CEZALARDA BEDENSELLİKTEN ZİHİNSELLİĞE GEÇİŞ

CEZALARDA BEDENSELLİKTEN ZİHİNSELLİĞE GEÇİŞ

 

“İnsanlık, çağımızda her alanda fiziksellikten zihinselliğe geçmiştir.”

 

ÇAĞDAŞ CEZALANDIRMA

İnsanlık çizgisinin çağımızdaki kesiti, her alanda bedenselliği sonlandırmakta, onun yerine zihinselliğe geçmektedir. Bedensellikten zihinselliğe geçişin en önemli etkisi, hukuk alanının özellikle ceza bölümünde olmuştur. Bu nedenle çağımız öncesi bütün ceza sistemi, bedenselliğe dayandığından çağdışı kalmıştır. Bu ceza sistemine kutsal kitapların ceza hukuku dahildir. Bu yazımızda Kuran’ın cezalandırma çeşidini tespit edeceğiz.

 

Doğanın egemenliğinden kurtulup hümanizme ulaştıkça insanlık, özellikle 1789 “İnsan ve Yurttaş hakları” bildirgesi, “insanın devredilemez hakları”ndan kabul ederek insanın en şerefli varlık oluşunu gerçekleştirmeye yönelik olarak insan bedenine yara, zarar, acı ve özürlülük doğuran fiziksel cezaları ve dokunmaları kaldırmış, bütün canlılar için vücut dokunulmazlığı ilkesini getirmiştir. Bedene ceza uygulamayı suç yapmıştır.

 

Cezalar, çağımızda zihinsel yapılmıştır. Çağımızda en değerli şey özgürlük yapıldığından cezalandırma, özgürlüğün bir süre alınması olan hapis cezasına dönüşmüştür. Bilindiği gibi hapis, bu cezaya mahkum edilen kimsenin bir yere kapatılarak, özgürlüğünün kısıtlanmasıdır.

 

Cezalandırmada Amaç

Çağımızın cezalandırmadaki amacı da geçmişe göre tamamen değişmiştir. Geçmiş devirlerde cezalandırmadaki amaç “ibret” idi. Yani suçu işleyen kişi, suç işlediğinden dolayı değil, başkalarını suç işlemekten caydırmak amacıyla cezalandırılırdı. Çağımızda cezalandırmanın amacı “ıslah” olmuştur. Yani suç işleyen kişideki “man’s rea” adı verilen suç işleme yetisinin törpülenmesi amaçlanmaktadır. Hapis esnasında “ıslah” sisteminin uygulanması, suç işleyen öznenin eğitim verilerek “zihni işlenerek” suç işleme yetisi törpülenir.

 

SEMİTİK KUTSAL KİTAP HUKUKU

Semitik kutsal kitaplar yeni bir hukuk kuralı ve sistemi getirmemişlerdir. İnsanlığın binlerce yılda ürettiği ve uyguladığı hukuku almışlardır. Nitekim idam, el, kol ve bacak kesilmesi cezalarının Firavun (MÖ. 1350) zamanında mevcut olduklarını Kuran söylemektedir: “Firavun dedi ki: “Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Sonra da hepinizi asacağım.” Araf, 124. Dolayısıyla onların hukuku, örf ve adet hukukudur. Zaten onların amacı, bir hukuk sistemi getirmek değil, mevcut hukuk sistemini kendi hedeflerine ulaştıracak şekilde kısmen değiştirerek ve kendi tanrılarına mal ederek kullanmaktır. Onların hukuku küçük halk topluluğa hitap eden basit skalalı ve sistemsizdir. Bu Kitaplar, başkasının bedeni üzerinde tasarruf etme hakkı ve yetkisine sahip olmak olan biyo-siyaset sistemine sahiptirler.

