AHLAK

AHLAK

“Bir fikir, ancak ifade edildiği zaman bir fikirdir.” Stefan Zweig (1881-1942)

“Ahlak; hayvandan insan üretme işlemidir.”

 

Çağımızda ve bundan sonra dünyada var olmak isteyen toplumlar, insanlığın 18. asırda girdiği her alanda geçmişten tamamen farklı yeni aşamayı öğrenmek zorundadır. Bu öğrenme toplumlar için bir varlık yani ontolojik meseledir. Çünkü öğrenmeyenler, insanlık çizgisinin bundan sonraki kesitlerine uyum sağlayamayıp ayıklanıp gideceklerdir. İnsanlığın, tarihin başından beri süregelen ve bundan sonra da sürecek olan kendi arasındaki rekabetin ayırdına varmak şarttır. Kişi, “ne değişti ki, eskiden var olan şeylerin şimdi de aynısı var” diye düşünebilir. Çünkü aynı kavramlar ismen aynı olabilirler ama içerikleri ve sonuçları tamamen değişmiştir ve insanlık hayatı bugün tamamen bunlar üzerinde dönmektedir. Tabi ki sıradan insanlar bu değişimlerin farkına varamayabilirler. Bu değişimlerin farkına varıp toplumunu bilinçlendirmesi gereken kişiler, ülkenin kafa katmanını işgal eden kişilerdir. Ne yazıktır ki Türkiye’nin kafa katmanı bu sorumluluğunu ifa etmekte iktidarsızdır. Kafa katmanı ile ilgili işleri düşünürler yaparlar. Yine maalesef Türkiye’nin çağdaş kalitede bir tane düşünürü yoktur. Türkiye tepetaklak yani kafası yerde, ayakları yukarıda duran kişi gibidir. İnsanlığın çağımızda değişime uğradığı konulardan biri de ahlaktır.

 

Doğal ve Beşeri Ahlak

Homo Duplex

İnsan biri biyolojik, diğeri lojik olmak üzere dual yapıdan oluşur. Biyolojik yapı a priori yani verilidir, doğaldır. Lojik yapı insanın ürünü a posteriori yani kazanımlı, yapaydır. İnsanda doğuştan mevcut değildir. Bu yapısı nedeniyle insanda biri doğal yani animal, diğeri beşeri yani hümünal olmak üzere iki ahlak vardır. Doğal yapının davranışları doğal yapı açısından kötü değildir ama beşeri ahlak açısından kötüdür. İnsanlığın kötü dediği davranışların kaynağı insanın animal yapısı olan bedenidir.

 

İnsan, hayvanlıktan uzaklaştığı ve insaniliğe yakınlaştığı oranda insan olur. Hayvanlığa yakın olduğu ölçüde, felsefeye göre insan görünümlü hayvandır, ya da hayvanımsı insandır. Emile Durkheim (1858-1917), insanın bu dual yapısına, aynı beden içinde beraberce çalışabilen iki farklı yani çifte kişiliğine “homo duplex” adını verir.

 

ÇAĞIMIZ ÖNCESİ AHLAK

Dinsel ve Tanrısal Ahlak

Çağımıza kadarki milyonlarca sürede egemen olan ahlak, din adı verilen bir ahlak idi. Dinsel ahlak aynı zamanda Tanrı’dan gelen ahlak demek idi. Fakat Antropolojik çalışmalar, Tanrılar, insanlığın ürününden bağımsız bir ahlak getirmemişlerdir. Tanrısal adı verilen ahlaki değerlerin de insan aklının ürünü olduğunu tespit etmiştir. Tanrısal ahlak yine insanın ama sistemsiz aklı ile yaptığı “sofistik düşünme” ürünüdür. Tanrısallaştırılmasıyla yapılan tek iş, ahlakın insanlar üzerinde etkin kılınabilmesi için müeyyide olarak Tanrı gücünü kullanmaktır. Çünkü o zamanlar insan, henüz kendisi üzerinde etkin değildi.

