DİNİN, İDEOLOJİ OLARAK KULLANILMASI

DİNİN, İDEOLOJİ OLARAK KULLANILMASI

“Türkiye, bugün dini, din olarak değil, ideoloji olarak kullanıyor. İdeoloji, haksız çıkarlara hizmet eder ve onları meşrulaştırır. İnançlı olduğunu iddia eden kişinin haksız kazanç sağlamasını meşrulaştırmasının nedeni, dini, din değil ideoloji olarak kullanmasıdır.”

 

DİNİN, KİŞİSEL İDEOLOJİ OLARAK KULLANILMASI

İman-amel tutarsızlığının en başta gelen nedeni, haksız çıkar için imanın gözardı edilmesidir.

 

İdeoloji

İdeoloji; bir şeyi dünyevi zihniyet ve kimlik yapmaktır. Din, ideoloji yapılması için değil, dünyevi ideolojiyi denetlemesi için vardır. İdeolojiler sadece nominal yani isimsel olarak vardırlar, değer olarak yokturlar. Bir şeyi ideoloji yapmak, o şeyin gerçekliğini çarpıtmakla ve asıl mecraından saptırmakla olur. Dini, ideoloji yapmak, Habermas’a göre; güçlü çıkarların hırslarını maskeler, çıkar ve egemen çevrelerin, statükolarını sürdürmeleri için vardır.

 

Yanlış Bilinç

Din ve dinsel unsurlar ideoloji yapılırlarsa, din kirletilir, dinin gerçekliğinden, asıl anlamlarından ve amaçlarından saptırılır. Saptırma, insanı yanıltır, ona “yanlış bilinç” aşılar ve bu da, Allah muhafaza, insanın öbür dünyasını kaybetmesine neden olur.

 

Yanıltılmış özneleri aydınlatmak için gerekli olan tek şey, gerçekliğin, ideoloji yapılarak saptırıldığını onlara göstermektir. Çünkü insanlar, dini, gerçek din olarak görmek isterler, ideoloji olarak değil. Dinin, ideoloji olduğunun farkına varıldığı anda ideoloji olması yok olur.

 

“Dini, çıkarları için ideoloji olarak kullananların, gerçek din ile işleri yoktur. Bu nedenle dini kullanan resmi kuruluş ve siyaset, özel tarikat ve cemaat, gerçek dini ve onu ortaya koyanları hiç sevmezler.”

 

Ritüellerle Kamuflaj

İman İdeolojisi

İbadet yaptığı halde dindar olmamanın nedeni, imanı, ideoloji olarak görmek ve kullanmaktır. İmanın, etik davranışlarla dışa vurulmaması, genellikle ibadetler yani ritüellerle kamufle edilir. Ritüeller, genellikle davranışlardaki dinsizliği kamufle etmek için kullanılırlar.  Ritüelleri ifa eden kişi, onları yapmakla, dinin yasakladığı ahlaksızlıkları yapabileceği fikrine sahip olur. Beş vakit namazı günlük, Cuma namazını haftalık, orucu yıllık ve haccı ömürlük ahlaksızlıkları “aklama aygıtı” olarak görür. Bu anlayış, işte Müslüman ülkelerde ahlaksızlıkların işlenmesini teşvik etmektedir. İbadet yaptığı halde ahlaksızlık yapabilen kişi, ibadetleri onun ahlaki durumunu iyileştirmemiş, bilakis kötüleştirmiş demektir. İmanının zıddını yapan kişi, imanını ciddiye almadığını davranışlarıyla gösteriyor demektir.

 

DİNİN, RESMİ İDEOLOJİ OLARAK KULLANILMASI

Devletin İdeolojik ve Baskı Aygıtı

Diyanet, devletin dinsel ideolojik aygıtını topluma empoze etmek görevi görmektedir. Dindar insanlar yetiştirmek görevi görmüyor. Bu ideolojiyi empoze etmede tek kullanabildiği araç, ezan ve salanın okunmasıdır. Özellikle ezanın okunuş biçimi, Türkiye’de dinin ideoloji yapıldığının en bariz göstergesi olarak kullanılıyor.