 

KURAN’IN CEZA HUKUKU

Kısas (Talio)

Bedensel cezanın temeli kısasa dayanır. Kısas sisteminde bir kimsenin organına zarar veren suçlunun aynı organı yok edilir veya sakatlanırdı. Bu cezalandırma biçimi, ceza verilmesinde ileri bir aşamayı teşkil etmiştir. Çünkü suçlunun göreceği ceza önceden bellidir. Suçlu daha fazlasını değil, ettiğini bulmaktadır. Kısas, ceza evriminde ilk ve ileri bir adım sayılır. Kısasta öç alma vardır. Öç almada, suça karşı tepkide suçla yaptırım arasında bir denge yoktur. Fakat kısas kurumu ile bu dengenin kurulmasına çalışılmıştır. Bir zarara sebebiyet veren kimseye, aynı miktar ve yoğunlukta zarar verilmesini gerektiren bir müessesedir.

 

Misli, Kısas Prensibi

Kuran, teoride işlenen suçlara, Tevrat’tan alarak, suça misli yani kısas cezası verilmesini söyler: “Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş. Yaralar da kısastır (her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim kısası bağışlarsa kendisi için kefaret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar, kafirlerin kendisidir.” Maide, 45. “Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez.” Şura, 40.  Bu ayetteki “affetme” cümleciğinde görüldüğü üzere Kuran, fiziksel cezaların aşılmasını ve uygulanmamasını istiyor.

 

Yine Tevrat’tan alarak mislin ölçütünün kısas olduğunu söyler: “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.” Bakara, 179.

 

Suça Orantısız Ceza

Suç Fiillerinin ve Cezalarının Keyfi Belirlenmesi

Semitik kutsal kitapların tanrıları suç fiillerini, suçların çeşitlerini ve derecelerini, cezaların çeşitlerini ve miktarlarını kendileri istedikleri gibi keyfi belirlerler. Bu belirlemede gerekçe sunmak zorunda değildirler. İstedikleri fiilleri suç saymışlar ve istedikleri ceza çeşidini ve miktarını belirlemişlerdir. Bu nedenle hukuk sistemleri keyfidir.

 

Kutsal kitapların cezalarının bir diğer özelliği, cezalarının suça orantısız olmalarıdır. Kendi iktidarına inanmama suçunun misli cezası olarak cehennem ateşinde yakılmayı kısas olarak görür ve suça orantısız ceza görmez: “Kötü işler (inanmayanlar) yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplayacaktır. Onları Allah’tan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” Yunus, 27. Bu orantısız cezalandırmayı adalet olarak görür: “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.” Mümin, 17. Halbuki kısas ve misli prensibine göre, inanmama fiilinin adil cezası, inanmayana inanmamak olmalıdır.

 

Kafirlerin, dünyada müminlere yaptıkları dünyevi bedensel işkence suçlarına kısas cezası olarak aynı dünyevi işkence değil, ahrette cehennem ateşiyle yakmak cezası şeklinde orantısız ceza verir: “Şüphesiz mümin erkeklerle mümin kadınlara işkence edip, sonra da tövbe etmeyenlere; cehennem azabı ve yangın azabı vardır.” Buruc, 10.

 

Kuran, kendisine inanmama fiiline bu dünyada bireysel ve toplumsal öldürme ve ahrette yakma gibi en ağır cezaları verirken, Firavunun, Allah’a inanan kişiyi öldürmesini orantısız ceza görerek kınıyor: “Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mümin bir adam şöyle dedi: “Rabbim Allah’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz?” Mümin, 28.

 

Bu durum, Kuran’ın misli ve kısas kriterindeki adalet ölçütünü ve cezalandırmadaki amacını ortaya koyar. Kuran’ın bu gibi hükümlerine felsefi irdeleme yaparak, içlerindeki numeni ortaya çıkarmak gerekir. Bu numenler ortaya çıkarılırsa, hükümler norm olarak güncelleştirilebilir.