 

Klasik Tanrı Tasavvuru

Ahlak filozofu Paul Tillich (1886-1965) şu tespiti yapar: Tanrı’nın her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Mutlak Varlık olarak tasavvur edilmesi bizi, kendi öznelliğimizden mahrum bırakır. Nitekim klasik Teizmde Tanrı, bütün diğer varlıkların özgür ve öznel olmalarını önleyerek bir yılmaz zorba olarak ortaya çıkar. O, karşı konulmaz bir tahakkümle her kesi bir nesneye, kontrol edebildiği makinenin bir çarkına dönüştürmeye çalışır. Kendisini diğer varlıklar arasında en üst bir varlık konumuna yerleştirir. Böylece insan aklının efendisi olur. Bu Tanrı’ya “Varoluşçuluk” karşı çıkar. Bu, Nietzche’nin ölmesi gerektiğini söylediği Tanrı’dır; çünkü hiç kimse sadece mutlak bilginin kaynağı ve herkesin ve aklının kontrolörü kılınan bir varlığı tolere edemez.

 

Nietzche ve Ahlak

Nietzsche’ye göre, ahlak belli bir çağın değer yargıları ve “iyidir-kötüdür” dediği şeylerin tablosudur. Bu ahlak, efendi ve köle ahlakıdır. Tanrı’nın ve monarşinin ahlakı köle ahlakıdır.

 

İnsanoğlunun keşfettiği ilk ahlak çeşidi efendi ahlakıdır. Efendiler acımasızlardır, hayat ve ölüm üzerine karar verebilme yetisine sahiptirler. Kendi kurallarını kendileri koyma gücüne sahiptirler. Kendileri için yaşarlar, hoşgörü göstermek zorunda değillerdir. Fiziksel ve psikolojik güçlerini kullanırlar, ezerler, işgal ederler, hükmederler ve bu bir ahlaktır. Çağlar boyunca fiziksel olarak güçlü olanlar, bu ahlakla, zayıf ve aciz olanları ezmişlerdir. Bu şekilde algılanan göreli değerler tablosundan uzak durmak gerekir. Çağımızda insan; hiç kimseye muhtaç değildir, kendini bile aşmıştır, yani kendi kendisinin efendisidir. Dolayısıyla Tanrı’ya gerek olmaksızın kendi ahlakını kendisi belirleyebilir.

 

Nietzsche köle ahlakı kavramını her ne kadar Hristiyanlık için ortaya atmışsa da her hangi bir semavi dine mensup olduğuna inanan bütün insanlar köle ahlakına sahiptir. Her şeyin Tanrı’dan geldiğine inanmak bütün semavi dinlerin ortak kuralıdır.

 

DİNSEL AHLAKIN KARAKTERİ

Uygulanmaz

Dinsel ahlak hem teorik yapısı hem de pratik tarihi karakteri gereği iktidara gelince biter. Teorik olarak, efendinin lehine kölenin aleyhine adaletsizlik üzerine kuruludur. Pratik olarak da, iktidara gelmek için vardır, iktidarda uygulanmak için yoktur. Bu durum tarih boyunca hep böyle olmuştur. Günümüzde de gerek dinsel cemaatler gerekse dinsel siyasetçiler, iktidara gelmek için hep ahlak satmalarına rağmen iktidara geldiklerinde tam tersini yapmaktadırlar. Dinsel ahlakın çifte standart özelliğini de bariz bir şekilde gösterirler.

 

Nitekim Türkiye’de gerek cemaat gerekse siyasetçiler olarak iktidara gelen dinsel kişiler, dinsel ahlakın karakterini bugün dahi haklı çıkaracak şekilde, kendileri hakkında ahlaki olmadıklarına dair kamuoyu algısı ve imajı oluşturmuşlardır. Çünkü iktidarlarında ahlakın tam tersini uygulamışlardır. Nitekim çocuk tecavüzcülerini dahi ve yolsuzluk yapanları, kendilerinden olunca akladıkları görülmüştür.

 

“Dinsel ahlak iktidara gelince biter. Çünkü o, iktidara gelmek için vardır. İktidarda uygulanmak için değil.”

