sürdü. Onlar, düşünceleri adlandırmak için kullanılır, yalnızca birer imge ya da simge olarak anlaşılabilir, onlara bir gerçeklik atfedilemez, onların gerçeklikleri yoktur.

 

Nominalizmin dinsel düşünme açısından önemi; tanrı ve dinsel konularda soyut olanı somut olandan ayrıştırması ve soyutlamaya ulaşılmasıdır. Yani dini, dini tanrıdan ayrıştırmasıdır. Dinsel söylemleri sorgulayıcı felsefeye tabi tutmasıdır. Sonucu olarak; Tanrı tümel kavramdır ve tikel nesnel gerçekliği yoktur. Böylece ilke kez, Tanrı, “hudus” gibi deliller kullanarak, maddi evrenin varlığıyla ilintili üretilen bir kavram olmaktan çıkarılmış, soyut isimden ibaret yapılmıştır. İmgeye ve simgeye dönüştürülmüş, somut bir gerçekliği olmadığı söylenmiştir. İşte bu düşün aşamasına gelen Nominalizm, bin yıllık skolastiğin çözülüşünü getirmiştir. İleride, felsefenin, dinden özerkleşmesinde, belirleyici bir rolü olacaktır.

 

“Çağdaş akıl çapı, insan ürünü dini, tanrı ile bağdaştıramamaktadır.”

 

Türkiye Düşünmesi

İslam düşün dünyasının kafa katmanını işgal edenler, halen bile, insanlığın 12. asırda ulaştığı sorgulayıcı ve soyutlayıcı “nominalist” zihinsel düşünme aşamasına gelememişlerdir. Matüridi gibi, bin yıl önceki kelamcılar düzeyinde dahi düşünme işlemi yaparak eser verememektedirler. Arkeolojik somut savunmacı ve saldırmacı Kelam ürünlerini, “malumun ilamı” kabilinden, “halk tabiriyle, “temcit pilavı gibi, sürekli ısıtıp” sunmaktadırlar. Böylece Müslümanların, kolektif zihinsel düzeylerinin, binlerce yıl geçmişte kalmalarına neden olmaktadırlar. Üstelik bugünkü dinsel problemleri onunla çözebileceğini düşünmektedirler.

 

Soyut düşünme yapamayan kafa katmanı, ne dinsel düşünmeyi aşıp çağımıza gelebilir ne de soyut düşünmenin somut ürüne döküldüğü teknolojik icatlar yapabilir. Kafa katmanımız, soyutu, ancak başkaları tarafından teknolojik somutlara döküldüklerinde anlayabiliyor ve taklit edebiliyor. Bizde bilim dahi, düşünerek sanatsal değil, görerek el ile zanaatsal yapılıyor.

 

İslam dünyasının ve Türkiye’nin dinsel kafa katmanını işgal edenler; zor iş olan çağının oranında akıl çapını genişletmek yerine, kolay iş olan bu gelişmeleri reddetmekle arkaik akıl çapını muhafaza etmeyi yapmaktadır. Ama böylece, din satarak kendi toplumunu sömürerek geçinmeye devam ediyorlar. Bugün deizm artışından şikayet ediliyorsa, sorumluları, akıl çapı binlerce yıl gerideki çapta kalmış, toplumun dinsel kafası diye ortalıkta dolaşanlardır.

 

 “Demokrasi nedeniyle, avamın sistemsiz düşünmesini ülkenin kolektif düşünmesi yapmak ve kafa katmanına egemen kılmak, bir ülkenin en büyük beka sorunudur.”

 

“Ülkemizin asıl beka sorunu, kafa katmanının dahi sistematik düşünme yapamamasıdır.”

 

Türkiye, avam düzeyini, kolektif zihniyet yapmaya çalışıyor. Bunu; bir açıdan bin yıl önceki kelam fikirlerini skolastik dayatmakla yapıyor. Diğer yandan ise; Kuran, Tecvid ve fıkıha göre haram; psikoloji ve tıp ilimlerine göre zihinsel ve fiziksel zararlı, Antropolji bilimi nazarında ilkel, hukuken suç, müzik nazarında formatsız görülen aşırı bağırmalı ve kıvırmalı okuyuş biçimiyle, sela ve ezan gibi geleneklerin desibel dozajlarını aşırı artırarak yapıyor.

 

“Ülkemizde avam düzeyi dinsel düşünme, kafa katmanında halen dahi egemendir.”

 

Halbuki siyaset felsefesine göre siyasal iktidarların en önemli görevi; devletin varlığını sürdürebilmek için toplumlarını, çağlarına göre yeniden üretmektir. Toplumun avam düzeyine geri gitmek değildir.

 

“Bugün, felsefi değil de Kelam gibi, dinsel düşünmeyi topluma dayatmak, onu bin yıl öncesinin öncesine götürmek demektir.”

 

“Bilimi ve felsefeyi dinin hizmetinde kullanmak Kelamcılık yapmaktır.”

 

Müslümanların, bugün düşünme alanında geri kalmışlıkları, hep sistematik felsefi düşünmeyi önleyen bin yıl önceki Gazali’ye dayandırılır. Bunun doğru olduğunu düşünelim, ama peki yapılması önündeki bütün engelleri Atatürk kaldırmasına rağmen ve hiçbir engel yokken, yüz yıldır ve bugün bu düşünmeyi neden yapmıyoruz? Haydi diyelim din alanında yapmıyoruz, peki öteki alanlarda yapıyor muyuz?

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.