 

KUR’AN CEZALARININ ÇEŞİDİ

Fiziksel, Cismani Cezalar

Kuran’ın cezaları, insan bedenine uygulanan fiziksel cezalardır. Öncelikle kendi tanrısı Allah’a inanmayanlara cehennemde uygulanacak ceza, bedene uygulanan yakma cezasıdır: “Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir,” sözü gerçekleşmiş oldu.” Mümin, 6. “İşte böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Ayetlerimizi inkar etmelerinin cezası olarak orada onlar için ebedilik yurdu vardır.” Fussilet, 28.

 

Peygamberle alay etmek suçtur ve cezası toplumsal bedensel helaktır: “(Onlar da) kendilerine gelen her peygamberle mutlaka alay ediyorlardı. Biz, onlardan daha çetinlerini de helak ettik. Öncekilerin örneği geçti!” Zuhruf, 7-8. “Biz suçlulara (mücrimûn) işte böyle yaparız. O gün vay yalanlayanların haline!” Mürselat, 18-9.

 

Ölüm Cezası

Kuran, bedene uygulanan adam öldürmeyi şu ayette meşru görür: “Kim bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir kişiyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur,” hükmünü yazdık.” Maide, 32. Cana kıymak ve bozgunculuk yapmak ölüm cezasını gerektirir.

 

ORGAN KESİMİ CEZASI

Vücut Bütünlüğünü Bozma Cezası

Eski toplumlarda en çok uygulanan ceza, işkenceli öldürme ve organ kesimi idi. Organ kesimi; suçlunun elini, kolunu, bacağını kesmek, dilini koparmak vb. şekillerde olurdu.

 

Mülkiyete Karşı İşlenen Suçlar; Hırsızlık Cezası

Hırsızlık, bireylerin özel mülkiyetini ihlal eden, mülkiyete karşı tecavüz mahiyetini taşıyan fiildir. Kuran’ın kullandığı cezalardan biri olan el kesme cezası. MÖ 2000’lerde Hammurabi tarafından uygulanan bir ceza olduğu bilinmektedir.

 

Tayin ettiği cezaya bakarak, Kuran’da adam öldürmeden sonra en ağır suç hırsızlığın olduğu görülür. Vücut bütünlüğünü bozmaya en tipik örnek, hırsızın elinin kesilmesi cezasıdır: “Hırsız erkek ve kadının yaptıklarının cezası olarak, Allah’tan bir ibret olarak, ellerini kesiniz.” Maide, 38.

 

Bu ayette görüldüğü üzere başkasının malı, çalan kişinin elinden daha değerlidir. Bu ceza, modern hukuka göre bir orantısız ceza görülür. Çünkü hırsız, çaldığı değerin binlerce mislini, bütün işlerin elle yapıldığı özellikle tarım döneminde hayatı boyunca kesilen eliyle kazanmaktan mahrum edilmektedir. Kesilen el ile uğranılan kayıp, çalınan maldan kat kat fazladır. Hırsızlığın cezası, misli ve kısas kriterine uymamaktadır. Çünkü hırsızlık suçunu işleyen kişi, başkasının elini kesmemiştir. Mal çalmanın misli cezası, çalın kişinin aynı miktarda malını kaybetmesidir. Hırsızlık suçunun cezasının el kesme olmasının nedeni Kuran’da belli değildir.

 

Devlet Aleyhinde İşlenen Suçlar; Siyasal Suçlar

Devlete ve siyasi iktidara karşı gelmek, büyük suç olarak kabul edilmiştir. Kuran, siyasal egemen olarak ilan ettiği Allah ve Resulüne karşı savaşma fiiline bedensel cezaların her çeşidini verir: “Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası ancak öldürülmeleri ya asılmaları ya da el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir.” Maide, 33.

 

Vücut Dokunulmazlığını İhlal Eden Cezalar

Kuran, yeni bir ceza çeşidi getirmemiştir. İnsanlığın binlerce yıl boyunca ürettiği ve kendi döneminde uygulanan cezaları aynen almıştır. Bu cezalar vücut dokunulmazlığını ihlal eden fiziksel cezalardır. Vücut dokunulmazlığı ihlali, başkasının bedenine acı veren dövme ve vücut bütünlüğünü bozan organ kesme gibi fiillerdir.