 

Dinsel ahlakın uygulanmamasının bir diğer nedeni, davranışçı olmasıdır. Davranışçılık, sonuçlarla meşgul olmaktır. Sebeplerle meşgul olmamaktır. Bu durum, ahlakla zihinsel oluşmayı ve ahlakın içselleştirilmesini önlemektedir. Ahlak, insanda giyilip çıkarılabilen bir yabancı madde, elbise gibi olmaktadır.

 

Grupsaldır, Evrensel Değildir

Her dinin, kendi mensuplarına ve başkalarına ayrı ahlaki davranışları vardır. Dinlerin iyi ahlakı dine dayalı kendi grupları için geçerlidir. Din gerekçesiyle başkalarına ahlaksız davranmayı meşrulaştırır. Kendi mensuplarına yasakladığı kötü söz ve fillerin başkalarına yapılmasını mubah görür. Bu durum Kuran’da da görülür: “Muhammed Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler.” Fetih, 29. Ahlak, sadece kendi taraftarları için geçerlidir: “Müminler ancak kardeştirler.” Hucurat, 10.

 

Dinsel ahlak, çifte standart olduğundan bütün insanlık için geçerli evrensel değildir. Çifte standartlık, insanda kötülük yapma yetisini tümden yok etmek istemediğinden insanın salt iyi varlık olmasını önler.

Dışsaldır

Dine göre ahlaklılık ve ahlaksızlık, insanın kendisinden değil, dış faktörden kaynaklanır. Ahlaklılık dışsal bir faktörden kaynaklanırsa ahlaksızlık da ondan doğar. Mesela bir erkeğin ahlaklılığı, kendisinden değil de, kadının örtülü olmasından kaynaklanıyorsa, ahlaksızlığı da kadının çıplaklığından doğacaktır. İşte bu dışsal ahlaktır.

 

Ayrıca Tanrı, onun ödülü ve cezası gibi dış faktörlerle ahlaklı yapılmaya çalışılması insanı ahlakta menfaatçi yapmaktadır.  Menfaati varsa ahlaklı veya ahlaksız davranır. Dış faktörlerle ahlaklı davranma sağlanmaya çalışılırsa, kişi bazen ahlaklı davranabilir ama bizatihi ahlaklı bir malzeme olamaz.

 

“Dinsel kişilerin menfaatçi olmalarının temel nedeni, menfaate dayalı din eğitimidir.”

 

Kontrol Merkezini Yok Etmek

Davranışların dış faktör tarafından belirlenmesi ve yönetilmesi, kişinin kendi kontrol merkezini oluşturmasını ve kendisini yönetmesini yok eder. Ayrıca başkası vasıtasıyla yani dış faktörle ahlaklı olmak, halk tabiriyle, “sokma akılla” ve “başkasının aklıyla” yaşamaktır. Yine halk tabiriyle, “sokma akıl yedi adım gider,” “Başkasıyla yaşayan kişi, kendisi olamaz.” Dış faktörle ahlaklı olmak, kişinin ahlaklı davranabilmesi için onu sürekli dışarıdan dürtmek gerekir. Kişiyi kendi başına ahlaki eylemlerini yönetemez hale getirir. Bir dış faktör olarak şeyhlik de, müritlerinin kişisel ahlaki karar verme merkezini ve kontrol kulesini yok eder.

 

Davranışları bir dış faktörün belirlediği ortamda ahlak içselleştirilemiyor. Çünkü kişi kendi davranışlarıyla yüz yüze gelemiyor, onlarla boğuşamıyor ve hesaplaşamıyor. Böylece ahlaki benliğini oluşturamıyor. Kendi ahlaki davranışlarını yönetemiyor, sürekli başkasının ahlaki yönlendirmesine muhtaç bırakılıyor. Ona birileri sürekli ahlak satarak geçiniyor.

 

ÇAĞIMIZIN AHLAKI

Rasyonel Ahlak

Çağımızın ahlakı dinsel veya tanrısal adı verilen geçmişin sistemsiz düşünme ile insanın ürettiği ahlak yerine, sistemli akıl ile ürettiği ahlaktır. İnsanın bu sistemli düşünme ve çağımızda ulaştığı aklı çapı ile ürettiği felsefi rasyonel ahlaktır. Bu ahlakın yasalarını, değerlerini ve kurallarını insan, kendi aklı ve iradesiyle, tüm insanlar için geçerli olabilecek şekilde ortaya koyduğu için evrensel ve mutlaktır. Bunun adı aksiyolojidir.

