BİR KAÇ KONU

BİR KAÇ KONU

Bu yazımızda, muhtelif birkaç konuya kısaca değineceğiz.

 

İNSANLARIN MÜCADELESİ

“Fiziksel iş yapanlar hep öldüler, ama zihinsel iş yapanlar hala yaşıyorlar.”

 

İnsanlar, gerek vatanları gerekse özgürlük için insanlara karşı savaşmışlardır. Vatanları için yabancılara, ama özgürlük için kendi insanlarına karşı mücadele etmişlerdir. Birbirlerine karşı kazandıkları zaferlerle övünmüşlerdir. Halbuki zafer kazanılanlar da insandı. Ne fark vardı aralarında? Birbirlerine karşı zafer kazanmaları neden çok önemliydi? İnsan öldürerek bir dönem kahraman oldular. Hatta duygularını tatmin ettiklerinden sadece kendilerinin kahramanı oldular. Yabancıları da, kendi insanlarını da öldürdüler.

 

Devlet başkanları, milleti için mi savaşıyorlardı? Ama kendi milletlerinin insanlarını da öldürüyorlardı. Neden? Çünkü devleti ve ülkeyi kendilerinin görüyorlar, kendilerine karşı olanları “devlete ve ülkeye düşman” gerekçesiyle öldürüyorlardı. Demek ki milletleri için değil, kendileri için savaşıyorlardı.

 

Neden insanların, kendi insanlarına karşı özgürlük gibi mücadeleler vermeleri gerekti? Özgürlüğü vermeyenler kimlerdi? Kendi milletinin insanları değil miydi?. Peki kendi insanlarına neden özgürlük vermiyorlardı?

 

Birbirlerine karşı, kendileri için fiziksel mücadele verenlerin hepsi yok oldu gitti. Bir dönem kahraman krallar ve askerler oldular ama hepsi gittiler. Peki geride ne bıraktılar? Belki kendi milletlerine vatan denilen arazi bıraktılar. Ama kafa tortusu bırakmadılar, hatta milletlerinin kafasını öldürdüklerinden, milletleri şimdi bu arazi ile geçinemiyor. Arazileri, para ile satıyor ve elden çıkıyor. İnsanlık için hiçbir tortu bırakmadılar. Ama kendileri ve insanlar için değil de, insanlık için mücadele verenlerin isimleri yaşıyor. Çünkü onlar insanların bugün yaşayabilmeleri için tortular bıraktılar. İşte bu kişiler; filozoflar ve biliminsanlarıdırlar.

 

Payitaht Abdülhamid TV Dizisi

Bu arada şunu söylemeliyim: Oyuncu olsaydım, “Payitaht Abdulhamid” dizisinin hiçbir rolünü oynamazdım. Bütün rollerin, Abdulhamid’e bir ihanet defosu var. En sonunda Abdulhamid de, kendi çıkarı için, ona bel bağlayanları, devlet, Allah, din, iman ve millet için can feda dediği her şeyi bırakıp gidecek ve böylece onun da ülke, devlet ve milletin hepsine ihanet defosu olacak. Neden böyle?

 

Amigdala ve Prefrontal Korteks

“Geleneksel din eğitimi, insanları saldırgan yapıyor.”

 

Dinler, dünyevi hedeflerine ulaşmada çok etkili olacağını düşündüklerinden Mezopotamya mitoslarındaki Tanrıların kötü mizacını çok fazla kullanırlar. Kötü huy ve ahlak; bireyin kızgın, heyecanlı, çabuk tepkili, sıkılgan veya atılgan, üzgün, alıngan, saldırgan, kindar, nefret edici, intikamcı vs. olması gibi kötü doğal duygularla davranışlardır. Kötü ahlaki davranışları doğuran duyguların kaynak merkezi olan beyindeki “amigdala”dır.

 

Dinler, Tanrılarını, “id” ve “ego” benliği olan amigdala ile davranarak kötülük yapan kişiler olarak anlatırlar. Duygusal davranarak, insanlara acı ve elem veren, hatta cellat gibi can alan kötü mizaçlı insanlar gibi oluşlarını kullanırlar. Fakat Tanrının bu kötü mizacı, kendi çıkarı için değil, süperego gereği başkalarının hayrına hedefine ulaşılmasında sözünün dinlenilmesi içindir.