DAYAK CEZASI

Hafif ceza olarak dayak, bedene uygulanan bedensel bir cezadır. İşlediği cürüm veya fiile karşılık, suçlunun el ile ve sopa ile veya buna benzer bir araçla dövülerek cezalandırılmasıdır.

 

Kocanın, Karısına Dayak Cezası

Kocanın Egemenliği

Kuran, Tevrat’ın ve o dönemin ataerkil konseptini alarak, kocanın karısının egemeni olduğu görüşündedir. Erkeğin egemenliğini şu ayet gösterir: “Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.” Bakara, 228. “Allah’ın, bazı insanları bazılarına üstün kılması ve mallarından nafaka vermeleri nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde egemendirler. Salih kadınlar itaatkardırlar. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gaybı koruyucudurlar.” Nisa, 34. “Salih kadınlar itaatkardırlar” cümlesi, yine Tevrat’ın konsepti alınarak, kadının, aile reisi olarak kabul edilen kocayı mutlu etmek için var olduğunun kabul edildiğini gösterir. Kocanın, karısını yönetme yetkisi, karının kocanın mülkü olmasındandır.

 

Kuran’a göre, karısının reisi ve egemeni olan koca, aralarındaki uyuşmazlık sorunun çözümü olarak, devrin fiziksel ceza hukuku ile tutarlı olarak karısına dayak cezası uygulayabilir: “İtaatsizliğinden korktuğunuz kadınlara nasihat edin, onları yataklarda yalnız bırakın ve dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka yol aramayın. Şüphesiz Allah yücedir büyüktür.” Nisa, 34. Kadının, kocasına itaatsizliği, kocasının cezalandıracağı bir suç olarak görülüyor. Fakat kocanın karısına itaatsizliğinden, onun suç olmasından ve karısının kocasına aynı dövme cezasını uygulamasından söz etmiyor.

 

Cinsel Suçlar, Zina Cezası

Çağımıza kadar dünyanın hemen her yerinde aynı bedensel cezalar uygulanırdı. Mesela Oğuzlar’da evli bir kadınla zina yapan, hükümdarın kapısına götürülür ve onun emri üzerine her ikisine 300’er sopa vurulurdu. Zani, eğer fakirse, dayak cezasından ve bir müddet hapiste yattıktan sonra serbest bırakılırdı.

 

Kuran da, zina fiiline, devrin ceza sistemi olarak bedene uygulanan sopayla dayak cezası verir: “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz değnek vurun.” Nur, 2. Hırsızlığa verilen el kesme cezası ile kıyaslandığında zinaya yüz değnek vurma cezası hafif kalmaktadır. Bu durum Kuran’ın, hırsızlığı zinadan daha ağır bir suç olarak gördüğünü gösterir.

 

CEZALANDIRMADA AMAÇ

İbret, Caydırıcılık

Çağımız öncesi zamanlarda herkes görsün ve ibret alsın diye suçlular halkın gözleri önünde asılır ya da kelleleri kesilirdi. Bundan amaç, insanlar görsün ibret alsın, suç işlediği zaman başına ne geleceğini bilsin, korkup vazgeçsin diyeydi. İbret, işlenen suçun cezası değildir. Başkasını suçu işlemekten caydırmak için cezalandırmadır. İbret, başkalarına örnek yapmaktır.

 

Kuran, cezalandırmadaki bu ibret amacını kullanır. Mesela hırsızlık suçunun cezasındaki amaç ibrettir: “Hırsız erkek ve kadının yaptıklarının cezası olarak, Allah’tan bir ibret olarak, ellerini kesiniz.” Maide, 38. Dolayısıyla hırsızın eli, hırsızlık yaptığı için değil, başkası hırsızlık yapmaması için kesilir. Hırsızlık suçuna el kesme cezası, orantısız bir ceza görülür. Çünkü çalınan mal cansızdır ve yerine getirilebilir. Fakat kesilen el canlıdır ve yerine getirilemez.