 

Deontolojik (Ödevci) Etik

Çağımızın ahlakı “ödevci (deontolojik)” ahlaktır. Ödev ahlak felsefesinin kurucusu Kant (1724-1804)’tır. Ahlakın temeli ödevdir. Ödevler; karşılık ve bir çıkar beklemeksizin, insan, akıl ve irade sahibi olmanın getirdiği yükümlülüklerdir. Bu bir ahlak yasasıdır. Bu yasanın en önemli özelliği, evrensel olması ve istisnasız herkes için geçerli olmasıdır.

 

Ödev ahlakı, ahlaki bir davranışın, insanın isteklerinin, arzularının, çıkarlarının ve eylemlerinin sonucunu düşünerek yapılmayan, buna karşılık insani ilkeye bağlı olarak yapılan ahlaktır. Bu felsefede yararcılığa ve hazcılığa yer yoktur. Bir davranış bir arzu, haz veya yarar gözetilmeden yalnızca insan olma ödevinden dolayı yapılmışsa ahlaki bir davranıştır.

 

Ahlaki davranış, ödevden dolayı yapılan davranışlardır. Mesela mahkemede doğruyu söylemek doğru bir eylemdir. Fakat diğer insanlara doğru gözükmek veya doğruyu söylemediği zaman alacağı cezadan korktuğu için doğruyu söyleyen bir tanık, ahlaklı bir davranışta bulunmaz. Ödevden dolayı doğruyu söylerse; yani doğruyu bir şarta veya sonuca bakmadan yalnızca doğru olduğu için söylüyorsa, tanığın davranışı ahlakidir.

 

İçselci Olma

Rasyonel ahlak, ahlakın dışsal faktörlere dayalı değil, insanın iç dinamiklerinden kaynaklanan içsel doğmasını hedefler. Bu ahlakın temeli, hem ahlaki değeri belirlemede hem de uygulamada insan özgürlüğüdür. İnsan, özgür olduğu sürece ahlaklı bir varlık olabilir. Hiçbir dış zorlama veya dış güç olmadan bireyin yalnızca özgür iradesiyle gerçekleştirdiği davranış, ahlaki bir değere sahiptir. Özne, isteğiyle yaptığı davranışın bilincinde de olmalıdır. Çünkü bilincinde olmak, onun sonuçlarını ve ne için yaptığını bilmektir. Ahlaki davranış istemli olmalıdır. Bir davranış, öznenin isteği doğrultusunda; yani onun arzusu doğrultusunda gerçekleştiği sürece ahlaklı bir davranış olur. İşte insan, ahlakı ancak böyle içselleştirebilir.

 

Vicdan, Otonom ve Otomoatik Ahlak

İçselci ahlakla özdeş olarak insanın vicdanı gündeme gelir. Vicdan; bir birey olarak insanın, eylemleri üzerinde yargıda bulunmasını sağlayan gücüdür. İnsanın kendi ahlakını kendisinin yönetme yetisidir. İnsanın kendisinin özgül kontrol kulesidir. Kişinin kendi başına tam bir varlık olmasını sağlar. Vicdan sahibi olmak demek, otonom ve otomatik ahlak sahibi olmak demektir.

 

Vicdanın oluşabilmesi için kişinin kararlarını kendisi verebilir yetide olması gerekir. Kişi kendi kararlarını verebilmesi için, kendi başına makul düşünebilme yetisine ve özgür iradeye sahip olmalıdır. İradesini başkalarına ipotekleyenlerde ve kararlarını başkaları vasıtasıyla vermeye muhtaç olanlarda vicdan oluşmaz.

 

Kendisini değil de başkalarını takip edenler, kendi vicdanlarını oluşturamazlar. Başkalarına özenen varlıklar olurlar. Başkasına özenenler, bazı davranışlarını ahlaki yapabilirler ama kendileri ahlaki varlıklar haline gelemezler. Kendi vicdanlarının sesini duyabilir olamazlar. Başkasını idol edinenlerde de vicdan oluşmaz. Çünkü vicdan, kişinin kendisinin idol olmasıdır. Aynı kişide iki tane idol olmaz.