 

İnsan davranışlarında amigdala ve prefrontal korteks mücadelesi vardır. Prefrontal korteks; beşeri düşünlerdir ve yi davranışları üretir. Duygulara hitap ederek verilen eğitim, amigdalayı güçlendirir. Düşünsel eğitim vermemek, prefrontal korteksi zayıflatır. Güçlenen amigdala, prefrontal kortekse galip gelir ve o durumda kişiden gayri ahlaki davranışlar sadır olur. Amigdalanın, insanın beşeri huyu olan prefrontal korteks üzerinde baskın ve üstünlük sağlaması durumda kişi, doğallığa döner, duygusal olur ve kötü mizaç ortaya çıkar.

 

“Din kullanılarak doğal duygusallık aşılanan insanlardan, insani davranış beklenemez.”

 

 

YAŞAMAYI BİLMEK

“Bir millet düşünün; iyi yer, iyi içer, iyi ölür.”

 

Dünyada, insani yaşamayı bilmek gerekir. Ondan önce, insanın ne olduğu bilinmelidir. İnsan; insanın ürettiği fikir ve bilgidir. Fikir ve bilgi üretemeyen kişi, insanlaşamamış demektir. İnsanlaşamayan kişi, yaşamayı, zihinsel değil, fiziksellikten ibaret sanır.

 

Şimdi milletini sömürerek bir gecede zengin olanlar, pahalı evler satın alıyor. Ama içinde insanca yaşayamıyor. O zaman da, evde sürekli fiziksel yapılacak işler yapıyor. Evi sürekli restore, mobilya yenileme, inşaat işleri yapıyor. Ömür, inşaatla geçiriliyor yani. Bu dünyada yaşamayı bilmiyor. Bu dünyada yaşamak, insanın kendisinin yapması gereken şeylere dayalıdır. Türkiye, dünyada yaşamayı bilmeyen bir ülkedir. Öğretilmiyor da zaten. Devlet olarak da yaşamayı bilmiyor. O nedenle her alanda sürekli inşaat, restorasyon yapıyor.

İnşaat işi olmasa, Türkiye ne yapardı acaba?

 

“Türkiye’nin de ömrü inşaatla geçecektir.”

 

“Pahalı modern villalarda oturmakla değişen tek şey, geleneksel karı-koca kavgalarının pahalı yapılmasıdır.”

 

Türkiye’ye, ölmek ve öbür dünya hayatı öğretiliyor. Orada hayat hazırdır. İnsanın yaşaması için yapması gereken bir şey yoktur.

 

İnsanlar, ya bu dünyaya ya da öbür dünya uygundur. İdeal olan insan ise, her ikisine uygun olabilendir. Türkiye, bu dünyada yaşamasını bilmediği ve öğretemediği için obür dünyaya insan malzemesi yetiştiriyor. Bu dünyada yaşamaktan umudunu kesmiş, öbür dünyaya insan kaynağı yetiştirme merkezi olmaya soyunmuş görünüyor.

 

“Türkiye; Kuran, ezan ve sela gibi dini motifleri aşırı bağırarak okumayı, insanları ahırete insan kaynağı sağlama merkezine çağırmak için kullanıyor.”

“Öbür dünya insanından bu dünya insanlığının başarıları beklenemez!

 

“Ölüm eğitimi verilen insanlar, yaşamayı bilmeyi gerektiren virüsle baş edemez.”

 

“Yaşamayı bilmeyen ve halkına öğretemeyen, bilakis ölümü bilen ve öğreten devlet ve halk koronavirüsle baş edemez.”

 

SORGULAMA

Pseudo Hayat

Sokrates, 2500 yıl önce şöyle demiştir: “Sorgulanmamış yaşam, yaşamaya değmez.” Sorgulamaksızın, başkasının fikirleri ile yaşanan hayat, kişinin kendisinin değil, başkasınındır. Bu hayat, aslında onu yaşayan kişi tarafından yaşanmamıştır. Bu hayata sahte anlamında “pseudo (sûd) hayat” denir. Bu hayat, kişinin asaleten değil, başkası vasıtasıyla vekaleten yaşadığı hayattır.

 

“Topluma sorgulama mutlaka öğretilmelidir. Din, sorgulamayı öğrenmeyi önlemek için kullanılmamalıdır.”

 

Aydınlanma çağı filozofu I. Kant şöyle der: “Aydınlanma, insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçuyla düşmüştür. Bunun nedeni de, aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. “Aklını kendin kullanmak cesaretini göster.”

 

KORONAVİRÜS

“Koronavirüs, insan nüfusunu azaltacaktır.”

“Koronavirüse bulaşmamaya bakmak gerekir.”