 

BEDENE CEZA UYGULAMANIN FELSEFESİ

Çok eski çağlardan beri en çok uygulanan cezalar organ kesimi ve ölüm gibi bedeni cezalardı.

Ağır cürüm ve fiillere işkenceli ölüm, özellikle de devrin sosyal koşullarına göre, ölümden daha etkili ve yine bedene uygulanan korkunç sürgün cezaları verilirdi. Suda boğmak, diri gömmek, kazanda kaynatmak, fırına atmak, yırtıcı hayvanlara parçalatmak vb. usuller, öldürme biçimleri idi.

 

Bedene Ceza Uygulamanın Kökeni

İktidarın Uygulandığı Yer Olarak Biyo-siyaset

Cezaların, insan bedenine uygulanan fiziksel cezalar olmaları, bireysel ve siyasal iktidarın uygulandığı yerin insan bedeni olduğunu gösterir. Buna “biyo-siyaset” denir. Biyo-siyaset; insan bedeni üzerinde tasarruf etme hakkına sahip olmaktır ki, buna, “bedeni iktidara takdim etmek” ve siyasal hayatın en temel dayanağı olarak insan bedeninin siyasallaştırılmasıdır.

 

Patriapotestas (Baba Yetkisi)

Biyo-siyaset, Antropolojik icat olan Patriapotestas (baba yetkisi) anlayışından kaynaklanarak üretilen bir baba hukuku (iuspatrium) anlayışıdır. Bu anlayışa göre baba, paterimporiosus yani otoriter babalık yetkisine dayanarak kendi eseri olduğundan dolayı oğlunun hayatı ve ölümü gibi, bedeni üzerinde tasarruf etme yetkisine sahip olur. Bu yetki sayesinde aslında hukuken suç ve ahlaken kötü sayılan fiilleri oğlunun bedeni üzerinde icra edebilir. Mesela onu yaralayabilir, organlarını kesebilir, kurban edebilir hatta öldürebilir. Hz. İbrahim’in, oğlunu kurban edebilmesi olayı bu yetkiyi anlatmak içindir.

 

Patriapotestas sisteminde çocuk ebeveynin, karı kocasının, yönetilen yönetenin, yaratıklar yaratanın mülküdür. Malikin mülküne, hukuken suçluya fiziksel cezalar uygulayabilir olması bu ilkel sistemden meşruiyet almıştır. Çağımıza kadar bütün insanlıkta geçerli olan bu sistem, çağımızda bedenin dokunulmazlığı ilkesi getirilerek sona erdirilmiştir. Dolayısıyla Kutsal Kitapların fiziksel cezaları de jure ve de facto geçersiz ve birer suç olmuşlardır.

 

İlahi Patria Potestas

Patriapotestas yetkisi, daha sonraları, yarattığı için kendi eseri gördüğü köleleri olan insanların üzerinde bütün insanlığın babası ve efendisi (Dominus) olan tanrıya devredilmiştir. Böylece bu yetki, öldürme dahil, siyasal boyun eğdirmek amacıyla bütün ilahi sözlü ve fiziki şiddet, tanrı tarafından insanlığa uygulanabilecek çapta geçerli hale getirilmiştir. Tanrı demek, keyfi kararlarıyla, hayata ve ölüme karar verme şeklinde insanın bedeni üzerinde tasarruf hakkı ve yetkisi (potestas) elde eden bir istisna egemendir. İşte tanrıya devredilen bu yetki, tanrının varisi dünyevi siyasal egemene devrettirilir.

 

SONUÇ

Kuran’daki hükümlerin çağımız karşısındaki durumuna dair sadece bir felsefi irdeleme örneği sunmaya çalıştık. Çağımız öncesi bedensel ceza çeşidinin lağv edilmesiyle birlikte Kutsal Kitapların da bedensel ceza çeşitleri uygulanamaz yapılmışlardır. Bu konuyu Kuran bağlamında anlayabilmek için, onun bazı özelliklerine değinmek gerekir.