 

“Dinsel ahlakın egemen olduğu toplumlarda birey ve kitle vicdanı oluşmaz.”

 

Kendine Yakıştırmak

İnsanda vicdan oluşmasının sonucu, bir davranışı yapmada veya yapmamada, onu kişinin kendisine yakıştırıp yakıştırmamasıdır. Dolayısıyla insanda ahlaki davranışın en etkili müeyyide/yaptırım gücü olan unsur bu kavramdır. Kişi, bir davranışı tanrı ile yapıyorsa, onu tanrı ile meşrulaştırana kadar yapar ya da yapmaz. Yani Tanrının kişi üzerindeki etkisi, onunla meşrulaştırana kadardır. Fakat kendine yakıştırmanın etkisi süreklidir.

 

Kamil İnsan/Tam İnsan “homo perfecto

Kamil insan demek, aktörün kendisini insan olarak tamamlamış, bütünlemiş, tam insan olmuş demektir. Yani hayvanlığı tamamen gidermiş tam insan olmuş demektir. Buna felsefede “homo perfecto” deniyor. Kamil insan; kendi eylemlerini, algılarını, düşünce ve görüşlerini, kendi kavramlarını oluşturabilen ve kendi davranışlarını yönetebilen kişidir. Başkasını idol edinip, davranışları başkası tarafından yönetilen kişi kamil insan olamaz. Kamil insan “yaratıcı benlik” sahibi olan insandır. Yaratıcı benlik, kişinin öncelikle kendi kişiliğinin ustası, yaratıcısı olması ve kişiliğini oluşturmasıdır. Özgün kişiliğe sahip olmayan kişi kamil insan olamaz. Bu nedenle şeyhlik, kişilerin özgün benliğe ve kişiliğe sahip olmasını engeller.

 

Aklın Çapı ve Ahlakilik

İnsan aklının çapı, düşünme işlemi yaptıkça genişler. İnsanlık sürekli düşünme işlemi yaptığından aklının çapı devamlı gelişmiştir. Aklın çapı, geliştikçe, daha önceki aklın çapının rasyonel gördüğünü, irrasyonel görmüştür. Ahlak konusunda da böyledir. Mesela çağımız ahlakı, önceki aklın rasyonel gördüğü bedensel cezaları, eşitsizliği; din, mezhep, etnikliğe dayalı ayrımcılığı irrasyonel ve ahlaksızlık görmektedir. Bunun gibi, bedenle ulaşım, iletişim ve tarım yapmayı da irrasyonel görmektedir. Bu nedenle çağın gelişimine orantılı olarak ahlaklı olabilmek için aklın çapını geliştirmek gerekir.

 

AHLAK EĞİTİMİ

Din ile Ahlak Eğitimi

Din, Tanrı ve peygamber vasıtasıyla ahlak eğitimi, insanlığın Antropolojik çocukluk çağı eğitimidir. Tanrı ödülü ve cezası gibi duygulara hitap ederek ahlak eğitimi, insanın zihnine hitap etmez. İnsanın duygularına hitap eder. Duyguları etkilemek kısa sürede olur ama etkisi kısa sürelidir. İnsanı ahlakla eğitmediğinden ahlakı insanda yerleştirmez.

 

Peygamberle Eğitim

Peygamberle eğitim, başkasıyla eğitmek olan kişici eğitimdir ve çağımızın öncesi eğitim sistemidir. Türkiye’de ahlak eğitiminde, işin kolay yolu seçilerek, kişici sistem uygulanarak Peygamber yüksek dozajda kullanılır.

 

Peygamber ile ahlak eğitimi yanlış bir eğitimdir. Çünkü insanda peygamberle özdeşim özentisi doğurur. Özdeşim; kişinin, bazı duygusal durumları paylaştığı bir başka kişiye libidinal sevgiyle dönüşmesini sağlayan psikolojik mekanizmadır. Kişi, kendisini o kişi gibi hisseder ve onun taklidi davranışlar taslar. Hayatlarında ve tarihlerinde öznel başarıları bulunmayan kişiler, peygambere özenerek onun gibi olmak isteği nedeniyle onunla özdeşleşmek ister. Aslında peygamberle özdeşim isteği, ahlaklı olduğu için değil, zafer kazandığı ve başarılı olduğu içindir. Çünkü başarısız insanlar, kendi eksikliklerinin üstünü örterek güce ulaşmasını sağlayacağına yardımcı olacağını düşündüğü kişiyi taklit eder.