 

Aslında her konuyu, özellikle Tıb alanının değişik konularının filozoflarından tanımak gerekir. Koronavirüs konusuna filozoflar henüz el atmadılar.

 

Bizde hiçbir alanda olmadığı gibi, Tıp alanında da filozof yoktur. Hatta bizde tıp biliminsanı da yoktur. Çünkü Türkiye’de, bilim felsefesinin belirlediği usulde bilim yapılmıyor. Bilim; laboratuar ve kuram olmak üzere iki aşamada yapılır ve bilimin asıl aşaması, ikinci aşama olan kuram yapma aşamasıdır. Bu ülkede hala kuramın ne olduğu ve nasıl yapıldığı akademiyada da bilinmiyor ve yapılmıyor.

 

Nakliyecilik

Medyada dinlediğimiz Tıp profesörlerinin yaptıkları işe felsefe, “nakliyecilik” adını veriyor. Yaptıkları iş, laborantlık dahi değildir. Yaptıkları iş, uluslar arası dergilerde yabancıların yazdıkları makaleleri tercüme edip kendi halkına anlatıp kendi halkını sömürmektir. Yani avcı-toplayıcı işportacısı olmaktır. Bu dergilerdeki makaleleri ne kadar anladıkları ve ne kadarını anlatabildikleri de ayrıca bir sorundur. O nedenle televizyonlarda birbirleriyle kavga ediyorlar. Birbirlerini yiyorlar yani. Yani “otofaji” yapıyorlar; vücut besin üretemeyince, vücuttaki hücreler birbirlerini yerler. Ardından obezite, sonra da ex (ölüm) geliyor.

 

“Felsefi düşünme yapmamış kişiden felsefe dinlememek gerekir.”

 

Gücünü, kendisi üretemeyen ülkelerin gücü bir yumrukluktur. Çünkü gücü, “özgücü” değil, dışarıdan satın aldığı ya da kiraladığı güçtür. O nedenle başta bilim alanında, dışarıdan gelecek bir yumruk, ülkenin bilim gücünü yok ediyor. FETÖ ile gelen yumrukla, ülkenin güvenliğini sağlamak için maaş alanların ne hale düştüklerini görmüştük. Yine milletin “kolektif ruhu” bu işi kurtarmıştı. Şimdi de virüsle yine kolektif gücümüzle mücadele edeceğiz, kurtulabilir miyiz bilmiyoruz. Ama bu gücü kullanmaktan başka şansımız yoktur. Başkasından medet beklemeyelim. İş ciddidir.

 

“Herkesin, maaş aldığı işin sorumluluğunun yerine getirtilmesi sağlanmalıdır.”

“Her işin derdini, o işten maaş alan çekmelidir.”

 

Devlet Virüsleri

Hiçbir vücut virüsü kabul etmez. Bütün virüsler, mekanizmayı ve sistemi bozarlar. Devletler de bir vücutturlar, virüslerle yaşayamazlar. Devlet, devlet virüslerinin her çeşidinden mutlaka temizlenmelidir. Virüsün dost olduğu hiçbir vücut yoktur. Bütün virüsler, vücutları kendi yemleri olarak görürler.

 

 “İnsanlık soyut varlıktır. Bütün meseleleri, kafa katmanının ürettiği soyut düşünme ürünüdür. Kafa katmanının soyut değil de somut düşündüğü ülkeler, çağımızın sorunlarıyla baş edemezler.”

 

Felsefi Çıkarsama

“Koronavirüs, sürekli bir iştir.”

“Dünyadaki herkese bulaşmaması imkansız görünüyor.”

“Bu virüs belasının çözümü; bataklığı kurutmakla ilgili değildir. Bütün sinekleri öldürmeyi gerektiriyor ama sinekler sürekli artıyor.”

 

Bu konuya kısmen felsefe açısından bakıldığında şu çıkarsama sonuç görülüyor: Bu virüsün iki önemli özelliği; bulaşıcı ve öldürücü olmasıdır.

 

Koronavirüs, emsalsiz bir virüstür. Bu virüs ağız, burun ve göz yollarıyla insana geçiyor. İnsana geçtikten sonra vücudun iç organlarını ve mekanizmasını tahrip ediyor. Doğal vücutlarda mekanizma bozulunca bir daha tamir edilemiyor; vücut da, insan da tamir edemiyor. O nedenle günümüz hastalıklarının hiçbiri tedavi edilemiyor. Sadece ilaçlarla baskılanıyor ve etkileri uyuşturuluyor. İşte insanlık, bu nedenle, her konuda olduğu gibi, insan konusunda da doğallıktan kurtulmak istiyor.