 

KURAN’IN ÖZELLİĞİ

Hiç bir kitabın formlarının sonsuza kadar geçerli olmayacağı bir gerçektir. Formlar değil de normlar yani değerleri sonsuza kadar geçerli olabilir. Kuran, kendisinin formlarının Kıyamete kadar yürürlükte olacaklarına dair bir tane ayet içermez. Hiçbir kitabın form olarak sonsuza kadar devam etmeyeceği gerçeğinden hareket ederek her kitabın, bir dönemin kitabı olduğunu şu ayette söyler: “Her dönemin bir kitabı vardır (li-külli ecelin kitâb). Allah dilediğini siler, sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.” Ra’d, 38-9. Kuran’ın, Hz. Peygamber tarafından kitap haline getirilmemesinin temel nedeni bu ayet olmalıdır.

 

Reformasyon ve Renormasyon

Reformasyon formları yani biçimleri, renormasyon ise normları yani değerleri yenilemektir. Kuran, her alanda olduğu gibi ceza alanında da, geldiği dönemdeki biçimleri kullanır ama hedefinin, onu aşmak ve normculuk olan zihinselliğe geçmek olduğu görülür. Günümüzde geçmişin cezalandırma formları tümden ortadan kalktığından Kuran’ın ceza formlarında reform söz konusu değildir ve çağımızın sorununu çözmez, çünkü bu formların uygulanmaları günümüzde suç yapılmışlardır. Ama Kuran’ın cezalardaki normları renorme edilebilir.

 

Bunu yapabilmek için öncelikle, bilimsel ve felsefi metot uygulanarak Kuran’ın tümel ve total karakterini, özünü ve ruhunu tanımak gerekir. Neticede Allah’ın düşünme kodları (thinking codes) ve düşünce formları (thought forms)nı ortaya çıkarmak gerekir. Fakat bin yıllık tarihimizde böyle bir felsefi ve bilimsel çalışmanın varlığını bilmiyoruz.

 

Biz bu konuda da bir örnekleme çalışması yapıyoruz. İnşallah tamamlandığında kamuoyuna sunulacaktır. Cezalandırma alanında, çağımızın yeniliğini bilmeyen, bedenselliğin bittiği ve zihinselliğe geçildiği çıkarsamasını yapabilecek düzeyde düşünme işlemi yapamayan özne, hiçbir şeyi güncel renorme edemez.

 

“Kuran için reform değil de renorm geçerli olabilir.”

 

Kuran ve Allah’ın Düzeyi

Kuran, kendisinin o günkü muhataplarının algı düzeyinde indirildiğini söyler: “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” Kamer, 17. “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” Kamer, 22. “Andolsun biz Kuran’ı, düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” Kamer, 32. “Biz Kur’an’ı senin dilinle kolaylaştırdık ki, öğüt alsınlar.” Duhan, 58. “(Ey Muhammed!) Biz, Allah’tan korkanları Kur’an ile müjdeleyesin, inat eden topluluğu da uyarasın diye, onu senin dilinle kolaylaştırdık.” Meryem, 97. Kuran’ın, Allah’ın son düzeyi olmadığını söylüyor. İnsanlık, gelişerek Allah’ın düzeyine yükselmeye çalışacaktır. Felsefeye göre, değil bin beş yüz yıl önceki, bir milyon yıl sonraki insanın düzeyi dahi Allah’ın son düzeyi olamaz.

 

“Kuran’a göre Kuran, Allah’ın son düzeyi değildir.”

 

Kuran’ın, Allah’ın son fikir ve bilgi düzeyi olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Kuran bir başlangıç aşamasıdır, bir son aşama değildir. Hatta bir milyon yıl sonra insanın ulaşacağı akıl ve bilgi çapı dahi Allah’ın son düzeyini temsil etmeyecektir. Dolayısıyla günümüzden binlerce yıl önceki insanın düzeyinin Allah’ın son düzeyi olduğu ve insanlığın bu düzeyde kalmasını istediği düşüncesinde olmak Allah’a yapılabilecek en büyük indirgemedir.