 

Peygamber idol yapılmaktadır. Peygamberler, ahlaki varlıklar olduklarından ancak model olarak alınabilirler ama idol yapılamazlar. Zaten Kuran, Peygamber’de sadece güzel ahlak örneklerine sahip model olduğunu söyler ama onun idol olduğunu söylemez. Çünkü Kuran herkesin, kendisinin ahlaki idolü olmasını hedefler. Bir kişide iki tane idol olamayacağından kişi, başkasını idol edindiğinden kendisi idol olamaz. Peygamberin sahip olduğu ahlaki yapı ona özenen kişide bulunmadığı için Peygamber ahlakını gösteremez.

 

Kişici ahlak eğitimi, insanlarda ahlakın ve vicdanın oluşmasını engeller. Nitekim Türkiye’de aşırı dozajda peygamber anlatılmasına rağmen toplumda ahlakilik ve vicdandan eser yoktur. Kendi bireyselliğini değil de başkalarını takip edenler ahlaki benlik olamazlar, başkalarına özenen varlıklar olurlar. Başkasına özenenler, bazı davranışlarını ahlaki yapabilirler ama kendileri ahlaki varlık olamazlar, kendi vicdanlarının sesini duyabilir hale gelemezler.

 

Kötü Ahlak Anlatarak Ahlak Eğitimi

Ahlaksız Yapmak

Dinsel ahlak eğitimi, insanlara ahlaksızlığı öğretmektedir. Çünkü insanlara ahlaksızlıklar anlatılarak onların yapılmamasıyla ahlaklı olmaları söylenir. Böylece insanların akıllarında olmayan ahlaksızlıklar akıllarına sokulmaktadır ve insanlar bunları denemek istemektedirler. Üstelik “Allah’ın affediciliği” üzerindeki vurgu da insanları ahlaksızlığa teşvik etmektedir. Din adamları, ahlaklı topluma ahlak anlatmayı bilmezler. Çünkü ona ahlak anlatmak, ahlak felsefesini ve aksiyolojiyi bilmeyi gerektirir ki din adamları bu bilgilerden yoksundurlar. Bu bilgileri bilmediklerinden, ahlaklı insanları dahi ahlaksız görerek ahlak anlatmakta böylece onların da ahlakını bozmaktadırlar.

 

“Din adamları, ahlaklı insanların dahi ahlakını bozarlar.”

 

Çağdaş Ahlak Eğitimi

Zihni İşlemek

Çağdaş ahlak eğitimi, davranışların motoru olan zihni formatlamak şeklindedir. Bu nedenle vicdanın oluşabilmesi için bedenin değil, zihnin işlenmesi gerekir. Vicdan, kişinin neotik yani zihinsel yapısıdır. “Nous” zihin demektir. Vicdan zihinde oluşur. O nedenle insanı bedensel davranışlarla ahlaklı yapmak, bedeni sportif olarak geliştirebilir ama zihni geliştirmez.

 

Dinsel kişilerin kullandığı, Tanrı ve peygamber gibi dış faktörlerle ahlak eğitimi, ahlakın içselleştirilmesine engel olmaktadır. Dinsel geçinen toplumlarda ahlaksızlıkların çok olmasının birinci nedeni ahlakı içselleştirmemektir. Elbette ahlakı içselleştirmek, zihni uzun zaman işlemeyi gerektirir. Dinsel ahlak eğitimi ağızla, kısa zamanda ve kolay yapılır. Dinsel eğiticilerin, uzun zamana ve zorluğa tahammülleri yoktur, hemen sonuç isterler. Özellikle insanlardan yardım toplayacaklardır. Bu nedenle insanların düşünlerini işlemek ve yoğurmak yerine, duygulara hitap edip onları bastırmak ya da tahrik etmek kolaylığını ve böylece bireye özgür iradesiyle seçim yapma tercihini bırakmamayı seçerler.