 

Koronavirüs meselesini, önceki yazılarımızda ifade etmeye çalıştığımız, insanlığın bugün ulaştığı aşamalarla ve geleceğe yönelik hedefiyle ilintili ele almakla anlamak mümkündür.

 

“Susturucusuz egzozu önleyemeyen millet ve otorite, koronavirüsü hiç önleyemeyecektir.”

 

Bağ Kurmak

Maske Takmak, Bulaşmasını Önlemek

“Yapılabilecek tek şey, virüsün bulaşmasını önlemektir.”

“Koronavirüsün bulaşmayacağı kişi kalmayacak görünüyor.”

 

“Varlık, bağ kurmakla gerçekleşir.”

Koronavirüs, varlığını, özellikle insanın biyolojik malzemesiyle bağ kurmakla sürdürebiliyor. O nedenle, ondan kurtulmanın tek yolu, insanla bağ kurmasını önlemektir.

 

Bu virüs, vücuda girdikten sonra artık bir daha çıkmıyor. Bu virüsten iyileşenler dahi virüsün sürekli bulaştırıcısı oluyor. Ayrıca vücudu tahrip ediyor. O nedenle virüsten ölmeyip iyileşenler de orta vadede öleceklerdir, çünkü iç organları ve biyolojik mekanizma tahrip ediliyor.

 

Bu virüs, orta vadeli bir aygıttır. Herkese bulacaktır. Birkaç on yılda mevcut insan nesli ayıklanacaktır. Çünkü mevcut insan nesli, insanlığın bugünkü aşamasına uygun değildir.

 

Bu virüs, dalga halinde gelecek bir virüs değildir, sürekli olacak olan bir virüstür. Aşı bulunsa da bu virüsten kurtuluş görünmüyor. Çünkü aşı, bu virüsün düşük dozajlı halidir. Vücuda aşı ile giren virüs hem bulaşıcılığına hem vücuda tahribatına devam edecektir.

 

Bu virüs, çocuk yapmayı da önlemektedir. Çünkü sperm ile de bulaşmaktadır. Virüslü doğan çocuk, hemen ölmüyordur, ama hem uzun vadede ölecek hem de virüs bulaştıracaktır.

İş ciddidir. Şakası yoktur!

 

ŞİRK, SİMBİYOZ

İnsanlık; hiçbir şeyi doğal haliyle kullanmak istemiyor.”

“İnsanlığın hedefi; kendi evrenini, dünyasını ve insanını yaratmaktır.”

 

Simbiyoz; ortakyaşam demektir. İlk insanlar, politeizm yani çok sayıda tanrı icat ettiler. Daha sonra, MÖ. 1500’lerde İran’da kurulan Zerdüştçülük ya da Mecûsîlik; ateşetapıcılık tarafından tanrılar ikiye indirildi. MÖ. 1300’lerde Firavun Akhenaton, tanrıyı teke indirdi. Tanrı teke indirilince, şirk adında bir konu ortaya çıktı. Yani bir taneden çok tanrı olamaz. Tanrıların teke indirilmesi aslında insanların kurguladığı kurgusal tanrının sonunun gelişinin ayak sesleriydi. Nitekim bugün insanlığın ulaştığı zihinsel düzey gereği ürettiği fikir, bilimsel bilgi ve teknolojisine paralel olarak, kurgusal tanrıyı öldürmüştür.

 

İnsanlık, motoru icat edince,  doğal tanrının kendisiyle şirke girmesini kabul etti. Fakat geliştikçe, doğal tanrıyı elimine edip, insan-tanrı şeklinde, tanrıyı teke indirmeye çalıştı. Motora dayalı makineleşme, doğallıkla beşeriliği birlikte götürmesi gerekiyordu. Sonuçta makine, doğal insan tarafından kullanılabilirdi. Doğal ile hümünal tanrı ortaklığı kaçınılmazdı. Fakat teknolojinin gelişmesiyle doğal ile beşeri tanrı ayrışmaya başladı. Artık teknolojik aletler insanlar tarafından kullanılmıyor. Onlar kendiliğinden çalışabiliyor. Doğal insana ihtiyaç kalmadı. Böylece doğal ile beşeri olanın simbiyozu sona eriyor.