 

“Kuran bir sonuç değil, bir başlangıçtır.”

 

İSLAM’IN GÜNCELLENMESİ TARTIŞMASI

İslam’da güncelleme yapmanın kronik bir ihtiyaç olduğu sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmasında da görülüyor. Bu güncellemeyi yapmak, her alandaki çağdaş kavramları iyi bilmek ve Fıkıh Usulü gibi İslam’ın metodoloji ilimlerini Kuran’a yeniden uygulamakla mümkün olabilir. Fakat bunu uygulayan bir örneklemeyi ilgili akademiyada göremiyoruz. Ayrıca güncellemeler, güncel evsafta düşünürlerle yapılar ki Türkiye’nin bugün böyle bir tek düşünürü yoktur. Çünkü böyle kişileri yetiştirmek için eğitim sistemi yoktur.

“Güncelleme, ancak güncel kafaya sahip öznelerle yapılabilir.”

Bizim bu web sayfasındaki yazılarımız, bu alanda örnekleme teşebbüsleridir. Nihai doğru olduğumuz iddiasında değiliz. Zaten bu işler, bir kişi ile olmaz. Çünkü bir çiçekle yaz olmaz.

 

“Güncelleme yapılıp tevhit sağlanamadığı sürece toplum, iki zıt yaşam arasında bocalayıp durmaya devam edecektir.”

 

SAYIN CUMHURBAŞKANI’NIN İSLAM’I GÜNCELLEME KONUŞMASI

 “Bu değişim meselesi asırlara dair bir husustur. Değişimi inkar etmek kendi kendini kandırmak demektir. Elbette asla değişmeyen ve değişmeyecek olan kurallar da vardır. Mesela İslam’ın son din olduğu bir hakikattir. Bununla kimse oynayamaz. Allah’ın yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de açıkça ifade ettiği hükümler asla değişmemiştir, değişmeyecektir. Dinimiz İslam ve kitabımız Kuran-ı Kerim, kıyamete kadar caridir. Bu da bundan sonra da kıyamete kadar gelecek olan tüm toplumlar, yaşanacak tüm hadiseler, ortaya kadar tüm yeni durumlar karşısında söyleyecek sözü olduğu anlamına gelir. Bunların uygulamadaki karşılıkları elbette zamana, şartlara göre değişecektir. Mecelle kaidesidir, yani; “Ezmânın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz”. Biz içtihatları değiştirmezsek, uygulamaya ilişkin kuralları uygun şekilde yenilemezsek sadece kendi kendimizi kandırmış oluruz. Müslümanlar sürekli kendilerini geliştirmek durumundadır.” 09.03.2018.

 

“Sayın cumhurbaşkanımızı tebrik ediyorum. Aynı İmam-Hatip Okulunda öğrenci olmamız nedeniyle onun tanıdığım şakilesinin, böyle bir çıkışı yapacağını bekliyordum.”

 

FELSEFE ÜNİVERSİTESİ KURMAK

Çağımız, felsefenin ürünüdür. Bu nedenle çağdaş toplumlarda her alanın felsefesi vardır. Bizim ülkemizde halen bir tanesi bile yoktur. Toplumumuzun çağdaşlaşmasını istiyorsak, aradaki mesafeyi kısaltmanın tek yolu, bir an önce bütün alanların filozoflarını üreten bir “Felsefe Üniversitesi” kurmamız şarttır. Kendilerine gönderdiğim bu dosyayı, işte şimdi ele alırlarsa kamuoyu olarak çok makbule geçecektir.

 

“Sayın Cumhurbaşkanımızın bu Felsefe Üniversitesini kurmasını diliyorum. Bunu kurduğunda, işte o zaman tarihe geçecektir.”

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.