ÇEVİK BİR PAŞA

ÇEVİK BİR PAŞA

“Çağdaş Türk askeri olmak; hem Türk asker kaportası hem de Atatürk motoru gerektirir.”

 

Felsefi sistemimiz gereği, kişilerle ilgilenmeyiz. Çünkü felsefe “olgucu”dur, “kişici (personalistic)” değildir, yani kişilerle ilgilenmez. Olgu, obje ve olaylarla ilgilenir. Son zamanlarda konjonktür, bizi zorladı ve bazı “kişilik (personality)” ile ilgilenmek durumunda kaldık. Unutmayalım ki, Türkiye’de hala kişicilik egemendir. Fakat yine de kişilerle değil, “kişilik” denilen onlardan doğan olguları ele aldık. Felsefenin bir görevi de, olguları tanımak, tanımlamak ve adını koymaktır. Felsefe hüküm vermez, çıkarım yapar.

 

Bu yazımızda Çevik Bir Paşamızın bir özelliği konusuna değineceğiz. Çevik Bir Paşa, Türk askerinin, milletiyle birlikte kazandığı 30 Ağustos Zaferinin 99. yılında Ağustos 2021 tarihinde, 25 yıl önce, 1997 yılındaki irticaya karşı mücadelede “28 Şubat” adı verilen Davada “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak” ile suçlanarak seksenli yaşında hapse konuldu.  Bu konuyu, çağımız filozofu J. P. Sartre (1905-1980)’nin bize de rehberlik eden felsefi tespitleri ile ele alacağız “Felsefenin görevi, özün (numenin) röntgenini çekmektir.”

 

Sartre şöyle söylüyor: “Yazar, hiç kimsenin kararını etkilemeye çalışmaz. Yazar, genel olarak, “iyi budur, kötü şudur” diyecek olursa sorumluluğunu unutmuş olur. Yazardan istenen bu değildir. Genel olarak, “iyi ve kötünün” ne olduğunu hemen herkes bilir. Yazardan istenen şey; iyi niyetli insanları, bu sorunlar üzerinde düşündürmektir. Yazarın etkin olup olmaması da önemli değildir. Onun için yazar, bir bayrak koşusuna girecek, yani amacı; yalnız kendi memleketinin okurlarını değil, yabancı yazarları da etkilemek olacak; yabancı yazarlar onun, o da yabancı yazarların düşüncelerini, direnişlerini, tanıtımlarını yığınlara iletecek.”

 

Sartre, bir şeyin adının konulmasının ve söylenmesinin önemini şöyle ifade eder:

“Mesela, komşumun davranışına bir ad koyduğum zaman, o, ne yaptığını bilir artık, üstelik bunu benim bildiğimi de bilir. Bu yüzden de bana olan davranışı değişir. Başkalarının da bildiğini ya da bilebileceğini bilir ve yaptığı iş, öznellikten çıkıp nesnel bir anlam kazanır. Bir şey adlandırıldı mı, oldubitti demektir. Yalnız adının konması yetiyor. Edebiyat, her şeyin adını verdiği için, düşünülmeyen, belki de bilinmeyen bir şeyi düşünce ve nesnellik ortamına getirir.”

 

1997 yılı idi. Ben o zamanlar, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nda görevli idim. Çevik Bir Paşa, bir gün beni Genel Kurmay Başkanlığındaki makamına davet etti. Beni seçmesinin iki nedeni olabilir diye düşündüm. Biri; o zamanlar Genelkurmay Başkanlığı bünyesindeki camide, Diyanetin görevlendirmesiyle,  Cuma namazlarını ben kıldırıyordum. Bir diğer nedeni; ben ve arkadaşlarım, 1952 yılında kurulmuş olan ve benim de 1992 yılı mezunu olduğum Milli Güvenlik Akademisinin, 40 yıl sonra, mezunları derneğini bir sivil toplum örgütü olarak kurmamızdı, o günlerde.

 

Bu vesileyle, bu derneği kuran arkadaşlarımıza buradan saygılarımı iletiyorum. Ahrete intikal edenlerine Allah’tan rahmet, hayatta olanlarına ise uzun ömürler diliyorum.

 

Çevik Bir Paşamız, bu derneğin kurulmasında bizlere gerek mevzuat gerekse diğer yönlerden çok yardımcı olmuştu. Demokrasiyi çok severdi. Bize, “Demokrasilerde sivil toplum kuruluşlarının çok önemli olduğunu” söylerdi.

 

Bana bir iki konuda danışmak istediğini söyledi. Şöyle sordu: “Ben, Somali’de görev yaptım. Diğer Müslüman ülkeleri de dolaştım. Oraların hepsinde Müslümanlar acıklı durumdalar. Türkiye, onlardan da sorumludur. Onların bu durumdan kurtulmaları ve Türkiye’nin de, İslam dini kullanılarak o duruma düşmemesi için neler yapılabilir? Yüce dinimizin haysiyetini, onu satan işportacıların haysiyetsizliğinden nasıl kurtarabilir ve koruyabiliriz?”

 

Biraz şaşırmıştım, çok da duygulanmıştım. O duyguları bugün de o günkü gibi hatırlıyorum ve duyuyorum. İşte bu etki ile Paşam hakkında bu gerçeği, Sartre’nin öğütlediği gibi, dile getirmeyi bir vicdan borcu olarak gördüm. Aslında bu gerçeği dile getiremediğim için de uzun zamandır vicdan azabı çekiyordum. Şimdi inşallah bu vicdan azabından kurtulmuş olacağım.