 

Teolojik analiz, ezan ve salanın, Allah ve Peygamber için okunmadığını ortaya koyuyor. Ezanı böyle aşırı uzatarak ve formatsız, ulu orta ortalıkta saçma bağırarak ve aşırı yüksek sesle okutan, devlet kurumu olan Diyanet’tir. Ama acaba laik devletin ortak zihniyeti bu mudur? Bu çağda hukuken, dinen ve medeniyeten haram olan işi yapmaktan başka bir şey yapamayan devlet organı, zihinsel anlamda zavallı duruma düştüğünü göstermektedir. Bu çağ, hümünal sistematik düşünme çağıdır. Topluma sadece zihinsel ürünler verilebilir. Ağızla bağırmak değil. Din kullanılarak insanların kulakları sağır ediliyor. Amacın nedir? Ne yapmak istiyorsun, ne tür bir ürün üretmek istiyorsun? Bunun tek sonucu oluyor; insanlar ve özellikle yeni nesil çocuklar dinden uzaklaşıyor.

 

“Bugün ezan, insanların namaz kılmalarını temin maksadıyla Allah için değil, ideolojik olarak toplumsal amaçla okunuyor. O nedenle, desibel yasası, Tecvit ve fıkıh ilmi ve Kuran çiğnenerek kasıtlı olarak ekolu ve stereolu hoparlörler kullanılarak aşırı uzatılarak ve teğannili bağırılarak okunuyor.”

 

Eğer devlet okutuyorsa şu felsefi izah çıkar: “Devletin ideolojik aygıtları vardır. Bunları aynı zamanda baskı aygıtları olarak kullanır. Bunlar, devletin kalabalıkları fiziksel güç ve şiddetten oluşan zor kullanma yoluyla kontrol altına almasının bütün biçim ve yollarından oluşur. Fiziksel baskı aygıtlarını kullanamadığından sözelini kullanıyor. Ezanın okunuş biçimi; devletin ideolojisini, medeniyet düzeyini ve kullandığı baskı aygıtının gösterenidir. Devlet, dinsel bir motif olan ezanı ideolojik aygıt olarak kabul etmiş görünüyor. Onun okunuş biçimi de kullandığı baskı aygıtını gösteriyor.”

 

 “Sayın Cumhurbaşkanı, defalarca “bağırmayın!” demesine rağmen bağırılıyor.”

 

Devletin, öznelere ideolojiyi nasıl işlediği önemlidir. Şiddet uygulayarak ideolojiyi işleyen devlet, insanilikten, insan haklarından söz edemez. Eğer bunu din kurumu uyguluyorsa, onun din algısı barbarik ve vahşidir demektir.

 

Ezanın Okunuş Biçiminin Fenomenolojik Analizi

Meydan Dayağı

Din, çıkar için ideoloji olarak kullanılırsa, insanlara huzur mutluluk getirmek amacında olan din ile, amacının tam zıddı kullanılarak insanlara dayak atılır. Geçen gün Üsküdar Meydanına gitmiştim. Daha önce Sultanahmet meydanında görmüştüm. Şehrin meydanları, ne kadar var ise, iki merkez camide birbirine nazire yaparak karşılıklı ezan okunuyor. Bir camide ezan iki kez okunuyor. İki camide dört kez ezan okunuyor.

 

“Meydan ezanının okunuş biçimi felsefeye göre cinnet, çılgınlık halinin dışa vurumudur.”

 

Fakat ezanın okunuş biçimi, Tecvit ilmine göre haram, çünkü bir elif miktarı uzatılması gereken Allah ismi yüz elif miktarı uzatılıyor. Dört elif miktarı uzatılabilen kelimeler dört yüz elif miktarı uzatılarak okunuyor. Bağırma ölçüsü ise, ne dini ne de desibel ölçüsünü tanıyor. Kuran’a göre bağırmak haramdır: “Yürüyüşünde mutevazı ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” Lokman, 19.

 

Kanun, en yüksek desibelin 80 olmasına izin verirken, en az 200 desibelle bağırılarak okunuyordu. Resmen suç işleniyor. Hem de kamusal ortak alanda.

 

“Bu ezan okuyuş biçimi, özellikle yeni nesilleri dinden uzaklaştırıyor.”