 

Toplumsal Ahlak

Bir toplumda bireylerin ve toplumun ahlaklı olmasına en etkili unsur toplumsal ahlaktır. Bir toplumda ahlaksızlık varsa, orada toplumsal ahlak egemen değil demektir. Monarşist bir toplumda toplumsal ahlakı hakim kılmanın en başta gelen gereği, ahlaklı devlet yöneticileridir. Bu kişilerin ahlaklı olduğu ve ahlaksızlığa izin vermediği ülkede hiç kimse ahlaksızlık yapamaz. O nedenle bir ülkede toplumsal ahlakın yokluğunun nedeni devlet yöneticilerinde aranır. Fakat devleti devlet görevlilerinin soyduğu bir ülkede ne olur?

 

Her gün medyada devlet yöneticileri ile ilgili yolsuzluk iddialarının yoğun bir şekilde yapılabildiği bir toplumda, bunlar gerçek olmasa dahi, toplumsal ahlak mutlaka bozulacaktır. Bu nedenle yolsuzluk iddialarına mahal bırakmamak ve onların yapılmasına izin vermemek şarttır. Ayrıca siyasetçilerin, birbirlerine hakaret ve sözlü şiddet içeren söylemleri de farkında olunmadan toplumsal ahlakı bozmaktadır.

 

Bu yazıyı, tarihe kayıt olarak geçmesi için zikrediyorum, 22.12.2017 tarihinde sabah 09.30’da, sabahın karanlığı henüz dağılmamışken, yazarken, televizyonda gazete manşetleri okunuyordu. Manşetlerden biri, “Askere at eti sattılar,” şeklinde idi. Aynı saatte de en az iki kilometre uzaklıktaki caminin birinde hoca avazı çıktığı kadarıyla ve mikrofonun sesini sona kadar açarak stereolu ve ekolu onlarca hoparlörlerden, dinde yeri olmayan, uydurma “sala” okuyordu, başkasını rahatsız ettiğini düşünmeden,  gazete manşetlerini duymayı önlüyordu. Çıkan ses, Allah ve Resulullah isimleri istismar edilerek “aaaaaaaaaaaa” ve eeeeeeeeyyyyyyyyyyy” sesleri idi. Allah kelimesi duyulmuyordu. Bir taraftan aşırı sembolik-göstermelik dinsellik, diğer taraftan Mehmetçiğini zehirlemek bu ülkede bir arada gidiyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Bir kez daha gördüm ki sala adı altında Allah, işlenen ahlaksızlıkları örtbas etmek için kamuflaj olarak kullanılıyordu bu ülkede.

 

Bu çirkefliğin yapılabildiği bir ülkede ne dinden ne de ahlaktan söz edilebilir. Bu çirkefliğin yapılabilmesi, o ülkede toplumun ve yetkililerin ahlakının bozukluğunun göstergesidir. Böyle bir bozuk ahlakın olduğu ülkenin değil 18 adası, bütünü de rahatlıkla işgal edilir.

 

Ahlaki çürüme, dışarıdan bir düşman yumruğu gelene kadar sürer. Dışarıdan bir yumruk geldiğinde bütün pislikler ortaya saçılır. Osmanlı da iki asır böyle içeriden çürümüştü. Birinci dünya savaşı yumruğu geldiğinde bütün pislikler ortaya saçılmıştı. Bin yılda elde ettiği milyonlarca kilometre araziyi üç yılda kaybetti. Aynı akıbet bugün Türkiye için söz konusudur. Bir an önce bu siyasal ve toplumsal ahlaksızlığın üzerine gidilmelidir.

 

“Bir ülkenin toplumsal ahlakını bozan en önemli faktör, toplum ve siyasettir.”

 

“Asıl vatan hainliği, kendi ülkesini ve insanını çalmaktır.”

 

Elinde yetki ve imkan olup da bu ülkeyi ve milleti çalma ahlaksızlığını icra etmeyen kaç kişi vardır bu ülkede?

 

 

Bu yazıyı paylaş :

Yorumlar kapalı.