 

Sartre’ye göre yazarın görevi şudur: “Yazar da, diğer bütün insanlardan farklı değildir. Fakat o, konuşma ve yazma yolunu seçtiği için bütün bunları konuşmak ve yazmak zorundadır. Özgürlük adına kötüye karşı koyması, zorbalıkla savaşması gerektiği su götürmez. Her türlü zorbalığı kötülemek zorundadır; ister dostları zorbalık etsin, ister düşmanları.”

 

Şaşırmıştım, çünkü Paşamızda, generallerimiz hakkında bize kulaktan dolma verilen imajla ters bir durum vardı. Halbuki Çevik Bir Paşam, hem dinimizi hem de Allah ismi gibi diğer dini terminolojileri çok iyi biliyor ve doğru telaffuz ediyordu. Mutlaka çocukluğunda bir dini eğitimden geçmiş olmalıydı. Duygulanmamın nedeni; O düzeydeki bir Generalimizin, Türkiye’nin ve İslam dünyasının dinini dert edindiğine şahit olmuş olmamdı.

 

Orgeneral düzeyinde bir Türk subayının makamına ilk kez gitmiştim. O nedenle onları merak ediyordum. Paşamızın, geleneksel Türk subayı ciddiyeti içerisindeki kibarlığına, medeniliğine ve konuşmasındaki entelektüellik ve edebiliğine hayran kalmıştım. Yanındaki aynı kaliteye sahip kurmay albay danışmanlarını ismen olmasa da, manen zikretmeden geçemeyeceğim.

 

Çağımızda Türk askeri olmak; Türk asker üniforması ve Atatürk motoru gerektirir. Çevik Bir Paşam, kaportasıyla ve motoruyla tam bir Atatürk subayı idi. Sadece general üniforması, Türk subayı olmaya yetmediğini son zamanlarda, 15 Temmuz 2016 yılında, gördük. “Boş pantolon ayakta durmaz, çürük tahta çivi tutmaz.” Türk Atasözü

 

Neticede Sartre, yazarlar ve düşünürler için şu korkuyu dile getirir:

“Biz yazarların önlememiz gereken en önemli şey; elli yıl sonra “Bu adamlar, dünyanın en büyük felaketinin geldiğini ve gerçekleri gördüler ve sustular” denilerek, sorumluluğumuzun, suçluluğa çevrilmesidir.” İnsanlık Tarihi, insanların yaptıkları her şeyi kaydeder.

 

Gerçek Türk askeri Çevik Bir Paşam hakkında ben de, gelecekte suçlu duruma düşmemek için kendisiyle ilgili şahit olduğum gerçeği, kamuoyuna sunmak ve tarihe kaydetmek istedim. Generallerimiz, gerektiğinde milletinin geleceği için susmayarak sorumluluklarını ifa etmişler, biz yazarlar olarak da kendi sorumluluğumuzda aynı cesareti gösterip susmamamız gerekir.

 

İnsanlığı ileri götüren düşünürleri ve yazarları, yaşadıkları dönemde egemen olan yanlışlıklar nazarında geçici suçlu olmayı, doğrular nazarında gelecekte tarihsel kalıcı suçlu olmaya yeğlemişlerdir. İşte bu kişiler, kendileri için değil, insanlık için yaşadıklarından insanlığın tarihine geçmişlerdir. Fakat sadece kendisi için konjonktürel yaşayanlar, ölümleriyle birlikte dünyaya gübre olarak tarihe gömülüp gitmişlerdir.

 

Türk milletinin ve insanlığın tarihinde gelecekte suçlu duruma düşmektense, bugün egemen olan yanlışlar nazarında suçlu olmak daha iyidir. İşte bu tercihi yapanlar, tarihe geçeceklerdir.

 

“Hem rejimin nimetlerinden yararlanmak hem de susmak düzgün karakter işi değildir.”

 

Türk ordusunun, özüne kadar Atatürkçü, milletperver, vatanperver, müslümanperver ve aydınlıkperver şerefli bir generali, orijin olarak Horasan erlerinden özbeöz Türk Askeri olduğuna şahit olduğum Paşamıza tez zamanda felah diliyorum.

 

Prof. Dr. Niyazi KAHVECİ

 

 

Bazı Felsefi ve Bilimsel Gerçekler

Bilimsel ve felsefi irdeleme sonucu çıkan bazı gerçekler:

“Geriye giderek ileriye gidildiği insanlık tarihinde hiç görülmemiştir. İnsanlık ileri giderken geriye gidenler sadece ayıklanıp yok olurlar.” “Gerçekler yok sayılarak yok edilemezler. Gerçekler, geç ve güç ama güçlü ve kalıcı olarak ortaya çıkarlar.”

 

“Türk milletinin milli karakteri, askerlik işinde tezahür ediyor.” “Türk milleti, askerlik sistemiyle başarılı olabiliyor.” Türk askerinin ve onun çağımızda ifadesi olan Atatürk’ün karakteriyle oynamak demek, Türk milli karakteriyle oynamak demektir. “Türk milletinin milli karakter genlerini ve DNA’larını hiç kimse, hiçbir zaman bozamayacaktır.”

 

“Türk milletinin milli karakteri, bam teline dokununca kendisini gösterir. Bam teli kesilmedikçe, boğazı kesilse de, boğazı kesilip ayağa kalkan kurban gibi ortalığı dağıtır.”

 

“Kerpiç malzeme ile plaza yapılamaz.”

“Geleneksel yemekler; doğalgaz ve elektrik ateşi ile değil, odun ateşi ile pişirilebilirler.”

“En zor iş, çağdışı insan malzemesi ile çağdaş işler yapmaktır.”

“Gerçekleri söylemeyen kişi, kendi milletinin tipik haksız yiyici sömürgecisidir.”

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.