 

Meydanda herkes kulaklarını parmaklarıyla tıkıyordu. Camiye gidenler de kulaklarını tıkayarak gidiyorlardı. Resmen devlet eliyle, kendi insanına “oral meydan dayağı” atılıyordu, sözel şiddet ve işitsel işkence uygulanıyordu. Yabancıya karşı meydan savaşı yapamayanlar, kendi insanına meydan dayağı atıyordu. Ve bu durum her gün ve günde beş kez tekrarlanıyor. Peki ezan niçin böyle okunuyor? Amaç nedir? Ama biliyorum ki ileri sürülecek her neden dinen, hukuken, medeniyeten gayri meşrudur.

 

“Meydan camilerine özenen mahalle camileri de kendi mahallelerinde aynı sözel şiddeti ve işitsel işkenceyi uyguluyorlar. Bu şiddet yayılıyor.”

 

Müslümana Teknolojik Vahşilik

Ezan, İslamın haram yaptığı doğaçlama müzik nağmeleriyle değil, Tecvit ilmine uygun söylev, söylem ve nutuk şeklinde okunmalıdır. Ayrıca ezan namaz için okunmalıdır. Libidinal veya siyasal hazlar tatmak için okunamaz. Hele de Müslüman insanlara şiddet aracı olarak kullanılamaz. Kendi insanını gayri Müslim mi görüyor ve ona İslam aşısı mı yapıyorsun? Gayri Müslimlere gövde gösterisi mi yapıyorsun? Gayri Müslimlerin icadı teknolojik cihazlarla onlara dinsel teknolojik şiddet uygulamak ne için?

 

“Ezan ideolojileştirilmiş, gerçekliğinden koparılmıştır. İdeolojileştirilen şeyin gerçekliği çarpıtılır.”

 

Dinin ezana vermediği anlamı yüklemek; kendi ürünleriyle anlam kazanamayanların, tanrı da olsa, başkalarının ürünleriyle anlam kazanma çabası demektir. Bu durum, kendini anlamsız görmenin dışavurumudur.

 

Üniversite Kampüsleri

Üniversite kampüsleri köy meydanlarına çevrildi. Hatta ezanla, üniversite mensuplarına sözel “meydan dayağı” atılan şehir meydanlarına döndürüldü. Devasa camiler ve çok sayıda yüksek minareler ve minarelerde üçlü şerefeler inşa edildi, her şerefeye onlarca hoparlör. Ders ya da sınav yapıldığı düşünülmeden ekolu ve stereolu hoparlörlerden aşırı bağırmalarla güya ezan okunuyor. Aslında ezan okunmuyor, bilime sınır çiziliyor. “Hizaya gel! Senin bilim yapma sınırın bu ezandan öteye gidemez,” deniyor. Sonra da, “Bu üniversitelerde neden bilim yapılmıyor?” şeklinde sızlanılıyor. Zaten bilim yapamama acizliği bu ezan gürültüsüyle kamufle ediliyor. Beyler aklımızı başımıza devşirelim! İdeolojiyi bırakalım, gerçekçi olalım. Dini, ideolojik libidinal hazlarımızı tatmin etmek için kullanmayalım. Allah da, bunun tokatını atar bize, zaten atıyor da.

 

“İdeolojileştirilen ezan, Allah adını, Müslümanlara işitsel şiddet aracı yapmıştır.”

 

İslamofobi ve Müslümanofobi

Ezanın bu okunuş biçimi, kolektif din anlayışını ortaya koyuyor. Kendi insanına, fırsatını bulduğunda dini kullanarak ya da din adına veya din için sözel şiddetin en yüksek dozajını uygulayan zihniyet, fırsat bulduğunda fiziksel şiddeti de uygular. Bunu gören yabancılara, “yok efendim dinimiz şöyle barış ve huzur dinidir,” apolojisine mahal kalmıyor. Yabancılar İslam’dan değil, Müslümanlardan çekiniyor. Yani onlarda İslamofobi yoktur, Müslümanofobi vardır ve bu ezan okunuş biçimi de bu kanaatlerine ulusal çapta delil oluyor.

 

“Ezanın okunuş biçimi, ülkenin kolektif din anlayışını dışa vurur.”