 

İnsanlık, doğal olan hiçbir şeyi kullanmak istemiyor. Doğal olan her şeyin kendi ürünü alternatifini üretmek istiyor. Dolayısıyla insan, kendisine artık doğal tanrının şirkini istemiyor. Büyüyen çocuk, ebeveyninden bağımsız kendi evini kurmak ve kendi çocuğunu üretmek ister. İnsanlık, büyüyen çocuğun karakteri ile aynıdır. İnsanlığın hedefi, Mars’ta; hiçbir şeyi doğal haliyle kullanmadan, doğadan bağımsız, tamamen kendi teknolojik ürünü dünyasını kuracaktır. Isıtmasını, soğutmasını hatta oksijenini kendisi üretecektir. Bunun yanında kendi teknolojik ürünü insanını da yaratmak istiyor.

 

“İnsanlığın ulaştığı bu düzey, geçmişte kalmışlara hem gülüyor hem de acıyor.”

 

İşsizlik ve Türkiye

Yeni gelişmelerin en önemli sonucu, işsizlik olacaktır. Zaten doğal insanın son nesli olan bu nesil ayıklanmak isteniyor. Yapılabilecek tek şey; bu neslin, ömrünü tamamlayana kadar geçiminin sağlanmasıdır. İşte Türkiye, şu anda bunu yapmaya, yani işsizliği önlemeye çalışıyor. Bu amaçla, bir önlem olarak mesela, işten çıkarmayı yasakladı. Üretimi sürdürmeye çalışıyor. Fakat ne kadar sürdürülebilecektir! İş ciddidir.

 

“Artık para yapmak için iş yapmak değil, iş yapmak için para yapmak zamanıdır.”

 

GELECEKTE İNSANLIK

İnsanlık şimdi de; ışınlama ve ışık hızını aşma ile meşguldür. Yapılabilir mi? Şimdilik mümkün görünmüyor. Somut düşünenler, bunu ahmaklık olarak görebilirler. Ama unutmayalım ki, bugünkü gelişmeler, çok değil, elli yıl öncesinde de ahmaklık görülüyordu. Ama gerçekleşti. İnsanlık şu mantaliteyle çalışıyor:

“Ok atacağın zaman Güneşi hedefle! İsabet etmezse bile yıldızlara düşer.”

 

Şimdiye kadar, insanlığın felsefi ve bilimsel icatlarını, sömürgeci ülkeler kullanıp istismar edebiliyorlardı. Ama şimdiden sonra insanlık, onlara bu fırsatı vermeyecektir. Onlar da, insanlığın bu icatlarından negatif nasiplerini alacaklardır. Onlara bu icatlardan artık yararlandırılmayacaktır. Hatta o devlet yöneticilerini de ayıklayacaktır. Çünkü hala ortaçağ siyasetleri, insanlığın bugün ulaştığı düzeyle hiç uyuşmuyor.

 

Türk Milletinin Karakteri

Türk milletinin bireylerinin bireysel karakteri iyi değildir, habistir. Sivil ya da resmi bir görevliye işiniz düştüğünde bu habis karakteri açığa çıkıyor. Ama kolektif karakteri iyidir. O nedenle bireysel değil, kolektif karakteriyle karşılaşmaya bakmak gerekir.

 

“İnsan olmak; bağ kurmaktır. İnsani bağ kuramayan kişi, insan olamamış demektir.”

“Dostluk ve düşmanlık gibi her şey; bağ kurmak ve bağı koparmaktan ibarettir.”

 

Türk milletinin kolektif karakterini örgütlemeyi başaranlar, büyük başarılar kazandılar. Kolektif karakter egemen olunca, devletler kurdular. Ama bireysel karakterler egemen olunca ise devletleri batırdılar.

 

Sivrisinek Vızıldaması

Türk ve İngiliz Sivrisineği

Milletlerin karakterlerini anlatması bakımından bir ipucu mahiyetinde şu örneği verelim: Sivrisineği biliriz. Türkiye’nin sivrisineği, insanı yemeye gelirken vızıldar. Dolayısıyla genellikle yiyemeden öldürülür. Ama İngilizlerin sivrisineği, insanı yemeye gelirken değil, yeyip ayrıldıktan sonra vızıldar. Genellikle öldürülemez.

 

“Türkiye sivrisineği, yemeden önce, İngiltere sivrisineği, yedikten sonra vızıldar.”

 

 

Müzik

 

“Dumanlı Dumanlı Oy Bizim Eller”

Mahzuni Şerif

 

Bizim elin yiğitleri bol olur,

Çalar davulları dizgin dol’olur,

Ölüm bizim için tozlu yol olur,

Dumanlı dumanlı oy bizim eller,

Oturup ağlasam delidir derler.

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.