 

Müslümanların ve Türklerin akıl ve zihin çapı her geçen gün genişliyor. Her ne kadar beşeri sistemli düşünme işlemi yaparak olmasa da, çağdaş gelişmeler olan dış faktörler ya da fırtınalar sayesinde gelişiyor. Ezan gibi eski aygıtları ideoloji olarak kullanmanın modası geçmiştir. Bu, günümüz Müslümanlarını dahi tatmin etmiyor, ideoloji ihtiyacını karşılamıyor artık. Bunlarla kendimizi boşuna avutmayalım. Bir an önce düşünür yetiştirip fikirleri ve teorileri olan çağdaş ideoloji üretmek zorundayız. Yoksa toplumumuz, tanınmaz hale gelmeye doğru hızla gitmektedir.

 

Dini, ideoloji olarak kullananlar, insanlık entelektüel piyasasında değer bulacak eserler üretemeyenlerdir. Aslında böyle eserler üretemeyenler, dini, ideoloji olarak kullanırlar, böylece değersizliklerini, en azından kendi aralarında dahili olarak teselli ederler. Dahili değer biçme, insana insanlık çizgisinde değer kazandırmaz. Mesela insanlık nazarında değeri olan bir sanatsal mimari eser üretemeyenler, Kabe gibi sembollere sanal ilahi yüksek değer atfederek, değersizliklerini teselli ederler. Ama hiçbir sanallık, gerçeğin yerini tutmaz.

 

Absürdizm (saçma, uyumsuz)

İlk çıktığında Absürdizm; bir yaratıcının yokluğunda, insanlığın evrende bir anlam bulmasının imkansızlığını söyleyen felsefe akımıdır. Fakat günümüzde tanrıya dayalı olduklarını iddia eden ülkelerde her türlü ahlaki kirliliğin mevcut olması, tanrıya dayalılığın absürdizm olduğunun en önemli göstergesidir.

 

“Din, ideoloji yapılınca kirlenir ve işlevini kaybeder hatta kirli ürünler üreten işlev görür.”

 

“Bir ülkede yoğun dinsellik empoze edilmesine rağmen kirlilik kol geziyorsa bunun tek nedeni vardır; orada dinin, ideolojileştirilmiş olmasıdır.”

 

Diyanet Başkanlarının Durumu

Kilise Papaları, Batı’da XV. asırda ortaya çıkan Rönesans ve ona dayalı olarak XVIII. asırda doğan Aydınlanma’nın ürünü bilimadamlarının ve filozoflarının bilgi ve fikirlerinin okur-yazar olmayan geniş halk kitlelerine nüfuz etmelerini önlemeye çalışmışlardır. Çıkarlarını sürdürebilmek amacıyla, bu kitlelerin, dini inançlarına düşkünlüklerini istismar ederek, sadece avam düzeyindeki geçmişte kalmaya yüz tutan dinsel popüler simgesel ritüel uygulatarak, çağdaş ussallaşmalarını önlemeye ve yeni gelişmelere karşı direnmeleri için mistik düşünmede kalmaları için çalışmışlardır. Neticede o halk kesimlerinin ayıklanıp gitmelerine neden olmuşlardır. Fakat yeni gelen insanlar, çağdaşlığa ayak uydurmaya çalışmışlar ve bugünkü Batı’yı üretmişlerdir.

 

Son dönem Diyanet başkanlarının, özellikle profesör olmalarına rağmen, Batı Ortaçağının engizisyoncu resmi Kilise Papalarının oynadıkları rolü oynadıkları görülmektedir. Dini konularda çağdaş kuramlar ortaya koyamıyor, toplumu çağdaş anlamda aydınlanmaya ve ileri götüremiyorlar. Bu konuda birazcık da olsa didinen kişileri, Ortaçağ Papalarının yaptıkları gibi, “dalalet (sapıklık)” yaftasıyla azarlamakta, itham ve mahkum etmektedirler. Fakat işkence yapma ve infazda bulunma yetkileri, Allah’tan ki, Atatürk sayesinde yok edildi. Ülkenin profesörünün akıl çapının, merdiven altında yetişen din adamınınkinden farklı olmaması, ülkenin varlığını sürdürmesine en büyük tehlikedir. Nitekim çok sayıda profesörün, merdiven altında yetişen şeyhlere mürit oldukları görülmüştür.

 

“Türk milletine, milletin kafa katmanı yazık ediyor, ayıklanıp gitmesine çalışıyor. Türkiye’nin asıl “beka (ontolojik) sorunu” bu sorundur.”

 

SONUÇ

Başta DİB Başkanları olmak üzere tüm Türkiye, XVIII. asırdan sonra üretilen bütün kavram, kurum, kuram, değer, ilke ve sistemleri bir an önce öğrenmeli, onlarla oluşmalı ve ürünler vermelidir. Bunların hepsi bedenle değil, zihinle yapılabilen işlerdir. Unutmayalım ki:

 

“18. asırdan sonra işler koldan kafaya geçmiştir.”

 

“Bir kuşağın, bir şeyi bilinçli ihmali, ondan sonraki kuşağın gerçek bellek yitimini doğurur.”

 

1055 yılında Selçukluların İslam dünyasındaki egemenliği sonucunda bilim ve felsefe, bilinçli ihmal edildi ve ondan sonra bugüne kadarki kuşakların belleğinde silindiler.

 

Müslümanların Geleneği

Müslümanların, çıkarcılığa dayalı şöyle bir kültürü ve geleneği vardır: Müslümanlar, tarih boyunca Müslüman olmayanları görünürde küçük görmüşler ama gizliden gizliye onlara hep yaranmaya çalışmışlar ve eziyet etmemişlerdir. Çünkü onları bilinçaltında değerli görüyorlardı. Onlar tarafından sırtlarının sıvazlanmasını ve adam yerine konmalarını çok severlerdi. Onlara karşı medeni görünmeye çalışmışlardır. Gayri Müslimleri hiç sömürememişlerdir. Müslüman imparatorluklarındaki en üst düzey paşaların ve umeranın dahi dış güçlerin maşası olmalarının nedeni, bu menfaat ve aşağılık kompleksidir.

 

Fakat Müslümanlar, Müslümanları hem küçük görmüşler hem de onlara her fırsatta hep eziyet ve işkence etmişlerdir. Birbirlerine karşı hep şedit görünmeye çalışmışlardır. Birbirlerini her fırsatta sömürmüşlerdir. Çünkü birbirlerini değersiz ve sömürme malzemesi olarak görüyorlardı. Şimdi de, diğer işkence çeşitlerinin cezası bulunduğundan, onlarla işkence yapamayınca dünyevi çıkarları için, ezanın okunuş biçimini kullanarak Müslümanlara “Allah” ismiyle işitsel işkence ve eziyet uygulamaktadırlar.

 

“Müslümanlar, Müslümanlardan hiç haz etmiyorlar.”

 

“İdeolojik mümin, Tanrıdan korkmaz, mahkemeden korkar.”

 

“İdeolojik mümin için gerçek din değil, çıkarına uygun din önemlidir.”

 

İbadet etmek, kişinin özel hayatı ve tek başına özgürlük alanı ile ilgili bir konudur. Bu alan, başkalarının müdahale etmeyeceği bir alandır. Özgürlük; kişinin dini ve özel hayatını kendi yordamınca yaşama özgürlüğüdür.

 

Devletin, ibadetleri düzenlemesi ve yönetmesi, onları siyasal ideoloji yapması demektir. Böylece dinsel özel hayatı yok etmesidir. Totaliter toplumlar, özel hayatın serpilmesi için hiçbir özel alan bırakmayacak şekilde düzenlenmişlerdir. İbadetleri düzenleyen devlet, kişilerin özel alanı (private)na müdahale ediyor demektir. Kişilerin, dinsel alanlarında tek başına kalmalarına izin vermiyor demektir. Kişilerin en özel alanı, dinsel alanıdır. Çağımızda kişilerin dinsel alanına müdahale eden devletin çağdaş devlet olması imkansızdır.

 

“Bir devlet, kişilerin ibadetlerini düzenlemeyi neden dert eder? Öbür dünyalarını kaybetmesinler diye mi? Kişilerin budünyasını, çeşitli ödemeler, cezalar ve vergiler gibi yollarla her fırsatta elinden almaya çalışan devlet, kişilerin öbür dünyalarını kaybetmemelerini dert etme gerekçesinde samimi olabilir mi?”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.